tatlidede
tatlidede

Destursuz Bağa Girenler - Orhan Şaik Gökyay Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Destursuz Bağa Girenler kimin eseri? Destursuz Bağa Girenler kitabının yazarı kimdir? Destursuz Bağa Girenler konusu ve anafikri nedir? Destursuz Bağa Girenler kitabı ne anlatıyor? Destursuz Bağa Girenler PDF indirme linki var mı? Destursuz Bağa Girenler kitabının yazarı Orhan Şaik Gökyay kimdir? İşte Destursuz Bağa Girenler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 27.01.2023 10:00
Destursuz Bağa Girenler - Orhan Şaik Gökyay Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Orhan Şaik Gökyay

Yayın Evi: Kabalcı Yayınları

İSBN: 9789759971021

Sayfa Sayısı: 355

Destursuz Bağa Girenler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"Bu yazıların amacı, hiç kimsenin, bir bölüğü pek aşırı olan yanlışlarını sergilemek değildir, kesin olarak. Ancak bunca yüzyıllara serpilmiş olan ve türlü açılardan değer taşıyan kültür ürünlerimizin, gelişi güzel, çoğu kez çetin olan bir emeği göze almadan, bugünün diline getirilemeyeceği yolunda, okuyuculardan bu alana girecek olanlara bir uyarıda bulunmak istenmiştir. Bir kitabı, yalnızca, o da birçoğu yetersiz olan sözlüklerin yardımıyla anlamanın yolu olmadığı tanıklarıyla gösterilmeye çalışılmıştır. Sadeleştirmeye, bu yoldan tanıtmaya kalkıştığımız bir kitabın, dilinden önce, onun yazıldığı zamanın, çevrenin, yazarının dilini, üslubunu ve özellikle kültürünü kavramadan, bu gömünün tılsımını çözemeyiz. Bu tılsım, masallardaki gibi, birkaç sözcüğün büyüsüyle açılamıyor, meydanda. İşin başka bir yönü de var; o da bize daha da hazırlıklı olmayı buyuruyor. Yoksa sonuç, bir milletin varlığını kalem yerine, bilgisiz ve insafsız kazmalarla yok etmeye varır. Daha da kötüsü bu soydan emeksiz, bilgisiz, açıkçası çırpıştırma yapıtlar, okuyucuyu yanıltır, onu kendi öz zenginliği ve kültür varlığı üzerinde umutsuzluğa sürükler; bu yüzden de onu, kendinden koparıp çok uzaklara atar..."

Türk edebiyatında edebi eleştiri türüne ait yetkin ve gelişmiş örneklere ne yazık ki pek fazla rastlanılmıyor. Bu alandaki geri kalmışlığın en büyük nedenlerini, eleştiri gücünü kanıtlamış kişilerin yokluğu ve yapılan eleştirileri olgunlukla karşılayıp bunlardan yararlanabilecek bilimsel anlayışın bir türlü oturmamışlığı olarak sayabiliriz. Orhan Şaik Gökyay’ın bu alandaki yazılarını bir araya getiren Destursuz Bağa Girenler, edebi eleştiri türünün çok az yetkin örneğinden biridir.

Destursuz Bağa Girenler Alıntıları - Sözleri

  • Sormaz ki bilsin Sorsa bilirdi Bilmez ki sorsun Bilse sorardı
  • Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der Dün mektebe vardı bugün üstad olayım der -Rûhî
  • Bilginin bu kadar fazlası size zarar getirir diyecektim, fakat bu vesile ile birçok şey öğrenip faydalandığınızı düşünerek vazgeçtim.
  • Orhan Şaik Bey'e göre bir dilin zenginliğini gösteren en önemli özelliklerden biri, birbirine yakın olup ayrı ayrı incelikleri olan kavramlar için başka başka sözcüklerin bulunmasıdır.
  • Onların şaka veya gerçek sarhoşlukları, sanki biz, bugünküler hepimiz ab-ı zemzem içiyormuşuz gibi, yüzlerine vurulurken bunda bir kötüleme, bir küçük düşürme fikrinin, çok daha evvelden öne düşüp kılavuzluk ettiği ayan beyan görülüyor.
  • ...ilmin ilk mertebesi haddini bilmektir...
  • neye acıyalım bilemiyoruz, şaşırıp kalıyoruz: Emeğe mi? Dökülen paraya mı? Boşa giden zamana mı?
  • Destursuz bağa giren hesapsız dayak yer! Türk Atasözü
  • Fuzuli ve Baki'yi mukayese edince insan şu iki manzaraya şahit oluyor: Fuzuli öyle bir umman ki kah durgun ve halim, kah coşkun ve giryan, bazan göğün bulutlarıyla simsiyah, bazan güneşin, ayın akisleriyle nura müstağrak ve sermest; hülasa istediği surette görünüyor ve nasılsa bizi de o hale getiriyor. Bizi kendisine çekiyor. .. Baki, gü- zel, munakkaş, süslü, müzehhep bir çeşmeden ahenktar şırıltılarla akan ve güneşin ziyasiyle bize rengarenk kavs-i kuzahlar gösteren safha.

Destursuz Bağa Girenler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bu kitabı okuduğumda, şimdiye kadar okuduğum bütün eleştiri yazılarını unutarak yola devam ettim. Orhan Şaik Hoca, kimseyi affetmemiş ve birçok önemli işe imza atan hocaları da bitirmiştir. Kitap, tam bir eleştiri kitabı olmasının yanı sıra, öğretici bir yan da taşımaktadır. Yani Orhan Hoca, yaptığı eleştirileri hem kaynak, hem de yapılan yanlışların doğrusunu göstererek yapmıştır. Kitabın başında yer alan, Rahim Tarım Hoca’nın Orhan Şaik Gökyay’ın eleştiri anlayışını tanımladığı metninde yer alan bilgiler, Orhan Hoca’nın ne kadar çok yönlü bir kişilik olduğunu göstermektedir. Gerçekten de birçok konuda yayımladığı makaleleri ve özellikle Fuad Köprülü’nün öğrencisi olması bile başlı başına bir deha olduğunun göstergesidir. Bu arada, kitap içerisinde verilen yazılar, Orhan Hoca’nın çeşitli dergilerde yayımlanan eleştiri yazılarının bir derlemesinden oluşuyor. Bu bilgiyi de verdiğimize göre genel yorumlara geçebiliriz. Kitaba gelirsek, 47 kısımdan oluşan kitap, her şeyiyle bir eleştiri kitabıdır. Bu anlamda kitap içerisinde birçok konuda eleştiri kaleme alınmış ve Orhan Hoca’ya göre yapılmaması gereken hatalar, eğer ‘yapılmışsa bile düzeltilmesi gerek’ mantığı, kitap içerisinde ön plana çıkan düşünceler arasındadır. Orhan Hoca, yaptığı eleştirilerle edebiyat kültürümüzün yıkılmasını engellemeye çabalar, onun temel taşlarını ayakta tutmak için çalışır. Dolayısıyla eleştirilerinde de aynı ölçüde bir üslup ile yargılara varır. Yaptığı eleştirilerin asıl kaynağının ‘elifi bilmek ve haddini bilmek’ fikri çerçevesinde döndüğünü hissettiğimiz Orhan Şaik Hoca, bu anlamda ‘elifi bilmeyerek âlim geçinenler’e dersler vermektedir. Kitap içerisinde birçok hocayı bu şekilde tenkit etmekte ve yayımlanan eserlerde, makalelerde, şiirlerde bulunan anlam ile yapı bozukluklarını, maddeler halinde işleyerek, gidermeye çalışmaktadır. Orhan Hoca’nın söz oyunları ve ironi üslubunu beğendiğimi söylemeliyim. Yazı dilinin bu kadar yalın ve ‘olduğu gibi’ yansıması, okuyucu açısından kitabın daha iyi anlaşılarak, okunmasını sağlamaktadır. Fakat tenkit üslubunun geneli için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Abdulbaki Gölpınarlı, Hüseyin Namık Orkun ve daha birçok yazar ve araştırmacının eserlerine yaklaşımlarında tartışmacı bir tavır kullandığı görülmektedir. Normal hayatında bu kişilerle yaşamış olduğu bazı sorunların da tenkit içerisinde geçmesi, sanıyorum karşı tarafın verdiği cevap yazıları okununca daha iyi anlaşılacaktır. Fakat Orhan Hoca, kişileri tamamen bitirme üzerine bir tenkit kurmuştur bana göre. Bu da sanıyorum Orhan Hoca’nın tenkitlerine gölge düşürebilecek eksi yönlerden biridir. Bunun dışında Faruk Kadri Timurtaş’a yaptığı tenkitte, oldukça düzeyli bir eleştiri üslubu kullandığı görülmektedir. Hatta bana öyle gelmiştir ki, kitapta yer alan eleştiriler içerisinde en az saldırdığı kişilerden biri Faruk Kadri’dir. Eleştiri üslubunun bu kadar ‘sivri’ olmasını anlamıyor değilim. Çünkü hocamız, Türk edebiyatının doğru yaşanması ve yaşatılması için uzun yıllar çaba harcamıştır. Hocası Fuad Köprülü’den de bu yönde fazlasıyla etkilendiği, tenkitlerinin içerisinde yer yer kendini göstermektedir. Orhan Hoca’nın yaptığı eleştirilerin altında yatan sebep, başta da belirttiğimiz gibi Türk edebiyatı ve diğer alanlarda yetişecek genç nesle bırakılacak olan bu eserlerin öğrenilecek, okunacak, eski ve yeniyi tanıtacak kadar kaliteli olmasını istemesidir. Orhan Şaik Hoca, buradan anlayacağımız gibi mükemmeliyetçi bir profil çizmektedir. Kitap içerisinde işlediği kitapları, tenkit ettiği yazarları ve düzeltmeler yaptığı eserleri rastgele seçmemiştir. Bu eserler, Türk edebiyatında uzun yıllar kült olarak sayılacak eserlerdir. Bu nedenle gelecek kuşakların Türk edebiyatını doğru anlamasını, anlayarak yaşamasını ve yaşatılmasını isteyen hocamız, tenkitlerinde geri plana kaçmamıştır. Öyle ki yanlışların düzeltilmesi için yaptığı eleştirilerin yapıcı yönlerini ortaya koyarak bir çalışma sunmuştur. ‘Tüm, Bütün ve Katkı Üzerine’ başlıklı tenkitte, Orhan Hoca, bir sözcüğün doğru anlamı ile nasıl kullanıldığını, en iyi içerisinde doğduğu halkın dilinin öğrenilerek, konuşma bağlamlarının öğrenilerek anlamlanabileceğini dile getirir. Bu kısmı şöyle ifade etmektedir: ‘Herhangi bir sözcüğün nerelerde, hangi anlamda kullanıldığı üzerinde doğru bir yargıya varmak için tutulacak yol nedir? Hangi Kaynaklardan yararlanarak kesin sonuçlara varabiliriz? Bence ilkin o dili konuşan halka gidilir. En zengin kaynak odur. Onun dağarcığında bulunan her söz, dilin kendi malıdır.’ Hocanın tenkit yaklaşımlarını gözden geçirdiğimde, genel olarak, gelecek kaygısı içinde olduğunu gördüm. Elbette, kendi dönemleri içerisinde de ele aldığı eserler, gelecek kuşaklara aktarılacakları için büyük önem taşımaktadır. Bunun için de hem kendi kültür yazılarımızın, hem de başka milletlerin yazılı kültür eserlerinden çevirisi yapılanların, literatürdeki yerlerini sağlamlaştırmaları ve gelecek genç edebiyat araştırmacılarının bu noktada hataya düşmemeleri için yapılan tenkitlerin, yerinde bir ölçü ile yapıldığı görülmektedir. Orhan Şaik Hoca, bu konuda oldukça titiz davranmış, gelecek nesillere ne kadar önem verdiğini satır aralarında hissettirmiş ve gülümsetmiştir. Ayrıca sanıyorum ki, Orhan Şaik Hoca, şu dönemde verilen eserleri tenkite tabii tutsaydı, bu konuda birçok araştırmacıyı direkt olarak elerdi. Kitabındaki makalelerde oldukça kaliteli eleştiriler yapan hocamız, bu konuda birçok edebiyat araştırmacısına ve edebiyat biliminin herhangi alanı ile ilgilenen kimselere yol gösterici konumunda görülmektedir. Bu nedenle izinden gidilmesi de şarttır. Genel olarak bakıldığında bu kitap, edebiyat alanındaki dil eleştirisinin ne olduğunu ve nasıl yapıldığını bizlere oldukça çeşitli örneklerle gösteriyor. Bu nedenle de, eleştiri konusunda belli bir fikir edinmek isteyen öğrenci ve hayat boyu öğrenmeyi düstur edinmiş kişilere önerilebilir bir eserdir. (elif)

Orhan Şaik hoca gözümde çok büyük işler yapmış olan Muharrem Ergin hocayı ve diğer birçok kişiyi bitiren adamdır. Kendisi eskiden kullandığımız Arap harfli metinlerle yazılmış olan eserleri günümüz alfabesine, günümüz dil yapısına çevirme işine girişenleri aşırı bir şekilde ve haklı olarak eleştiriyor. Muharrem Ergin hoca başta olmak üzere birçok kişi eser çeviriyorum diye o eseri katlediyor. Muharrem hoca kendisinden Dede Korkut üzerine notlarını istiyor ve Orhan Şaik hoca da notları veriyor ancak Muharrem hoca Dede Korkut kitabını çıkardıktan sonra notları iade etmiyor ve yararlandığını da belirtmiyor. Orhan Şaik hoca bunu da belirterek onun eserini eleştirmeye başlıyor ve yaptığı okuma hatalarını, çeviri hatalarını bir bir sıralıyor. Destursuz Bağa Girenler'in genelinde ele alınan eserlerde yanlış okunan, yanlış tercüme edilen eserlerden kelime örnekleri veriliyor. Ve Orhan Şaik hoca "bunlar kendileri bile okuduklarını anlamaktan acizken halka bir şeyler anlatmaya nasıl kalkışıyorlar.." gibi cümleler kuruyor. Bu işle uğraşıp bolca yanlış yapanların eylemlerini "bir milletin varlığını kazmalarla yok etmek" olarak tanımlıyor. Kamûs-ı Türkî'yi sadeleştirip günümüze uyarlayan kişinin de ipliğini pazara sererek "daha medli elif ile medsiz elifi okuyamazken çeviriye kalkışmış" diye eleştiriyor ki verdikleri örnekleri okuyunca söylediklerini az bile buldum. Kendisi ayrıca benim yıllardır beslediğim duygulara da tercüman olarak böyle düşünenin bir tek ben olmadığımı göstermiştir. Özellikle son birkaç yıldır çevremdeki insanlar, doktora öğrencileri ve akademisyenler sürekli ünlü bir yazar bulup vampir gibi kanını emmekteler. Yazarın yazdığı bir kitap üzerine onlarca konuyu çarpıtan, yazarın adı üzerinden geçinen kişiler var ve ben bunun kolaya kaçma olduğunu, primcilik olduğunu düşünüyorum. Atsız üzerine birsürü kitap var ve sürekli yenileri çıkıyor, geçenlerde tanıdığım biri Cengiz Dağcı üzerine sözde onu anlatan bir kitap yazmış. Birkaç yıl önce de başka biri öyle bir kitap yazmıştı ve efenim imza günleri, söyleşiler falan aldı başını gitti. Başka bir örnek de Atsız veya Ziya Gökalp eserlerinin eski kitap tasarımlarını kullanarak okuyucuları etkilemek isteyen vampir sözde yazarlar. Çok vasatlar ancak eski yayınlardaki, tabiri caizse toplumda patlamış gitmiş olan kitap tasarımlarını kullanıp prim yapıyorlar. Ve her gün sosyal medyada kitap yazmak üzerine caka satarak kitap yazmak isteyen kişinin en az 8-10 bin kitap okuması gerektiğinden dem vuruyorlar. Bu tarz insanlar hep belli bir yerlerde pinekleyip o sosyal çevreyi sömürüyorlar, örnek Türk Ocakları diyelim. Adam ve eserleri vasat ancak çevre yapmış herkes onu yüceltiyor. Başka bir örnek ise lise yıllarımdan beri sürekli birilerinin gelip mitoloji alanında yazılmış roman önermesi. Sürekli birileri ya Ülgen'in ya Umay'ın kahraman olduğu bir eser yazıp para ile bastırıyor ve insanlar bunu çok yüceltiyorlar. Benim ise midem kaldırmıyor. Bu sadece bende mi var diye düşünüyordum ancak Adorno'yu tanıyınca da bunun doğal bir şey olduğunu öğrendim. Birileri kültürel değerleri sürekli sömürerek değersizleştirmekte, soysuzlaştırmakta ve buna tanık olan birileri de eziyet çekmekte. Sürekli çıkan Ülgen kitapları, şaman kitapları, sözde Türk kültürünü işleyen diziler de bana eziyet çünkü prim için yapılan vasat girişimler! (Folklorist)

Destursuz Bağa Girenler PDF indirme linki var mı?

Orhan Şaik Gökyay - Destursuz Bağa Girenler kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Destursuz Bağa Girenler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Orhan Şaik Gökyay Kimdir?

Edebiyat tarihi ve dil araştırmacısı, şair, öğretmen.

“Bu Vatan Kimin” şiiri ile hafızalarda yer etmiş vatansever bir şairdir. Edebiyat alanında şairliğinden çok eleştirmenliği ve araştırmacılığı ile öne çıktı. Dil konusunda yaptığı en önemli çalışma Dede Korkut hikâyeleri’ni sadeleştirmesidir. Yetmiş yıl boyunca öğretmenlik yaptı, binlerce öğrenci yetiştirdi.

Bestesi Arif Sami Toker’e ait olan ve Türk Müziği’nin klasikleri arasında sayılan “Çıksam Şu Dağların Yücelerine” şarkısının güftesinin yazarıdır.

16 Temmuz 1902 tarihinde babasının edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığı İnebolu'da dünyaya geldi. 93 Harbi’nden sonra Filibe’den Anadolu’ya göç eden bir ailenin yedi çocuğundan birisidir. Babası Mehmet Cevdet Efendi, annesi Şefika Hanım’dır. Asıl adı Hüseyin Vehbi’dir. Rıza Nur’un Milli Eğitim Bakanlığı sırasında ‘her öğrencinin bir Türk adı alması’yla ilgili genelgesi uyarınca adını "Orhan" olarak değiştirmişti.

İlk öğretimine Kastamonu'da başladı. İdadi’nin dokuzuncu sınıfında okurken, ailesinin maddi sıkıntıya düşmesi sebebiyle öğrenimine ara verdi. Katip olarak özel idarede çalışmaya başladıktan sonra edebiyatla ilgilendi. İlk şiiri Kastamonu'daki Açıksöz gazetesinde 1922 yılında yayımlandı. “Annemin Mezarında” adını taşıyan bu şiiri, kardeşi Kenan’a atfetmişti. İzmir’in işgaline duyduğu üzüntü ile yazdığı “İzmir Rüyası” adlı ikinci şiirini edebiyat öğretmeni Vasfi Bey’e ithaf etti . Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul’dan Ankara’ya geçen pek çok kişinin yol üzerinde uğradığı bir yer olan Kastamonu’dan geçtiği sırada ünlü şair Mehmet Akif ile de görüşme fırsatı bulmuş, ilk şiirlerini göstermiş ve beğenisini kazanmıştı.

Aynı yıl öğrenimini tamamlamak üzere Ankara'ya gitti. Ankara Darülmuallimi’nin (öğretmen okulu) son sınıfına kaydoldu.

Öğretmenlik ve edebiyat yaşamı:

Ankara Darülmuallimin’i çok iyi derece ile bitirdikten sonra 1923 yılından itibaren Piraziz, Samsun ve Balıkesir'de öğretmenlik yaptı. Balıkesir'de görev yaptığı sırada şair Edremitli Ruhi Naci’nin (Sağdıç) desteğiyle Çağlayan isminde bir edebiyat dergisi çıkardı ve takma isimle yazı ve şiirlerini yayımladı. 1924-1926 yılları arasında çıkan 15 günlük bu dergide Mehmet Akif, Tokadizade Şekip ve Hasan Basri (Çantay) gibi devrin önemli şair ve yazarlarının da eserlerini yayınladı.

1927 tarihinde önce Kastamonu İdadisi’nin son sınıfına kaydolarak bu okuldan kaydoldu, ardından hem İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi’ne hem Yüksek Öğretmen Okulu’na kaydoldu; öğrenimini her iki okulda birden sürdürdü Edebiyat Fakültesi’nde hocası Fuat Köprülü'den etkilendi. Almancasını ilerletti.

Yüksek öğrenimini 1930’da tamamladıktan sonra tekrar öğretmenliğe başladı. Kastamonu, Malatya, Edirne, Ankara, Eskişehir ve Bursa'da edebiyat öğretmenliği yaptı. "Bu Vatan Kimin" şiirini Bursa'da iken yazdı. Edirne'de görev yaptığı sırada kendisi gibi öğremenlik yapan Ferhunde Sarıoğlu ile evlendi. Çiftin çocukları olmadı.

1938 yılında Dede Korkut hikâyelerini yayınladı. Bu eser ile “Dede Korkut’un torunu” unvanını aldı. Öğretmenlik yaşamına 1939’dan itibaren Ankara’da, yeni kurulan Musiki Muallim Mektebi’nde (Ankara Devlet Konservatuvarı) öğretmen ve müdür olarak devam etti. Bestesini Necil Kazım Akses ile Ulvi Cemal Erkin'in müştereken yaptıkları Konservatuvar Marşı’nın güftesini yazdı[6]. En önemli araştırmalarından birisi olan “Kabusname” ilk defa 1944’te yayımlandı. Bu kitap, Emir Unsurü'I-Meali Keykavus'un 1082 yılında, oğlu Giylanşah için "Nasihat-name" türünde yazılmış bir eserdir.

1944 yılında konservatuvar müdürü iken okul arkadaşı Nihal Atsız’ı evinde misafir etmesi üzerine “Irkçılık-Turancılık davası" nedeniyle görevine son verildi, tutuklanarak İstanbul’a gönderildi, işkence gördü. Onbir ay süren tutukluluk ve yargınlanma sürecinin ardından beraat etti ve öğretmenlik mesleğine geri iade edildi; Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik (1947-1951), Londra kültür ateşeliği ve öğrenci müfettişliği (1951-1954), İstanbul (Çapa) Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik (1954-1959) görevlerinde bulundu.

1957’de “Katip Çelebi Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri” adlı kitabını yayımlayan Gökyay, büyük önem verdiği Katip Çelebi’nin eserleri üzerinde çalışmalarını onun "Tuhfetü'l-Kibar fi Esfari'l-Bihar" ile "Mizanü'l-Hakk fi ihtiyari'l-Ahakk" adlı eserlerini bugünün Türkçe’si ile yayınlayarak sürdürdü.

1959-1962 yılları arasında Londra’da bir okulda Türk Dili ve Edebiyatı okutmanı olarak çalıştı. 1962'de Türkiye'ye döndükten sonra Çapa Eğitim Enstitüsündeki görevine tekrar başladı. 1967 yılında yaş haddinden emekli oldu.

Emekliliği:

Gökyay, emekli olduktan sonra da eğitimcilikten kopmadı. 81 yaşında tekrar mesleğine döndü; eski görev yeri olan Çapa Eğitim Enstitüsü’nde, Marmara ve Mimar Sinan Üniversitelerinde ders verdi.

Hayatı boyunca Türk Dili, Nesil, Türk Folklor Araştırmaları, Çağrı, Oluş, Ülkü, Türk Folkloru, Musiki Mecmuası, Türk Dili, Tarih ve Toplum, gibi dergilerde eleştiriler yayınladı, eleştirilerini 1982’de “Destursuz Bağa Girenler” adlı bir kitapta topladı.

ABD’deki Princeton Üniversitesi, 1984’te iki ciltlik bir eser hazırlayarak ona ilk bilim armağanını sundu. 1988’de Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi’nin 6. ve 7. sayıları ‘Gökyay' a Armağan’ olarak çıktı. 1989’da İstanbul Üniversitesi tarafından kendisine fahri doktorluk diploması verdi. 1991’de Devlet Sanatçısı unvanı ile ödüllendirildi. Değerli kitaplardan oluşan kütüphanesini 1984’te kurulan Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Kütüphanesi’ne bağışladı.

Prof. Dr. Günay Kut, onun eserlerini “şiirleri, makaleleri, telif kitapları ve çevrileri” olarak dört bölümde inceledi. Bu çalışma, 1989’da yayımlandı.

Yetmiş yılık öğretmenlik hayatında binlerce öğrenci yetiştiren Orhan Şaik Gökyay, 2 Aralık 1994 tarihinde vefat etti ve cenazesi ertesi gün Üsküdar'daki Nakkaştepe Mezarlığı'nda toprağa verildi.

Ölümünden Sonra:

Yaşamı boyunca yalnızca beş şiirini Türkçe ve İngilizce olarak 1976’da yayımlamış olan şairin şiirleri ölümünden sonra “Bu Vatan Kimin” adı altında kitaplaştırıldı (1994).

2001 yılından bu yana eşi Ferhunde Gökyay ve öğrencisi Kudret Ünal tarafından “Orhan Şaik Gökyay Şiir Ödülü” verilmektedir.

2002 yılında Rıdvan Çongur ile Nail Tan’ın hazırladığı "‘Bu Vatan Kimin?’ şairi, yazar Orhan Şaik Gökyay” adlı kitap yayımlandı.

Doğum yeri olan İnebolu’da ismi bir sokağa verilmiş ve büstü yerleştirilmiştir.

Bazı Eserleri:

- Dede Korkut (İstanbul, 1000)

- Dedem Korkut'un Kitabı(İstanbul, 1973)

- Katip Çelebi'den Seçmeler (İstanbul, 1968)

- Destursuz Bağa Girenler (Dergâh yayınları, İstanbul 1982)

- Bu Vatan Kimin? ŞİİRLER ( ÖZEL TÜRKMEN LİSESİ O. Ş. GÖKYAY KÜT. Y,1994)

Orhan Şaik Gökyay Kitapları - Eserleri

  • Bu Vatan Kimin?
  • Destursuz Bağa Girenler
  • Güçlük Nerede
  • Kim Etti Sana Bu Kârı Teklif
  • Eski, Yeni ve Ötesi
  • Kızıl Elma
  • Molla Lütfi
  • Katip Çelebi
  • Dede Korkut Hikayeleri
  • Ferah - Cerbe Fetihnamesi
  • Dedem Korkudun Kitabı

Orhan Şaik Gökyay Alıntıları - Sözleri

  • Hiçbir şair hakkında ondan önce gelenlere ve çağdaşlarına başvurmadan geçerli bir hüküm verilemez. Geçmiştekiler, şairin eserlerinde dayandığı temelin, çağdaşları da şairin tanınmasını sağlayan eserlerinin takdiridir. T. S. Eliot bu prensibi şöyle ifade ediyor: Hiçbir şairin, hiçbir sanatkârin tek başına anlamı yoktur. Onun önemi, onun tanınması, ölmüş şairler ve sanatkârlarla olan münasebetinin takdirine bağlıdır. Onu tek başına değerlendiremezsiniz. Mukayese etmek için ve tezatları görmek için onu unutulmuşların arasına oturtmak lazımdır. (Güçlük Nerede)
  • Destursuz bağa giren hesapsız dayak yer! Türk Atasözü (Destursuz Bağa Girenler)
  • Bilgisiz bir toplulukla ben ne söz edeyim Eşeği bilmeyenlere İsa ne söylesin (Eski, Yeni ve Ötesi)
  • Edirne'de Selimiye Camii'nin müezzin mahfilini tutan mermer sütunlardan biri üzerinde kabartma olarak başaşağı yapılmis bir lâle şekli görülmektedir. Bir kör sanatkâr tarafından yapldığı söylenen bu lâlenin başaşağı çevrik olarak yapılmasına bir mana verilmektedir: 1) Eski harflerle (lâle) «JY kelimesi ters okunduğu vakit (hilal) JSls olur. Bu da Osmanlı devletinin alametidir. Bir rivâyete göre hilal yere düştüğü, yani Türk devleti battığı vakit kıyamet kopacaktır. Bundan çıkarılan mana, hilalin sükûtu Türk dünyasının sonu olacağı ve bu sebeple camiin yıkılmamasına, hilalin sükût etmemesine dikkat edilmesi lâzım geldiğini ihtar imiş.Bir başka rivâyete göre, hilal yere düştüğü zaman kıyamet kopacak, bu da Türklüğün sonu olacaktır. Gelecek nesiller için hilalin düşmesini önlemek, camiin yıkılmamasını sağlamak amacıyla lâle ters oyulmuştur. 2) Mermer sütunun dikildiği yerde Lâleci Baba diye anılan aksi bir adamın lâle bağçesi varmış. Lâleci Baba, cami yapılmak için bağçesini vermeye uzun süre karşı koymuş; kendi- sini güçlükle razı edince bu aksi adamın hatırasını belirtmek için Ters Lâle - baş aşağı- bir lâle oyulmuş. Selimiye Camii o kadar kusursuz yapılmış ki nazar değmesin diye bu mermer sütuna lâle motifi ters olarak oyulmuş. (Güçlük Nerede)
  • Vardığın yer karanlık ise, sen de bir gözünü kapalı tut. (Eski, Yeni ve Ötesi)
  • Orhan Şaik Bey'e göre bir dilin zenginliğini gösteren en önemli özelliklerden biri, birbirine yakın olup ayrı ayrı incelikleri olan kavramlar için başka başka sözcüklerin bulunmasıdır. (Destursuz Bağa Girenler)
  • Üstat yağmurdur, öğrenci topraktır. (Kim Etti Sana Bu Kârı Teklif)
  • Sormaz ki bilsin Sorsa bilirdi Bilmez ki sorsun Bilse sorardı (Destursuz Bağa Girenler)
  • Hani dediğim bey erenler? Dünyayı benim diyenler? Ecel aldı, yer gizledi, Fani dünya kime kaldı? Gelimli, gidimli dünya, Sonucu ölümlü dünya! Bu kara yer bizi de yiyecektir, En nihayet uzun yaşın ucu ölüm, Sonu ayrılık! (Dede Korkut Hikayeleri)
  • Güvercin iki ayda yavru çıkarır, ama filin gebeliği iki yıla yakın sürer. Büyük eserlerin doğması için böylesine uzun, böylesince sancısı çekilen bir gebelik ister. Bilgin olmanın, kalıcı eserler vermenin sırrı da, tılsımı da bundadır. Gölpınarlı bu filler soyundadır. (Eski, Yeni ve Ötesi)
  • Edrene şehri mi bu yâ gülşen-i me’vâ mıdır Anda kasr-ı pâdişâhı cennet-‘ı âlâ mıdır (Kim Etti Sana Bu Kârı Teklif)
  • Kâfir de görülünce taşra çıkıp o tarafın rüzgârı uygun olduğundan Müslümanlar korkuya düştüler. Çünkü barça önüne kadırga dayanamayıp çiğnenirdi. Derhal Gazi Paşa iki ayet yazıp gemisinin iki tarafına bıraktı. Rüzgâr sakinleşti, barçalar hareketten kaldı. Kıssadan hisse budur ki, serdar olan ünlüler, yalnız maddi vasıtalara güvenmeyip güçleri yettiği kadar manevî vasıtalara da riayet ve itibar eylemek lâzımdır. (Katip Çelebi)
  • Sâkıyâ mey sun ki lâlezâr elden gider Erişir fasl-ı hazân vakt-ı bahâr elden gider (Güçlük Nerede)
  • Hani dedim bey erenler? Dünya benim! diyenler? Ecel aldı, yer gizledi; Fani dünya kime kaldı? Gelimli, gidimli dünya, Ahır son ucu ölümlü dünya. (Dede Korkut Hikayeleri)
  • ... Kanunînin İran'a savaşa gittiğini anlatan bir gazeli vardır. Allah Allah diyelim Sancak-ı Şâhî çekelim Yürüyüp her yanadan şarka sipâhi çekelim İki yerden kuşanalım gayret kuşağın Bulaşup toz ile toprağa bu râh çekelim Pâymâl eyleyelim kişverini sürh-serin Gözüne sürme deyü dûd-ı siyâhı çekelim Bize farz olmuş iken olmazız İslâma zâhir Nice bir oturalım bunca günâhu çekelim Umarım rehber ola bize Ebubekr ü Ömer Ey Muhibbî yürüyüp şarka sipâhi çekelim (Güçlük Nerede)
  • Avazı köpeklere kavga salan Çakmaklıca çobanları gece koşturan Mere sırtı yoluk bozkurt Yurdumun haberini biliyor musun söyle bana Karabaşım kurban olsun kurdum sana. (Dede Korkut Hikayeleri)
  • Varak-ı sehv ü hatâyı kim okur kim dinler? (Eski, Yeni ve Ötesi)
  • "Sana nişan almışım, beni vurmuşum, Akar da akar kanım, kanım, kanım!" (Bu Vatan Kimin?)
  • Allah yolunda dünyadan geçmiş ve Allah’ da ölmezliğe erişmiş bir kâmil şeyh; olmuştan ve olacaktan haberdar idi. Bu da onun: Senin esrarım keşf eder bir dil O dili Zülfekâr ile iki dil (Eski, Yeni ve Ötesi)
  • neye acıyalım bilemiyoruz, şaşırıp kalıyoruz: Emeğe mi? Dökülen paraya mı? Boşa giden zamana mı? (Destursuz Bağa Girenler)

Yorum Yaz