Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler - Muazzez İlmiye Çığ Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler kimin eseri? Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler kitabının yazarı kimdir? Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler konusu ve anafikri nedir? Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler kitabı ne anlatıyor? Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler kitabının yazarı Muazzez İlmiye Çığ kimdir? İşte Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Muazzez İlmiye Çığ
Yayın Evi: kaynak yayınları
İSBN: 9789753435420
Sayfa Sayısı: 168
Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Ünlü Sümeroloğumuz Muazzez İlmeyi Çığ, şimdi de Orta Asya kökenli Tufan efsanesinin izini sürüyor. Tufan konusu, şimdiye kadar birçok kez ve birkaç açıdan işlenmiş olmasına rağmen, Çığ konuya, bugüne kadar hiç işlenmemiş bir açıdan yaklaşıyor.
Türklerin Anadolu'ya binlerce yıl önce geldiği tezinden hareket eden yazar, Türklerin Tufan efsanesiyle, Sümerlilerin Tufan destanı arasındaki bağlantıları araştırıyor. Bunun için Çığ, Asya ve Orta Asya tarihinin derinliklerine dalıyor ve Türkmenlerin, Altay Türklerinin, Kazakların, Azerilerin, Farslıların ve Hintlilerin Tufan efsanelerini Sümer'deki efsaneyle karşılaştırarak inceliyor. Ayrıca yazar, hem Mezopotamya kaynaklı olan hem de Tevrat ve Kur'an'daki Tufan efsanelerini Sümerlilerinkiyle karşılaştırıyor. Yazar kitabında Tufan felaketinin hangi coğrafyada olduğu sorununu da tartışıyor ve kendi tezlerini açıklıyor.
Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler Alıntıları - Sözleri
- Bu memleket dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatin rüzgarlarıyla sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. yazar/mustafa-kemal-ataturk
- Sümerliler, DÖ 4000 yıllarında Mezopotamya’nın güneyinde Dicle ve Fırat nehirlerinin Basra Körfezine yaklaştığı ve denize döküldüğü yerlere gelip yerleşen ve orada güçlü uygarlık kuran bir halk.
- “Tufan Efsanesinin kaynağının Orta Asya olabileceği gelmemişti. İlk kez James Churchward’ın Chidern of Mu adlı kitabında, Babilliler tarafından yazılan bu tufan olayı 12 bin yıl önce Doğu Asya’dan başlayarak kuzeybatıya doğru uzan büyük su taşkınlarından kalan anılar olduğu ve bu tufan sonucu Orta Asya’da bir çok şehir ve kasabanın en az 15 metre derinliğe gömüldüğünü yazmışsa da, nedense bu, kimsenin ilgisini çekmemişti.
- “Biz daima hakikati arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cür’et gösteren adamlar olmalıyız.” Mustafa Kemal Atatürk
- Atatürk’ün, büyük bir öngörüsü ile Türklerin Anadolu’ya binlerce yıl önce geldiği tezini kanıtlamaya çalışan kitabımı, Yüce Önderimiz’e küçük bir armağan olarak sunuyorum…
- Konuşmacının anlattığına göre, bu öykü Sumer kahramanı Bilgameş/ Gilgameş’in serüvenlerini anlatan ve 12 tabletten oluşan destanın on birinci tableti içinde yazılmıştı. Bu olay ölümsüzlüğü arayan Bilgameş/ Gilgameş’e, Tufan’dan kurtulup tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmıştı.
- Sumer'de tanrı anlamına gelen "dingir", Türk lehçelerinde "tingir, tengir, tengri, tenri" ve bugünkü Türkçe'ye "tanrı" olarak ulaşmıştır. Sumer'de şehir adı olan Uruk kelimesi, Türkmencede soy anlamına geliyormuş. Sumercede "kur", "dağ" demek; aynı zamanda "yeraltı" ("kurgan": Türkçede "mezar"). Kır da bu kökten geliyor.
- Divanü Lugat-it Türk'ün I. Cildinin 350. Sayfasında, Türk Nuh'un oğlunun adıdır. Bu tanrının Türk'ün oğullarına verdiği addır. Türk adını ulu Tanrı vermiştir, deniyor. İslam kaynaklarında Türklerin Nuh'a bağlanması çok ilginç. Aynı yerde, devam ederek peygamber'in bir hadisinden söz ediliyor: "yüce Tanrı benim bir ordum vardır, ona Türk adını verdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulusun üstüne musallat ederim." İşte bu Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü Tanrı onlara ad vermeyi kendi üstüne almıştır. Görüldüğü gibi peygambere göre Türklere "Türk" adını tanrı vermiş.
- Sumer'de 7 sayısı önemli. 7 dağ aşmak, 7 kapı geçmek, 7 kat gök, 7 tanrısal ışık, 7 ağaç gibi. Türklerde 7 iklim, 7 yıl, 7 gün, 7 gök kasırgası gibi deyimler var.
- Azerbaycan'da bir anlatıya göre, Tufan'da suların yükselmesiyle Nahcivan Aras vadisi tamamen su altında kalmış. Uzun süre oralarda yaşam, Karabağlar ve Gemikaya yöresinde sürmüş. O yüzden Türkler, Azerbaycan'da Nahcivan şehrine "Nuh'un yurdu" anlamına gelen "Nuhcivan" demişler.
- "Biz daima hakikati arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cür'et gösteren adamlar olmalıyız." Mustafa Kemal Atatürk
- Yüzlerce yıldan beri tanrının yazdırdığına ve bütün dünyayı kapladığına inanılan bir "Tufan" gerçekten olmuş muydu? Bu öyküyü ilk olarak Sumerlilerin yazdığı ve oradan Tevrat'a geçtiği bulunan metinlerle ortaya çıkmıştı; ama bu "Tufan" nerede ve ne zaman olmuştu?
- Sumerliler, DÖ 4000 yıllarında Mezopotamya'nın güneyinde Dicle ve Fırat nehirlerinin Basra Körfezi'ne yaklaştığı ve denize döküldüğü yerlere gelip yerleşen ve orada güçlü uygarlık kuran bir halk. Bu halkın adı Sumer değil. Onlar kendilerine "kiengi", "kengir", "kenger" diyorlardı. Sumer ise onların oturdukları bölgeye Akadlar tarafından verilen bir ad. Rahmetli Prof. Vecihe Hatipoğlu bu söz için, Asya'nın kuzeyinden güneyine inen Subarlar, Subartular, Subariler ile aynı köken gelen "su adamları" veya "sudan gelenler" anlamına gelen Subar'dan b/m değişmesi ile "Sumer" olmuş diyordu.
- Tufan olayını ilk olarak Sumerliler yazmış ve kendi başlarından geçmiş gibi anlatmışlar. Belki de kendilerinden evvel gelenlerden duymuşlardı bunu.
- İnsanlar çoğalıyor, çoğalınca kötülük artıyor ve yeryüzünde tanrı insanları var ettiğine pişman oluyor.
Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler İncelemesi - Şahsi Yorumlar
BENİM MİNİK DEV KADIN'IM: Kitabımız Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözü ile başlıyor: "Biz daima hakikati arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza kani oldukça ifadeye cür'et gösteren adamlar olmalıyız." Hakikat dediğimiz ancak bilim ile, araştırma ile, düşünceler üreterek ilerleme yolu ile elde edilir. Muazzez İlmiye Çığ da tıpkı Ata'mızın açtığı bu yolda ilerleyen, ülkemizin en kıymetli bilim insanlarından biridir. Hem Sumeroloji alanındaki çalışmaları hem de bu çalışmaları kaleme alarak halka ulaştırması bakımından Türkiye'nin en önemli sumeroloğudur. Muazzez hocanın Sumer tarihine sağladığı katkıların yanı sıra üzerinde fazlaca durduğu bir konu vardır ki o da Türkler ile Sumerlerin bağlantılı olma ihtimalleridir. Bu konuda yazmış olduğu kitap/sumerliler-turklerin-bir-koludur--16340 adlı kitabında Türkler ile Sumerlerin kültür ve uygarlık alanındaki benzerlikleri ile dil yapılarındaki benzerlikler ve hatta aynılıklar üzerine fazlaca araştırma sunmuştur. Bu kitapta da yine aynı şekilde Tufan efsanesinin hem Sumerlerde hem de Türklerdeki versiyonlarını aktarmıştır. Kitap daha önce bu alanda hiç okuma yapmayanlar için ilk başta Sumerliler'e ait çok kısa bilgi verdikten sonra tufan öykülerine geçiyor. İlk olarak Tevrat'ta bu öykünün geçtiği bölüm verilmiştir. Tufan öyküsü burada oldukça detaylı bir şekilde hikâyelenmiş. İnsanların zorbalıklarına dayanamayıp onları yarattığına pişman olan yüreği acı dolu Tanrı onları yok etmeye karar verir. Bu kararını çok sevdiği Nuh'a bildirir. Bir gemi yapmasını tarif eder ve içine hayvan türleri ile ailesini almasını öğütler. Ardından 40 gün 40 gece süren tufanı meydana getirir. Tufan sonrası kurtulan Nuh Tanrıya kurban keser ve Tanrı bir daha tufan yapmayacağına dair bulutu ve yayı (gökkuşağı) üzerine yemin eder. Fakat hikaye kendi içinde zamansal öğeler bakımından tutarsızlıklar içermektedir. Bu da bana göre Tevrat'ta zaman içerisindeki değişimlere örnek olabilir. Sonrasında Kur'an'da geçen birkaç tufan ve Nuh ayetleri verilmiştir. Ayetler bilindiği gibi farklı surelerde dağınık halde yer almaktadır. Yalnız burada dikkat çeken nokta hikayenin bütünü ile alakalı değil, daha çok toplumun sapkınlığı ve Nuh'un da bu durumda çaresiz kalışı ile Tanrı'nın müdahalesinin gelmesi ile alakalıdır. Kur'an'da Allah'ın yapacağı tufanı Nuh'a bildirmesi, gemi yaparak tüm hayvanlardan birer çifti ve kendisine inananları gemiye alması, şiddetli bir tufan ile tüm insanların boğulması anlatılmıştır. Tufan olayı Tevrat'taki kadar detaylı şekilde Kuran'da yer almamaktadır. Kur'an daha ziyade, sonraki toplumların geçmişteki bu olaydan ibret alarak toplumsal ilişkilerini, inançlarını, davranışlarını buna göre düzenlemesini öğütleme yoluna gitmektedir. Daha sonra Mezopotamya'daki tufan öykülerine sıra geliyor. İlk olarak Yeni Babil'de yazılan destandan bahsedelim. Herkesçe bilinen Gilgameş destanının bir bölümünde bu Tufan ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Ölümsüzlüğü arayan Gilgameş bunun yolunu öğrenmek için yeryüzündeki tek ölümsüz olan Utnapiştim'i bulmak için çeşitli serüvenler yaşar. Onu bulduktan sonra ise bunun insanları bir tufanda yok eden tanrılar tarafından yalnızca Utnapiştim'e (anlamı, yaşamı buldu) verildiğini öğrenir. Destana göre tanrılar insanları tufanda yok etmek için mecliste karar alır fakat neden yok etmek istediklerine dair bir bilgi yoktur. Tanrı Ea bu durumu Utnapiştim'e rüya aracılığı ile aktarır. Ona kendini kurtarması için yapması gereken geminin nasıl ve hangi ölçülerde olacağını ve o gemiye bütün canlılardan alması gerektiğini öğütler. Tabletlerde geminin yapımı ve bu esnada işçilere ne tür imkanlar sunulduğu detaylıca anlatılmıştır. Tufan sonrası Utnapiştim ve karısına Tanrı Enlil tarafından ölümsüzlük verilir. Bu hikaye ile Tevrat'taki Tufan hikayesi arasında iki benzer kısım dikkatimi çekti. Birincisi tufan sona erdikten sonra karaya çıkma kararı vermek için üç defa farklı türlerde kuşun doğaya salınarak geri dönüp dönmediğinin kontrol edilmesi, ikincisi ise tanrının/tanrıların bu tufandan daha sonra pişman olarak bir daha tufan yapmama kararı alması. Bu tarz bir bilgi Kur'an'da yer almıyor. İslamdaki Tanrı diğer dinlerdeki tanrılar gibi pişmanlık, üzüntü, kararsızlık, kıskançlık gibi duygulara sahip degildir, haliyle de İslam'a göre bu olaydan Allah'ın pişman olması şöyle dursun; tam tersi, toplumların bu olaylardan ders alması ve kendi sapkın hareketlerinden pişmanlık duyması gerekmektedir. Bir diğer önemli husus ise ölümsüzlük olayıdır. Tevrat'ta tufan sonrası Nuh'un ölümsüzlüğünden bahsedilmezken Kur'an'da kendisine 950 yıl daha ömür verildiği yazar. Utnapiştim'in sahip olduğu ölümsüzlük anlayışı ile bu denli uzun bir yaşam yakın anlamlı sayılabilir. Bir de Eski Babil'deki Tufan efsanesine bakalım. Buna göre insanların çoğalmasından ve yaptıkları gürültüden rahatsız olan tanrılar onlara belirli zamanlarda salgın hastalıklar, kuraklıklar, açlıklar vs göndererek onları öldürüyor ve azalmalarını sağlıyor. Fakat insanlar çoğalmaya ve gürültüye devam ediyor. En sonunda tanrılar tufan yaratarak buna bir son vermeye karar veriyor. Burada yine tanrı Enki bu kez ismi Atrahasis olan kişiye tufanı bildiriyor ve yapacağı gemiyi tarif ediyor. Geminin yapımı ve halkın çalışmaları destanda anlatılıyor. Diğer destanlarda olduğu gibi tufanın büyüklüğü tanrıları yine korkutup pişman ediyor ve sunulan kurbanlar sonucunda tanrılar sakinleşiyor. Bu destanda, tabletler çok kırıklı olduğu için tufandan nasıl kurtuldukları, karaya nasıl çıktıkları ve Atrahasis'in ölümsüzlük alıp almadığı okunamıyor. Bu üç destanda benzer nokta ise şudur: Tevrat'ta pişman olan tanrı bir daha böyle bir tufan yaratmayacağına dair yay ve bulut yani gökkuşağı üzerine yemin ediyor. Yeni Babil efsanesinde Doğum Tanrıçası Beletili, Eski babil efsanesinde yine doğum tanrıçası Nintu boyunlarındaki Lapis Lazuli (lacivert taş) üzerine yemin ederek pişmanlıklarını ve üzüntülerini belirtiyor. Bu efsanelerdeki tanrılar görüldüğü gibi öfkesine kapılıp afetler yaratabiliyor fakat sonrasında bundan pişmanlık ve üzüntü duyabiliyor. Bu bağlamda buralardaki tanrılar tıpkı insanlar gibi duygusal yapıya sahipler. Şimdi gelelim Sumerlere. Maalesef ki Sumerlerdeki tufan efsanesi ile ilgili tabletler çok kırıklı olduğu için detaylı bilgi elde edilemiyor fakat okunduğu kadarıyla burada da tanrıların bir tufan yaratacağını farklı fikirdeki bir tanrı Kral Ziusudra'ya bildiriyor (anlamı, yaşam günleri uzun olan) Oluşan tufanın büyüklüğü, 7 gün 7 gece sürüyor, sonrasında yine tanrılara kurbanların sunulduğu ve nihayetinde kral Ziusudra'ya tanrılar gibi ölümsüz bir yaşam verildiği anlatılıyor. Yazılı kaynaklara sahip en eski uygarlık Sumerler olduğuna göre tufan efsanesinin, her ne kadar detaylı anlatımına sahip olunmasa da, bu uygarlıktan doğduğu düşünülebilir. Tabletler çözülene kadar tufan olayının sadece semavi dinlerde anlatıldığı sanılmaktaydı. Fakat bilim yol açtıkça, daha eski tarihler aydınlandıkça gerçekler farklı yönde şekillenmeye başladı. Bunun en güzel örneklerinden biri de işte bu Tufan efsanesidir. Tüm bunların dışında benzer hikaye Batı'da Yunan efsanelerinde de vardır. Buna göre günahkar insanlara kızan Zeus bir tufanla onları yok etmeye karar verir. Tanrı Prometheus oğlu Deukalion'a bu kararı bildirir ve ona kurtulması için bir tekne yapmasını önerir. Zeus ile Poseidon tufanı birlikte yaparlar. Deukalion ile karısı kurtulur ve sonra Zeus'tan yeni insanlar yaratmasını isterler. Zeus kabul eder ve insanlar tekrar çoğalır. Görüldüğü gibi efsanelerin varlığı sadece doğu ile sınırlı değildir. Gelelim birtakım bilimsel görüşlere. Bazı bilim insanları son buzul çağında eriyen buzulların Ege ve Marmara denizlerinin sularını yükselterek Karadenize taşmasını; bir kısmı ise Dicle ve Fırat nehirlerinin sularının taşması ile oluşan afeti tufan olarak nitelendiriyor. Bunun dışında bir de Türkler ile Sumerlerin bağlantılı olduğunu düşündüren olaylar vardır. Bu görüşe göre, Türkistan'da 20 bin yıl önce Türkler yaşıyordu. Ve bu bölge irili ufaklı göllerle kaplıydı. 12 bin yıllarında buzulların erimesi ile oluşan su taşkınları Aral ve Hazar Denizlerinden Karadeniz'e ve Anadolu'ya kadar yayıldı ve bu bölge insanlarından kurtulanlar da göç etti. Mağara resimleri ve arkeolojik buluntular bunları kanıtlar niteliktedir. Bu göç edenlerin Sumerler olduğu tufan efsanesine bakılarak yorumlanmaktadır. Zira bu tarz afetler böyle efsaneleri üretmek için oldukça elverişli görünüyor. Şimdi bir de Türk efsanelerindeki benzerliklere bakalım. Muazzez hocanın üzerinde en çok durulmasını istediği konu budur. Çünkü o da Atatürk gibi, Sumerler ve Türklerin aynı koldan geldiğine inanmaktadır. Türkmenlerde tufan olacağı bilgisi bir keçi tarafından insanlara bildiriliyor. Kuvvetli doğal afetler peş peşe geliyor, 7 gün 7 gece sürüyor, 7 kardeş gemi yapıp hayvanlardan birer çift alıyor, tufanın bitip bitmediği de doğaya kuş türlerinden üçer defa salınarak anlaşılıyor. Altaylarda ise, tanrı iyi kalpli Nama adındaki bir erkeğe tufanı haber veriyor. Nama üç oğluna bir sandık yapmasını söylüyor ve ölçülerini belirtiyor. Ardından tufan şiddetle kopuyor. 7 gün 7 gece sürüyor. Sandığa çeşitli hayvanlar alınıyor. Tufanın bitip bitmediği de doğaya dört defa farklı türde kuşlar salınarak anlaşılıyor. Sonrasında insanlar çoğalıyor ve Nama da oğlunu alarak göğe çıkıyor ve yıldız kümesine dönüşüyor. Yani o da ölümsüz oluyor. Kazaklarda ise insanların işledikleri günahlar yüzünden bölgeyi su basıyor. Nuh bir gemi yaparak halktan bazı insanları ve hayvanlardan birer çifti alarak kurtuluyor ve tufan 7 gün 7 gece sürüyor, en nihayetinde de Cudi Dağı'na oturuyor. Bunlara göre, tüm efsanelerdeki ortak noktalar; tanrının/tanrıların insanlara kızması ve cezalandırma kararı, bu kararın içlerinden değerli bir kişiye bildirilmesi, yeri göğü kaplayan sular, fırtına, tufan, kurtuluşun bir gemi ile gerçekleşmesi, karı kocanın kurtulması ve uzun yıllar yaşama ya da ölümsüzlük hakkı kazanması şeklindedir. Benim görüşüme göre bu kadar fazla benzerlik uygarlıklar arası kültürel etkileşimi, destanların toplumlar için fazlasıyla ilgi çekici ya da korkutucu olmasını, bu korkutuculuk sayesinde de ders çıkarma eğilimini ortaya koyuyor. Efsaneler ile ilgili anlatımlar burada bitiyor. Karşılaştırma yapılabilmesi adına destanlardan uzunca bahsetmek istedim. Çünkü bu konuda pek çoğumuz bilgi sahibi değiliz. Bu sayede bu konularda ilgi uyandırmak isteyen Muazzez hocaya bir nebze katkı sağlamayı amaçladım. Kitabın devamında ise, yine Türk-Sumer bağlarını ispatlamak adına farklı bilgiler sunulmuştur. Sonraki bölümlerde Sumerlilerdeki yer adları ile Orta Asya ve Anadolu'daki yer adları arasındaki benzerlikler verilmiştir. Türkistan, Mezopotamya ve Anadolu'da aynı ve benzer adlar vardır. Çeşitli bilim insanlarının yaptığı araştırmalardan örnekler vererek Türk dili ile Sumer dili arasında benzerlikler olduğu belirtilmiş ve yine kelimelerden örnekler sunulmuştur. Dede Korkut Destanları ile Gilgameş Destanı arasındaki pek çok benzerlik de yine örneklerle anlatılmıştır. Son olarak Sumer ve Türk efsanelerindeki diğer benzerliklere yer verilmiştir. Örneğin yeryüzünün ve insanın yaratılışı, yeraltı ve cennet ırmakları, güçlü kuş ve kartal motifleri, büyük hayat ağacı motifi, yılan motifi, kutsal 7 rakamı, kağanların ve kralların gücünün Tanrı tarafından verildiği inancı, dağların kutsal sayılması, Tanrıça İnanna'nın evlilik olayları ile Tanrıça Acun'unki arasındaki benzerlikler, İnanna ve kocası Dumuzi'nin bahar ayında yeryüzünde birleşerek bolluk bereketi getirmesi ile Hıdırellez bayramı ya da Oğuz Han Günü arasındaki benzer motifler gibi. Fakat benim en çok ilgimi çeken benzerlik; Türklerin de Sumerlerin de zaman kavramını, Tufandan Önce ve Tufandan Sonra diye ikiye ayırmış olmalarıdır. Tüm bunların ışığında ve kendimizce yapacağımız geniş çaplı araştırmalar ile Ata'mızın istediği gibi hakikatlere ulaşabilir, öncelikle yaşadığımız toplumun sonrasında ise etkileşimde bulunduğumuz diger toplumların gelişimine fayda sağlayabiliriz. Uygarlıklar doğar, gelişir ve yok olur. Fakat gelişim dur durak bilmeden yoluna devam eder diyerek incelemeyi sonlandırıyorum. Ve her ne kadar beni duymasa da Muazzez Hoca'ya çok ama çok teşekkür ediyorum. Sonsuz olsun benim Minik Dev Kadın'ım... (Ecem)
Ünlü Sumerolog Muazzez hanımın kaleminden okuduğum bilimsel araştırmaları ile alakalı ilk eseridir. Kanıtlar ile altını çizdiği tezinin aynı zamanda hemfikir olmayan araştırmacılarının tezlerini de konu eden Muazzez hanım, tezini sorgulamaya ve/veya araştırmaya devam edip geliştirmeye davet ediyor. Bu tutumu ile bazı bilim adamlarından ne denli açık görüşlü ve dogmalardan uzak bakış açısına sahip olduğunu göstermiş oluyor. (Gamze)
Kitap bilimsel verilere dayanarak anlatılmış, bu açıdan gerçekten de güzel. En azından neye, kime dayandırıldığını biliyoruz. Yalnızca çok fazla isimlere yer verildiği için, takip edip hatırlamakta çok zorlandım bazı şeyleri. Onun dışında çok güzeldi. (Giz)
Kitabın Yazarı Muazzez İlmiye Çığ Kimdir?
Muazzez İlmiye Çığ, (20 Haziran 1914, Bursa), Türk sümerolog.
Biyografi
Ailesi köken olarak Kırımlı göçmenlerden olup babası Kırım'dan Amasya, Merzifon'a, annesi ise Kırım'dan Bursa'ya göçmüştür. Ailesi İzmir'de yaşamaktayken, 15 Mayıs 1919 tarihinde meydana gelen İzmir'in işgali ardından daha güvenli bir yer olan Çorum'a yerleşti.
Eğitim ve kariyer
İlkokula Çorum'da başladı. Daha sonra ailece Bursa'ya taşındılar. Bursa'da özel bir okul olan Bizim Mektep'te Fransızca ve keman dersleri aldı. 1926'da sınavla Bursa Kız Muallim Mektebi'ne (Bursa Kız Öğretmen Okulu) girdi. 1931 yılında mezun oldu ve babasının da öğretmenlik yapmakta olduğu Eskişehir'e tayin oldu. Eskişehir'de öğretmenlik mesleğini dört buçuk yıl yaptı.
15 Şubat 1936 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Hititoloji bölümüne kaydoldu. Nazi Almanyası'ndan Türkiye'ye iltica etmiş olan ve Ankara Üniversitesi'nde dersler veren Prof. Dr. Hans Gustav Guterbock'dan Hitit Dili ve Kültürü derslerini, Prof. Dr. Benno Landsberger'den Sümer ve Akad Dilleri ve Mezopotamya Kültürü derslerini aldı. 1940 yılında Ankara Üniversitesinden mezun olduktan sonra İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi Çiviyazılı Belgeler Arşivine uzman olarak atandı. Aynı yıl Kemal Çığ ile evlenmişti. Müzede çalıştığı 31 yıl boyunca meslektaşı Hatice Kızılay ve Dr. F. R. Kraus ile birlikte müzenin deposunda bulunan Sümer, Akad ve Hitit dillerinde yazılmış on binlerce tableti temizleyip, sınıflandırıp numaralandırdı, 74.000 tabletten oluşan çivi yazılı belgeler arşivini oluşturdu, 3.000 tabletin kopyasını yapıp katalog halinde yayımladı.
1957'de Münih'teki Oryantalistler Kongresi'ne katıldı. 1960'da Heidelberg Üniversitesi'nde altı aylık bir çalışma yaptı. 1965'de Roma'da sergilenen Hitit sergisini bu şehirden alarak Londra'ya götürdü. 1972'de emekliye ayrıldı.
Emeklilikten sonra bir süre yurtdışında yaşayan Muazzez İlmiye Çığ, 1988'de Philadelphia'daki Asuroloji kongresine katıldı. Prof. Kramer'in History Begins at Sumer adlı kitabını Türkçeye çevirdi ve kitap 1990'da Tarih Sümerle Başlar adıyla Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlandı. Kitabın çok ilgi görmesi üzerine 1993'te çocuklara yönelik Zaman Tüneliyle Sümerlere Yolculuk da dahil Sümer ve Hitit kültürlerini tanıtan 13 kitap yazdı.
Muazzez İlmiye Çığ Kitapları - Eserleri
- Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni
- Gilgameş
- Sumerli Ludingirra
- İnanna'nın Aşkı
- İbrahim Peygamber
- Uygarlığın Kökeni Sumerliler - 1
- Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği
- Sumerlilerde Tufan Tufan'da Türkler
- Hititler ve Hattuşa
- Atatürk ve Sumerliler
- Uygarlığın Kökeni Sümerliler 2
- Zaman Tüneliyle Sümer'e Yolculuk
- Ortadoğu Uygarlık Mirası -1
- Sumerliler Türklerin Bir Koludur
- Ortadoğu Uygarlık Mirası -2
- Atatürk Düşünüyor
- Uyanın Artık!
- Vatandaşlık Tepkilerim
- Sümer Hayvan Masalları
- Atatürk Düşünüyor
- Çam Bayramı
- Sevgili Çocuklar
- Yandı İçim
Muazzez İlmiye Çığ Alıntıları - Sözleri
- "Babil kulesinin, Mezopotamya'nın ziguratları olduğuna kuşku yok. İbraniler onları yıkılmış halde gördüler. Bu yıkılmış ve harap olmuş kule kalıntılarının, insanların korumasızlığını, güce karşı duyulan isteğin insanlara verdiği üzüntüleri sembolize ettiğini söylüyor." (Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni)
- Ayrıca Türk gençliğini laikliğin dışında yetiştirmeye yeltenecek olanlar, bu devlete, bu ulusa en büyük kötülüğü yapmış olacaklardır. (Atatürk Düşünüyor)
- El ele uyumak iyidir. Kalp kalbe uyumak daha tatlıdır (İnanna'nın Aşkı)
- Alım satım, borçlanma, kira, miras bölüştürme gibi her türlü hukuksal işlerin birer yazılı antlaşma ile yapılması ilk Sümerlilerde başlamıştır. Evlenme boşanmalar da, yasal sayılması için yazılı bir antlaşma ile kanıtlanmalıydı. Taşınmaz mallar ilk olarak bir kadastro yoluyla Sümer'de güvenceye alınmıştır. Vergi dengesizliğini, kırtasiyeciliği, zorbalığı, rüşveti önlemek, kadın ve erkeğin eşit işe eşit ücret almasını sağlamak amacıyla ilk reform yapan yine Sümerliler olmuştur. (Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni)
- "Evrenin yaratılışı hakkındaki bilgiler, çeşitli şiirlerin giriş kısımlarından alınmıştır. Bu yazılara göre ilk önce büyük bir karışıklık gerçekleşiyor ve her tarafı şu kaplıyor. Bu suyun Namma adlı bir tanrıçası vardı. Bu tanrıça bu sudan bir dağ çıkarıyor. Bu dağın üstü gök, altı yerdir. Bu ikisinin birleşmesinden Hava Tanrısı Enlil oluyor. Enlil bu dağı ikiye ayırıyor ve üstünü Gök Tanrısı An, altını da Yer Tanrıçası Ninki ile Enlil alıyorlar. Yer dişi olarak algılanıyor. Böylece yer, gök ve hava yaratılmış oluyor. Enlil adındaki lil hava, soluk ve ruh anlamına gelmektedir. Genişleyen hareket eden bir varlık olan lil bizim atmosferimizle özdeş. İlginç olanı, tanrının yazdırdığına inanılan hiçbir din kitabında, havadan söz edilmemesidir. Güneş, ay, gezegenler ve yıldızların hemen hepsi aynı maddeden oluşmuşlar, fakat ayrıca çeşitli aydınlatma ile donatılmışlar. Gök ve yeri her taraftan kuşatan bir deniz vardı ki, hepsi bunun içinde sanki hareket etmeden duruyorlardı. Gök, kubbe şeklinde tek bir maddeyle örtülmüş olarak algılanmış. Bu maddenin ne olduğu bilinmiyor. Fakat Sumerliler kalaya gök madeni dediklerine göre belki göğü kalaydan oluşmuş gibi düşünmüşlerdir. Göğe büyük yüksek, deniyor. Burada gök ve yeryüzü tanrıları oturuyor. Yer de, yeryüzü ile onun altından oluşuyor ki, buna da büyük aşağı deniyor. Burada da yeraltı tanrıları bulunuyor." (Uygarlığın Kökeni Sumerliler - 1)
- Bütün bu görevlerin üstünde en önemli görev rahibelerin tapınak fahişeliği idi. Bu rahibeler tanrı namına seks yaptıkları için kutsal sayılıyordu. Bu yüzden onların diğer kadınlardan ayrılmaları için başlarını örtmeleri zorunlu idi. Bu baş örtmeyi İÖ 1600 yıllarında bir Asur kralı yaptığı kanunda evli ve dul kadınlara da uygulamaya başlamıştır ki, böylece onları da meşru seks yapan kutsal kadın sınıfına sokmuştur. Bu adet daha sonra Yahudi kadınlarına uygulanmış. Hıristiyanlıkta rahibelerin baş örtmesi şeklinde sürmüş. Müslümanlıkta ise erkekten kaçma haline dönüşmüştür. (Uygarlığın Kökeni Sümerliler 2)
- Bilmem biliyor musunuz, suyu ve sıcağı bol olan bizim ülkede hurma ağacı pek çoktur.En önemli meyvemizdir hurma .Üzüm bağlarımız da var ,fakat üzümü daha çok şarap yapmak için kullanıyorlar . (Zaman Tüneliyle Sümer'e Yolculuk)
- Dumuzi, bir elini İnanna'nın kalbine koyarak "El ele uyumak tatlıdır, kalp kalbe uyumak daha tatlıdır" diyor. (İnanna'nın Aşkı)
- Sumerliler gökyüzünü incelemişler; ayın hareketlerine göre seneyi otuzar günlük 12 aya bölmüşler. Güneş sistemine göre de her yıl artan 10 günleri toplayarak üç yılda bir seneyi 13 ay yapmışlar. (Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni)
- Kral Hammurabi ( biz hâlâ "kanun, kanun" diye uğraşaduralım) meşhur kanununda, kira ile ilgili maddeleri sıralayıvermiş bile. Kiradan sonra bina ile ilgili diğer hususları da ihmal etmemiş. Çamurdan yapıp pişirdiği ve çivi ile yazdırdığı kanun kitabında inşaatçıların hileye sapmalarını önlemek için için de demiş ki: "Eğer bir mimar, bir şahsa bir ev yapar da sağlam olmadığı için yıkılırsa ve bu suretle evin sahibinin ölümüne sebep olursa kendisi de öldürülecek, sahibinin oğlu ölürse mimarın da oğlu öldürülecek, kölesi ölürse yerine başka bir köle verilecek, eğer eşyalara zarar vermişse bütün eşyaları tazmin edecek ve evi sağlam yapmadığı için yıkıldığından tekrar onu yapacak ve ev sahibinden para istemeyecektir. " (Ortadoğu Uygarlık Mirası -2)
- "El ele uyumak tatlıdır,kalp kalbe uyumak daha tatlıdır." (İnanna'nın Aşkı)
- Bizim devletimizin ve halkımızın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Onları bir bir anlatmaya kalksam kitaplar almaz. (Sumerli Ludingirra)
- Zaman zaman Dada'ya "Ben öğrendiklerimi sana anlatıyorum. Acaba seni sıkıyor muyum?" diye sorardı. Arkasından "Atalarımız 'Biliyorsan neden öğretmiyorsun?' demiş, ben de bildiğimi birine anlatmazsam rahat edemiyorum." diye eklerdi. (Zaman Tüneliyle Sümer'e Yolculuk)
- Türkiye'de Atatürk Devrimi'yle birlikte tam üç devrim birden yaptık. 1- Rönesans, 2- Sanayi Devrimi, 3- Fransız Devrimi. (Atatürk ve Sumerliler)
- Benim için sevgi her şeyden üstün. Saygı sevgiyle olursa değeri var. Korkudan gelen saygının hiç önemi yok. (Atatürk Düşünüyor)
- Cinsel gücü sağlamak için, ister kadın, ister erkek olsun, ona siyahlar giydiriyor büyü yapan. Orasına burasına siyah yünler bağlıyor. Sonra onların hepsini çıkartıp nehre atıyor ve "Bunları bu kimsenin üzerinden aldığım gibi, o her ne günahtan bu hale geldiyse, onun günahı da böylece üzerinden alınsın!" diyor. (Hititler ve Hattuşa)
- Tanrı adına insanlari sömürmek. Tarih boyunca ya Tanrılar adına ya da yö- neticiler adına insanlar sömürülmüş, durmuş" dedi. (Hititler ve Hattuşa)
- Sümerlilerin 6000 yıl önce Asya topraklarından gelip yerleştikleri yer, bugünkü Bağdat şehrinin biraz kuzeyinden başlayarak Basra Körfezi'ne kadar uzanan Mezopotamya'nın alt yarısını kaplamaktadır. Burada iklim çok sıcak ve kurak. Toprağı kuru ve verimsiz. Nehirlerin geçtiği dümdüz bir arazi. Ne maden, ne de taş görünüyor etrafta. Bol kamışlık ve sazlıkla kaplı. İşte böyle bir yere gelip yerleşen Sümerliler, bir zaman sonra üstün yetenekleri ve çalışkanlıkları ile kanallar açarak kuru toprağı sulamışlar, bataklıkları kurutmuşlar, orasını her türlü ürünü elde edebilecekleri tarlalar ve bahçelerle donatmışlar. (Uygarlığın Kökeni Sümerliler 2)
- Cumhuriyet sonrası verilen Ekim, Kasım, Aralık, Ocak ay adları dışında diğer ay adları çeşitli kültürlerden gelmedir. Şubat-Akadca, Mart-Latince, Nisan/Nisag - Sumerce, Mayıs-Latince ( Hermes'in annesi Maya'dan geliyor), Haziran-Aramice, Temmuz/ Dumuzi- Sumerce, Ağustos- Latince, Eylül- Akadca. (Ortadoğu Uygarlık Mirası -2)
- Bizim annelerimiz ve babalarımız hep öğretmene saygılı olmamızı, okulu sevmemizi söylerler. Öğretmenler kutsal kimselerdir bizim için. Sizce de öyle değil mi? Bize okumayı yazmayı bütün bilgileri, büyük bir özveri ile öğreten onlar. Ama bazen onların bu değerini unutup arkalarından söylendiğimiz de olmuyor değil. (Zaman Tüneliyle Sümer'e Yolculuk)