Suriye’ye gezi tertipleneceğini söyleyen dosta heyecanla katılmak istediğimi söyledim. 25.04.2008 günü saat 17.00’de az gecikmeyle Mardin’den hareket ettik. Gaziantep/Kilise kadar olağan bir yolculuğumuz oldu. 26.04.2008 saat 02.35’te Kilis Öncüpınar hudut kapısına giriş yaptık. Gaziantep-Halep arası 120 km’dir. Suriye’ye girişte kahvaltımızı bizleri zeytin ağaçları ile karşılayan Halep’in Azez ilçesindeki Nil Lokantasında yaptık. Halep-Şam arası 355 Km.lik yol boyunca yolun iki tarafı ile orta refüje ekilen çam ağaçlarının arasında seyahat ettik. Programda olmamakla beraber Şam’a 50 Km kala Malula köyünü görmeye karar verdik. Rivayete göre Konya yöresinde yaşayan Roma İmparatorunun Malula adındaki kızı Hz. İsa’ya iman ederek evden kaçar. Onu takip eden askerler vuruş mesafesi kadar yaklaşırlar. Kurtuluşu için dua eder. Bu arada bir mucize gerçekleşir; dağ yarılarak ikiye ayrılır, Malula kurtulur. Yaklaşık beş bin nüfusu olan Malula yarılan dağın iki yakası ve yamacına kurulmuştur. Turist akınına uğradığı görülmektedir. Durumundan da anlaşılacağı üzere çok yardım görmektedir. Hz. İsa’nın dili olan Aramice’nin Dünyada konuşulduğu tek yer olduğu ve kendisinin bu köye geldiği söylendi. Son dönemde köye Müslümanların da yerleştiği ve iki camisinin olduğunu gördük. Kabil’in kardeşi Habil’i öldürdüğü insanlık tarihinin ilk cinayetin Şam’ın girişinde bulunan dağda işlendiği söylendi. Şam’da ilk ziyaret ettiğimiz yer Muhyiddin Al-Arabi türbesi oldu. Türbe caminin alt yan tarafındadır. Minaresi Otantik mimarinin nadide örneklerinden biridir. Bilindiği gibi büyük mutasavvıflardan olan Muhyiddin Al-Arabi imama ezan okuyunca “Rabbin ayaklarının altıdadır” demesi üzerine idam edilmişti. Kendisi “Sin(Yavuz Sultan Selim), Şin(Şam)’a girince Muhyiddin’in sözü anlaşılacak” demişti. Sultan Selim Şam’a girince işaret edilen yeri kazdırmış ve bir küp altın çıkartılmıştı. Ezan okuyanın da samimiyetinden değil para için ezan okuduğu anlaşılmış ve Muhyiddin’in haklılığı ortaya çıkmıştı. Öğle namazını müteakip caminin içinde teberruken lavaş ekmek arası salata dağıtıldığını gördük. Hamra çarşısından ve Şam Palasın önünden geçerek Mimar Sinan’ın “benim çıraklık eserim” dediği ve sadece Türklerin girişine izin verildiği söylenen Şam Üniversitesi ile arasında cadde bulunan Süleymaniye Külliyesini geziyoruz. Osmanlı’nın son Padişahı Vahdettin ve 17 aile ferdinin kabri külliyenin Güney-Batı kesiminde bulunmaktadır. 1926’da İtalya’da vefat eden Sultan Vahdettin’in az miktardaki borcu nedeniyle cenazesinin alıkonulduğunu duyan zamanın Şam halkı aralarında topladıkları paralarla borcu ödeyerek vasiyeti olan cenazesinin Şam’a nakli gerçekleştirirler. 600 yıllık cihan imparatorluğunun son padişahının durumu tarihimizin ne kadarda hüzün verici kesitlerle dolu olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Harap halde olan külliyenin Türkiye tarafından restore edileceği haberi içimize su serpti. Bu arada Osmanlının yaptığı ve halen kültür amaçlı kullanılan Şam tren garını uzaktan görebiliyoruz. Emevi Camisi:(Hicri:105) Roma döneminde kilise olarak inşa edilmiş, Emeviler zamanında camiye dönüştürülmüş. Üç tane minaresi vardır. Güney-Doğu köşesinde bulunan minareye Ak minare denilmektedir. Hz. İsa’nın bu minareye ineceğine inanılmaktadır. Genişliğine göre uzunluğu fazla olan caminin içinde iki sıra halinde 200 sütunu bulunmaktadır. Dört tane mihrabı vardır. Her birinin bir mezhep için düşünüldüğü belirtilmektedir. Bir kapısı güney tarafındadır. Batı ve kuzey tarafından da avluya açılan kapıları vardır. Tavanındaki ahşap üstü çini süslemeler özgünlüğü ile dikkate değer şaheserdir. İmam-ı Gazali burada 11 yıl inziva hayatı yaşamış. Bediüzzaman’ın günümüze ışık tutan Hutbe-i Şamiye-yi okuduğu mihraba uzun süre bakmaktan kendimi alamadım. Hz. Yahya’nın kabri caminin orta yerindedir. Geniş avlusunun batı tarafında dört ayaklı kubbenin hazinenin saklanması için inşa edildiği belirtildi. Caminin devamı olan ve Güney-Doğu tarafındaki bölümde Kerbela’da şehit edilen Hz. Hüseyin’in kesilen başı defnedilmiştir. İktidar uğruna insanların ne kadar gaddarlaşabileceğini, peygamberin evladını bile hunharca katlederek tarihe faci-a olarak anılacak bir olayı miras bırakabileceğine tanıklık ediyordum. Sapmaya karşı yetmiş iki yaranı ile şahadet şerbetini içen cennet reyhanının kokusunu almak için kendimi yokladım ve “yaşasın zalimler için cehennem “ demekten kendimi alamadım. Hz. Hüseyin’in kızı küçük Fatima ve on altı kerbela şehidinin kesik başları burada defnedilmiştir. Hemen yanı başında bulunan Peygamberimizin hanımları(validelerimiz) Ümmü Seleme ve Ümmü Habibe’ nin türbelerini ziyaret ediyoruz. Kainatın güneşinin hayat arkadaşı olmak, onula aynı evi paylaşma bahtiyarlığına ermiş insanların ayrıcalığını düşünmeden edemedim. Bilal-i Habeşi: Çölde kızgın kumlara yatırılarak göğsüne kocaman bir kaya konulması ve buna rağmen onun “Ahad! Ahad!” deyişi kulağımda çınladı. Çağrı filmindeki Resulullah’ın işaretiyle Kabe’ye çıkıp ezan okuması sahnesi gözümün önüne geldi. Bilal siyah insanların beyazlarla aynı kökten geldiklerine ve kardeş olduklarına model idi. Renginden dolayı kimsenin hor görülemeyeceğinin tarihi kanıtı idi. Sevgisi Muhammed’ün Resulüllah dediği zaman diz üstü düşüp bayılacak kadar gerçekti. Selahattin-i Eyyubi: (1138-1193) Mısır, Suriye, Yemen ve Filistin Sultanı ve Eyyubi hanedanının ilk hükümdarıdır. Kudus’u Haçlılardan alarak (2 Ekim 1187) kentte 88 yıl süren Frenk işgaline son vermiştir. Hıristiyanların misilleme olarak düzenledikleri lll. Haçlı Seferini etkisiz hale getirmiştir. Kabri Emevi Camisinin Kuzey batı arka kısmında bulunmaktadır. Rehberimiz asil komutanın gülmediğini söyledi. Haçlı seferlerini durdurup Müslümanların ilk kıblesi Kudüs’ü kurtaran eşsiz komutana bu gün ne kadar da ihtiyaç olduğunu uzun uzun düşünme atmosferine girdim.Güçlü ve eli açık komutan vefatından sonra mezarını yaptıracak kadar para bırakmadığı görülmüştü. Kabrinin hemen yanı başında Alman’ların gönderdiği boş bir mezar bulunmaktadır. O mezara konulmamış ancak hürmeten boş haliyle yanı başına konulmuştur. Hamidiye Çarşısı; Adından da anlaşılacağı üzere Sultan Abdülhamit döneminde yapılmıştır. İstanbul kapalı çarşısının biraz küçüğü dense doğru olur. Giyim ve ev eşyasının her çeşidini bulmak mümkündür. Hz. Zeynep: Peygamberimizin torunu, Hz. Ali’nin kızı. Kerbela’da Hüseyin kanını vermişti, mesajını ise Hz. Zeynep haykırmıştı. O gün kıyamlar Hüseyni iken mesajlar Zeynebi idi. Zalimlerin sarayında yankılanan feryadını duymak istedim. Orta büyüklükteki caminin tezyini için rehberimizin tabiriyle İranlıların masrafını karşıladığı tonlarca altın kullanılmış. Bildiğim kadarıyla Dünyanın en çok süslenmiş camisidir. Hz. Zeynep’in kabri caminin orta yerindedir. Kabir, kubbe ve duvarlardaki altın süslemelerin ışıktaki parıltısı önünde insanın gözleri kamaşıyor. Çok kalabalıktı. Çoğunluğu İranlılar oluşturuyordu. Suriye’de minareler çoğunlukla dört köşeli iken bu caminin minareleri bizim minareler gibi yuvarlaktı. Minarelerdeki süslemeler dikkate değer güzelliktedir. Şam’ın en güzel lokantalarından olan Seyran lokantasında havuz başında yemek yedikten sonra Kasyan dağına çıkarak yukarıdan şehri izledik. Adeta şehir insanın ayaklarını dibimde görünüyor. Şehrin ışıltısı, dönemeçlerde dönen arabaların ışıklarını oluşturduğu şuleler adeta insanı büyülüyordu. Otelin temiz olması yorgunlukla birleşince derin bir uykuya daldık. Gezimizin ikinci günü otelden ayrılarak başladı. İlk vardığımız yer Humus oldu. Suriyenin üçüncü büyük şehridir. Temiz, düzgün ve yeşili ile sakin bir şehirdir. Burada Halit Bin Velit camisini ziyaret ediyoruz. Geniş avlusu olan Cami külliye şeklinde olup Emeviler zamanında yapılmıştır.Görkemli Kabri caminin kuzey-batı tarafında bulunmaktadır.Allah’ın kılıçlarından bir kılıç payesine mazhar olan Mute’nin büyük komutanın “Elini vücudumda nereye koysan bir yara vardır ,ancak yatağımda ölüyorum,şahadet nasip olmadı” anlamındaki hayıflanmasını hatırlıyorum. HAMA: Humus ile arası 40 Km dir. Nüfusları birbirine yakındır. Dört ayak üzerine yapılmış görkemli saat kulesi bulunmaktadır.Asi nehri şehrin ortasından geçmektedir. Denize doğru akmadığı için “asi” adını aldığı söylendi. Nehrin üzerinde ahşaptan yapılmış 18 su dolabı bulunmaktadır. Dönerken çıkardıkları ses inleme gibidir. Bu nedenle Yunus Emre’ye ilham kaynağı olduğu söylenmektedir. Şehirde bazı binalar halen katliamın nişanesi olarak boş olduğu görülmektedir. ÖMER İBNİ ABDULAZİZ: Hama iline bağlı İrbidin ilçesinde ana yola 5 km mesafede metfundur. Emevi’lerin 5. halifesi olan Ömer 29 ay halifelik yapmıştır. Adaletli Yönetimi döneminde zekat alacak fakir kalmadığı belirtilmektedir. Babası Abdülaziz gece şehri gezerken bir evden gelen şu sesi duyar. Anne kızına sağdığı süte su katmasını söyler. Kız sultanın bunu yasakladığını söyleyince anne “gecenin bu saatinde sultan nerden görecek” der. Bunun üzerine kız: “Sultan görmüyorsa Allah’ta görmüyor mu?”der. İşte Ömer İbn-i Abdülaziz’in annesi Hz. Ömer’in de akrabası olan bu güzide insandır. Hizmetçisisin kendisini zehirlediğini anlayınca “niye yaptın” der. “ Bana yarısı peşin yarısı sen ölünce vermek üzere para verdiler” deyince “ben ölürsem paranı vermezler git diğer yarısını da al” der. Bu davranışıyla hayatı ve icraatları ile tarihe ders veren yiğitlerin ölürken de ders vermeye devam ettiklerini ürpererek hissettim. Kabri dış cephesi sade kesme taştan yapılmış, 15-10 metre ebadındaki caminin orta doğu kısmındadır. Camisi daha önce kilise imiş. Emevi halifesi iken iki dinara mezarını satın almıştı. Bütün serveti bu imiş. HALEP: Suriye gezimizin son durağı. Edebiyatımızda “Halep ordaysa, arşın burada” deyimi ile yer almıştır, yani bizden bir yer. Tarihi kalesi, Belediye binası, Merkez Bankası ve Cumhurbaşkanı adına yapılan Emevi Camisinin büyütülmüş projesi olan büyük camisinin yedi kapısından olan Halit Bin Velit kapısından içeri girdik. Hz. Zekeriya’nın camisini ziyaret ettik. Babül Farac çarşısı gezilmeye değer yerlerdendi. Çevresi camekanlarla kapatılmış ve yaklaşık bin kişi kapasiteli lüks ve her tarafına şelaleler yapılmış lokantada yöresel canlı müzik eşliğinde akşam yemeği yedik. Tarihimizin ve kültürümüzün önemli duraklarından bizden bir yer olan Şam, Halep, Hama ve Humus’u görme imkanını sağlayan Eğitim Birsen Başkanı Sayın Hasan Ekinci, Sendika yetkilisi Sayın Mahmut Yavuz’a şükranlarımı sunuyorum. Gezimizi zevkli hale getiren yol arkadaşlarım Müftümüz Sayın Mehmet Kızılkaya, Sayın Dr. Uğur Erginoğlu, Çocuk Yuvası Müdürü Sayın Mehmet Akın, Cemre Radyo Müdürü Sayın Lütfü Günlüoğlu, Sayın Ömer Faruk Cücü ve diğer tüm katılımcılara nezaketlerinden dolayı teşekkür ediyorum. |