tatlidede

'Kürt - Türk ilişkileri bugün de sürdürülebilir ilişkilerdir'

AK Parti MKYK Üyesi ve 25-26. dönem Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, K24’ün sorularını yanıtladı.
  • 01.12.2021 12:32
'Kürt - Türk ilişkileri bugün de sürdürülebilir ilişkilerdir'

AK Parti Merkez Karar ve Yürütme Kurulu (MKYK) Üyesi Orhan Miroğlu, “Kürt - Türk ilişkilerinin sürdürülebilir olduğunu görüyorum, aynı şeyi Kürt - Arap veya Kürt - Fars ilişkileri için söylemek zor” dedi.

Orhan Miroğlu, “Ölümden Kalıma Diyarbakır Cezaevi'nden Mektuplar”, “Silahları Gömmek” “Dijwar” “Musa Anter Cinayeti Kuşatmadan İnfaza”, “Yeni Yüzyıl, Kürtler ve Bağımsızlık” gibi birçok kitaba imza attı. Orhan Miroğlu’nun son olarak “Mağdurların Coğrafyasında/Arka Bahçemizdeki Halklar” adlı bir kitabı çıktı.

Kimlikler, yüzleşme, hafıza gibi olguları sadece kavramsal olarak değil, kendi gündelik ve siyasi yaşamında da üzerinde taşıdığını belirten Miroğlu, “Kürtlerin büyük bir Türkiye partisine ihtiyacı olduğu” görüşünde.

AK Parti MKYK Üyesi ve 25-26. dönem Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, K24’ün sorularını yanıtladı.

Son kitabınız ‘Mağdurların Coğrafyasında/Arka Bahçemizdeki Halklar’ı yazarken en büyük motivasyonunuz neydi, bununla ne anlatmak istediniz?

En büyük motivasyon şuydu; bir yazar olarak ençok ilgi duyduğum alanlardan Osmanlılardan hatta Eyyubiler’den başlayarak Kürt-Türk ilişkilerini sorgulamak, anlamaya çalışmak. Tabi çok şey yaşadı Mezopotamya coğrafyası, Kürtlerin Araplarla, Farslarla, Türklerle çok derin münasebetleri oldu. Ama bu münasebetlere tarihi süreç açısından baktığımız zaman geriye Türk - Kürt ilişkilerinin sürdürülebilir olduğunu görüyorum ben. Doğrusunu söylemek gerekirse aynı şeyi Arap-Kürt veya Fars-Kürt ilişkilerinde görmüyorum.

Bütün travmalara rağmen mi?

Bütün travmalara rağmen ama burada tarihin sürdürübilirliği dediğimiz bir şey varsa eğer, Osmanlı’dan hatta Malazgirt’ten bu yana bu sürdürülebilirliği hem coğrafik olarak hem de Türkiye’nin iktisadi büyümesi, iyi kötü bir demokrasiye sahip olması, bir yurttaşlık anayasasına sahip olması (Belki çok değişecek veya değiştireceğimiz şeyler olabilir) ama eldeki veriler bunlar. Aynı şeyi ne Irak için ne Suriye için ne de İran için söyleyemeyiz. Bizde ise, şunun anlaşılması çok önemli; başından beri Türk-Kürt siyasi ilişkileri hangi ortamlarda gelişti? Makbul diyebileceğimiz dönemler bilhasaa İdris-i Bitlisi ile Yavuz Sultan Selim arasındaki ilişki, işte 1514’ten sonraki coğrafya nasıl bir coğrafyadır? Bütün bunlara dair tabi hem siyasetle hem de tarihle uğraşan bizim gibi insanların ister istemez bir merakı oluşuyor. Bu kitap işte bu merakın bir sonucu.

Bu kitaba yönelik önemli eleştirilerden bir tanesi Neo-Osmanlıcık fikriyatını canlandırılmak istenmesi oldu, ne dersiniz?

Yok hayır, bunu ben doğrusunu istersen reddederim, Neo-Osmanlıcık bizim işimiz değil. Nurcan Hoca (Dr. Nurcan Özkaplan Yurdakul) bu kitaba 40 sayfalık önsöz yazdı. Ve orada tarihe bir bakış açısı var. Böyle algılanmasına müsait bu Yeni Osmanlıcılık mı diye ama bu Yeni Osmanlıcık değil ama Türkiye’de tarih söz konusu olduğunda, Tükiye siyasi kültürünün bir önkabulu var.

Erdoğan’a yönelik de böyle bir eleştiri var, özellikle Avrupa’da...

Tabi tabi kitapta da bahsettim, şöyle bir algı var; Osmanlı - Kürt ilişkilerini sorguladığınız zaman mutlaka az veya çok, şiddetli veya yumuşak Yeni Osmanlıcılıkla suçlanırsınız. Ama işin özünde İttihatçılık var. Bu eleştirilerin kaynağında İttihatçılık var. Osmanlı-Kürt ilişkileri bu anlamda farklı bir yerde duruyor. Yani mesela isyanlara bakışı bile Osmanlılarla İttihatçıların çok farklıdır. Benim ailem bir emir ailesi, Mıhallemilere emirlik yapmış bir aile. Bakıyorum benim aileme yönelik devletin tepkisi İttihatçı dönemde oluşmuş bir tepki. 1912’de büyük dedemiz Muhammed Bey’in oğlu İsmail Bey’in kafası kesiliyor, gövdesi Midyat’ta Gelinkaya’da gömülüdür, kafası filan yok, kafası ne oldu bilmiyoruz. Diğer oğlu yine öldürüldü. O da Dengiziyad denilen bölgede bir yerlere gömüldü, nereye gömüldüğünü bilmiyoruz. Öte yandan Muhsin Kızılkaya geçen bir makale yazmıştı, Emre Gönensay’ın (eski Türkiye Dışişleri Bakanı) anne tarafından Bedirxanilerin torunu olduğunu öğrendiğini belirtiyordu. 1996’da dışişleri bakanlığı yapmış. Bu yazıyı okurken bir mukkayese geldi aklıma. Dedim ki eskiden Osmanlılara karşı isyan etmiş Bedirxan Beylere yönelik tabi ki Osmanlılar bir tedbir almışlar ama bu tedbir bir tenkisat gibi gelişmemiş. İstanbul’a yerleştirilmişler ve köklü ailenin yeniden devletle buluşmasını sağlamışlar ama Mıhallemilere emirlik yapmış bir aile tamamen yok edilmiş İttihatçılar tarafından. Kürt-Osmanlı ilişkilerini yeniden düşünmeye, yeni bir okumaya yapmaya ihtiyaç var. Aynı okumayı Cumhuriyet döneminde yapmada da bir beis yok.

Daha minnimal anlamda Mıhallemilerin, Süryanilerin hatta Ezidilerin, Feyli Kürtlerin, Yaresan Kürtlerinin ihmal edildiğini düşünüyor musunuz?

Hayır burada konu Türk-Kürt ilişkileri olduğu için büyüteci oraya tuttum. Kürt-Türk ilişklerinin sürdürülebilirliği. Ama bu konuyu merak edenlere daha önce kaleme aldığım “Affet Bizi Marin” kitabını önerebilirim, o bir Süryani kitabıdır. Mardin Süryanilerini konu edinen. Bir yazarın ‘Senin vazifen şudur, öbürünün vazifesi budur’ demek değildir, ben de demem ama veriler sunar. Bu kitabın son sayfalarında da vardı. Mir Celadet Bedirxan’ın Mustafa Kemal’e mektubu. Bence bu çok önemli bir mesaj. Bugün birileri kalkıp Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazar mı bilmem ama kalibresi çok yüksek bir lider, ‘Mağdurların Coğrayası’nı kendisine yazılmış bir mektup gibi de anlayabilir. Öyle anlarsa ben de memnun olurum. Öyle anlayacağına dair bir kanaat besliyorum içimde.

Kendinizi yakın hissettiğiniz bir yazar ya da yazarlar var mı?

Yazarlık serüvenimde kimseyi kendime örnek almadım. Belki bir ölçüde Musa Ağabeyi (Musa Anter). Bilhassa Kürt-Türk ilişkilerini yorumlarken işte ‘Antalya’yı şurayı burayı bırakp Şırnak’a mı sığınacağız’ diyordu. Galiba benim mantığım da biraz bu. Biliyorsun Kürt aydınlarının büyük bir kısmı sonrasında PKK da bu kervana katıldı. Musa Anter’i “Türkiyeci Kürtçü” kavramıyla tanımlamaya başladılar, benim için de böyle şeyler yazdılar. Ama benim açımdan bir Kürt aydını için Türkiyeci olmak ayıplanacak bir şey değil

Türkiyeli olmak?

Türkiyeli olmak da Türkiyeci olmak da. İkisi arasında çok aşılmaz duvarlar yok. Ama ben yazarlık serüvenimde kendimi en çok Latin Amerika edebiyatına yakın bulurum.

Türkiye’de ciddi bir ideolojik kamplaşma var, siz de zaman zaman “Eskiden böyle diyordun şimdi böyle diyorsun” şeklindeki eleştirilerle karşılaşıyorsunuz, ne dersiniz?

2008’den sonra bu camiayı (DBP-HDP) yaptığım siyasi tercihlerle ve karşı çıktığım bazı siyasi tavırlarla bilhassa PKK’nın stratejik tercihlerine karşı bir duruşum meydana geldiği için araya bir duvar örülmek zorunda kaldı. Ben de duvarın öbür tarafına geçtim.

Daha yumuşak bir geçiş sağlanamaz mıydı?

Aslında benim geçişim çok yumuşaktı. Ben mesela HDP’nin hakkını hukukunu Türkiye’de en çok savunmuş insanlardan biriyim, hala da öyle görüyorum kendimi. Ama bütün problem PKK’nın şiddet ve terör zemininde geliştirdiği stratejiye siyasi hareketi buna ortak etmesi. Beni bu ilgilendiriyor. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada şunu düşünüyorum; herhalde Kürtler büyük oranda, PKK’nın bir Abdullah Öcalan eseri olmadığını biliyor. Belki katılırsınız katılmazsınız ama daha büyük bir proje bu. Mesela Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) için aynı şeyi söyleyemeyiz. KDP başından beri bir Kürt projesiydi.

Gerçeklerle daha güçlü bağları olan realist bir çizgi mi?

Evet, Abbas Vali gibi bazı aydınlar KDP’nin daha büyük bir ideali önüne koymadığı şeklinde eleştirenler de var ama ben öyle düşünmüyorum. ‘İyi ki böyle oldu’ diyorum. Bugün eğer bir federal bölge varsa, Kürtler kendi kendilerini yönetiyorlarsa, komşu ülkelerle şu ana kadar en azından ciddi bir problem yaşamadılarsa, dostane ilişkiler kurdularsa, hele Türkiye gibi Kürt meselesinde inkarın taşıyıcısı diyebileceğimiz (Cumhuriyet döneminde bilhassa) ülkeyle bile dostane ilişkleri kurabilmişlerse bu bir kazanımdır. Bu tabi Mele Mustafa Barzani’den beri süregelen tecrübelerin bir tezahhürüdür.

Kürt meselesine muhafazar bakışla, modernist veya İttihatçı bakış arasındaki farka mı dikkat çekiyorsunuz?

Öyle elbette. Ama demokrat muhafazakarlık milliyetçilikle buluşunca İttihatçılıkla benzeşme ortaya çıkıyor ve bunun çok da faydası olduğunu düşünmüyorum.

İslami İttihatçılık gibi bir şey mi?

Aynen öyle. Bu da nitekim tartışılıyor. Ben AK Parti’de Kürtlerin temsiliyetinin daha fazla olması gerektiğine inananlardanım. Kendimi bu temsiliyetin çok güçlü bir aktörü olarak gördüğümden değil, bu temsiliyetin topluma dönük yüzünün ne kadar fayda sağlayacağına inandığım için.

Ama azaldığını da görüyorsunuz...

Evet bu temsiliyet, AK Parti’nin ilk kuruluş yıllarında çok daha iyi bir yerdeydi. Şimdi bu hem partinin merkez yönetiminde, hem meclis yönetiminde çeşitli sebeplerle biraz zayıflamış gibi gözüküyor. Ama bunun koşulları, ortam biraz daha elverişli hale geldiği zaman gelişebileceğine, daha da güçlenebilecğine dair kanaatimi de koruyorum.

Daha aktüel siyaset bağlamında HDP’ye alternatif bir Kürt siyasi oluşumu konuşuldu geçtiğimiz dönemde, sizce bunun zemini var mı?

Doğru, ben de bu konuda fikirlerimi söylemiştim. Gerçekçi olmak gerekirse bugünkü koşullarda bölgenin, Kürt toplumunun ister batıda olsun ister doğuda olsun iki partisi olduğunu düşünenlerdenim. Birisi AK Parti’dir, birisi de HDP’dir. Bugünkü siyasi koşullarda yeni bir Kürt partisiyle meşgul olma, bu bir siyasi proje midir veya iyi niyetle insna böyle bir şey mi düşünüyor onu bilmiyorum ama ben bunun koşullarının olduğu kanaatinde değilim.

Muhalif medyada da sosyal medyada da CHP’nin Kürt oylarının artabileceği belirtiliyor, böyle olduğunu düşünüyor musunuz?

Hayır hayır. Aç tavuk kendini darı ambarında görüyormuş CHP’li arkadaşları tenzih ediyorum ama bu böyle bir şey galiba. Sosyal medyanın hayatın gerçekliğini yansıtıp yansıtmadığı da tartışmalı bir konu… Zaten şu ana kadar hiçbir hiçbir seçimde sosyal medyanın yüzde 1 bile bir rolü olmamıştır. Dolayısıyla HDP ve AK Parti’ye rağmen yeni bir şey olabileceği kanaatinde değilim. CHP oylarının da arttığını hiç düşünmüyorum.

Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söyleminin Kürt boyutu nedir size göre?

Hellaleşme benim kitaplarımın, düşünce dünyamın en önemli konularından biri. Tabi helalleşmenin Türkiye’de gerekli olduğuna inananlardanım ama bunun bir siyasi çıkış olarak değil, toplumsal bir talep olarak oluşursa bir fayda getireceğine inanıyorum.  Şimdi yani Sayın Kılıçdaroğlu helalleşme dediğinde partisi ikiye bölündü her şeyden önce. Kendi partisi içinde bile bu fikri kabul ettiremezse elbetteki bu söylem havada kalır. Yüzleşme konusunda bir toplumsal mutabakat sağlanırsa ancak birbirimizi affetme sürecine gireriz. Şu an Kılıçdaroğlu’nun duyabileceği iki kesim var. Tahmini olarak söylüyorum ben. Birinicisi muhafazakar kesimdir ki CHP zihniyetinden, CHP’nin siyasi tarihinden çok çektiğini düşüne kesimdir bu kesim, 28 Şubat başta olmak üzere, daha geriye gidersek daha başka şeyler. Bir de tabi ki Kürtlerdir. Kürtlerle, muhafazakarlarla hasbihal edersiniz, onlar size ‘Artık helalleşelim’ derler size ama siz bu helalleşmenin altyapısını dost sohbetleriyle ve siyasi bir çıkış olarak kuramazsınız.

Siyasi aktörlerden devam edersek, Kürtler hemen hepsini iyi tanıyor Meral Akşener’i de iyi tanıyor, içişleri bakanlığı yaptığı döneme atıfta bulunarak soruyorum, Kürtlerin İYİ Parti’ye bir yönelimi olur mu?

Bence o dönemi unutmazlar. Meral Hanım’ın partisine girmiş birçok Kürt’ün pişman olup ‘Bu işten nasıl sıyrılırız?’ dediğini biliyorum. Çünkü şehirli milliyetçilik her zaman şovenizmdir. Şehirli milliyetçiliğin kapsayıcı bir özelliğine dünyada da ülkemizde de rastlamıyoruz. İYİ Parti şehirli milliyetçilik, şovenizme açık, dıştalayan, ötekileştiren bir bir fikir üzerinden gelişti. Paralı milliyetçilik çok tehlikeli, bana göre İttihatçılık budur zaten. Bu şehirli milliyetçiliğin nelere yol açtığını, İttihatçılığı kastediyorum, artık kavramış olmamız gerekir. İYİ Parti de böyle olacak demiyorum, yanlış anlaşılmasın ama Kürtlerin İYİ Parti’de siyasi bir temsil olanağı bulması asla söz konusu değil. CHP’de de bu olmayacak. Yıllardır bir tek aktörle (Sezgin Tanrıkulu)  idare ediyor CHP. Partide tek başına olduğunu da herhalde herkes kabul edecek. CHP, Sezgin Bey’le beraber dört Kürt’ü değerlendirmedi yani çünkü kapalı buna. Burada (AK Parti’de) elde edilmiş bir temsiliyet var, bu temsiliyeti büyütebiliriz. Şu an AK Parti’yi tarihin içinden alıp koyalım bir yere, yani AK Parti yok Doğu ve Güneydoğu’da, geriye ne kalıyor? Geriye bir HDP gerçeği kalıyor, işte o zaman tek partili bir sisteme dönüşür Kürt toplumu. Kürtlere Türkiye’de bir Türkiye partisi lazım. Çünkü Kürt nüfusumuz artık batıda Türk nüfusla iç içedir. Yüzde 60’lık bir nüfus batıda yaşıyor.

Son soru olarak, geçtiğimiz aylarda Konya’da Kürt aileye yönelik katliam yine Mersin, Ankara ve başka yerlerde ırkçı saldırlar oldu. Seçimler yaklaştıkça bunların artabileceği endişesi dile getiriliyor, ne dersiniz?

Olabilir ama devletin ilgili kurumları bunların olmaması için güçlü bir faaliyet yürütüyor. Konya’da taziyeye ben de katıldım, acılarını paylaştım. Türkiye siyasi cinayetlere açık bir ülke ama eskiden olduğu gibi bunların kolayca gelişebileceği bir ülke de değil. Bilhassa Güneydoğu’da; Mardin’de, Diyarbakır’da, Van’da bu istkrar ortamı bozulursa, yerine ne koyacağımızı bütün hemşerilerimizin, Arap’ıyla Kürt’üyle düşünmesi gerekiyor.

K24

Editör: Kadir Üründü

Yorum Yaz