tatlidede
tatlidede

Allah’ın İnsanlar Üzerindeki Hakkı

Allah’ın İnsanlar Üzerindeki Hakkı

Üç yıllık müracaatın sununda kurada adımın çıktığına dair aldığım haber heyecanlanmama yetmişti. Pasaport, ücretlerin yatırılması ve şahsi hazırlıklarım birkaç günde bitmişti. Ziyaret imkânı olanlara giderek, gidemediklerime telefon açarak “helallik” diledim. Allah’a doğru bir sefere çıkıyordum.  Küskünlerin gönlünü alma, borçları ödeme, sanki dönüşü olmayacak gibi ölümden önce ölmek gibi, hesaba çekilmeden önce kendimi yargılama, ölüm için provaya gitmek.

İbrahim’in mirası” için Allah’ın davetine icabet etmek. Halkıma ve inancıma karşı sorumluluğumun artacağı bir yolculuğa başlayacağımı düşünüyordum. Toplumsal bütünleşmenin Uluslar arası toplantısına seçilenlerden biriydim. Artık “saygın” ifadesini de içeren  Müslümanların yıllık eğitim kursuna gidiyordum. Toplulukla birlikte Allah’a doğru harekata katıldığım için  ”Haccı” olacaktım.  Mahşeri ve kıyameti bu dünyada yaşamaya gidiyordum.

9 Kasım 2008 günü Diyarbakır hava alanından kalkan uçağımızla iki saat yirmi dakika uçtuktan sonra Medine hava alanına indik. Kısa süren pasaport işlemlerinden sonra bin beş yüz kişi kapasiteli 4 yıldızlı Ed-Dehil adlı otelimize yerleştik.

MEDİNE

Misafiri olduğumuz Resulüllah’ı ziyaret etmeden şehrinde durmaktan hayâ ettiğim için Mescidi Nebeviyi ziyarete gittim. Hayalim gerçekleşiyordu. Çok heyecanlı idim. Aşırı izdiham nedeniyle ziyaret zor ve saatlerce sıra beklemeyi gerektirdiği halde kısa sürede gerçekleştirmek nasip oldu.  Babüsselam kapısından girip yaklaşık iki yüz metre mesafede bulunan ve Resulüllah’ın: “Evimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir, minberim de (Kevser) havuzunun üzerindedir”.(Buhari:Fadlüs-Salat.6) dediği yer Ravzai Mutahharada iki rekât tehiyyetilmescit namazınızdan  sonra iki rekât şükür namazı kıldım. Birkaç adım ilerleyince kendimi Önderimin huzurunda buluyorum. Resulüllahın” Kim hac yaparda ölümümden sora kabrimi ziyaret ederse, beni hayatımda ziyaret etmiş gibi olur.”(Beyhaki:V,403) “Kabrimi ziyaret edene şafaatım vacip olur” (Heysemi.IV,2) buyurduğunu bildiğim için beni gördüğünü, söylediklerimi işittiğini, bana mukabelede bulunacağını düşünerek ve duamın kabul edileceği inancıyla:

Allah’ın selamı üzerine olsun ey Allah’ın Resulü,

Allah’ın selamı üzerine olsun ey rahmet Peygamberi,

Allah’ın selamı üzerine olsun ey ümmetinin şefaatçisi,

Ey Allah’ın Resulü ! Yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu duydum: “Eğer onlar kendilerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi ve Peygamber de onlar için istiğfar etseydi şüphesiz Allah’ı tövbeleri çok kabul eden ve çok merhamet eden bulurlardı.”(Nisa:64) Ben günahlarımdan dolayı bağışlanma dileğiyle Allah katında  şefaatçi olman için geldim. Benim için Allah’tan af dilemeni istiyorum. Salât ve selamdan sonra selam gönderen dostların ismini zikrederek selamlarını ve şefaat dilediklerini sundum.

Doğu tarafında ve bitişiğinde Hz. Ebubekir’in kabri bulunmaktadır. Kendisini Ey “Sıddık”, Resulüllah’ın mağara arkadaşı ve halifesi olarak selamladım. Onun bitişiğinde Hz. Ömer’in kabri bulunmaktadır. Ey Müminlerin Emiri  Faruk, Ey İslam’ı güçlendiren, ey putları kıran  şeklinde hitap ederek selamladım. Çıkış kapısına yakın kıbleye dönerek dua ettim.”Ya Rabbi! beni onlarla birlikte  Muhammed’in  (s.a.v.) sancağı altında haşret.” Artık Medine’de miyim?, başka yerde miyim? kestiremiyordum. Adete yerle bağım kesilmişti. Avluya çıkıp geriye doğru baktığımda Resulüllahın kabrinin simgesi “kubbetül hadra” karşımdaydı. Yemyeşil kubbeyi, semaya uzanan dokuz tane minareyi uzun süre seyrettim. Adeta hafızama nakşetmek istediğim güzelliği ve benzersizliği doyumsuz bir manzara ile karşı karşıya olduğumu biliyor, kendimi mutlu hissediyordum.

BAKİ MEZARLIĞI

Peygamberimizin oğlu İbrahim, kızları Rukiye ve Zeyneb, Hz. Fatıma ile oğlu Hz. Hasan, annesinin yanına defnedilen Hz. Hüseyin’in başı, Hz. Peygamberin amcası Abbas, halası Safiye, Resulü Ekrem’in “benim ikinci annem” dediği Hz. Ali’nin annesi Fatıma ibn Esed, müminlerin anneleri Hz. Aişe, Hafsa, Ümmü Seleme, Zeynep bint Cahş, Zeynep bint Huzeyme, Safiye, Reyhane ve Mariya burada bulunmaktadırlar. Binlerce Ashabı Kiramın yanı sıra  Hz Osman, Abdurrahman ibn Avf, Sa’d ibn Ebu Vakkas, Abdullah ibn Mes’ud, Süheyl Er Rumi ve Ebu Hureyre’nin medfun olduğu Cennetü’l Baki (Baki Mezarlığını) geziyoruz.Tarihin örnek dönemine tanık olan bu kutlu insanların iklimini teneffüs etmek ne büyük bahtiyarlıktır.

UHUT

11.11.2008 günü Medine’nin 5 km. kuzeyinde yer alan Peygamberin “Uhut bizi sever biz de  kendisini severiz” (Buhari:Cihad,71,111,223) buyurduğu  Uhud dağını ziyarete gidiyoruz. Müslümanlar ile birleşik ordular arasında geçen savaş alanını ve şehitliği geziyoruz. Bu gün Müslümanların üzerine gönderilen birleşik ordular aklıma geldi. Ayneyn (okçular) tepesine çıkıyoruz, iyi ok attığı için savaşa katılmasına izin verilen  Ebu Rafi ve onu güreşte yendiğini söyleyen Semure adlı çocukları, Münafıkların başı İbn Ubey’in bin kişilik ordudan üç yüz kişiyi ayırıp Medine’ye geri getirmesini, Resulüllahın Abdullah ibn Cübeyr komutasında elli okçuyu stratejik noktaya yerleştirmesi ve “yensek de yenilsek de size haber göndermedikçe asla yerlerinizden ayrılmayın” yönünde  emrini ve komutanlarının ısrarına rağmen  çoğunun ganimeti toplama düşüncesiyle mevzilerini terk etmeleri, Halit ibn Velid’in  manevrası ve Müslümanların iki ateş arasında kalması, Ebu Dücane’nın  Resulüllah’ın kendisine verdiği kılıcın hakkını vermesi, Mus’ab’ın İslam sancağını taşıması, Kureyş sancağının kendi akrabalarının elinde oluşu, evlenen ancak yıkanmaya vakit bulamayan Hanzele’nin melekler tarafından yıkanması, üzerinde yirmi mızrak yarası olan Vahb’i, düşman tarafından atılan taşın Resulüllah’ın dudağını yarması ve dişinin kırılması ve “Bilin ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır” deyişi, İbn Kamia’nın Resulüllah’a saldırısı ve miğferinin mübarek yüzüne saplanması ve “Muhammed öldürüldü!” diye bağırması, Ebu Ubeyde’nin metal parçalarını dişleriyle çıkarması,  Malik ibn Sinan’ın Resulüllah’ın yarasındaki kanı emmesi ve Resulüllah’ın kanının kanına karışması, savaş isteği kalmayan arkadaşlarına “niye burada oturuyorsunuz?”onların “Allah’ın Resulü öldürülmüş” demeleri “peki o öldürüldükten sonra yaşayıp ta ne yapacaksınız? Kalkın ve onun gibi ölün Cennetin kokusunu Uhudun öbür tarafından alıyorum” diyerek  savaşın en yoğun olduğu yere ilerleyen  ve aldığı seksen den fazla yara nedeniyle kız kardeşinin parmaklarından tanıdığı Enes’i,  Hazreçli Nesibe’nin kılıcını çekmiş halde Resulüllah’ın arkasında beklemesi, su kabını dolduran Enesin annesi Süleym, kılıçlarını çekip orduya katılan Müzeyne’li iki kadını,   Ka’b ibn Malik’in Resulüllah’ı gözlerinin parlaklığında tanıması ve “Ey Müslümanlar gözünüz aydın! bu Allah’ın Resulü” diye bağırması haberinin ağızdan ağıza yayılması, sevincin büyüklüğü karşısında adeta  yenilginin zafere dönüşmesi, Hind’ın kışkırtmasıyla Vahşi’ın mızrakla Hz. Hamza’yı  şehit etmesi ve karnını yararak ciğerlerini çıkarması, Hind’in burnunu ve kulaklarını kesmesi, Ebu Süfyan’nın “Savaş dönüşümlü oldu bugün diğer bir güne karşılık” demesi üzerine Resulüllh’ın Hz Ömer’ şöyle cevap ver  Biz sizinle eşit değiliz: Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler cehennemde” deyişi ve Resulüllah’ın sağ olup olmadığını sormasına karşılık “O senin söylediklerini dinliyor” deyişi,  yetmiş iki şehit  içinde Hz. Hamza ile birlikte şehit oldukları yerde defnedilen ve  aynı zamanda yeğeni Abdullah ibn Cahş’ın  birlikte gömülmeler, Mekke’nin en yakışıklı ve zengin genci ve onun suretinde bir meleğin Uhut’ta sancağı taşıdığı Musab ve kısaca Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösteren yiğitler bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

Hz. Hamza, Abdullah ibn Cahş ve Musab’ın gömülü olduğu ve etrafı korkulukla çevrilen yerde bir Yasin okuduktan sonra başımı korkuluklara dayadım. Ciğerlerim misk kokusuyla dolmuştu, arkadaşım ile paylaşmıştım. Hissettiğimiz şehit kanlarının kokusuydu.Göz yaşlarına hakim olmak mümkün değildi. Adeta Resulüllah ve ashabı kiram ile tarihe bir yolculuğa çıkmıştım.

KIBLETEYN MESCİDİ

Mescidi  Nebevinin 5 km. uzağında bulunan Kıbleteyn (iki kıble) mescidine geçiyoruz. Müslümanlar önceleri on altı ay namazda Kudüs’e yöneliyorlardı. Yahudiler “kendilerine ait bir kıbleleri yok” diyordu. Resulüllah Kabe’nin kıble olmasını arzulamakta ve bu hususta emir bekliyordu. Allah Mescidülharam (Kabe)’ye yönelmeyi vahyetti.  (Bakara:144) İki kıbleye karşı namaz kılındığı için cami bu adı almıştır.

HENDEK

Hendek savaşının bölgesine gidiyoruz. Kalabalık  gurupların birleşmesi ile oluşan düşman ordusuna karşı savunma stratejisi çerçevesinde Selmanı Farisinin önerisi ile o zaman iki dağı birleştiren 5 km’den   fazla olan Hendekten bir eser kalmamış. Ancak Komuta merkezlerinin olduğu yedi yere küçük birer mescit yapılmıştır. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmayan ve hendeği aşamayan müşrikler savaştan sonra Müslümanları ortadan kaldırma umutları son bulmuştur. Günümüzde hücumlardan korunmak için yeni hendekler kazmak şöyle dursun bir birinin kuyularını kazan Müslümanlar aklıma geldi.

KUBA MESCİDİ

İki rekat namaz kılan bir umre yapmış gibi olur denilen .(ibn Mace, Tirmizi)  ve ilk gün takva üzere kurulduğu belirtilen Kuba mescidine gidiyoruz Resulüllah’ın her Cumartesi gidip namaz kılmasına dair sünnetini bizde yerine getiriyoruz. Caminin duvarında: ”Orda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah’da çok temizlenenleri sever” (Tevbe:108) yazılıdır.  Ne yaptınız da Kuran  da övüldünüz? ”Büyük abdesten sonra  önce taşla, sonra su ile temizleniyoruz” cevabını vermişlerdir.

Sekiz günde kırk farzımızı tamamladığımızdan ayrılık zamanı gelmişti. Kefen misali ihramlarımızı giyerek Cuma namazına gidiyoruz. Bu Diyufürresul (Resulüllah’ın misafiri) sıfatıyla “bir namazın bin vakte bedel olduğu”(Nesai) Mescidi-i Nebevide kılacağımız son namazdı. Resulüllah ile vedalaşmak kolay olmadı. Sekiz gün bir anda bitmişti. Hal bu ki ne çabuk alışmıştık. Göz yaşları arasında, bu ziyaretin son olmaması dileği ve kıyamet günü sancağı altında haşır olmak temennisiyle vedalaştık.

MEKKE

Artık hicret yolu  Mekke yolundayız. Zaman gibi kadim şehir Mekke. Allah’ın azametini, rahmetini görmek ve buluşmak üzere mikat yerine gidiyoruz.. Mikat (ihrama girilen) yerlerden olan Zülhuleyfe’de iki rekat ihram sünneti kılıp umreye niyet getiriyoruz. Burası Hz. Ali’ye nispetle  “abar-ı Ali” (ebyarı Ali) olarak anılmaktadır.  Altı saat yolculuktan sonra Şişşe semtindeki El Mansur adlı otelimize vardık. Artık gelişimizin asıl kısmı başlıyordu. Barışın işareti olan beyaz ihramlar, kendimiz ile barışık, Rabb’imiz ile barışık nihayet bütün kardeşlerimiz ile barışık olduğumuzun ilanı gibiydi. Yarım saat içinde Umremizi yapmak üzere Beytülharamın kapısındaydık. Baş açık, ayak yalın, muhtaçlık görüntüsü içinde güç ve kuvvet sahibinin Allah olduğunu deklare ederek hareme giriyoruz. Günde beş defa namazlarda, hastaların yataklarında, ölülerin mezarlarında yöneldiği dünyanın merkezi bereket ve hidayet kaynağı, bir çok nişanenin olduğu  Kabe’yi görecektim. Herkesin himmetice görebildiği mucizeler diyarındayız. “Şüphesiz, alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet) Mekke’deki (Kabe) dir. Orada apaçık nişaneler (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur.Yoluna güç yitirenlerin  o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzeride bir hakkıdır. Kim inkar ederse bilmelidir ki Allah bütün alemlerden müstağnidir.(Ali İmran:96-97)

Allah’u Taalanın bu çağrısına karşılık hacılar hep bir ağızdan yeri-göğü inletircesine telbiyeyi defalarca tekrarlıyordu:  Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerike leke lebbeyk, innel hamde ven-ni’mete leke ve’l mülk, la şerike lek. (Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrindeyim buyur! Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet de senin, mülk de senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur.)

KABE

Kabe’yi göreceğim için çok heyecanlıydım. Yıllardır yönelerek ilmel yekin bildiğim Kabe’yi aynel yekin (gözlerimle) görecek, hatta Peygamberin “Rüknülyemani  ve hacerülesved’e dokunmak günahları siler” (Müsned, II, 11,89) dediği Kabe’ye dokunacak (hakkal yekin) gerçekleşecekti. Başka bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Semanın kapılarının açıldığı ve duanın kabul edildiği dört zaman vardır. Bunlar, müminlerin Allah yolunda düşmanla karşılaştıkları, yağmurun yağdığı, namaz kılındığı ve Kabe’nin görüldüğü anlardır.”(Taberani V111.169.) Bu bilinçle kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu ama vakarla mescidin içine giriyordum. TV’de izlememe, fotoğraflarını çok kez görmeme ve çukurda olmasına rağmen  farklı bir heybeti vardı. Bir süre baka kaldım. Benim için adeta zaman donmuştu. Tavanının etrafında adeta göğe doğru nur haleleri yükseliyordu, örtüsünün orta yerinde ayetlerin yazılı olduğu  altın sarısı bir kuşak vardı. Artık bu anı değerlendirmeliydim.

 ”Bimillahi Allah’u Ekber! Yarabbi! senden cennetini ve cemalini , Rasulüllahın sancağı altıda haşır olmayı, beni, annemi, babamı, neslimi ve bütün Müslümanları affetmeni niyaz ediyorum. Allah’ım! Bütün işlerimizin sonucunu güzel eyle. Bizi dünya perişanlığından ve Ahiret azabından koru. Allah’ım! birbirimize karşı kalplerimizi ısındır ve aramızı düzelt. Karanlıklardan aydınlığa kavuştur. Bizi gizli ve açık bütün kötülüklerden koru. Allah’ım! Bize bol bereket, rahmet, iyilik ve rızık ver. Yarabbi!  Bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru, iyilerle birlikte cennete koy. Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma, bize rahmetinden ver. Şüphesiz sen çok bağışlayansın. Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz...” diyerek dua ettim. Ancak kendimden geçmiştim. Şu anda her renkten ve milletten kardeşlerimle aynı  tavafımı yapıyordum. Semanın yedinci katında bulunan Beytülmamuru tavaf eden yetmiş bin melek ile aynı yörüngede idim. Allah’ın sana binlerce defa hamd olsun. Ne kadar kutlu bir meşguliyet içindeydim.  Tavafın yedi defa olmasının altı artı bir eşittir yedi değil sonsuzluk olduğu yaşayarak öğreniyordum.

Tavaftan sonra Makamı İbrahim’in arkasında tevhidi içeren Kafirun ve İhlas surelerini okuduğum iki rekat tavaf sünnetini kıldım. Sonra Allah’ın ayetlerinden biri olan çaba ile değil ama çabadan sonra bulunan, susuzluğu giderici olmanın yanında doyurucu özelliği olan, yeryüzündeki tek su  zemzemi kana kana içiyor ve şöyle dua ediyorum. ”Allah’ın senden faydalı ilim, bol rızık ve her türlü dert ve hastalıktan şifa niyaz ediyorum” Hz. İbrahim ve Hz. Muhammedin’in yaptığı işi bitirmiş şimdi de Hz. İsmail’in annesi Hacer’in rolünü oynayacaktık. Çalışıp kazanma, gayret göstermek, yürümek anlamına gelen Say yapacaktık. Yaklaşık 400 metre olan Sefa ile Merve arasında yedi defa gidip gelerek sayımızı gerçekleştiriyoruz. Say insan emeğine ve çabasına verilen önemin göstergesidir. Saçımızı tıraş edip duamızı okuduktan sonra ihramdan çıkıyoruz.

Bütün yorgunluğuma ve gecenin yarısı olmasına rağmen çok mutluydum. Kendimi bir kuş misali hafif hissediyordum. Allah’ın misafiri (duyufürrahman) olmanın rütbesini taşımanın, arınmanın, insanlığın çamur boyutunun  üstüne çıkıp melekuti atmosferi yaşmanın hazzını tadıyordum. Adeta günahlarımın kirinden arınmıştım.

Mekke’de ki ikinci günün öğle namazına müteakip, tavafımızı tamamladıktan sonra ibadet olan Kabe’yi izlemek üzere gölgelik bir yere çekiliyoruz. Caminin ikinci katına denk gelen dokuz minare ve Kabe’yi unutmamak için “fotoğrafik hafıza” dediğimiz  belleğime kaydedercesine izliyorum. Kabe’nin güneydoğusuna denk gelen Kral sarayı, Hilton oteli ve Zemzemtavur adlı çok katlı binaların silueti sadeliğe tezat teşkil ediyordu. Ancak görülecek o kadar çok olağanüstü manzaralardan gözümü alamıyordum. Sönmüş volkanlardan oluşmasına rağmen, her dilden ve her renkten insanları bir arada görebileceğim tek yer olan Beytüllah’taydım.

Umre yapmak üzere mikat yerlerinden olan Hz. Aişe camisine gidiyoruz. Tavaf ve sayımız üç buçuk saat sürüyor. Gecenin ikisinde otele geliyoruz. Bir saat yattıktan sonra şafağa bir saat kala sabah namazını Kabe’de kılmak üzere uyanıyoruz.   Çünkü “Mescidi Haramda kılınan bir namaz diğer mescitlerde kılınan namazlardan yüz bin kat daha fazla sevaptır” (ibni Mace Salat 195) fırsatını kimse kaçırmak istemiyor.

Resulüllah’ın öpmesi nedeniyle sünnet olan Hacerülesvedi tavaf etmek üzere 23.11.2008 günü saat 02.00’da Kabe’ye gidiyoruz. Aşırı izdiham nedeniyle uzun ve zorlu bir çabadan sonra bir defa öpüp çıkıyoruz.

27.11.2008 günü ikindi namazından sonra üçüncü kata (çatıya) çıkıyor ve Kabe-i Muazzama ve onu tavaf edenleri seyrediyoruz. Kelebeklerin ışığın etrafında pervane olması gibi insanlar onun etrafında dönüyordu. Yetmiş iki milletten, dünyanın dört bir tarafından, her dil ve her renkten, her türlü kültür ve anlayıştan insan manzaraları, ama merkez Kabe. Herkes eşit, cinsiyet ve ırk ayrımı yok, ibadet aynı, amaç aynı; beytin Rabbi’nin rızasını kazanmak. Adem’in, İbrahim’in ve Muhammed’in yaptığını yapmak. Ne muhteşem bir manzara, kulak verenlerin duyduğu  ses “su çağlayanının sesi”adeta, insan büyüleniyor. Bu manzarayı dünyada görebileceğiniz tek bir yer var: Mekke.  Bu insanlar kime gelmişler, kimin rızasını kazanmaya çalışıyorlar. Bu nizam ve intizamın yasasını kim koydu, yegane hakim kim? Cevap: Allah. Hacerül Esved, Rüknüyemani, İbrahim’in makamı, Hicr-i İsmail, çukur bir yer, ama merkez; Kabe. Nasıl da azametli, nasıl da kutlu, hasta iken yataklarda döndürülen, namaz kılarken dönülen ve ölürken döndürüldüğümüz yer; Kabe. İmanın ve aşkın merkezi, yolun kaybolmaması için işaret. Dünyanın her yerinde namaz için saf tutulurken Kabe’de halka oluşturuluyor çünkü ibadet burada zaman ve mekanı çepe çevre kuşatmıştır. Sefere çıkanlar namazları kısaltarak kılabilirken  burada tam olarak kılarsın zira kendi evin olan Kabe’desin.

Hicri İsmail; kendisinin, zenci ve alt sınıftan olan annesi Mısırlı Hacer’in gömülü olduğu yer. Yani Kabe’nin, Allah’ın evinin eteği. Tavaf ederken onu da tavaf ediyorsun çünkü Kabe’den sayılmaktadır. Hz. Peygamber Kabe’de namaz kılmak isteyen Hz. Aişe’yi Hicre soktuğu “Kabe’ye girmek istersen burada namaz kıl, çünkü o Kabe’den bir parçadır” (Tirmizi, Hac 48; Nesai, 128) buyurmuştur. Rivayete göre İslam’dan önce 605 yılında sel felaketinde Kabe yıkılmıştır. Onarım için  içinde faiz, kumar ve zina parasının olmadığı bir bütçe oluşturulur. Paralar yetmediği için Hicri İsmail örülen duvarın dışında kalmıştır. Ancak göğüs hizasına gelen bir duvar ile çevrilmiş ve Kabe’ye dahil edilmiştir.  Bir kadın hem de zenci, Allah evinin bitişiğine gömülmek. Kadına verilen büyük değer. Cahili yargıların ayak altına alındığı  ilahi anlayışın sembol değeri.

Peygamberin doğumundan elli iki gün önce Kabe’yi yıkmaya gelen Yemen Kralı Ebrehe ve ordusunun başına gelenleri düşündüm. “Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi? Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı? Onların üstüne sürü sürü kuşlar gönderdi. O kuşlar, onların üzerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.”(Fil Suresi)  Acaba günümüzde Ebrehe ruhluların Kabe’ye el uzatmaya  cesaret edememelerinin sebebi bu değil mi? O günkü Mekke reisi Abdulmuttalib’in dediği gibi Kabe’nin Rabbi Kabe’yi koruduğu gibi bu gün de onu koruduğu apaçıktır.

28.11.2008 Cuma günü iki saat öncesinden otelimizden ayrılıp hareme gidiyoruz. Kalabalık ve izdihamdan dolayı ancak ikinci katta ve yarım saat aradıktan sonra saflar arasında bir yere oturabiliyoruz. Sağımda sevimli bir Endonezyalı, solumda genç bir İngiliz, önümde Ganalı bir zenci, arkamda sarı bir Pakistanlı. Allah’ım sana şükürler olsun her milletten ne kadar çok kardeşim varmış? Burada kardeşlik gözle görülecek derecede somutlaşmaktadır. Konuşmaya çalıştığım Nijerli zenci ile anlaşamıyoruz. Elinde Kuran’ı Kerim vardı. Okumak istediğimi beni dinlemesini işaret ettim. Bir sayfa okudum. Sonra işaret ederek kendisi okumak istiyordu. Bu defa kendisi okuyor ben dinliyorum. Deniliyor ki: “aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar iletişim kurarlar.” Bir birimizin dilini bilmiyorduk ama Kuran bizi buluşturmuştu. Bir birimizi kucakladık.

29.11.2008 Umremizi yaptıktan sonra kalabalık nedeniyle yatsı namazını üçüncü (teras) katında kılıyoruz. Yatsı namazından sonra cemaatla namaz kılan 50 kişilik bir gurup gördük. Bitirdiklerinde kıldıkları namazın ne olduğunu sorduk. Teheccüd (gece) namazı dedi ve “Ey örtünüp bürünen! Biraz hariç geceleri kalk namaz kıl. (Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku”(Müzemmil:1-4) ayetlerini okudu. İlk defa cemaatle teheccüd namazı kılanları gördüğümüz için mezheplerini sorunca nur yüzlü imamları “Muhammedi” dedi. Müslümanların birliğine vurgu yaptı. Şam’dan gelmişlerdi. Türkiye’den olduğumuzu söylediğimizde memnuniyetini belirterek, “Annem İstanbullu, dayımsınız” dedi.

Mekke’de bir dönem tarihe tanıklık eden yerlerden olan; Resulüllah Hz. Hatice ile evlendikten sonra hicrete kadar yirmi sekiz yıl yaşadığı  Hz. Hatice’nin evi, Mekke toplumu ile ilgili önemli kararların alındığı asiller meclisi Darünnedve, Mekke müşriklerinin artan zulümleri üzerine Hz.Peygamberin dikkat çekmeden insanları İslamiyet’e davet ettiği ve Müslümanları eğittiği Darülerkam, Hz. Peygamberin İsra yolculuğuna (Miraca) başladığı yer olan Ümmü Hani’nin evi, uzun yıllar Hacerilesved’in içinde saklandığı ve  Hz. İbrahim’in insanlar arasında haccı ilan ettiğinde çıktığı, Resulüllah Taif’ten taşlanarak dönerken meleğin isterse Mekkelilerin üstüne yıkmayı önerdiği ve kendisinin “ Hayır ben Allah’ın bu müşriklerin soyundan yalnız O’na kulluk eden ve kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler çıkarmasını isterim”(Buhari, Bad’ül-hak 7, Müslüm, Cihad, 111) buyurduğu Ebukubays dağı, Müslümanlara boykot uygulanınca topluca taşındıkları Ş’ibü Ebi Talib (Ebu Talip Mahallesi) yapılan genişletme çalışmaları sonucu Hareme dahil edilmiştir.

SEVR DAĞI

24.11.2008 günü Resulüllah’ın Hicret ederken Mekke müşriklerinden korunmak üzere girdiği Sevr mağarasının bulunduğu Sevr dağının eteğine gittik .Boykot, baskı ve suikast planları artık daveti imkansız hale getirmişti. Allah’ın yasaklarından uzak durmak için bulunduğu yeri terk etmek. Hicret: darlıktan genişliğe, tıkanmışlıktan feraha geçiş. Medeniyetin ve tarihin dönüm noktası. Kendilerini takip eden müşriklerin yaklaşması nedeniyle mağara arkadaşı Ebu Bekir’e bakarak “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir”(Tevbe:40), “Üçüncüleri Allah olan iki kişi” dediği yer.

Kalabalık olacağı Arefe gününden önce rahatça görebilmek amacıyla oradan da Arafat’a giderek Veda Hutbesinin okunduğu, rivayete göre cennetten çıkarıldıktan sora Hz. Adem ile Havva’nın buluştuğu Rahmet dağına gittik.

CENNETÜL MUALLA

25.11.2008 günü geniş bir alanı kapsayan Mekke mezarlığı (Cennetül Malla)’yi ziyarete gittik.  Binlerce ashabı kiramın yanında ölüm yılları “Hüzün yılı” olarak anılan Hz. Hatice ve Ebu Talip yan yana defnedilmişlerdir. Peygamberimizin oğulları Kasım ve Abdullah’ın kabri de buradadır. Hz. Hatice’nin Peygamberin aynı zamanda danışmanı oluşu, kendisine ilk vahiy geldiğinde olanları kendisine anlatması, Onu  götürdüğü Varakanın ”varlığım elinde olana yemin ederim ki Muhammed’e Musa’ya gelen namus gelmiştir, sana yalancı diyecekler, seni kovacaklar,  kötü davranacaklar, savaş açacaklar, o günleri görürsem Allah için sana yardım edeceğim” deyişi, bütün malını onun emrine vermesi, Cebrail’in bir keresinde gelip Hatice’ye Rabbinden selam getirdiğini ve Cennette ona bir döşek hazırladığı müjdesi gözümün önüne geldi.  Müşriklerin Ebu Talibe gelip “yeğenin putlarımıza dil uzatıyor. Sen de onu koruyorsun, onu bundan vazgeçir” demeleri, “onun da “ey kardeşimin oğlu taşımayacağım bir yükü bana yükleme” deyişi ve Peygamberin “sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler ben bu davadan vazgeçmem” cevabı karşısında “seni onlara bırakmayacağım, istediğim gibi yap” deyişini uzun uzun düşünmekten kendimi alamadım. Yasini şerifimizi okuyup yıldızların arasından ayrılıyoruz.

Peygamberin  Cinlere Kur’an okuduğu yerde yapılan ve mimarisi ile enteresan bir görünümü  olan Cin Mescidi’ni  ziyaret ediyoruz.

HİRA MAĞARASI

26.11.2008 günü  Resulüllah’ın Mekke’de hakim olan şirk toplumundan uzak Allah’a ibadet etmek üzere çıktığı ve ilk vahyin indiği yaklaşık 5 km mesafede bulunan sarp ve engebeli olan Hira Mağarasına çıkıyoruz. Taş blokların bir birine dayanması sonucu oluşan ve ancak bir insanın sığa bileceği daracık bir yerdir. İnsanların bir birini itelemesi ve izdiham fazlalığı nedeniyle bir metrelik mesafeden bakıp A’lak suresinin ilk ayetlerini “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, senin Rabbin en büyük kerem sahibidir. Ki o, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti.” (A’lak:1-5)  sesim çıktığı kadar yüksek sesle okuyarak geri çekildim. Az aşağıda düz bir yerde iki rekat “Duha” namazını kılarak dağdan iniyoruz.

HUDEYBİYE

01.12.2008 günü Umre yapmak üzere mikat yerlerinden olan Hudeybiye’ye gidiyoruz. Peygamberin rüyasında tıraşlı bir şekilde Kabe’ye girdiğini, anahtarı elinde tuttuğuna dair rüyasını ashabına anlatması ve Umre yapmaya davet etmesi, kurban edilmek üzere yetmiş devenin temin edilmesi ve kurbanlık olarak işaretlenmesi, hac yapmak üzere yola çıkıldığı için silah taşınmaması, ihrama girilmesi ve “Lebbeyk Allahume lebbeyk” kelimelerinin tekrarı, bunu duyan Mekkeli müşriklerin telaşa kapılmaları ve Müslümanları Mekke’ye koymama kararı almaları, Peygamberin savaşmak için değil Kabe’yi tavaf etmek için geldiklerini bildirmesi, aynı zamanda casusluk yapmak için gelen ve elçi olduğunu belirten Sakifli Urva’nın Peygamber ile eşit konumdaymış gibi konuşması ve sakalını okşaması, Muğire (r.a) “henüz elin senin iken elini Resulullah’ın sakalından çek “demesi ve kılıcının yassı tarafı ile vurması, Hz. Osman’ın Kureyşe elçi olarak gönderilmesi üzerine kendisini hoş karşılamaları ve Kabe’yi tavaf etmeyi teklif etmeleri, kendisinin “Resulullah tavaf etmeden tavaf etmem” demesi, Hz. Osman’ın doğru olmayan şehit edildiği haberinin gelmesi, Resulüllah’ın bin dört yüz ashabından “ölüm üzere biat” alması, Kureyşin Suheyl ibn Amr’ı anlaşma yapmak üzere göndermeleri, Resulullahın katip olarak görevlendirdiği Hz. Ali’ye “Bismillahirrahmanirrahim” diye yazmaya başlamasını söylemesi, Sühey’lin “Biz Rahman nedir bilmeyiz” Bismike Allah’ümme” ile başlanmasını istemesi, Resululüh’ın “bu da güzeldir” demesi, “Bunlar Allah’ın Resulu Muhammed ile Amr’ın oğlu Suheyl arasında imzalanan anlaşma maddeleridir” demesi, Suhey’lin “Eğer senin Allah’ın Resulü olduğunu kabul etseydik senin Kabe’ye girmeni engellemez ve seninle savaşmazdık, Abdullah oğlu Muhammed yaz” demesi, Hz. Ali’ye silmesini söylemesi onun da Resul sıfatını silemeyeceğini söylemesi üzerine Resulüllah’ın kendi parmağı ile silmesi ve “Abdullah oğlu Muhammed”sözünün yazılması,

On yıl süreyle savaşmayacakları, Kureyşten Muhammed’e gelenlerin iade edileceği, fakat Kureyşe gidenin iade edilmeyeceği, bu yıl Kabe’yi tavaf etmekten vazgeçecekleri, gelecek yıl Mekke’ye üç günlüğüne gelerek  tavaf edebilecekleri, yolcu silahlarından başka silah taşımamaları ve kılıçlarının kınında olacağına dair anlaşma metninin imzalanması,

Bu arada Kureyş adına anlaşmayı imzalayan Suheyl’in Müslüman olan oğlu Ebu Cendel’in   gelmesi ve iade etmesinin istenmesi üzerine Resulüllah’ın “Sabırlı ol, biz bu insanlarla bir anlaşma imzaladık şimdi sözümüzden dönemeyiz, Allah sana ve seninle birlikte olanlara bir kurtuluş yolu gösterecektir” demesi, bir çok ashabın itirazı ve Hz. Ömer’in”Sen Allah’ın Peygamberi değil misin?” diye sorunca Resulüllah’ın “Evet” demesi üzerine Hz Ömer’in “Öyleyse neden dinimizin şerefini bu kadar düşürüyoruz” demesi, Resullüllah’ın:  Ben Allah’ın Resulüyüm ve ona karşı gelemem, o bana zafer verecek” demesi, Hz Ebu Bekir’in Ömer’i teskin etmesi,

Ebu Cendelin götürülmesinin galeyana sebep olması, Resulüllah’ın “Kalkın kurbanlarınızı kesin ve başlarınızı tıraş edin ” emrini üç defa tekrar etmesine rağmen şaşkın şaşkın ona bakmaları ve yerlerinden kımıldamamaları, Peygamberin Ümmü Seleme’nın çadırına girmesi ve olanları ona anlatması, Onun “git ve hiçbir şey söylemeden kurbanını kes” demesi, Peygamberin “Bismillahi  Allah’u Ekber” diyerek nişanladığı devesini kesmesi, sesi duyan ashabın hep birden kalkıp kurbanlarını kesmek için yarış etmeleri, tıraş olmaları, rüzgarın saçlarını Mekke’ye doğru savurmasının haclarının kabulüne işaret saymaları, Peygamberin “Bana güneşin altındaki her şeyden daha değerli olan bir sure nazil oldu” demesi, yeni vahyin bu seferin zafer olduğunu teyit etmesi, “Hiç şüphesiz biz sana apaçık bir fetih olarak (zafer yolunu tıkayan bütün engelleri ve kapıları) fethettik”(Fetih: 1) kelimesiyle başlayan sure, biat edenlere Allah’ın rızası yani “Rıdvan” vad edilmesi müjdesi, sözleşmeye “Rıdvan biat” denilmesi,

Kureyşin müttefiklerine silah vermesi ve Müslümanların müttefiki Huza’a kabilesine saldırarak birini öldürüp anlaşmayı bozmaları, Huza’a’nın Peygamberden  yardım istemesi,

Anlaşmayı devam ettirmek üzere Ebu Süfyan’nın  Medine’ye gitmesi, kendisine yardım etmesi umuduyla on beş yıldır görüşmediği kızı Peygamberin eşi Ümmü Habibe’yi ziyaret etmesi, oturmak istediğin de Ummu Habibe’nin kilimi çekmesi üzerene “küçük kızım bu kilim benden daha değerlimi yoksa bu kilime oturmayacak kader değerliyim” demesi üzerine Ümmü Habibe’nin “ “Bu Peygamber(s.a.)’in kilimi, sen ise putperestsin ve temiz değilsin” demesi ile onu İslam’a davet etmesi ve Mekke fethinin gerçekleşmesi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

02.12.2008 günü ikindi namazını avlusunda Kabe’ye karşı kıldık. Filistinli olduğunu ancak yıllar önce Ürdün’e göç ettiğini söyleyen yaşlı diğeri Kudüs’ten gelen genç iki Filistinli ile sohbet ediyoruz. Yaşlı olanın şuuru zayıftı. Sorduğumuz hareket liderlerinden sıradan birileri imiş gibi bahsediyor, ingilizce cevap vermeye çalışıyordu. Genç “Kudüs yalnız Filistinlilerin problemi değil, ilk kıble olması nedeniyle bütün Müslümanların problemidir.Bize bir Salahaddin lazım” dedi. Bir sonraki hac görevini yaptıktan sonra Mescidi Aksa’da beraber namaz kılmak dileğiyle  bir birimize dua ederek ayrılıyoruz.

Bayramın yakınlaşması kalabalığın artması ve otobüslerin çalışmaması  nedeniyle bayrama üç gün kala namazlarımızı otelin altıdaki mescitte ve civardaki camilerde kılıyoruz. Civar camilerin ve minarelerinin mimarı özellikleri özensizdi.

ARAFAT

Arefe günü 7.12.2008 olmasına rağmen izdiham nedeniyle bir gün öncesinden çıkışlar başladı. Üç gündür siren ve korna sesleri adeta kesintisiz ve acı acı çalıyordu. İnsanlar nasıl bu kadar gürültü çıkarabiliyorlar? Bu kalabalığın içinde otobüsle  vakfe yapmak üzere Arafat’a çıkıyoruz.Vakfe: Uzun soluklu duruş, duruşma, durulaşma, umut ve korku arasında heyecanla beklemek. Arefe gecesini çadırlarda ibadetle, dua ile ve Kur’an-ı Kerim okuyarak geçirdik. Gece bayağı soğuktu. Arefe günü (9 Zilhicce) bir ezan ve iki kametle öğle namazını ve cem-u takdimle ikindi namazını peş peşe kılıyoruz. Türkiye hacıları için Diyanet İşleri Başkanlığının organize ettiği toplu Arefe duası yaptık. Peygamberiz “Hac Arafat’tır”(Nesai, Tirmizi, Ebu Davud) dediği için artık(inşallah) haccı olmuştuk. Herkes bir birini kutluyordu. Kabe’de kalbimizi arındırmış, zemzemle midemizi temizlemiş, Arafat’ta arifliği tatmıştık.  Beynime ve gönlüme format atmış, adeta kendimi yeni bir başlangıca hazırlamıştım.

Cennet’ten çıkarıldıktan sonra Hz. Adem ile Hz. Havva’nın Arafat’ta buluştukları rivayet edilmektedir. Ayrıca Cebrail’in Hz. İbrahim’e Haccı tarif ettiği ve “anladınmı?” demesi üzerine onun da “Arefte” (anladım) demesinden dolayı buraya Arafat dendiği kaynaklarda belirtilmektedir.

Rahmet Dağı: Peygamberimiz yüz yirmi bine aşkın Müslüman’a kişi hak ve görevleri, aile içi ilişkiler, faizin ve kan davasının haram oluşu, insani olgunluk  hayırlı işler yapmanın dışında kimsenin kimseye üstün olamayacağı, insanların hak ve sorumlulukları açıkladığı sonunda ”Size, sımsıkı sarıldığınızda sizi sapıklıktan kurtaracak bir emanet bırakıyorum : Allah’ın kitabı, Peygamberin sünneti” buyurduğu  tarihi Veda hutbesini okuduğu yerdir.

MÜZDELİFE

Güneş battıktan sora ayrılmamız gerekirken kalabalık nedeniyle ancak iki saat sonra Müzdelife’ye otobüsle hareket ettik. Şuur yeri Müzdelife, Arafat vakfesinden sonra ikinci vakfenin yapıldığı Kur’anı Kerimde Meş’ari- Haram denilen yerdir. “Arafat’tan ayrılıp (seller gibi Müzdelife’ye ) akın edince Meş’ar-i Haramda Allah’ı anın” (Bakara:198) “Yaklaşmak, yaklaştırmak” anlamına geldiği için zikir, dua ve vakfe ile Allah’a yakınlaşma umulmaktadır.  Müzdelife’de derme çatma çadırlarda ve tuvalette sıra bekleme dikkat çekici idi. Akşam namazını cemu tehir ile ve yatsı namazını peş peşe kıldık. Şeytanı taşlarken kullanacağımız silah (taş)ları burada topladık ve gecenin yarısı olması için bekledik.

MİNA

 Bir saat elli dakika yürüyerek İblis’i taşlama ve kurban yeri olan Mina’ya  varıyoruz. Hicretin dokuzuncu yılında Hz. Ali’nin Peygamberi temsilen müşriklerin artık Kabe’ye yaklaşamayacağı, Kabe’nin çıplak tavaf edilemeyeceği, yalnız müminlerin cennete gireceği ve bozulmayan anlaşmaların sürelerinin sonuna kadar geçerli olacağına dair hutbeyi okuduğu Akabe cemresindeyiz. Hacılar, savaş alanı  Mina’ya bir ordu edası ile akın ediyorlardı. Heyecanlı ama bir o kadarda kararlı olarak  şeytan taşlama yeri olan Cemarata varıyoruz. Şeytanı alnından vurmak için iyi nişan alınmalı. İsabet ettiğinden emin olunmalıdır. Sembolik olarak birer üs, put, düz bir duvar. “Bismillahi Allahu Ekber rağmen lişşeytani ve hizbihi.” (Allah’ın adıyla! Allah büyüktür! Kahrolsun şeytan ve taraftarları) diyerek  ilk gün olması nedeniyle yalnız Büyük Cemarata (Büyük şeytana) yedi taş atıyoruz. Büyük şeytanın üssünü yıktığımızı ümit ederek seviniyor, seher burcuna zafer bayrağını dikiyoruz. Yarattığı şeylerin, karanlık çöktüğü zaman gecenin, düğümlere üfleyenlerin ve haset edenin hasedinden sabahın Rabbine sığınırım! (Falak Suresi). İnsanların kalplerine vesvese sokan, pusuya çekilen, cin ve insan şeytanların şerrinde, insanların Rabbine, Maliki’ne, ilahına sığınırım!(Nas Suresi). Bu duygularla durmadan kendisine doğru yürümeye devam ettiğimiz otelimize saat 03.oo’da varıyoruz..

İmamı Şafii’ye göre vacip olması nedeniyle bayramın ikinci ve üçüncü gecelerinin yarısından fazlasını istek ve arzu yeri olan  Mina’da geçiriyoruz.  Oturmak için yer bulamadığımızdan zamanımızı biraz oturup, biraz dolaşarak geçiriyoruz. Her oturuşumuzda yolu açık tutmak isteyen askerler bizi kaldırıyorlar. Askerler kum (kalk) diye diye denizde kum kalmadı esprisini yaptık.Yer bulunca uyumakta gerektiğinde üçüncü gece kaldırıma seccadelerimizi sererek biraz uyuyoruz.

Her iki gecenin yarısından sonra Cemarata gelerek sırası ile küçük, orta ve büyük şeytana ( kibrimize, gururumuza, hırsımıza, kandırılmışlığımıza)  yedişer taş atarak otelimize dönüyoruz. Taşları atarken zulmün sembolü Firavunu, sömürünün sembolü Karunu, tahrif ve kandırmanın sembolü Bel’am’ı hedef aldığımı düşünüyordum. Üç putu yıkmış olmayı ümit ediyorum. Mina bölgesini terk etmediğimizden dolayı dördüncü günü de her üç Cemaratı taşlamaya gittik.

KURBAN

Artık Kurbanımızı keserek Allah’a yakınlık mertebesini kazanacaktık. Hz. İbrahim için kurban İsmail’iydi. Soylu eşi (Sara)nın rızası ile evlendiği cariyesi Hacer’den doğan oğlu İsmail.  Çileli ve mücadele dolu bir ömrünün sonunda hayatının semeresi ve devamı olacak biricik oğlunu, umudu  İsmail’ini kurban etmişti.  Rabbim ile arama engel olan ismailimi düşündüm. Sorumluluk yolunda beni tereddüde düşüren, maslahat ve ruhsat yolunda yorumlar empoze eden vesveseler, kardeşlik duygularımı zayıflatan gurubum, makamım, nefsim, eşim, çocuklarım, kibrim,  gururum dünya sevgim... ne kadarda çok engel biriktirmişim. Bütün bunları düşünerek  daha önce belirlenen ve açlık çeken Afrika’da ki muhtaçlara götürülmek üzere kurban için İslam Kalkınma bankasına paramızı yatırdığımızdan ve kurbanımızın kesildiği var sayarak saçımızı tıraş edip ihramdan çıkıyoruz.  Zafer için şenlik düzenlenebileceğini düşünerek, artık bayram etmeyi hakketmiştim.

VEDA TAVAFI

12.12.2008 günü Cumaya denk gelmişti. Cuma namazından sonra sonuç raporu olan veda Tavafını yapıp ayrılmamız gerekiyordu.  Kabe’ye bakarak namaz kılma, yirmi beş günlük hemhal oluş sona erecekti. Bize bu hazzı tatma imkanı veren Allah’a binler defa hamd olsun. Ancak sevgiliden ayrılık hüznü çöktü üstümüze. İnsan Kabe’yi bırakmak istemiyor, fakat ayrılmak mukadderdir. Elli yıllık hayatımda aldığım derslere denk gelen olağan üstülüğü yaşadığım (9 kasım da başlayan 13 aralıkta biten) müstesna 34 gün sona eriyordu. Peygamber Hicret için Mekke’den çıkarken şehre dönüp: “Ey Mekke sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin, ama senin halkın beni rahat bırakmıyor.” Deyip gitmişti. Bu güzel sözlerin ışığında  Ey Kabe sen binim için bütün dünyadan daha değerlisi ama kural böyle konulmuş” diyerek gözyaşları arasında ayrılıyoruz. Çare onu kalbimize yükleyip gitmek. Bundan sonra  Kabe’yi görüyormuş gibi namazlar nasip etmesi, haccımızın makbul, sayımızın meşkur ve günahlarımızın mağfur olması için Allah’a niyazda bulunuyoruz.

Kim Allah rızası için hacceder de (Allah rızasına uymayan) kötü söz ve davranışlardan  ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa (kul hakkı hariç) annesinin onu doğurduğu gün gibi (günahlardan arınmış olarak) döner.” (Buhari Hac)

Başta kafile başkanımız Mevlit Şahin’e, Diyana şirketinin yetkilisi Abdulkadir Alkış’a, bir ekip olarak beraber hareket ettiğimiz Mehmet/Bedia Mert, Ahmet/Gülten Uslu, Şehmus/Sultan Konuş, Ahmet/Mekbula Kenç, Sirac Acar, Çetin Cücü ve Celile Ektiren’e gördüğümüz samimi alakadan dolayı eşim ve şahsım adına şükranlarımı sunuyorum. Haclarının yukarıdaki hadisi şerifte belirtildiği gibi “mebrur hac” olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.                                                                                           

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

1.Diyanet işleri Başkanlığının:

a.Hac İlmihali

b.Hicaz Albümü

c.Kutsal İklimde dua

2.Hac (Ali Şeriati)

3. Peygamberin hayatı (Martin Lings)

                                                                                        Abdurrahim AKDAĞ

04.03.2009 tarihinde kaleme alınmıştır...

Yorumlar

Image
farukayhan
30.10.2013 / 12:17

allah haccını kabul etsin dayı

Image
can u ciger
21.10.2013 / 12:19

Maşallah u yine maşallah! eski tepsi yeniden fırından çıkarılmı ve servis edilmiş. Hay lo lo..

Image
Abdulhalim ciftci
18.10.2013 / 03:06

Diplomat çık karşısına milletvekilinin ve yüzüne söyle ama yemez ne yüreğin yeter nede yalanları buyrun bakalım yiğit meydanda belli olur.Bos teneke gibi çok ses çıkarmaya gerek yok hadi cnm sus ve otur...

Image
Yusuf yildirim
18.10.2013 / 02:57

Sn. Vekili her gün yeni şeyler söylüyor sanırım siz takip etmiyorsunuz.cok geriden geliyorsunuz hemde iki 3 yıl geriden yazık... içinde ki kimle yazarsan güzel şeyleri görmesin:/ Mardin gelmiş geçmiş en milletvekili akdağ yazıklar olsun size o bir değer.O nu güçlü kılan bu kimimiz ve kindarliginiz. .. Google yazın bakalım yeni şeyler var mı yok mu sayısız açıklama ve yazı var. En kasasından söyleyeyim mardinlife nin arama bölümünü abdurrahim akdağ yazın bakalım yeni ne kadar çok şey var aklınız hayaliniz ve Düşlerinizin ötesinde :))

Image
Yusuf yildirim
18.10.2013 / 02:56

Sn. Vekili her gün yeni şeyler söylüyor sanırım siz takip etmiyorsunuz.cok geriden geliyorsunuz hemde iki 3 yıl geriden yazık... içinde ki kimle yazarsan güzel şeyleri görmesin:/ Mardin gelmiş geçmiş en milletvekili akdağ yazıklar olsun size o bir değer.O nu güçlü kılan bu kimimiz ve kindarliginiz. .. Google yazın bakalım yeni şeyler var mı yok mu sayısız açıklama ve yazı var. En kasasından söyleyeyim mardinlife nin arama bölümünü abdurrahim akdağ yazın bakalım yeni ne kadar çok şey var aklınız hayalini ve Düşlerinizin ötesinde :))

Image
Insan
16.10.2013 / 13:03

Yazdigimiz msj lari neden yayinlamiyorsunuz

Image
Memleketen
14.10.2013 / 21:51

Biz vatandaslarinda siz vekilerin uzerinde hakimiz vardir.cunku bizim tertemiz oylarimizla parlementoya gidiyorsunuz.iktidarsiniz sayin basbakan gidin vatandasin kapisini calin diyor sorunlarini dinleyin .butun memleket bu yol yuzunden bedua etmeye basladi bizlere yazik gunah degilmi.ben bir vatandas olarak gecen gun ezilme tehlikesi gecirdim hemen bir kurban kestirdim ve sadaka verdim.dualarla yola cikiyoruz.sizler ne yaparsiniz.herkese iyi bayramlar .kim vekil oluyorsa hep ayni ezilen zavali vatandas.lutfen yayinlayin

Image
Diplomat
14.10.2013 / 19:30

Müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış. Bu yazı en az iki-üç yıl önceki yazı değil miydi? Sermaye tükendi mi? Entellektüel kişilik yerini politik olana bırakınca böyle mi oluyor? Haydi vekilim; yeni bir şeyler söyleme zamanı...

Yorum Yaz