tatlidede

Kudüs İzlenimleri (VII)

Kudüs İzlenimleri (VII)

Rabiat-ül Aadeviye validemizin makamından yürüme mesafesinde olan Peygamber efendimizin çok sevdiği  ve Selman-i Farisi’nin makamına vardık. Selman-i Farisi’nin makamı gölüllü görevlisinin hastalığı nedeniyle kapalıydı. Kilitli olan kapının açılması için Kudüs’te oldukça geniş bir çevresinin olduğunu bildiğimiz Rehberimiz Hasan Fehmi Uslu Hoca’nın özel gayretleriyle ziyaret etme olanağı bulmuş oluyoruz.

Eşi hastanede olduğu için gönüllü olan görevlinin eşi kilitli olan kapıyı açtırarak ziyaretimizin gerçekleşmesini sağlamış oluyordu.

“SELMAN-I FARİSİ”

Kudüs’te gördüğümüz bir çok makamda olduğu gibi, Salman’i Farisi’nin de mekanı oldukça bakımsız ve rutubetli idi. Ancak biz mekandan çok, o çok değerli büyüğümüzün makamının başında olmanın gönül huzuru içerisindeydik.  Hasan Fehmi Uslu Hoca daha önce de tıpkı Kudüs’ün fatihi olan büyük komutan Selahattin’i Eyyubi’de olduğu gibi Salman-ı Farisi konusunda da oldukça ketum davranıyordu.  Kısa genel bilgiler ve peygamber efendimizin duyduğu sevgi sözcüklerinin dışında pek bir bilgi paylaşmadığını söylersek yeridir.  Hasan Fehmi Hoca’nın  detaylı anlatmaması, bizim nam-ı değer ‘Selman-ül Hayr’ den söz etmeyeceğimizin anlamı çıkmamalı. Şahsen ben Kudüs’te Selahattin-i Eyyubi’nin ve Selman-i Farisi’nin izini sürmek, geçtikleri yollarda gezinecek olmayı çok önemsemiş biri olarak bu değerli zatlara yazımda önemli bir bölüm ayırmasam zaten oldukça fazla olan borcumuzun limitini bir kat daha arttırmış olacağımızı düşünüyordum. 

Çok uzatmadan Selman-ı Farisi (R.A) biraz anlatmak istiyorum. Selam-ı Farisi, eshab-ı kiramın büyüklerinden ve meşhurlarındandır. Ehl-i beytten sayılmıştır. İnsanları Hakka davet eden, doğru yolu göstererek saadete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velilerin ikinci halkasıdır. Hendek savaşından itibaren bütün gazalara katıldı. Bedir ve Uhud savaşından sonra, Medine üzerine üçüncü defa yürüyen müşriklere karşı nasıl bir savunma yapılması gerektiği istişare ediliyordu. Bütün müşriklerin birleşerek hücum ettiği bu savaşta Selman-ı Farisi, Resulullah, hendek kazmak suretiyle savunma yapmayı önermiş. Onun bu teklifi kabul edilip, hendek kazılmış. Bu sebeptendir ki, bu savaşa da, Hendek Savaşı denilmiş. Selman-ı Farisi, içlerinde Amr bin Avf, Huzeyfe bin Yeman, Numan bin Mukarrin ile Ensar'dan altı kişinin bulunduğu bir grupla beraber bulunuyordu. Kendisi güçlü ve kuvvetli bir zat idi. Hendek kazma işinde gayet mahir ve becerikli idi. Yalnız başına on kişinin kazdığı yeri kazabilecek kadear güçlü ve hızlı imiş. Cabir bin Abdullah: "Selman’ın kendisine ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğinde yeri vaktinde kazıp bitirdiğini gördüm" diye buyurmuştur.

Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı Selman-ı Farisiye  Peygamber efendimiz, "Selman-ül Hayr" "Hayırlı Selman" namını yakıştırmasına mashar olmuş biridir.

Selman-ı Farisi, Eshab-ı kiram tarafından da çok fazla sevilip hürmet görürmüş, Selman-ı Farisi hazretleri, Kendisine gelen bütün dünya malını Allah rızası için dağıtırmış. Ayakta duramayacak hale gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur dili ile zikir ederdi. Dili yorulduğu zaman da Allah-ü teâlânın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünür, tefekküre dalarmış. Ki bu tefekkürü Peygamber efendimizin "Bir saat tefekkür bin sene ibadetten hayırlıdır" buyurdukları tefekkür idi. Birazcık dinlenince "Ey nefsim sen iyi dinlendin. Şimdi kalk Allahü teâlâya ibadet et." Diline de "Ey lisanım, sen de Allahü teâlânın zikrine başla" derdi.

İşte öyle bir makamın sahibinin huzurunda, "Selman-ül Hayr"ın karşısında saygımızı bir süreliğine tefekküre dalarak,  sessiz bir şekilde bekleyerek geçirdik. Sonra da namazımızı kıldıktan sonra artık Kudüs’ten ayrılmak üzere de son saatlerimizi yaşamaya başlamıştık. Geçerken uğradığımız daha nice Allah dostunda esirgemediğimiz selamlarımız, ve yaptığımız dualar da oldu. Bütün bir geziyi anlatmak, tutuğumuz notları doyurucu bir şekilde anlatsak öyle sanıyorum ki Kudüs’e gitmek isteyip, ancak çeşitli bahane ve sıkıntılardan dolayı ziyaretlerini öteleyenlerin ekmeğine de yağ sürmüş oluruz. İşte bu vesileyle de bütün bu notları paylaşmamanın daha uygun olacağını düşünüyorum. Anlatmayalım ki, biran önce gerek anlattıklarımızı gerekse de anlatamadıklarımızı biran önce yerinde görmek için şimdiden Kudüs ziyareti için hazırlıklara başlansın. Anlatmayalım ki, Siyonist İsrail’in engellemelerine, oyalama ve bıktırma taktiklerine rağmen bu kutsal yolculuğa her şeye rağmen gitme arzu içerisinde olalım.

KUDÜS’E VEDA VAKTİ

Tıpkı bütün vedalarda olduğu gibi; ayrılığın vakti geldi çattı.  Ama bu defaki farklıydı. Tıpkı Mekke’de Kabe’ye, Medine’de ise Peygamber efendimizle vedalaşırken yaşadığımız hüzün dolu ruh hali ve  buğulanan güzlerden dökülen yaşlarda olduğu gibi!.

Kudüs’e veda vakti gelmişti artık. Gidiyorum ey  Hacarat-Ül Muallaka, gidiyorum ey Mescid-il Burak, gidiyorum ey Kubbet’ül Sahra!...

Bakma buğulu gözlerime, sadece şahadet et, el sürdüğüme, namaza durduğuma, esaretin bitmesi için el açıp duaya durduğuma ve şunu bil ki, seni asla unutmayacağım Kudüs,  Hayatıma nakış nakış işledim seni. Her metre karenle yaşayacaksın bende. Müslümanlara olan davetini ileteceğim. İletmekle kalmayacağım;  dostlarımla, kardeşlerimle sana tekrar döneceğim. Anneme, babama sarıldığım gibi tekrar sana sarılacağım. Ve seni bu Yahudilerin ellerine bırakmayacağım. Sen bana peygamber efendimizin emanetisin ve hep te öyle kalacaksın.

HAVA LİMANINDAKİ EZİYET

Derin bir sessizlik içerisinde yer yer sekiz metreye varan utanç duvarlarının refakatinde Tel Aviv Hava limanı'na doğru seyrederken, ağızları bıçak açmıyordu. Rehberimiz, artık yükümüzün ağırlaştığını ve gördüğümüz manzaraları bulunduğumuz her ortamda, görüştüğümüz herkese anlatmamız gerektiğini tembihliyordu. Tamamen duygusal bir ruh halinde herkesin bir kardeşini bu kutsal mekana gönderme konusunda çaba içerisinde olması gerektiğini anlatıyordu. Tel Aviv Hava Limanı’na vardık. Kafile olarak ayrı bir noktadan alındık. Bu ayrıcalık çok önemsendiğimiz için değildi.  Sıkı bir kontrol başlıyordu. Çantalarımızda Kubbet-ül Sahra’yı götürüp, götürmediğimize bakacaklardı. Bilmezlerdi ki, biz onu kalbimize sakladık, hem de en derin yerine.  Bavullarımızı didik didik ettiler yetmedi bir bölmeye götürüp, beni burada soyacak derecede her tarafımı aradılar. Sonra da çok iyi Arapça konuşan İsrailli bayan bir görevli aldı beni, guruptan öte bir tarafa götürdü ve sualler başladı. Neden geldiği mi, akrabamın, tanıdığımın olup olmadığını, daha önce gittiğim ülkeleri pasaporttan bulup, bu ülkelere neden gittiğimden, kiminle görüştüğüme varana kadar. O ülkelere gittiğimde grupta bulunan kimselerin olup olmadığına varana kadar. Ve sonra hayatım boyunca hiçbir ülkede karşılaşmadığım elektronik cihazlardan yeniden geçmemi istediler. Bütün bu zorlama aramaların bir tek amacı vardı ve bizler bunların nedenini de biliyorduk. Bizlere şunu dedirtmekti asıl amaç, “Lanet olsun bir daha gelmeyeceğiz yahu” dedirtmekti.

 Evet… 

“Lanet olsun diyoruz! İsrail’e lanet olsun, bin defa olsun”  Ama İsrail’e olsun!..  Mübarek şehir Kudüs’e gelmekten bizleri vaz geçiremeyeceksiniz.  Allah rızası için tekrar geleceğiz. Hem de bu kez daha kalabalık geleceğiz. Çünkü, biliyoruz ki Mescid-i Aksa bizi bekliyor, gözü hepimizin yolunda…

Yorum Yaz