tatlidede

Dünya Dinleri ve İktidar - Paul N. Siegel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Dünya Dinleri ve İktidar kimin eseri? Dünya Dinleri ve İktidar kitabının yazarı kimdir? Dünya Dinleri ve İktidar konusu ve anafikri nedir? Dünya Dinleri ve İktidar kitabı ne anlatıyor? Dünya Dinleri ve İktidar PDF indirme linki var mı? Dünya Dinleri ve İktidar kitabının yazarı Paul N. Siegel kimdir? İşte Dünya Dinleri ve İktidar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 04.07.2022 03:00
Dünya Dinleri ve İktidar - Paul N. Siegel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Paul N. Siegel

Çevirmen: Selin Dingiloğlu

Orijinal Adı: The Meek and the Militant: Religion and Power Across the World

Yayın Evi: Yordam Kitap

İSBN: 9786054836413

Sayfa Sayısı: 352

Dünya Dinleri ve İktidar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bu kitapta, Musevilik, Hristiyanlık, İslam, Budizm ve Hinduizm gibi yaygın dünya dinleri ele alınıyor, bu dinlerin doğuşu ve gelişimi etraflı olarak inceleniyor. Bir yandan, belli başlı tüm dinsel geleneklerin ortaya çıktığı tarihsel ve toplumsal koşullar, dönemin egemenlik ilişkileri çerçevesinde ele alınırken; öte yandan, dinsel düşünce ve inanç sistemleri ile modern ideolojiler -en başta da Marksizm- arasındaki özgül ilişkiler mercek altına alınıyor. Marksizmin din eleştirisi konusunda burjuva Aydınlanması ile ayrıştığı noktalar; Sovyetler Birliği'nden Küba'ya ve Çin'e, reel sosyalizm deneyiminin dinsel ideoloji ve kurumlarla ilişkisi ve daha pek çok konu, karşılaştırmalı ve eleştirel bir gözle ele alınıyor. 

Dünya Dinleri ve İktidar, hem dünya dinlerinin tarihi, hem de dinin günümüz toplumundaki yeri hakkında ezilenlerin bakış açısından yazılmış bir kitap arayanlar için eşsiz bir kaynak. 

(Tanıtım Bülteninden)

Dünya Dinleri ve İktidar Alıntıları - Sözleri

  • “Yahudilik tarihe rağmen değil, tarih sayesinde ayakta kalmıştır.”
  • Din, kendilerini doğadaki diğer nesnelerden ayrıştırmayan ve bu nesnelere insanların düşünce ve arzularına sahip ruhlar atfeden ilkel halkların animizminden türedi. Büyü, vahşi insanın ya ağzında su fışkırtarak yağmura neden olmaya çalışmak gibi doğanın kendisini taklit etmesini bekleyerek, ya da kaplan dişi takarak onun gücünü kazanmaya çalışmak gibi doğanın güçlerini kendine aktararak bu ruhları kontrol etme çabasının bir aracıydı.
  • Çağdaş toplumda insanlar, kendilerini ifade etmenin aracı olmak bir kenara, öldürücü derecede monoton olan kendi emeklerine yabancılaşmış durumda.
  • Engels, "eski materyalizm", düşüncelerin ardında yatan itici güçleri araştırmak yerine, düşünceyi itici güç kabul ederek kendisini yanlışlar” der. Yani düşüncelerde değişime neden olan maddi nedenleri aramak yerine, insanların kendi eylemleri hakkındaki düşüncelerini tarihsel hareketin itici gücü kabul eder. Marksizme göre nasıl ki hayvanların çevresel koşullarla mücadelesi uzuvlarında doğal seçilim yoluyla evrimsel bir gelişmeye neden oluyorsa, insanların emek süreçleri de kendi araçlarının, insanlığın yapay uzuvlarının gelişimine yol açar.
  • İngiltere tarihinde dinî inançlara dair de bir anketin yapıldığı tek sayım olan 1851 yılı nüfus sayımının resmi raporunda, “Çalışan nüfusumuzun geniş kesimleri ... dinî toplantılara nadiren katılmakta ya da hiç katılmamaktadır” diye belirtiliyordu. 235 Yirmi büyük kentin verilerine göre, on kişiden biri ya da daha azı Pazar günleri kiliseye gidiyordu. Başlangıçta bu içler acısı durumun yeterli sayıda kilise olmamasından kaynaklandığı düşünüldü, ancak yeni inşa edilen kiliseler de boş kalıyordu. İşçilerin kiliseye, üstlerindeki kaba ve pejmürde giysilerin orta sınıfların cicileriyle tezat oluşturması nedeniyle duydukları utançtan ya da kerhanelerin ve müzikhollerin şeytani hazlarının onları tanrının evine gitmekten alıkoymasından ötürü gitmedikleri gibi çeşitli açıklamalar getirmeye çalışıldı. Öte yandan daha ciddi gözlemcilerin vardıkları sonuç, "dini vecibelerden uzak duran sınıflara ulaşmayı” amaçlayan bir komiteye başkanlık eden bir Anglikan piskoposu tarafından dile getirildi. Psikopos, “Kilisenin zengin ve müreffeh insanlara ait bir yer olduğu yönünde, dehşetli biçimde kök salmış bir kanaat”ten bahsediyordu. Diğer taraftan, ünlü bir Kongregasyonalist 236 papaz, kiliselerin “cemiyet içinde sınıfsal sınırlar çizme ve belli sınıflara imtiyaz gösterme” yönünde bir eğilimleri olduğunu belirterek, kiliseler “böyle davrandıkça emekçiler açısından daha da nahoş hale geldiler” diyordu.
  • “Calvin’in Cenevre’si pek de hoşgörülü bir toplum değildi. İnandıkları Tanrı kadar amansız olan belediye meclis üyeleri, anne babasını dövdüğü için bir çocuğun kafasının kesilmesine hükmetmişti ve her şeyi olduğu gibi iş yaşamını da denetliyorlardı.”
  • Fakat ne zaman ki bilim kuyruklu yıldızların hareketlerini tahmin edebilir, veba salgınlarını önleyebilir, depremlere karşı uyarabilir hale geldi, bu tür olaylar artık tanrının iradesine yorulamaz oldu. Ne var ki alışkanlık haline gelmiş bu tür dinsel düşünce tortuları, doğal afetlerde tanrının merhametini dileyen din adamlarının vaazlarında, bu tür felaketlerden "Tanrının takdiri" olarak bahseden sigorta poliçelerinde ya da Anita Braynt'ın 1978'de Kaliforniya'daki kuraklığı San Francisco'daki azgın eşcinselliğin bir cezası olarak gören açıklamasında kendini gösterir. Burada, her zamanki dinsel varsayım söz konusudur: "Adil" bir tanrı, kurunun yanında yaş'ı da yakarak, topluca cezalandırmıştır. ... Her şey bir yana, eğer Anita Braynt'ın Kaliforniya kuraklığı hakkındaki açıklaması doğruysa, eşcinsel hayat tarzı değişmeden de kuraklık geçtiğine göre, tanrı eşcinsellerin varlığı konusunda bir şeyler yapma cabasından hızlıca vazgeçmiş demektir.
  • Doğduktan bir gün sonra ölen bebeklerin ruhu yaşayacak da, bir günlük bebeklerden çok daha zeki olan şempanzelerin ruhu yaşamayacak mı? Eğer şempanzelerin de ruhu olduğunu kabul edeceksek, ruh atfetmeye canlılar aleminin hangi noktasında son vereceğiz? Amiplerde mi?
  • Hali vakti yerinde Amerikalı Yahudiler, Doğu Avrupalı ortodoks Yahudilerin muskalarından mı yoksa radikal Yahudilerin broşürlerinden mi daha fazla utansınlar, bilemiyorlardı. Jewish Messenger, okuyucularına, Yahudi “nihilist, sosyalist ya da anarşistler”inin “ahlaki kuduzluklarına” bulaşmamalarını salık veriyordu. New York Eğitim İttifakı örgütündeki Amerikalı Yahudiler, yeni gelen Yahudilere Amerikancılığı benimsetmek için ellerinden geleni yapıyordu. Profesörler ve din adamları, Yahudi olanlar ve olmayanlar, burada sosyalizmin şerri üzerine dersler veriyor, dünya malının kıymetsizliğini vaaz ediyorlardı. İşin garibi, dünya malına sahip olanlar Alman Yahudileriyken, Doğu Avrupalıların elinde avucunda hiçbir şey yoktu.
  • Püritenlerin gaddar kibri, bir 19. yüzyıl atasözünde yankı bulmuştu: "En iyi Kızılderili, ölü Kızılderili'dir".
  • Marksistler siyonizmi, Yahudileri kapitalizme karşı sınıf mücadelesi vermekten ve tüm zincirlerinden kurtaracak yeni bir düzen kurmaktan alıkoyduğu için eleştirdiler. Marksistlere göre, gerçekleşmesi pek şüpheli görünse bile, Filistin'de kurulacak olası bir Yahudi devleti Yahudiler için bir sığınak değil, daha ziyade bir ölüm tuzağı olacaktı. Yahudi sorunuyla ilgili yazdıkları Bolşevikler ve diğer sosyalist kesimler nezdinde de kabul gören Karl Kautsky şöyle diyordu: Yahudilerin, o ülkede (Filistin) Arapları yerinden etmek için yapacakları erken bir girişim, Arapların savaşma arzularının uyanmasını engelleyemez. Yahudilere yönelik bu muhalefetin giderek Küçük Asya'daki Arap nüfusunun desteğini alması kesindir. Yahudiler, bu halkların gözüne yabancı hükümdarlar ya da zalim İngilizlerin müttefikleri olarak görünecektir.
  • Kiliseler “haklı savaş” doktrinine dayanarak, elbette, kitlesel kıyımlara her zaman göz yumdular. Tesadüfe bakın ki, her kilise, kendi devleti tarafından yapılan savaşları haklı görüyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Kayzer “Tanrı ve ben” derken, İngiliz şair Brooke yurttaşlarına “Tanrı, Kral ve Ülke” için savaşmaları çağrısında bulunuyordu. Her rejim, eski “Savaş Tanrısı”nın kendinden yana olduğundan emindi. Emperyalist ülkelerin egemen sınıflarının kutsal bir savaş olarak sunduğu bu savaşı, Rus Bolşevikler kapitalist bir savaş olarak lanetliyor ve tüm ülkelerin emekçi halklarını da buna karşı durmaya çağırıyordu. Farklı sınıflar, farklı ahlaki ölçütler ve farklı sonuçlar...
  • Devrimci altın çağında seküler bir ideoloji uğruna dini terk eden burjuvazi, 19. yüzyılda eski coşkusuyla olmasa da dine geri döndü. Fransız Devrimi’nin Jakobenlerinden ve baldırıçıplaklarından dehşete kapılan İngiliz burjuvazisi, tüm bu karmaşayı dinsizliğin yayılmasına yordu.
  • “Tanrı kendini yeryüzünün farklı ülkelerinde öylesine farklı şekillerde tebliğ eder ki, insanlar din konusunda birbirlerine nefret ve horgörüyle bakar. ... Din dedikleri şey insanların en önemli meselesi olsaydı, Tanrının iyiliği, dinin tüm insanlar için en açık, aşikâr ve göze çarpan şey olmasını arzuluyor olurdu.”
  • “Kişinin kalbi saf ise pazar yeri de manastır kadar şereflidir.”

Dünya Dinleri ve İktidar İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Dinler ile iktidar odaklarının ilişkisini anlatan mükemmel bir kitap. (Yalnız kitapta çokça siyasal kelimeler var. Zorlanma yaşayabilirsiniz) Yazar, Marksist bir bakış açısıyla Yahudilik, Müslümanlık, Asya Dinleri, Hıristiyanlık gibi dinlerin doğuşlarını, dinlerin yükselişini, din-burjuva ilişkileri, din-milliyetçilik ile ilişkileri, din-sosyalizm ilişkileri gibi spesifik konularda ayrıntılı bir şekilde ülke, ülke örnek vererek işlemiştir. Din ve politika konuları ilginizi çekiyorsa okuyabilirsiniz. (Can Uysal)

Önyargıları olanlar uzak durabilir. Aşmış olanlar kesinlikle okumalı: Öncelikle kitabı okumak için bazı şeyleri aşmak gerekir. Dinsel esprileri bile kaldıramayan, hayata hep ben doğru bilirim, bana öğretilenler hep doğrudur gözüyle bakan arkadaşlar muhtemelen birkaç sayfa sonra kitabı yakacaktır. Kitap din düşmanlığı veya ateizm propagandası yapıyor şeklinde anlaşılmasın. Sadece bizim ülkemizdeki insanlar (aslında tüm Ortadoğu ülkelerindekiler gibi) sığ görüşlü, şiddete meyilli olduğu için Türkçe baskısının çok satacağını sanmıyorum. Kitap belirli kategorilere göre dinleri ve yayıldığı alanları, zaman içerisinde etkisini ve toplumu nasıl şekillendirdiğini ele alıyor. Yahudilikle başlayan yolculuğumuz Hristiyanlık, Budizm, Hinduizm ve İslam ile son buluyor. Tabii bir de bunların ilk çıkışı, hangi görüşlerden dolayı hangi mezheplerin ortaya çıktığı, mezhep savaşları, emperyalist politikalar karşısında tutumları ve günümüz dünyasındaki yerlerini anlatıyor. En sonunda da Marksist bakış açısıyla nasıl yorumlandı (Lenin, Stalin, Mao, Castro), günümüzde nasıl yorumlanmalı ve geleceğe dair nasıl politika/görüşler geliştirilmeli üzerine örnekler sunarak bitiyor. Kesinlikle sıkıcı değil. Din hakkında hiç araştırma yapmayanlar için güzel giriş kitabı olur fakat az çok Ortadoğu tarihi okumuş kişiler için bildiklerimizi tekrar eden bazı anlatımları mevcut. Yazar kesinlikle kafasına göre yazmamış, çok araştırmış ve dipnotlarda da bunları kaynakça olarak göstermiş. Muhtemelen akademik bir tez/makalenin kitaplaştırılmış hali. Tavsiye ederim (Ömer Yüksel)

Paul N. Siegel - Dünya Dinleri ve İktidar... Yordam Yayınlarından çıkıyor. İlk bölümde Fransız Materyalistlerinin deizmiyle (Voltaire: Yobazı ezin.) Marksistlerin dine bakış açıları tartışılıyor. Ardından üç büyük din, Hinduizm ve Budizm'in tarihsel kökenleri, iktidarla olan ilişkileri, çeşitli mezhepler ve neden doğdukları birçok ayrıntıyla aktarılıyor. Elbette çıkan sonuç şu: Çıkış noktaları ne olursa olsun (iseviliğin proleter sınıfa seslenmesi -cennete zenginlerin girmesinin iğne değiliğinden geçmekten zor oluşu-, İslam gibi çağına göre ilerici bir uygarlık kurmayı başarmış olması, vs...) dinler iktidarla bir şekilde ilişkilenip devrimci, ilerici yönlerini (varsa) yitiriyor ve düzenin devamının güvenlik vanasına dönüşüyor. Kitabın son bölümünde Marksistlerin dine bakış açısı Lenin'in görüşleri ve SSCB anayasası üzerinden aktarılmış. O da kabaca şöyle: Marksistler tüm dinlere aynı mesafededir, inanç sahiplerinin istediği dine inanması serbesttir, ama devlet onlara herhangi bir maddi yardımda bulunmaz. Ayrıca Marksistler inanca saygı ve inanç özgürlüğünü savunurken bir taraftan da onunla yasal zeminde mücadele eder. Dini, inançları ve mekanlarını aşağılamak söz konusu değildir. Hatta suçtur. Meşhur hikayedir, papaz, Komünist Partiye üye olmak isterse ne yaparsınız, diye soruyorlar Lenin'e. Papaz olması onun problemi, sınıf mücadelesinin içinde yer aldıktan sonra neye inandığı ikinci planda kalır, diyor. Bazı sayfaların köşelerini alıntı yapmak için kıvırmıştım ama yazının boyu uzayınca vaz geçtim. Din ve iktidar konusunda bir giriş kitabı diyebilirim. Aradığımı bulamadığımı da söylemeliyim. Söz söylemeye pek müsait bu konu bazı ayrıntılar içinde boğulmuş. İyi okumalar. #yordamkitap #dünyadinleriveiktidar #paulsiegel #islam #hristiyanlık #musevilik #budizm #hinduizm #devrim #marksizm #tarih #iktidar #lenin #sandinist #neokudum #bookstgram #instagram #book #kitap #zorbasahaf (Özgür Çırak)

Dünya Dinleri ve İktidar PDF indirme linki var mı?

Paul N. Siegel - Dünya Dinleri ve İktidar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Dünya Dinleri ve İktidar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Paul N. Siegel Kimdir?

Paul N. Siegel Kitapları - Eserleri

  • Dünya Dinleri ve İktidar

Paul N. Siegel Alıntıları - Sözleri

  • Doğduktan bir gün sonra ölen bebeklerin ruhu yaşayacak da, bir günlük bebeklerden çok daha zeki olan şempanzelerin ruhu yaşamayacak mı? Eğer şempanzelerin de ruhu olduğunu kabul edeceksek, ruh atfetmeye canlılar aleminin hangi noktasında son vereceğiz? Amiplerde mi? (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Fakat ne zaman ki bilim kuyruklu yıldızların hareketlerini tahmin edebilir, veba salgınlarını önleyebilir, depremlere karşı uyarabilir hale geldi, bu tür olaylar artık tanrının iradesine yorulamaz oldu. Ne var ki alışkanlık haline gelmiş bu tür dinsel düşünce tortuları, doğal afetlerde tanrının merhametini dileyen din adamlarının vaazlarında, bu tür felaketlerden "Tanrının takdiri" olarak bahseden sigorta poliçelerinde ya da Anita Braynt'ın 1978'de Kaliforniya'daki kuraklığı San Francisco'daki azgın eşcinselliğin bir cezası olarak gören açıklamasında kendini gösterir. Burada, her zamanki dinsel varsayım söz konusudur: "Adil" bir tanrı, kurunun yanında yaş'ı da yakarak, topluca cezalandırmıştır. ... Her şey bir yana, eğer Anita Braynt'ın Kaliforniya kuraklığı hakkındaki açıklaması doğruysa, eşcinsel hayat tarzı değişmeden de kuraklık geçtiğine göre, tanrı eşcinsellerin varlığı konusunda bir şeyler yapma cabasından hızlıca vazgeçmiş demektir. (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • “Calvin’in Cenevre’si pek de hoşgörülü bir toplum değildi. İnandıkları Tanrı kadar amansız olan belediye meclis üyeleri, anne babasını dövdüğü için bir çocuğun kafasının kesilmesine hükmetmişti ve her şeyi olduğu gibi iş yaşamını da denetliyorlardı.” (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Kiliseler “haklı savaş” doktrinine dayanarak, elbette, kitlesel kıyımlara her zaman göz yumdular. Tesadüfe bakın ki, her kilise, kendi devleti tarafından yapılan savaşları haklı görüyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda Kayzer “Tanrı ve ben” derken, İngiliz şair Brooke yurttaşlarına “Tanrı, Kral ve Ülke” için savaşmaları çağrısında bulunuyordu. Her rejim, eski “Savaş Tanrısı”nın kendinden yana olduğundan emindi. Emperyalist ülkelerin egemen sınıflarının kutsal bir savaş olarak sunduğu bu savaşı, Rus Bolşevikler kapitalist bir savaş olarak lanetliyor ve tüm ülkelerin emekçi halklarını da buna karşı durmaya çağırıyordu. Farklı sınıflar, farklı ahlaki ölçütler ve farklı sonuçlar... (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Püritenlerin gaddar kibri, bir 19. yüzyıl atasözünde yankı bulmuştu: "En iyi Kızılderili, ölü Kızılderili'dir". (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Marksistler siyonizmi, Yahudileri kapitalizme karşı sınıf mücadelesi vermekten ve tüm zincirlerinden kurtaracak yeni bir düzen kurmaktan alıkoyduğu için eleştirdiler. Marksistlere göre, gerçekleşmesi pek şüpheli görünse bile, Filistin'de kurulacak olası bir Yahudi devleti Yahudiler için bir sığınak değil, daha ziyade bir ölüm tuzağı olacaktı. Yahudi sorunuyla ilgili yazdıkları Bolşevikler ve diğer sosyalist kesimler nezdinde de kabul gören Karl Kautsky şöyle diyordu: Yahudilerin, o ülkede (Filistin) Arapları yerinden etmek için yapacakları erken bir girişim, Arapların savaşma arzularının uyanmasını engelleyemez. Yahudilere yönelik bu muhalefetin giderek Küçük Asya'daki Arap nüfusunun desteğini alması kesindir. Yahudiler, bu halkların gözüne yabancı hükümdarlar ya da zalim İngilizlerin müttefikleri olarak görünecektir. (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Çağdaş toplumda insanlar, kendilerini ifade etmenin aracı olmak bir kenara, öldürücü derecede monoton olan kendi emeklerine yabancılaşmış durumda. (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Engels, "eski materyalizm", düşüncelerin ardında yatan itici güçleri araştırmak yerine, düşünceyi itici güç kabul ederek kendisini yanlışlar” der. Yani düşüncelerde değişime neden olan maddi nedenleri aramak yerine, insanların kendi eylemleri hakkındaki düşüncelerini tarihsel hareketin itici gücü kabul eder. Marksizme göre nasıl ki hayvanların çevresel koşullarla mücadelesi uzuvlarında doğal seçilim yoluyla evrimsel bir gelişmeye neden oluyorsa, insanların emek süreçleri de kendi araçlarının, insanlığın yapay uzuvlarının gelişimine yol açar. (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • “Yahudilik tarihe rağmen değil, tarih sayesinde ayakta kalmıştır.” (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Din, kendilerini doğadaki diğer nesnelerden ayrıştırmayan ve bu nesnelere insanların düşünce ve arzularına sahip ruhlar atfeden ilkel halkların animizminden türedi. Büyü, vahşi insanın ya ağzında su fışkırtarak yağmura neden olmaya çalışmak gibi doğanın kendisini taklit etmesini bekleyerek, ya da kaplan dişi takarak onun gücünü kazanmaya çalışmak gibi doğanın güçlerini kendine aktararak bu ruhları kontrol etme çabasının bir aracıydı. (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • “Kişinin kalbi saf ise pazar yeri de manastır kadar şereflidir.” (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • İngiltere tarihinde dinî inançlara dair de bir anketin yapıldığı tek sayım olan 1851 yılı nüfus sayımının resmi raporunda, “Çalışan nüfusumuzun geniş kesimleri ... dinî toplantılara nadiren katılmakta ya da hiç katılmamaktadır” diye belirtiliyordu. 235 Yirmi büyük kentin verilerine göre, on kişiden biri ya da daha azı Pazar günleri kiliseye gidiyordu. Başlangıçta bu içler acısı durumun yeterli sayıda kilise olmamasından kaynaklandığı düşünüldü, ancak yeni inşa edilen kiliseler de boş kalıyordu. İşçilerin kiliseye, üstlerindeki kaba ve pejmürde giysilerin orta sınıfların cicileriyle tezat oluşturması nedeniyle duydukları utançtan ya da kerhanelerin ve müzikhollerin şeytani hazlarının onları tanrının evine gitmekten alıkoymasından ötürü gitmedikleri gibi çeşitli açıklamalar getirmeye çalışıldı. Öte yandan daha ciddi gözlemcilerin vardıkları sonuç, "dini vecibelerden uzak duran sınıflara ulaşmayı” amaçlayan bir komiteye başkanlık eden bir Anglikan piskoposu tarafından dile getirildi. Psikopos, “Kilisenin zengin ve müreffeh insanlara ait bir yer olduğu yönünde, dehşetli biçimde kök salmış bir kanaat”ten bahsediyordu. Diğer taraftan, ünlü bir Kongregasyonalist 236 papaz, kiliselerin “cemiyet içinde sınıfsal sınırlar çizme ve belli sınıflara imtiyaz gösterme” yönünde bir eğilimleri olduğunu belirterek, kiliseler “böyle davrandıkça emekçiler açısından daha da nahoş hale geldiler” diyordu. (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Hali vakti yerinde Amerikalı Yahudiler, Doğu Avrupalı ortodoks Yahudilerin muskalarından mı yoksa radikal Yahudilerin broşürlerinden mi daha fazla utansınlar, bilemiyorlardı. Jewish Messenger, okuyucularına, Yahudi “nihilist, sosyalist ya da anarşistler”inin “ahlaki kuduzluklarına” bulaşmamalarını salık veriyordu. New York Eğitim İttifakı örgütündeki Amerikalı Yahudiler, yeni gelen Yahudilere Amerikancılığı benimsetmek için ellerinden geleni yapıyordu. Profesörler ve din adamları, Yahudi olanlar ve olmayanlar, burada sosyalizmin şerri üzerine dersler veriyor, dünya malının kıymetsizliğini vaaz ediyorlardı. İşin garibi, dünya malına sahip olanlar Alman Yahudileriyken, Doğu Avrupalıların elinde avucunda hiçbir şey yoktu. (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • “Tanrı kendini yeryüzünün farklı ülkelerinde öylesine farklı şekillerde tebliğ eder ki, insanlar din konusunda birbirlerine nefret ve horgörüyle bakar. ... Din dedikleri şey insanların en önemli meselesi olsaydı, Tanrının iyiliği, dinin tüm insanlar için en açık, aşikâr ve göze çarpan şey olmasını arzuluyor olurdu.” (Dünya Dinleri ve İktidar)
  • Devrimci altın çağında seküler bir ideoloji uğruna dini terk eden burjuvazi, 19. yüzyılda eski coşkusuyla olmasa da dine geri döndü. Fransız Devrimi’nin Jakobenlerinden ve baldırıçıplaklarından dehşete kapılan İngiliz burjuvazisi, tüm bu karmaşayı dinsizliğin yayılmasına yordu. (Dünya Dinleri ve İktidar)

Yorum Yaz