tatlidede

Kamplaşma ve Kutuplaştırmaya İslami Bakış

Kamplaşma ve Kutuplaştırmaya İslami Bakış
Ülkemdeki dini, mezhebi, meşrebi, etnik, siyasi ve kültürel farklılıkları fark eden bozuk niyetli bir takım çevreler yaptıkları yayın ve etkinliklerle farklılıklarımızı çatışmaya sebep kılmaya çalışmaktadırlar…
 
Maalesef halkımız da bu oyuna gelmektedir… Sosyal medyada yayılan bir haber milleti birbirine düşürebilmekte hatta kamplaşmalara, kutuplaşmalara neden olabilmektedir…
 
İçimize fitne tohumu ekmeye çalışan ele başlar ekran başında keyifle kahvelerini yudumlar, bir adım sonrasını hesaplarken bizler ise üzerimizde oynanan oyunlardan bi haber yaşamakta ve onların istediği gibi hareket etmekteyiz… Ne olacak? Farklı dinlerde, farklı mezheplerde, farklı meşreplerde, farklı ideolojilerde, farklı etniklerde ve kültürlerde olsak kaç yazar?
 
İster dinli ister dinsiz herkes istediği gibi inanma ve başkasının hakkına tecavüz etmemek şartıyla istediği gibi yaşama hakkına sahiptir… Din kimseye inancı ve ameli dayatmaz… Dinin amacı zaten insana inanç ve ameli dayatmak değil, iyiliği yaşatmak kötülüğü bitirmektir… Onun için inananların temel görevi “iyiliği tavsiye, kötülükle mücadeledir”…
 
Neden bu hale geldik, birbirimize tahammül edemez olduk, farklılıklarımıza göz yumamaz hale geldik, farklı düşünmeyi suç saymaya başladık, eleştirileri ihanet görmeye başladık? Nereye bu gidiş?
 
Kardeşim! Biz farklı dinlerin, milletlerin, mezhep, meşrep ve ideolojilerin kardeş kardeş yaşadığı bir medeniyet değil miydik? Ne çabuk geçmişimizi unuttuk, farklılıklarımıza tahammül edemez olduk… “Annen baban seni şirk koşmaya zorlasalar bile dediklerini yapma ama onlara iyi davran, iyilikte bulun, bana uyanların yolunu izle, kıyamet günü yaptıklarınızı ben size haber edeceğim/hesabınızı ben keseceğim” (Lokman, 15) diyen rabbimiz değil midir? Ayet aslında bizlere şunu demiyor mu? “Siz inançlarınızdan dolayı çatışmayın, insanlık paydasında birleşin, birliğinizi koruyun, tefrikaya meydan vermeyin, farklılıklarınıza rağmen bir arada yaşayabilme becerisini gösterin, farklı inanmak çatışmaya neden olmasın, hesap kesmeye kalkmayın, yanlış inanmanın faturasını siz değil Allah keser” demiyor mu?
 
İnsanlar bizim gibi inanmıyor, yaşamıyor diye onlarla çatışacak mıyız? Elbette ki hayır… Eskiden (haşa) Allah’a küfreden, oruç tutmayan insanları birileri dindarlıklarının gereği olarak (!) öldüresiye döverlerdi… Hâlbuki Allah, bu insanlara günahkâr olmalarına rağmen yaşam imkânı vermekte, bu fiillerine ceza belirlememekte ve tövbe imkânı tanımaktadır… Onları bu günahlarından dolayı öldüresiye döven zevatlar tövbe hakkını gasp ettiklerinin ve Allah’ın kendilerine yüklemediği kolluk görevini icat ettiklerinin farkında değiller?
 
Maalesef günümüzde, ülkemde kimi sol kimi sağ zihniyetli insanlar, kimi dinli kimi dinsizler neredeyse birbirlerine hayat hakkı tanımayacaklar… Ne oluyor size ya? Ne bu kargaşa, karmaşa? Durun bi, durulun bi… Asıl despotizmi birbirinize tahammül etmeyerek sizler yapıyorsunuz…
 
Birileri birilerini kutsal edinmişse biz bunun yanlışlığını saldırarak değil konuşarak anlatmalıyız… “Onların ilahlarına sövmeyin ki onlar da sizin ilahınıza sövmesin” (En’am, 108) ayeti “sövmeden konuşmayı, inançlara sövmemeyi, inancımıza sövdürmemeyi” anlatmıyor mu?
 
Adam kendi mezhep ve meşrebinden değil, farklı dini görüşlere sahip diye neredeyse öldürecekler, farklı düşünmesine, aykırı görüşler beyan etmesine izin vermeyecekler… Hayırdır ya siz dinin bekçisi misiniz, dinin zabıtası mısınız, kolluk gücü müsünüz? “Sen onların bekçisi değilsin (hidayet elçisisin)” (En’am, 107) ayeti “kimse bu dinin kolluk gücü olmaya kalkmasın, kimse din zabıtalığına bürünmesin, dine bekçi kesilmesin” gerçeğini ifade etmiyor mu?
 
Müminlerin vasfı olarak gelen “her sözü dinlerler en güzeline uyarlar” (Zümer, 18) ayeti insanların hoşumuza gitmeyen fikirleri yazıp, çizebileceklerini, dillendirebileceklerini, bizlerin de her sözü, düşünceyi okuyup öğrenebileceğimizi, farklı görüşlere tahammül göstermemiz gerektiğini ama en güzeline uymamız, en doğrunun peşine takılmamız gerektiğini anlatmıyor mu? O halde fikirlere fikirle karşılık verme becerisini gösterebilmeliyiz değil mi?
 
Bizleri “tanışmak ve kaynaşmak için farklı renk ve ırklarda yaratan rabbimiz” (Hucurat, 13) etnik farklılıklarımızın çatışma vesilesi kılınmasından, ayrılıkçı etnik milliyetçi söylemlerden, buna dayalı bölünmelerden hiç hoşnut olur mu? Hz. Salih’e karşı çıkan kavmi için “Salih’in kardeşleri” (A’raf, 73) ifadesini kullanan rabbimiz, insan olarak inanç çatışmasına girmeden kardeş kardeş yaşamamız gerektiğini anlatmıyor mu?
 
Kur’an okumalarımın hiçbirinde Peygamberlerin geldikleri toplumlarda çatışma başlattıklarına şahitlik etmedim… Aksine elçiler söz söylediler, vahye elçilik ettiler karşı güruh ise söze güçle karşılık verdiler, sözü güçle bastırmaya çalıştılar, çatışma ortamı yarattılar, kendilerinden olmayanı ötelediler… Peygamberler ise doğru düşünmekten, adil yaşamaktan ve birlik-beraberlikten yana oldular…
 
Hz. Nuh 950 sene inanmayan bir kadınla aynı evi aynı yatağı, inanmayan bir oğlanla aynı sofrayı paylaşmadı mı? Hz. Musa çocuk katili, zalimler zalimi Firavun’a bile belki yumuşar ve doğruya gelir diye “yumuşak söz ve üslupla” (Ta-ha, 44) gitmedi mi?
 
Hz. Musa Tur’daki buluşmasından sonra kavmine döndüğünde kavminin buzağıya taptığını gördüğünde Hz. Harun’a neden bu olumsuzluğa ses çıkarmadığını söylediğinde “kavmin içinde ayrılık çıkardın demenden korktum” (T-ha, 94) şeklinde karşılık vermedi mi? Yani kavim bölünmesin, parçalanmasın diye buzağıyı ilah edinmelerine ses çıkarmayan Allah’ın peygamberi Hz. Harun değil mi?
 
Ya kıtlığın pençesinde can çekişecek Mısır toplumunu kurtarmak için kâfir bir kralın yönetimi altındaki Mısır’da hazine bakanı olan Hz. Yusuf değil mi? (Yusuf, 55) Farklı din mensupları ile Medine’de anlaşan ve onlarla bir arada yaşayan, ortak söylemlerde buluşan Hz. Peygamber değil mi?
 
“Ehli Kitapla ortak noktalarda, söylemlerde buluşun” (Al-i İmran, 64) diyen Kur’an sizce farklı mezhep ve cemaatlere bölünen biz Müslümanlara da “ortak noktaları öne çıkarın, farklılıklarınızı geri planda tutun” demek istemiyor mu? Tüm bu örnekler bizlere, “farklılıklar firaka, ayrılıklara, çatışmalara neden olmasın” mesajını vermiyor mu, karanlık yollarımızı aydınlatmıyor mu?
 
Allah aşkına ne bu gerilim ve çatışma dili? Siyaset arenasındaki gerilimli söylemler, sağ ve sol çevrelerdeki kin ve intikam dolu söz ve eylemler, Müslüman cemaat ve gruplar arasındaki sert sürtüşmeler artık bitmeyecek mi? Bu tahammülsüzlük ve gerilim devam ederse sadece ayrılıklarımız derinleşir, çatışmalarımız artar, bölünmemiz hızlanır, düşmanlarımızın eli güçlenir… Bu topraklar üstünde yaşayan insanların hepsinin din, vatan, bayrak, tarih, kültür gibi ortak paydaları var… Ortak yanlarımızı öne çıkarmalı, çatışma kültürünü bırakmalıyız…
 
Unutmayın! Dinimiz inancımız için çatışmayı değil çalışmayı, kavga etmeyi değil kavgaları bitirmeyi hedeflemektedir… Dinin amacı inanan inanmayan herkese insanca yaşam ortamı sağlamaktır… İslam cihadının amacı dini zorla kabul ettirmek değil insanlığa yapılan zulümleri sonlandırmak ve insanlara özgür bir inanç ve yaşam alanı sunmaktır…
 
Unutmayın! İnanan dinde, inanmayan insanlıkta kardeşimizdir… “Sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kafirlere iyilikte bulunabilirsiniz…” (Mümtehine, 8 ) ayeti kötü eylemlere girişmedikleri sürece farklı inançlardaki insanlara iyilik yapılabileceğini gösterir… “Sen sevdiğini doğru yola getiremezsin” (Kasas, 56) ayeti farklı inançlarda olan kişilerin sevilebileceğini, farklı inanmanın nefret vesilesi olmadığını anlatır…
 
Unutmayın! Bu din mümin-kâfir herkesin hak ve hukukunun, yaşama hakkının, insanca yaşama hakkının teminatıdır… Bu din adam öldürme dini değil insanlığa hayat verme dinidir… Bu din hiçbir aile, toplum ve devleti farklı inançlarından dolayı bölmez, parçalamaz, aksine bir arada yaşayabilmeyi, birlik ve beraberliği öğütler… Bu din inanmadığı için kimseyi ölüme mahkûm etmez aksine hayat hakkını muhafaza eder, onu hayat veren ilkelere çağırır…

Editör: Aydın

Yorum Yaz