tatlidede

Eksenimiz Hak Olmalı

Eksenimiz Hak Olmalı

İşçi-işveren, çalışan-patron, memur-amir sınıfları üzerinden bir ideoloji üretilebilir mi?

Marksistler, tarihin sınıf mücadeleleri tarafından şekillendiğini..

Üretim mekanizmalarının sosyal sınıfların gidişatını/kaderini belirlediğini..

Toplumların ekonomik durumlarına göre adlandırılarak tanımlandığını..

Tarihin kurucu ögesinin insan iradesi değil, ekonomik yapı olduğunu ve Diyalektik Tarih anlayışının şematize edilerek bir iman ilkesi gibi tartışmasız olduğunu iddia eder.

 

Kapitalistler ürettiklerini satmak ve daha çok kar elde etmek için tüketimi kamçılar..

Az ücretle ve alabildiğine haklarını kısıtlayarak işçilerin ümüğünü emer..

Daha güçlü ve daha zengin olanların daha zayıf ve güçsüz olanları iç etmesinin önünü açar..

Ürettiklerinin tüketicisi durumuna getirmek ve Pazar payını artırmak için savaş dahil her türlü insanlık suçunu işlemekten çekinmez..

İşçilere fabrikadaki cıvata, vida ya da çarkın dişlisi nazarıyla bakarak insani tarafını görmezlikten gelir..

İstatistikleri, sayısal verileri, rakamları ve hasılatı esas alarak işçinin duygusal, sosyal ve temel insani gereksinimlerini görmez.. 


Çıkarcılığı ve netice alınmasını esas alan Pragmatistler..

Yolunu bulduğunda her  türlü fırsatçılığı ve kurnazlığı kullanan Oportünistler..

Hedefine ulaşmak için doğru-yanlış, iyi-kötü her yolu meşru gören Makyavelistler..

Şehvet ve haz duygularını tatmin için nefsini merkeze alan Hedonistler..


Daha da uzatılması mümkün olan bu yaklaşım ve akımların hiç birinde insanilik yok.

Ahlaki ve ve vicdani temellendirmeden yoksunlar..

Adalet duygusu ve hak-hukuk kaygıları gelişmemiş..

Yaşamını doğum ve ölüm arasında bir dar parantez olarak görenlerin, bu parantezi doldururken bencil, hırslı, açgözlü olmamaları mümkün mü?


Oysa biz, inançta Tevhid, yönetimde Adalet, ilişkilerde Ahlak’ı esas alan bir dinin mensuplarıyız.

Kendimizi; kendi çıkar, güç, ilişki ve yakınlıklarımızı deği; HAKK’ı merkeze alırız.

Bizi daha güçlü, daha zengin, daha müreffeh, daha başarılı kılacak her imkana hemen sarılmayız.

Meşruiyeti gözetiriz önce; helal mı, doğru mu, adil mi, vicdani mi diye.

Helal-Haram ver Allahım, Aciz kulun yer Allahım! yaklaşımı kabul edilemez.

Zenginin mal ve şatafatına, güçlünün otorite ve baskıcılığına karşı komplekse düşmez ve asla imrenemez mü’min.

Servetin kaynağı da, kullanımı da meşru olursa makbul olur ancak.


Daha lise son sınıfında iken okuduğum Sezai Karakoç’un SUTUNLAR adlı eserinde çok veciz bir tesbiti vardı;  ‘Kapitalizm bireye, toplumun hakkını gasbedecek kadar sınırsız haklar verir. Komünizm ise bireyin hakkını gasbedecek şekilde topluma/devlete hak tanır. İslam ise, toplumun hakkını gasbetmeyecek şekilde bireye; bireyin hakkını gasbetmeyecek şekilde de topluma hak tanır.’

İnanç değerlerimize göre; ayrım, kavga, ve mücadeleyi çalışan-çalıştıran, işçi-işveren, memur-amir, çiftçi-sanayici, şehirli-köylü, zengin-fakir ekseni üzerinden tanımlamayız.

Haklı-haksız, iyi-kötü, hak-batıl, zalim-mazlum ayırımı ve taraftarlığını mücadele eksenimiz kılarız.

Üretim mekanizmaları ve sınıflarının insanın ve toplumun mutlak belirleyicisi olduğuna inanmak insanın iradesini yok saymaktır.

Bilgi, duygu, servet, güç ve benzeri unsurlar gibi üretim mekanizmaları da şüphesiz insanı ve toplumu etkiler; ama belirlemez.

Hangi parti, dernek, vakıf, cemiyet veya sendikanın neyi eksen yaparak mücedele verdiğine iyi bakılmalıdır.


 

Yorum Yaz