tatlidede

Fıtratı Baskılamak; Rahiplik

Fıtratı Baskılamak; Rahiplik

Hristiyanlık teolojisinin mevsukiyeti üzerinden yapılan tartışmalar ve tarih içinde oluşan değişimler nedeniyle birçok meselenin dini mi, geleneksel mi, dayatma mı, sapma mı, eklenti mi veya reflektif mi olduğunun tartışılmasında fayda var kanaatindeyim.

Bunlardan biri de Rahiplik/Rahibelik meselesidir.

Hristiyanlarda evlenen ve normal hayata karışarak ev-çocuk sahibi olan din adamlarına papaz deniyor. Papazlar dini hiyerarşide üst sınıflara terfi edemezler. Daha çok kilise ve cemaatına dini hizmet ve eğitim verirler.

Rahipler ise çok zorlu ve olağanüstü fedakârlık gerektiren –ve insan fıtratını oldukça zorlayan- bir yaşam tarzını gönüllü olarak tercih ederek geri dönüşü olmayan bir yola koyulurlar.

Rahiplerin aileleri (anne-babaları) genellikle çocuklarının rahip olmasına sıcak bakmaz ve çocuklarını caydırmaya çalışırlar. Ancak Rahip ve Rahibe unvanı dini bir törenle metropolit tarafından tevdi edildikten sonra geri dönüşü olmayan bir yola girilmiş demektir. Artık evlenme ve hayatın doğal gereklerine uygun sosyal bir yaşama dönmek cemaatten dışlanmayı ve büyük bir ayıplanmayı beraberinde getirir.

Rahip (erkek) ve Rahibeler (kadın) ömür boyu evlen/e/mezler! Dünya hayatının meşru, makul ve doğal birçok zevkinden kendilerini sakındırarak çileli bir yola talim ederler. Hep siyah kıyafetler içinde, insanlara mümkün mertebe karışmadan ve şehir hayatı, sosyal aktiviteler, müzik, sanat, ticaret gibi alanlardan izole olarak manastırlarda münzevi (beth kadişe) bir yaşam sürdürmeye çalışırlar.

Rahiplerin başında siyah bir başlık bulunur. Havarileri temsilen üst ve ön tarafta on iki haç ve İsa’yı temsilen de başın arka tarafında büyük bir haç resmi bulunur. Gömlek, pantolon veya entarileri de siyah renktedir.

Sürekli manastırın temizliğine bakar, bağ ve bahçelerini sürüp bakımını yaparlar. Manastır içindeki karanlık, tenha ve sessiz inziva odasında (çilehane) nefislerini tedip ederek Tanrıya yakınlaşmaya çalışırlar. Ayrıca bu çile ve izole oranında da kalplerinin tanrı nuruna açılacağına inanırlar…

Rahipler in bir kısmı metropolit, sonrasında Mafiryan ve sonrasında (Süryani Ortodokslar için) en üst dini konum olan Patrik konumuna yükselebilirler.

Dolayısıyla ruhbanlığın Hristiyanlık temel metinlerindeki dayanağının olup olmadığını anlamaya çalışalım istedim.

Hazreti İsa 30’lu yaşlarda iken hayata! veda etti. Evlenmedi mi, evlenemedi mi hususunda dini ve tarihi metinlerde net bir şey bulunmamaktadır. Hz. İsa evliliği kötülemiş mi, Hz. İsa, bekâr kalmayı emretmiş midir sorularına İncillerden net cevap bulmak güçtür.

Ruhbanlık (rahiplik/rahibelik) bir müesses nizam olarak tedbiren mi, konjoktürel mi, dini mi, ya da ahlaki mi olduğu konusu tartışılabilir.

Elimizde bulunan İncillerin (içinde dört incilin de bulunduğu toplam 27 kitap/bölümün tümüne denir) satır araları, bağlam, konjüktür, dini ve siyasi ortam gibi hususlar göz ününe alındığında bu konuda verilen ana mesaj çok açıktır;

Diğer semavi dinlerde olduğu gibi Hz. İsa’nın mesajlarında da esas olan aile kurmak ve iffetli yaşamaktır. Fuhuştan ve haramlardan da sakınmaktır.

Karı-koca hukukuna riayet etmek ve huzurlu aile ortamı içinde meşru yaşamak İncillerin farklı yerlerinde defalarca ifade edilir.

Fersilerin Hz. İsa ile polemiğe girerek ‘Bir insanın herhangi bir nedenle karısını boşaması Kutsal Yasaya uygun mudur’ diye sorması üzerine Hz. İsa; Yaratıcı baştan insanları erkek ve dişi olarak yarattı. Bu nedenle anasını-babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak. O halde insanların birleştirdiğini insan ayırmasın.

Ferisiler İsa’ya, “Öyleyse” dediler, “Musa neden erkeğin boşanma belgesi verip karısını boşayabileceğini söyledi?”

İsa onlara, “İnatçı olduğunuz için Musa karılarınızı boşamanıza izin verdi” dedi. “Başlangıçta bu böyle değildi. Ben size şunu söyleyeyim, karısını fuhuştan başka bir nedenle boşayıp başkasıyla evlenen, zina etmiş olur. Boşanan kadınla evlenen de zina etmiş olur.”

Öğrenciler İsa’ya, “Eğer erkekle karısı arasındaki ilişki buysa, hiç evlenmemek daha iyi!” dediler.

İsa onlara, “Herkes bu sözü kabul edemez, ancak Tanrı’nın güç verdiği kişiler kabul edebilir” dedi. “Çünkü kimisi doğuştan hadımdır, kimisi insanlar tarafından hadım edilir, kimisi de Göklerin Egemenliği uğruna kendini hadım sayar. Bunu kabul edebilen etsin!” (Matta 19:3-11, Markos 10: 1-11)

Hristyanlarca kutsal metin olarak kabul edilen Pavlus’un mektupları’ndan Korintlilere 1.Mektup’un 7. Babında Evlilik konusu işlenir. Fuhuştan uzak durmayı ve karı-kocanın uyumunu uzun uzun tavsiye ederek şunları söyler;

“…Erkek karısına, kadın da kocasına hakkını versin. Kadının bedeni kendisine değil kocasına aittir. Kocanın da bedeni kendisine değil karısına aittir. Geçici bir süre için anlaşıp kendinizi duaya vermekten başka bir nedenle birbirinizi mahrum etmeyin. Sonra yine birleşin ki, kendinizi denetleyemediğiniz için Şeytan sizi ayartmasın. Bunu bir buyruk olarak değil bir uzlaşma yolu olarak söylüyorum. Herkesin benim gibi olmasını dilerdim. Ama herkesin tanrıdan aldığı ruhsal bir armağanı vardır. Kiminin şöyle, kiminin böyle.

Yine de evli olmayanlarla dul kadınlara şöyle söyleyeyim; Benim gibi kalsalar kendileri için iyi olur. Ama kendilerini denetleyemiyorsa evlensinler. Çünkü için için yanmaktansa evlenmek daha iyidir.

Evlilereyse şunu söylüyorum; daha doğrusu Rab buyuruyor: Kadın kocasından ayrılmasın, ayrılırsa evlenmesin. Ya da kocasıyla barışsın; erkek de karısını boşamasın.”

Aynı mektubun ‘Evli Olmayanlar’ bölümünde tavsiye ve görüşlerini ifade etmeye devam eder Pavlus;

“Kızlara gelince Rab’den onlarla ilgili bir buyruk almış değilim, ama düşündüklerimi söylüyorum. Öyle sanıyorum ki şimdiki sıkıntılar nedeniyle insanın olduğu gibi kalması iyidir. Karın varsa

boşanmayı isteme, karın yoksa kendine eş arama. Ama evlenirsen günah işlemiş olmazsın. Bir kız da evlenirse günah işlemiş olmaz. Ne var ki, evlenenler bu yaşamda sıkıntılarla karşılaşacak. Ben sizi bu sıkıntılardan esirgemek istiyorum… Evli olan rabbini bırakıp eşinin kaygısını daha çok çeker. Bunu sizin iyiliğiniz için söylüyorum, özgürlüğünüzü kısıtlamak için değil.”

Nişanlı erkek ve kızlara da şu tavsiyeyi yapar Pavlus; “Bir kimse nişanlı olduğu kıza yakışıksız davrandığını düşünüyorsa, aşırı tutkuları varsa ve evlenmesi gerekiyorsa istediğini yapsın, günah işlemiş olmaz, evlensinler. Ama zorunluluk altında bulunmayan, yüreği kararlı, istediğini yapabilecek durumdaki kişi nişanlısıyla evlenmemeye yüreğinde karar kılmışsa iyi eder. Kısacası nişanlısıyla evlenen iyi eder, evlenmeyen ise daha iyi eder.”

Pavlus’un ‘Koloselilere Mektup’u ile ‘Efeslilere Mektup’unun yanısıra Petrus’un ‘Birinci Mektubu’nun Karı Koca İlişkileri bölümlerinde de şu öğütleri görüyoruz; “Ey kadınlar, Rab’e ait olanlara yakışır şekilde kocalarınıza bağlı olun. Ey kocalar, karınızı sevin, onlara sert davranmayın…’

Yukarıda alıntıladığım mesajların kurumsallaşan ‘Ruhban Sınıfı’nın oluşmasında ne kadar etkisi olduğunu okuyucularımın izanına sunuyorum. Çoğunlukla sembolik ve mecazi bir dil ile ağırlıklı olarak ahlaki tavsiyelerde bulunan Hz. İsa’nın söylemlerini daraltmak anlam sapmalarına yol açabilmektedir.

Kendisini bir anlamda Hz. Musa Şeriatına karşıymış gibi göstermeye çalışan bir Ferisi’ye (katı kuralcı Yahudi mezhebi) Hz. İsa’nın verdiği cevaptan ruhbanlık müessesesini çıkarmanın ne kadar tutarlı ve makul olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.

İbranilere Mektup, ‘Son Öğütler’ babındaki şu tavsiyenin esas alınması Ruhbanlık ile ilgili hükmü doğru anlamak için çok değerli ve anlamlıdır; ‘Herkes evliliğe saygı göstersin. Evlilik yatağı günahla lekelenmesin. Çünkü tanrı fuhuş yapanları ve zina edenleri yargılayacak.’

Ayrıca Antakya Kilisesinin kurucularından olup, kutsal metin yazarlarından olan Aziz Petrus’un da evli olduğu tarihi bir vakıadır.

Bagok’ta bir bahar gezintisi vesilesiyle Turabdin bölgesi ve Süryanileri bir parça anlatmaya çalıştım. Değerlendirmeden çok tespitlerde bulunmaya çalıştım.

Tamamen İsa merkezli (Kristo-sentrik) bir din anlayışının teolojik tartışmasını ise inşallah ileride yazmayı düşünüyorum. İnciller ile sınırlır ve İnciller çerçevesinde bu bölümleri yazmaya çalıştığım için Kuran’ın veya Tevrat’ın (ahd-i atik) yaklaşımlarını konu dışı bıraktım.

Ayrıca Ruhbanlığın Hristiyanlık öncesi ve sonrasında hangi felsefe ve kültürden etkilendiği ve akabinde İslam dünyasını hangi alanlarda etkilediği hususları da üzerinde durulması gereken konulardır. Dilerim ki bu hususlarda da değerlendirme ve tartışmalara zamanımız kifayet eder.

Yorum Yaz