tatlidede

KÜRTLER: Kürt Dili ve Edebiyatı

Ortadoğu'nun kadim bir halkı olan Kürtler tarihten günümüze varlığını sürdüren yerli kavimlerden biridir. Kürtler bugün Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ermenistan ve Azerbaycan sınırlarında çoğunlukla yaşamaktadırlar. Peki Kürtlerin dili ve edebiyatı nasıldır? Kürt dili ve edebiyatında önemli eserler hangileridir? Kürtlerin ünlü edebiyatçıları kimdir? Kürtçe dilinin tarihi ve kökeni nedir? Kürt edebiyatının dönemleri nelerdir? Kürt dilinin kaç lehçesi vardır? Kürt dilinin lehçeleri nelerdir?
  • 21.01.2022 15:36
KÜRTLER: Kürt Dili ve Edebiyatı

Anayurtları Zağros dağlarının etekleri olan Kürtler, tarihî olarak İran’ın batı ve kuzeybatısında, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda, Irak ve Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda, Ermenistan’ın güneyinde ve Azerbaycan’ın güneybatısında yaşamış olan, günümüzde de aynı ülkelerde varlığını sürdüren yerli kavimlerden biridir. Ayrıca Rusya, Gürcistan, Afganistan ve Orta Asya ülkeleri ile Lübnan ve Ürdün başta olmak üzere çeşitli ülkelerde yerleşik Kürt nüfusu bulunmaktadır. 1950’lerden itibaren küresel ölçekte meydana gelen yoğun kentleşme ve uluslararası göçle beraber Kürtler de geleneksel yaşam alanlarının dışına çıkıp geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır.

KÜRT DİLİ ve EDEBİYATI

1. Dil

Kürtçe Hint-Avrupa dil ailesinin İranî diller kolunun kuzeybatı grubuna girer. İranî dillerin genelde üç aşaması olduğu kabul edilir. Son aşama İslâmî dönemle başlamış olup orta aşama milâttan önce III. yüzyıla, kadîm aşama ise milâttan önce 2000 yıllarına kadar gider. Orta dönem İran dillerine ait belgeler kadîm döneme göre daha çoktur. Bu dillerin en önemlileri Partça (m.ö. 200 - m.s. 220) ve Orta Farsça’dır (220-650). Her ikisi de Batı İran dil grubuna girmekle beraber Partça kuzeybatı, Orta Farsça ise güneybatıda yayılmıştır. Kürtçe orta dönemdeki kökeni Partça, kadîm dönemdeki kökeni Medce (m.ö. 700-500) olan kuzeybatı grubuna giren bir dildir. Fonetik açıdan bakıldığında Zazaca (Zazakî) ve Goranca’nın (Goranî) Partça’ya en yakın Kürdî diller olduğu İranistler tarafından kabul edilmektedir. Diğer Kürdî diller olan Kurmançça (Kurmancî) ve Soranca’nın (Soranî) Partça’nın devamı olması meselesi tartışma konusudur. Bununla birlikte Partça bazı cümlelerle günümüz Kurmançça’sındaki karşılıkları arasında görülen benzerlik (bk. Boyce, II, 34) şaşırtıcı bir şekilde Kurmançça’nın Partça ile olan yakınlığını ortaya koymaktadır. Diğer taraftan Kürtçe’nin kadîm dönemdeki öncüsü olduğu iddia edilen Medce ile olan ilişkisi de Kürtçe’nin kökeninin Medce’ye kadar gittiğine dair genel bir kabule dayanmaktadır. Ancak günümüze ulaşan Medce bir metin bulunmadığı için bu ilişkiyi belgelendirmek güçtür (XV. yüzyıla ait Ermeni alfabesiyle yazılmış bir yazmadaki Medce dua cümlesinin Kürtçe ile irtibatı hakkında bk. MacKenzie, s. 354-355).

Kürtçe’nin tasnifine gelince, Şeref Han’ın daha 1594 yılında Farsça olarak kaleme aldığı eserinde Kürt topluluk ve aşiretlerini dil, gelenek ve sosyal konumları açısından Kurmanç (Kurmanc), Goran, Lur ve Kelhûr olmak üzere dört guruba, dolayısıyla Kürtçe’yi de günümüz tasnifleriyle büyük bir paralellik içerisinde Kurmançça (Kurmancî), Goranca (Goranî), Lurca (Lurî) ve Kelhûrca (Kelhûrî) olmak üzere dört kola ayırması dikkat çekicidir (bk. Şerefnâme, s. 101). Bugünkü tasniflerin Şeref Han’dan ayrılan yönü dördüncü kola üçüncü kol içerisinde yer verilmesidir. Kurmançça kolu kendi içerisinde Yukarı (Kuzey) Kurmançça ve Aşağı Kurmançça olarak iki alt kola ayrılmakla birlikte, günümüzde Kurmançça dendiğinde sadece Yukarı Kurmançça anlaşılmakta, Aşağı Kurmançça ise Soranca diye adlandırılmaktadır. Yukarı Kurmançça’nın Bâyezîdî, Hekkârî, Botî, Aşîtî, Bâdînî ve Fırat; Aşağı Kurmançça’nın ise Mûkriyânî (Mehâbâdî), Erdelânî (Sineyî), Bâbânî (Silêmânî), Germiyânî (Kerkûkî), Çomanî, Kelarî, Piştderî ve Hewlêrî gibi ağızları vardır. Şeref Han’ın tasnifine göre Kürtçe’nin ikinci kolu olan Goranca günümüzde dil bilimciler tarafından Zazaca ile birlikte “Goranî-Zazakî” şeklinde anılmaktadır. Şeref Han’ın “Kürdistan’ın Diğer Bazı Bey ve Hükümdarları” başlığı altında Eğil, Palu, Çermik ve Süveydî gibi Zaza beyliklerine Kürt beylikleri içerisinde yer vermesine rağmen (Şerefnâme, s. 259, 274-286) Kürt toplulukları, aşiretleri ve dilleri arasında Zazaları ve Zazaca’yı saymaması, onun da günümüzdeki yaklaşımlara uygun olarak Zazaca ile Goranca’yı aynı kategoride kabul ettiğini gösterir. Bu kol doğal olarak kendi içinde Goranca ve Zazaca diye iki alt kola ayrılmaktadır. Goranca kolunun Hevremî, Bâcelânî, Şebekî ve Şârezûrî; Zazaca kolunun da Dersimî, Pâlûyî, Pîrânî, Sveregî gibi ağızları bulunmaktadır. Kürtçe’nin üçüncü kolu olan Lurca’nın ise Kirmaşanî, Behtiyârî, Hânekīnî, Mendelâvî, Kasırşîrînî, Feylî, Lekî, Kelhûrî ve Mâmesânî gibi ağızları vardır. Şeref Han’ın tasnifine göre Kürtçe’nin dördüncü kolu olan Kelhûrca’nın aslında Lurca’nın bir ağzı olduğunu kabul etmek, dolayısıyla Kürtçe’yi üç kol şeklinde tasnif etmek daha uygun görünmektedir.

Şeref Han’ın bu dörtlü taksimi daha XX. yüzyılın başlarında Diyarbekirli Ziya Gökalp ve Süleymaniyeli Tevfik Vehbi gibi isimler tarafından temel alınmıştır. Gökalp bu kolları kadîm Kürtçe’de birleşen Kürdî diller olarak nitelemektedir (Kürt Aşiretleri, s. 24-25). Kolların her birinin kendi bölgesinde müstakil bir şekilde gelişmesi, muhatapların birbirini anlamamaları ve her birine ait müstakil bir edebiyatın oluşması, Gökalp’in bu kolları Kürtçe’nin lehçeleri olarak değil, kökenleri kadîm Kürtçe’ye dayanan müstakil diller olarak nitelendirmesini haklı kılmaktadır. Kürtçe’nin dağılışına bakıldığında şöyle bir tablo ortaya çıkar: Kurmançça Türkiye sınırları içindeki Kürtler’in büyük bir bölümü ile Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Afganistan ve Kazakistan’daki Kürtler’in tamamı, Irak ve İran Kürtleri’nin bir bölümü tarafından; Soranca, Goranca ve Lurca Irak ve İran Kürtleri’nin bir bölümü tarafından; Zazaca da Türkiye Kürtleri’nin bir bölümü tarafından konuşulmaktadır. Kürtçe’nin bu kolları içerisinde en yaygın olanı Kurmançça’dır. Kürtçe’nin izogloslarına bakıldığında fonolojik açıdan Kurmançça ve Soranca’nın kendi aralarında bir grup, Goranca ve Zazaca’nın ise bir başka grup oluşturdukları görülmektedir. Bu da yukarıda verilen tasnifle tam bir paralellik arzeder. Yapısal olarak bakıldığında Kürtçe’nin, kelimelerin aldıkları ön ek ve son eklerle çekimli, kelimelerin yapısındaki ses değişimleri ve büküm ekleriyle de bükümlü bir dil özelliğini taşıdığı görülmektedir.

KÜRTÇE KAÇ LEHÇESİ VAR? KÜRT DİLİ LEHÇELERİ

Lehçelerin adları konusunda da bir karmaşa var. Kısaca buna da değinelim.

1. Kurmanci (Kırdasi, Behdini, Şıkakî): Zazalar, istisnasız bütün Kurmanclara Kırdasi/Kırdaşi, dillerine de Kırdaski/Kırdaşki derken, Sêwaz’da Alevi Kurmanclara Kırdasi, Sünni olanlara da “Kur” diyorlar. Irak’ta Kurmanciye Behdinî, İran’da ise Şıkakî deniliyor. Hem Behdinan bölgesi hem de Şıkak Aşireti Kurmanc olduğu için bu isimler kullanılıyor.

2. Sorani (Aşağı Kurmanci, Orta Kurmanci/Kurdi, Babani): Bu lehçe İran ve Irak Kürtleri tarafından konuşulmakta. Soran aslında bir coğrafik terim ve Baban Beyliği’nden dolayı da eskiden bu lehçeye Babanî deniliyordu.

3. Kırmancki (Kırdki, Dımılkî, Zazaki): Dersim, Erzîngan, Sêwaz gibi illerde Alevi Kürt kesimi kendilerine Kırmanc, lehçelerine de Kırmanckî derken Sêwrek’tekiler kendilerine Dımılî, lehçelerine Dımılkî; Sason, Hezo ile Motki’deki Kırmanclar kendilerine Dımbılî, lehçelerine de Dımbılkî; Amed ile Çewlik’teki Kırmanclar ise kendilerine Kırd, lehçelerine de Kırdkî diyor. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki Dımılî/Dımbilî ile Zaza sözcükleri aşiret isimleridir.

Zaten Ziya Gökalp, Zaza isminin Türklerin Dımılîlere verdiğini ve Zaza kelimesini de ne Kurmancların ne de Zazaların kullandığını söylüyor.

4. Gorani (Hewremanî): İran ve Irak sınırlarının kesiştiği bölgede kullanılıyor bu lehçe ve Hewreman sözcüğü aslında bir coğrafik terimdir.

5. Lorani: Bu lehçe sadece İran’daki Kürtlerce kullanılmakta.

(Lehçeler kaynak: Zana Farqînî, zazaki.net)

2. Edebiyat

Yazılı/Klasik Kürt Edebiyatı

İslâm öncesi dönemden günümüze ulaşmış yazılı Kürtçe’ye dair herhangi bir belgenin varlığı tartışmalıdır. Kürtçe oldukları söylenen belgelerin bir kısmının (Avesta ve Hevreman yazıtları) Kürtçe olduğu hususunda görüş birliği bulunmamakta, bir kısmının da (Boraboz ve Halil Mendelîcî’nin şiirleri) gerçekliği ile ilgili şüpheler ileri sürülmektedir. Bununla birlikte Keldânî yazarı İbn Vahşiyye’nin (IV./X. yüzyıl) kendi dönemine kadar dünyada kullanılagelen alfabeler hakkında yazdığı Şevḳu’l-müstehâm fî maʿrifeti rumûzi’l-aḳlâm adlı eserinde verdiği bilgiler Kürtçe’nin en azından orta dönemlerine ait önemli ipuçları sunmaktadır. Müellif bu eserinde Bînûşâd ve Mâssî-Sûrâtî Kürtleri’ne has bir alfabenin var olduğunu, kendisinin bu alfabe ile yazılmış otuz eseri gördüğünü, bunlardan biri üzüm ve hurma bağları, diğeri su kaynakları hakkında yazılmış olan iki tanesini Kürtçe’den Arapça’ya çevirdiğini ifade etmektedir (s. 134-135). Şevḳu’l-müstehâm’da Mâssî-Sûrâtî alfabesindeki harf şekilleri de yer almakta, ancak bu alfabe ile yazıldığı söylenen söz konusu eserlerin âkıbeti konusunda elimizde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Kürtler’in yazılı edebiyatı İslâmî dönemle birlikte başlar. X. yüzyılda Saffârîler döneminde ilk Farsça edebî ürünler, Hasanveyhîler döneminde de ilk Kürtçe edebî ürünler ortaya çıktı. Bu dönemdeki Kürtçe edebî ürünler Lurca olduğundan, Kürtçe’nin edebî eserler verilen ilk kolunun Lurca olduğu söylenebilir. XIV-XV. yüzyıllarda Goranca, XVI. yüzyılda Kurmançça, XIX. yüzyılda Soranca (Aşağı Kurmançça) ve nihayet XX. yüzyılda Zazaca edebî ürünler verilmeye başlandı. Lurca edebî eser yazan en önemli isim Baba Tâhir-i Uryân’dır (ö. 447/1055 [?]). Baba Tâhir az sayıda gazel yazmış olmakla beraber asıl olarak “dûbeytî” adı verilen kıtalarıyla şöhret kazandı. Kimliği hususunda tartışmalar olsa da nisbet edildiği Hemedan şehrinin tarihî dönemlerde Medler’in, kendi zamanında ise Hasanveyh hükümetinin başşehri olması Baba Tâhir’in Kürt menşeine işaret etmektedir. Bunu destekleyen bir diğer husus da Baba Tâhir’in mensup olduğu Lurlar’ın tarihî kaynaklarda Kürtler’in bir kolu olarak gösterilmesidir. Aynı dönemde yaşayan Fars şairlerinin kullandıkları dil günümüz Farsçası ile paralellik arzederken Baba Tâhir’in dilinin farklılık arzetmesi ve Baba Tâhir’e ait dûbeytîlerdeki pek çok orijinal kelimenin kâtipler tarafından Farsça versiyonlarıyla değiştirilmiş olması bu şiirlerin Farsça olmadığını açıkça ortaya koyar (bk. BABA TÂHİR-i URYÂN). Baba Tâhir’den sonra Lurca yazan pek az sayıda şair yetişmiş olmakla birlikte daha sonraki yüzyıllara ait olan ve üzerinde “Lurî” kaydı bulunan bazı şiirler günümüze ulaşmıştır. XV. yüzyılda yaşayan Ebû İshak Hallâc-ı Şîrâzî’nin Dîvân-ı Eṭʿime’sindeki bir şiirle 1784’te yazılan ve Petersburg’da muhafaza edilen bir şiir mecmuasında Kādî Mengûre ve Şehmîr-i Lur’a ait şiirler buna örnek olarak verilebilir.

İran sahasında Kürt edebiyatı başta Hevreman olmak üzere Luristan ve Erdelân bölgelerinde Goranca’nın bir kolu olan Hevremanca (Hewremî) sayesinde gelişti. Hevreman bölgesinde daha X. yüzyılda Yârsân/Ehl-i Hak inancına mensup pîrler arasında ortaya çıkan ve son yüzyılda yazıya geçirilen Yârsân sözlü edebiyatı bir yana yazılı Goran/Hevreman edebiyatının bilinen ilk temsilcisi, Perîşannâme adlı mesnevisi günümüze ulaşan Hurûfî ve Şiî meyillere sahip Melâ Perîşân-i Dîneverî’dir (ö. 824/1421). Melâ Perîşân’dan sonra yazılı Goran edebiyatı özellikle Erdelân beylerinin himayesinde XIX. yüzyılın ortalarından bu beyliğin yıkılışına kadar kesintisiz biçimde varlığını sürdürdü. XVI ve XVII. yüzyıllarda Îl Beg-i (Êl Begê) Câf, Yûsuf Yâske, Şeyh Ahmed-i Tehtî Merdûhî ve Bîserânî gibi şairlerin yetiştiği Goran edebiyatı XVIII. yüzyıl itibariyle büyük bir gelişme kaydetti. Bu dönemin en önemli şairlerinden sayılan Hânâ-yi Kubâdî eserlerinin başında Kürt diline özel vurgu yaparak Nizâmî-yi Gencevî’nin izinde Ḫüsrev û Şîrîn, Leylâ û Mecnûn, Yûsuf û Züleyḫa, Sultan İbrahîm, Noşaferîn ve İskendernâme adlı beş mesnevisini (hamse) kaleme aldı. Kubâdî ile çağdaş olan Elmâs Hân-i Kendoleyî de onun gibi Leylâ û Mecnûn mesnevisinin yanı sıra Rüstem û Sührâb (Zorâb) ve benzeri pek çok epik mesnevi yazdı. Velî Dîvâne (1745-1801), Rencûrî-yi Kerkûkî, Mirza Şefî-i Câmerîzî, Gulâm Rızâ-yı Erkevâzî, Seydî, Seyyid Ya‘kūb-i Mâhîdeştî, Melâ Fettâh-ı Cebbârî, Melâ Veledhân, Ahmed Beg-i Komâsî, Mevlevî, Sâlih, Kādir, Tâhir ve Mirza Halîl (ö. 1923) gibi isimler XVIII ve XIX. yüzyıllarda yetişen önemli Goran şairleridir. Klasik Goran edebiyatının dikkat çekici bir özelliği, Firdevsî’nin Şehnâme’sindeki tarihî-efsanevî olayların tek tek Goranca’ya aktarılması ve bu eserlerin tamamının kolektif bir şekilde Şehnâme-i Kürdî olarak adlandırılmasıdır. Goran edebiyatında Şehnâme-i Kürdî kategorisine giren otuz kadar eser tesbit edilmiştir ki bunların beyit sayısı 60.000’i geçmektedir. Îran û Tûran (7000 beyit), Heft Leşker (5500 beyit), Menîce û Bîjen (2080 beyit), Rüstem û Zenûn (1280 beyit), Rüstem û Sührâb (1100 beyit) mesnevileri bu tür eserlere örnek olarak verilebilir (Çemenara, s. 136-137). Kendoleyî’nin Rüstem û Sührâb’ı gibi bazıları dışarıda bırakılacak olursa bu mesnevilerin nâzımları bilinmemektedir. Klasik Goran edebiyatının tamamında görülen ve onu daha sonra gelişecek olan klasik Kurmanç ve Soran edebiyatlarından ayıran en önemli özellik şiirlerin aruz vezniyle yazılmamış olmasıdır. Goran şairleri millî vezin olarak da adlandırılan ve kendi içerisinde beşerli iki parçaya bölünen onlu hece veznini kullandılar. Bu edebiyatın bir diğer özelliği de aşk ve kahramanlık mesnevilerinin yanı sıra divanlarda da nazım şekli olarak mesnevi kalıbının kullanılmış olmasıdır.

Kürt edebiyatının diğer ana kollarına göre daha geniş bir coğrafyaya yayılan Kurmanç edebiyatı ilk ürünlerini XV-XVI. yüzyıllarda verdi. Her ne kadar Abbâsîler döneminin ikinci yarısında (X-XIII. yüzyıllar) Kürtler’le ilişkilendirilen Revvâdîler, Şeddâdîler, Hezbânîler, Mervânîler ve Eyyûbîler gibi hânedan ve devletler kurulmuşsa da bu dönemde kurumsallaşmasını henüz tamamlamış olan medreselerde eğitim dilinin Arapça olması ve hâkimiyetlerinin dilde dönüşümü sağlayacak kadar uzun bir süre devam edememesi bu hânedanlar döneminde Kürtçe’nin yazı ve edebiyat dili haline gelmesine imkân vermedi. Bununla birlikte aynı dönemde Hasan-ı Peşnevî gibi Arapça şiir yazan Peşnevî Kurmanç Kürtleri’ne mensup (günümüzün Şırnak bölgesi) bir şairin şiirlerinde milliyetini ve Mervânî Devleti’ni (983-1085) övünç kaynağı haline getirmesi daha o dönemde Kürtçe’ye karşı bir ilginin başladığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

XIII. yüzyılda Abbâsî Devleti’nin ve adı geçen hânedanların ortadan kalkmasının ardından Çölemerik (Hakkâri), Cizre, Bitlis, Âmediye ve Senendec gibi şehirlerde yerel Kürt beylikleri kuruldu. XVI. yüzyıla gelindiğinde bu beylikler hem güçlendi hem de sayıları arttı ve özellikle Çaldıran Savaşı’dan sonra bölgede oluşan nisbî sükûnet ortamının da etkisiyle hemen hemen bütün beylik merkezlerinde yeni büyük medreseler kuruldu. Bu medreselerde verilen Kürtçe eğitim ve dönemin siyasî istikrarı Kurmançça’nın yazı ve edebiyat dili haline gelmesini sağladı. Bunun doğal bir sonucu olarak Osmanlı sahasında Kurmanç edebiyatı ortaya çıkıp gelişti. Rusya Kürdoloji ekolü Kurmanç şairlerini XVI. yüzyıldan çok daha gerilere kadar götürmüşse de (Jaba, s. 7-11) günümüzde ortaya çıkan belgeler bu şairlerin o kadar erken bir tarihte yaşadıklarını iddia etmeyi imkânsız hale getirmektedir. Eldeki bütün veriler Kurmanç edebiyatının büyük ekseriyetle XVI. yüzyılda doğduğunu gösterir. Bitlis doğuş döneminde Kurmanç edebiyatının önemli bir merkezidir. Yavuz Sultan Selim için kaleme aldığı Selimnâme’siyle tanınan ve Kürtçe dahil altı dilde şiir yazdığını bizzat kendisi ifade eden Şükrî-yi Bitlisî’nin (ö. 937/1531 [?]) şiirleri (Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 233) ve Bitlis civarındaki Derzin Beyliği’nde yirmi beş yıl beylik görevinde bulunan Mîr Ya‘kūb-i Zirkî’nin (ö. 986/1579) divanı (Şerefnâme, s. 333) gibi bu dönemde verilen edebî ürünler günümüze ulaşmamıştır. Yine bu dönemde Âmediye Beyliği’nde yaşayan Hamîdî’nin, Âmediye beyi Sultan Hüseyn-i Velî (ö. 1573) için yazdığı kaside ise yakın dönemde gün yüzüne çıkmıştır (Doskî, s. 19).

Rusya Kürdoloji ekolüne göre X. yüzyılda yaşamış olan Alî-yi Harîrî (Eliyê Herîrî), pek çok araştırmada ise XI. yüzyılda yaşayan en eski Kürt şairi olarak kabul edilmektedir. Ancak diğer Kurmanç şairlerinin tamamının XVI. yüzyıl ve sonrasında yaşamış olması, daha önceki yüzyıllarda Kurmanç edebiyatının ortaya çıkması için uygun bir ortamın teşekkül etmemiş olması gibi hususlar Harîrî’nin de XVI. yüzyılda yaşamış olabileceğini düşündürmektedir. Bununla birlikte Şeyh Ahmed-i Hânî’nin (ö. 1119/1707 [?]) kendisinden önce yaşamış Kürt şairlerini zikrederken Fakī-yi Teyrân (ö. 1050/1640 [?]) ve Molla Cezerî’den (Melâ-yi Cizîrî; ö. 1050/1640) önce Harîrî’ye değinmesinden de anlaşılacağı üzere ona şiirleri günümüze ulaşan en eski Kurmanç şairi gözüyle bakılabilir. Günümüzde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içindeki Harîr kasabasına nisbetle anılan bu şairin bir divançe oluşturacak sayıda şiiri ve Borê Qer/Qewlê Hespê Reş adında cenknâme türünde bir manzumesi bugüne ulaşmıştır.

Kürt edebiyatının en tanınmış şahsiyetlerinden olan Molla Cezerî, Cizre’deki Kırmızı Medrese’de müderrislik yapmış, Cizre beylerinin saray şairi olmuş ve onların özel kabristanına defnedilmiştir. Kürt edebiyatının tamamı düşünüldüğünde ilk Kürtçe mürettep divanın sahibi olan, Kürtçe gazel türünün kurucusu sayılan ve ilâhî aşk ile tasavvufî irfanı en iyi şekilde terennüm eden Molla Cezerî Kürt edebiyatında bir ekol olmuş ve kendisinden sonraki hemen her Kürt şairini bir şekilde etkilemiştir (bk. MOLLA CEZERÎ). Cizre’ye gelip Molla Cezerî ile müşâarede bulunan iki çağdaşı, Müküslü (Bahçesaray) Fakī-yi Teyrân ile Hakkâri beylerinden “Sabûrî” mahlaslı Mîr İmâdüddin de yine bu dönemin dikkat çeken şairleridir. Mîr İmâdüddin’den günümüze bir miktar şiir, Teyrân’dan ise hacimli bir divan ulaşmıştır. Klasik şiirle halk şiiri arasında bir köprü vazifesi gören Teyrân’ın şiirlerinde sade bir dille tabiat, su ve hayvan temalarına önem verdiği görülmektedir. Onun edebî eserleri arasında Doğu kültüründen ilhamla yazmış olduğu Şeyhê San’ân ve Bersîsê Âbid manzumelerini, Mervânîler döneminde günümüz Silvan şehrinde meydana gelen Zembîlfiroş adlı aşk hikâyesini ve 1609-1610 yıllarında İran’daki Dimdim Kalesi’nin sahipleri olan Bradost Kürtleri ile İran Şahı Şah Abbas arasında vuku bulan savaşta yok olan Kürtler’in trajedisini ele aldığı Beyta Dimdim / Kela Dimdim manzumesini de zikretmek gerekir (bk. FAKĪ-yi TEYRÂN).

XVII. yüzyılda bu şairlerden sonra gelen ve dikkati çeken bir diğer şair Şeyh Şemseddîn-i Kutb-i Ahlâtî’dir. Ahlat doğumlu (1588) olan ve Halvetiyye tarikatına intisap eden şair, gençlik yıllarında Âmediye Beyliği sınırlarında bulunan ve günümüzde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı Duhok şehrine yakın olan Birîfkân adlı bir köye yerleşti ve inşa ettiği tekkede elli üç yıl postnişinlik yaptıktan sonra 1674’te orada vefat etti. Şiirlerinde “Halvetî” mahlasını kullanan şairin, tarikatının prensiplerine uygun olarak sahralarda yaşaması ve şiirlerinde sahralardaki hayvanların ses taklitlerine yer vermesi dikkat çekicidir. Divanından sadece on altı şiiri günümüze kadar gelebilen Halvetî’nin soyundan başka şairler de çıktı. XVII. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Şeyh Ahmed-i Hânî (ö. 1119/1707 [?]), Kürt edebiyatında çığır açan önemli bir şairdir. Kendisi Nakşibendî tarikatına mensup olmakla beraber bir tekke şairi değildir. Onun en önemli eseri destansı bir aşk hikâyesini anlattığı Mem û Zîn adlı mesnevisidir. Böylece Hânî, Fars edebiyatında Nizâmî-yi Gencevî’nin kurucusu olduğu aşk mesnevisi geleneğinin Kürt edebiyatındaki en önemli temsilcisi oldu. Ahmed-i Hânî’nin dikkat çeken bir yönü de eserinin dîbâcesinin methiye kısmında Doğubayazıt beyini öveceği yerde onu ve diğer Kürt beylerini aralarında gerçekleşmeyen siyasî birlikten dolayı kınamış olması ve sebeb-i te’lif kısmında eserini niçin Kürtçe yazdığını ifade ederken Kürt diline özel bir önem atfetmesidir. Hânî bu düşünceleri çerçevesinde Kürtçe’nin medrese müfredatı içerisine girmesi için her biri türünde ilk olan iki eser daha kaleme aldı. Bunlardan biri Kürtçe-Arapça manzum bir sözlük olan Nûbahârâ Bıçûkân, diğeri de ʿAḳīdâ îmânê adlı Kürtçe bir akaid manzumesidir. Hânî’nin ayrıca bir divan oluşturacak kadar şiirleri de günümüze ulaşmıştır. Onun erken bir dönemde Kürtler’in kimliğine ilişkin ortaya koyduğu yaklaşımlar ve bu konuda verdiği eserler kendisini modern dönemde Kürt aydınları arasında özel bir konuma yükseltmiştir. Hânî’nin her üç eserinin de takipçileri vardır. Kendisi daha hayatta iken talebelerinden İsmâil Bâyezîdî onun izinde Gülzâr adlı üç dilli (Arapça, Farsça ve Kürtçe) manzum bir sözlük yazdı ve bu gelenek daha sonra başka takipçiler tarafından da sürdürüldü. ʿAḳīdâ îmânê ise önce Molla Halil Siirdî’yi ve onun üzerinden daha başka pek çok kişiyi etkiledi. Hânî’den sonra Mem û Zîn’in izinde pek çok Kürtçe aşk mesnevisi yazılması, ayrıca Mem û Zîn’in Osmanlı döneminde Bitlisli Ahmed Fâik, Diyarbekirli Abdülaziz Hâlis, Âkif-i Vânî ve Âşık Osman Sîpkî tarafından Osmanlı Türkçesi’ne, yüzyılımızda da Türkiye Türkçesi, Arapça, Farsça, Âzerî Türkçesi, Rusça, Almanca, İngilizce, Fransızca, İsveççe ve Felemenkçe’ye çevrilmiş olması, onun etkisinin Kürtçe’yi de aştığını gösterir (bk. HÂNÎ, Şeyh Ahmed). XVII. yüzyılın ikinci derecedeki şairleri olarak günümüze çeşitli şiirleri ulaşan Ramazân-ı Cizîrî, Âgāûkî-yi Bîdârî, Hâlid Âgā-yi Zîbârî ve Melâ Ramazân-ı Abbâsî ile Kurmanç Kürtleri’nin anavatanından çok uzak bir bölgede İran’ın Horasan bölgesinde Kurmançça şiir yazan İbn Garîb’den söz etmek gerekir.

XVIII. yüzyıl Kurmanç edebiyatında önemli mesnevi şairlerinin yetiştiği bir dönemdir. Bunlardan birisi Süleyman Çelebi mevlidinin üslûbunu takip ederek ilk Kürtçe mevlidi kaleme alan ve bu alanda Kürt edebiyatında büyük bir çığır açan Beytüşşebaplı Melâ-yi Bâteyî’dir. Gazel tarzı şiirler de yazmış olan Bâteyî’nin tevhid ve na‘tları ile birlikte mevlidi Kurmanç edebiyatında dinî edebiyatın temelini oluşturmuştur. Kurmançça ilk Yûsuf û Züleyha mesnevisini kaleme alan Hizanlı Selîmî ve ilk Leylâ û Mecnûn mesnevisini yazan Bitlisli Sevâdî bu yüzyılın önde gelen diğer mesnevi şairleridir. Sevâdî’nin aynı zamanda bir Yûsuf û Züleyha yazdığı da söylenir. XVIII. yüzyıl Kürt edebiyatına ait diğer bir orijinal eser Şeyh Hâlid-i Zîbârî tarafından cenknâme türünde kaleme alınan Sîsebân adlı manzumedir. Bu yüzyılda yetişen Kürt şairleri arasında Âmediye Beyliği (günümüzde Irak Kürdistanı) sınırları içerisinde yaşayan Melâ Mansûr-i Girgâşî, Seyfî-yi Şûşî, Muradhân-ı Bayezîdî, Îsmâil-i Bâyezîdî, Mâcin, Mînâ ve Sâdık sayılabilir. XVIII. yüzyılda Horasan’da yaşayan Kurmanç Kürtleri’nden Melâ İsmâil-i Bûhânlû bir Leylâ û Mecnûn mesnevisi, Melâ Alî-yi Râzî de bir divan kaleme aldı. Ardından gelen Ca‘fer Kulî ise (ö. 1814) Horasan Kürtleri’nin en önemli şairi olarak kabul edilir.

XIX. yüzyıl Kürt edebiyatını iki döneme ayırmak gerekir. Kürt beyliklerinin varlıklarını devam ettirdiği ve yüzyılın ortalarına kadar süren ilk dönemde, gençlik çağlarını XVIII. yüzyılın sonlarında geçiren çok sayıda önemli şair yetişti. Bu dönem şairlerini öncekilerden ayıran özelliklerden birisi pek çoğunun aynı zamanda bölgede yaygın olan tarikatlara mensup olmasıdır. Kürt divan şiirinin en önemli temsilcileri olarak görülen isimlerden Hakkâri Beyliği’nin başındaki Pertev Bey ile Müküs beylerinin saray şairi Vedâî o dönemde yeni yayılmakta olan Nakşibendiyye’nin Hâlidiyye koluna mensuptur. Her ikisi de divan sahibi olan Eruhlu Şeyh Ahmed-i Fakīr ile XVII. yüzyıl şairlerinden Ahlâtî’nin soyundan gelen Şeyh Nûreddîn-i Birîfkânî Kādirî tarikatına müntesiptir. Bu yüzyılda aşk mesnevisi alanında Seyfü’l-mülûk û bedîʿu’l-cemâl adlı eseriyle ön plana çıkan Siyahpoş da Nakşî-Hâlidî bir şairdir. Önce Kādirî, sonra Nakşî-Hâlidî olan Molla Halil Siirdî’nin (ö. 1843) Kürt medreselerinde ders kitabı olarak okutulan ve her ikisinin de takipçileri bulunan akaid ve ahlâka dair Nehcü’l-enâm ile tecvid ilmine dair Risâle fî ʿilmi’t-tecvîd adlı manzumeleri önemlidir (bk. MOLLA HALİL SİİRDÎ). Günümüzde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içindeki Behdînân bölgesinden Tayyar Paşa-yı Âmediyeyî ile Bekir Beg-i Erizî aynı zamanda beylik yapmış diğer iki klasik şairdir.

XIX. yüzyılın ilk yarısı aynı zamanda Soran edebiyatının doğduğu dönem oldu. 1784’te bir Soran Kürtleri beyliği olan Bâbân Beyliği’nin emîri İbrâhim Paşa’nın Süleymaniye şehrini kurup beyliğin yönetim merkezi haline getirmesi ve Goran edebiyatının merkezi olan Erdelân Beyliği zayıflarken Soran Beyliği’nin güçlenmesi kültürel bir değişikliği de beraberinde getirdi ve bunun neticesinde Soran edebiyatının kurucu şahsiyetleri olan Mustafa Kürdî, Nâlî ve Sâlim yetişti. Her üçü de divan sahibi olan bu şairlerden en erken şiir yazanı Mustafa Kürdî olmakla birlikte üstat konumunda olan Nâlî’dir ve başta Sâlim ve Mustafa Kürdî olmak üzere pek çok Soran şairi Nâlî’yi izledi. Bâbân Beyliği’nin 1850’de Osmanlı güçleri tarafından ortadan kaldırılması bu üç şairi derinden etkiledi ve Süleymaniye’yi terketmelerine yol açtı. Bunlardan İran Kürdistanı’na giden Mustafa Kürdî ve Sâlim geri döndü, ancak İstanbul’a giden Nâlî geri dönmeyip İstanbul’da vefat etti. Süleymaniye sevgisi ve Bâbân Beyliği’ne duyulan özlem bu şairlerin şiirlerinde görülen ortak bir temadır. Klasik Kurmanç şairlerinin aksine bu şairlerin divanlarında şehrin sosyal yaşamına ilişkin unsurların görülmesi de bundan dolayıdır.

XIX. yüzyıl Kürt edebiyatının ikinci dönemi, yüzyılın ortalarında Osmanlılar’ın merkezîleştirme politikası neticesinde Kürt beyliklerinin varlığına son verildiği ve klasik Kürt edebiyatında köklü değişikliklerin meydana geldiği bir dönemdir. Bu dönemde klasik eserlerin büyük çoğunluğu Kürtler’in yaşadığı coğrafyanın hemen hemen her yerinde açılmış olan Nakşî-Hâlidî tekke ve medreselerinde yazıldı ve klasik şiirin yanında bir tekke edebiyatı akımı da gelişti. Türkiye sınırları içerisinde kalan dergâh ve medreselerde yetişen edebiyatçılar Cumhuriyet döneminde medrese, tekke ve zâviyelerin kapatılmasından olumsuz etkilendiler. Bununla birlikte bu dönemde başlayıp günümüze kadar devam eden gelenek içerisinde yetişen yüzlerce şairden söz etmek mümkündür. Bunların pek çoğu henüz literatüre geçmemiş ve eserlerinin tenkitli ya da Latin harfli neşirleri yapılmamıştır. Söz konusu şairler arasında Diyarbekir’in Aktepe köyünde kurdukları Hâlidî Tekkesi’nin başında bulunan Aktepe ailesine mensup şairler önemli bir yer tutar. Bu tekkenin başındaki en tanınmış isim olan Şeyh Abdurrahman Aktepe (ö. 1910) divanının yanı sıra Kürt edebiyatı tarihinde şemâil, mi‘râciyye ve Kerbelâ mersiyesi türlerinin ilk örneği olan Ravżü’n-naʿîm adlı bir mesnevi (bk. ABDURRAHMAN AKTEPE), kardeşi Şeyh Muhammed Can Leylâ û Mecnûn mesnevisi, Şeyh Abdurrahman’ın büyük oğlu Şeyh Kerbelâ divanının yanı sıra Mirṣâdü’l-eṭfâl adlı Kürtçe-Farsça manzum bir sözlük, diğer oğlu Şeyh Askerî Keşkûl adını verdiği şiir divanının yanı sıra ʿIkdê Durfam adlı fabl türünde bir mesnevi, yine Şeyh Muhammed Can’ın oğlu Şeyh Hasîb de bir divan kaleme aldı. Eserlerinin giriş kısımlarında Şeyh Ahmed-i Hânî’yi izleyerek Kürt diline vurgu yapan bu şairlerin bir diğer özelliği Nakşibendîlik, Ehl-i beyt sevgisi ve Yezîd’e lânet temalarını şiirlerinde çokça işlemiş olmalarıdır. Divan ya da divançe sahibi Nakşî-Hâlidî Kürt şairleri arasında Şeyh Abdülkādir-i Hezânî, Seydâ-yi Licî, Şeyh-i Meczûb, Şeyh Abdülazîz-i Bedlîsî, Melâ Ömer-i Müksî (Laxer), Melâ Ahmed-i Haydarî, Şeyh Muhammed Kadrî, Melâ Ahmed-i Nalbend, Seyyid Ali Fındıkî (Erzen), Şeyh Abdurrahman-ı Şâvirî (Gündüz), Melâ Zâhir-i Tendürekî, Şeyh Müşerref-i Hinûkî, Seydâ-yi Hacî, Fehmî Beg-i Peçarî, Melâ Sirâc-ı Halîlî, Şeyh Muhammed Emîn-i Haydarî, Şeyh Ahmed Hilmî, Şeyh Muhammed Nûrullah Seydâ, Melâ Huznî Hezîn, Melâ Ali-yi Baqustanî ve Melâ Ahmed-i Zinarexî sayılabilir. Seydâ-yi Tîrêj, Seydâ-yi Keleş, Ahmed Nâmî, Melâ Hasan Hişyâr, Melâ Halîl-i Mişehtî, Seydâ-yi Dilbirîn, Bêxew, Dahî, Melâ Mustafa Hilêliyê, Serdaî, Abdurrahman Durre, Melâ Nûrî-yi Hesarî, Gurdilî ve Melâ İmâdüddin Reşpojan da daha çok millî edebiyatı temsil eden dönemin divan sahibi ve medrese kökenli önemli şairleridir. Bu dönemin bir özelliği tema ve türlerde çeşitlilik görülmesidir. Aktepe şairleri tarafından ortaya konan edebî türlere ilaveten Sâî-yi Hânevî simatiye (yemek kültürü hakkında yazılmış manzûme), Şeyh Tâhir-i Şûşî siyer (Gülzâr), Fakī Reşîd mahşer (Sirru’l-mahşer) ve cenknâme (Huneyniye), Melâ Muhammed Nûrî divanının yanı sıra maktel-i Hüseyn (Mersiyenâme derheqê îmam Huseyn), mi‘râciyye (Manzûmetü’l-mi‘râciye) ve pendnâme (Nüzhetü’n-nüfûs fi’n-nesâih), Melâ Muhammed-i Heldâî pendnâme (Tûba’z-zemân), Melâ Nûrullah-ı Kodişkî divanının yanında siyer (el-Cevâhirü’r-reşâdiyye) ve şemâil (el-Hemâil fi’ş-Şemâil), Melâ Muhammed-i Hezânî de Leylâ û Mecnûn türlerinde önemli eserler vermişlerdir. Bu dönemde en çok rağbet gören türler ise mevlid ve akaid manzumeleridir. Telif edilen mevlidlerin sayısı otuzu, manzum akaidnâmelerin sayısı ise yirmiyi aşmaktadır. Tamamı mesnevi nazım şekliyle yazılan bu edebî türler içerisinde, Şeyh Tâhir-i Şûşî’nin Gülzâr adlı siyeri 16.000 beyitle Kürt edebiyatının en hacimli mesnevisi olarak öne çıkmaktadır.

XIX. yüzyılın beylikler sonrası ikinci döneminde Soran edebiyatında da klasik tarzda şiir yazan önemli şairler yetişti. Divan sahibi şairlerden Süleymaniyeli Mahvî, Mehâbâdlı Vefâyî ve Harîk Nakşibendiyye tarikatına mensup şairlerdir. Soran edebiyatının Ahmed-i Hânî’si konumunda görülen Hacı Kādir-i Kûyî de bunlardan biridir. Ayrıca babası ve ağabeyi Kerkük’teki Kādirî Dergâhı’nın postnişinleri olan Şeyh Rızâ-yı Tâlebânî Kürtçe’nin en önemli hiciv şairidir. Edeb, Hamdî, Mirza Gafûr, Sâfî, Melâ Muhammed-i Kûyî, Sâbirî, Hasan, Nârî, Zîver, Şükrî Fuâd, Fazlî, Ahmed Muhtâr Câf, Bîhûd ve Hâdim XX. yüzyılda daha çok klasik tarzda şiir yazan önemli şairlerdir. Beylikler sonrası dönemin bir özelliği de Zaza edebiyatının bu devirde başlamış olmasıdır. Bilinen en eski Zazaca eserler 1900’lü yıllarda Diyarbekir civarında mevlid türünde verildi. Bunların ilki Diyarbekir’in Hezan (Lice) beldesinden Melâ Ahmed-i Hâsî’ye, bir diğeri Siverekli Osman Efendiyo Babij’a aittir. Klasik Zaza edebiyatı Cumhuriyet döneminde de özellikle akaid, mevlid, fıkıh ve siyer gibi türler ve konular çerçevesinde varlığını sürdürdü.

Klasik döneme ait Kürtçe yazılı eserlerin hemen hemen tamamı manzumdur. Bununla birlikte sayıları az da olsa mensur eserler de verilmiştir. Kürtçe’nin bilinen ilk mensur eseri XVI. yüzyılın sonunda Müküslü (Bahçesaray) Alî-yi Teremâhî’nin yazdığı Farsça ve Kürtçe karşılaştırmalı bir Arapça gramer kitabı olan Tesrîfa (Serfa) Kurmancî’dir. XVIII. yüzyılda Müküslü Melâ Yûnis-i Helketînî’nin Arapça gramer konularına dair Ẓurûf ve Terkîb adlı iki risâlesi ile Melâ Arvâsî’nin (Melâ Muhammed-i Kutub) halk tedavi yöntemlerini ele alan Tıba Arvâsî adlı eseri dikkat çekmektedir. Seyid Abdullah-ı Nehrî’nin XIX. yüzyılın başlarında kaleme aldığı Hulâsa-i ʿaḳāid adlı eseri İstanbul’da Manzûme-i Efkâr Matbaası’nda basıldı (1920). XIX. yüzyılda yaşayan Molla Mahmûd-i Bâyezîdî Kürt nesrinin tartışmasız en önemli ismidir. Âdât û Rusûmatnâme-i Ekrâdiye adlı eserinde Kürtler’in örf ve âdetleri üzerinde duran Bâyezîdî, Alexandre Jaba tarafından Fransızca tercümesiyle birlikte Cami‘iyê risaleyan û hikayetan adıyla neşredilen eserinde de (bk. bibl.) Kürt aşiretleri, isimleri ve şairleri hakkındaki risâlelerden sonra bazı yaklaşımlara göre ilk Kürtçe modern hikâyeler olarak kabul edilen kırk hikâyeye yer verir. Bâyezîdî kendisinden önce kaleme alınan Kürtçe aşk hikâyelerinin tamamını nesir halinde özetlemiştir. Dil alanında Tuḥfetü’l-ḫullan (niḥlan) fî zimanê Kurdan, halk hikâyeleri alanında Dürrü’l-mecâlis gibi eserler veren Bâyezîdî tarihle de ilgilenmiş ve Şeref Han’ın Kürt tarihini konu alan Şerefnâme’sini Farsça’dan Kürtçe’ye çevirmiştir. Diğer eseri Tevârîḫ-i cedîd-i Kürdistân ise günümüze ulaşmamıştır (bk. BÂYEZÎDÎ, Molla Mahmud). XX. yüzyılda klasik Kürt nesri çerçevesinde akaid, fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvuf gibi dinî ilimlere dair çok sayıda eser arasında Halîfe Yûsuf’un (ö. 1965) Tuḥfetü’l-ʿâmilîn, İrşâdü’l-ʿibâd, Mecmaʿu’l-mesâili’ş-şerʿiyye gibi eserleri ile Melâ Hüseyn-i Marûnisî’nin Zanîn adlı on iki ciltlik tefsiri ve tamamını süslü nesir ile kaleme aldığı ʿAḳīda îmanê adlı eseri öne çıkmaktadır. Tamamı Kurmançça yazılmış olan bu eserlerin dışında Soranca’da da klasik nesir gelişti. XIX. yüzyılda kaleme alınan Mevlânâ Hâlid el-Bağdâdî’nin akaid türündeki ve Şeyh Hüseyn-i Kādî’nin mevlid türündeki eserleri ise Soranca’nın ilk mensur eserleridir.

Modern Kürt Edebiyatı

XIX. yüzyılın ortalarında Kürt beyliklerindeki özerklik yapısının ortadan kaldırılmasını ve bunun yerine İstanbul’a bağlı Kürdistan eyaletinin kurulmasını (1847) takip eden yeni dönemde modern Kürt edebiyatının doğuşu için uygun bir ortam oluştu. Bu dönemde beylikler devrinin aksine Kürt entelektüelleri yönetimin merkezi olan İstanbul’a büyük ilgi gösterdi ve pek çok Kürt şairi ve aydını İstanbul’da bir araya geldi. Aynı yüzyılda bütün Osmanlı coğrafyasında ortaya çıkan modernleşme ve milliyetçilik akımlarının Kürtler’i de etkilemesi sonucunda ilk Kürtçe gazete ve dergiler yayın hayatına başladı. Her ne kadar ilk Kürtçe gazete olan Kürdistan 1898 yılında Kahire’de yayımlandıysa da daha sonraki Kürtçe gazete ve dergilerin büyük bölümü İstanbul’daki Kürt aydınları tarafından çıkarıldı. Bunlar arasında, imtiyaz sahipliğini Pîremerd’in yaptığı Kürt Teâvün ve Terakkî Gazetesi (Kasım 1908) Kürtçe yazılara yer veren ilk süreli yayın olma özelliğini taşır (bk. PÎREMERD). Kürt basınının doğuşu modern Kürt edebiyatının doğuşuna da zemin hazırladı. İstanbul’daki bu gazete ve dergilerde klasik Kürt edebiyatına dair metinler yanında modern Kürt (Kurmanç) edebiyatının ilk örnekleri sayılan yazılar da neşredildi. Fuad Temo’nun ilk modern Kürt hikâyesi kabul edilen “Çîrok” (Hikâye) başlığını taşıyan hikâyesi Rojî Kurd dergisinde yayımlandı (1913). “Memê Alân” adlı ilk Kürtçe piyesin de yazarı olan Abdürrahim Rahmî’nin hece vezniyle kaleme aldığı sosyal içerikli şiirleri Jîn dergisinde neşredildi ve 1918’de Gaziya Welat adıyla İstanbul’da yayımlandı.

Modern Kurmanç edebiyatının ortaya çıktığı yerlerden biri de Kafkasya’dır. Sovyetler’in kendi sınırları içerisinde yaşayan halklara nisbî özgürlükler tanıması neticesinde uzun yıllar varlığını sürdürecek olan Riya Teze adlı gazetenin 1930 yılında Erivan’da yayın hayatına başlaması bu bölgede Kürtçe modern edebî ürünlerin verilmesinin önünü açtı. Emînê Evdâl, Hâcîyê Cindî ve Casimê Celîl bu gazetede edebî ürünlerini yayımladılar. Ardından Erebê Şemo Kürt edebiyatında ilk roman olarak kabul edilen Şivanê Kurmanca adlı eserini kaleme aldı. Daha sonraki yıllarda roman ve hikâye alanında Hâcî-yi Cindî, Ahmed-i Mirazî, Saîd adının Ermenistan Kürtçesi’ndeki söyleyişiyle Sehîd-i Îbo, Egîd-i Hudo, Vezîr-i Nâdirî ve Eli-yi Abdurrahman, şiir alanında ise Ferîk-i Ûsiv ve Şiko-yi Hasan ön plana çıktı. Emerîk-i Serdâr, Vezîr-i Eşo, Sîma Semend, Tosin-i Reşîd, Ahmed-i Hepo ve Azîz-i Îsko da modern Kürt edebiyatının Kafkas sahasında özellikle 1960’lardan sonra yetişen önemli temsilcileri arasında sayılabilir. Ermenistan Devleti’nin 1991 yılında bağımsızlığını kazanması buradaki edebî çalışmaların zayıflamasına yol açtı. Tarih boyunca Kürtçe klasik eserlerin yazılageldiği merkezî bölgelerde ise modern Kürt edebiyatı siyasî şartlara bağlı olarak farklı şekillerde gelişti. Klasik dönemde Kurmanç, Goran ve Soran edebiyatlarının her biri ortak Arap alfabesiyle kendi bölge sınırları içinde aktif iken modern dönemde bu durum değişti. Özellikle modern Kurmanç edebiyatı Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de mevcut farklı siyasî şartlar ve alfabeler yüzünden farklı gelişim çizgileri takip etti. Goran ve Soran edebiyatları da İran ve Irak arasında iki parçaya bölündü.

Cumhuriyet döneminde Kürtçe’ye getirilen kısıtlamalar neticesinde pek çok Kürt aydını Türkiye’den göç edip o dönemde Fransız mandası altında bulunan Suriye’nin Şam şehrine yerleşti. Burada Celâdet Ali Bedîrhan ve Kâmuran Ali Bedîrhan kardeşler tarafından çıkarılan Hawar, Ronahi, Roja Nû ve Stêr dergileri Bedîrhan kardeşlerin yanı sıra Cigerhûn, Nûreddin Zâzâ, Ahmed Nâmî, Seydâ-i Hişyâr, Reşîd-i Kürd, Kadrîcân gibi önemli şairlerin yetişmesine vesile oldu. Bunlardan özellikle Cigerhûn klasik şiirle başlamış olsa da modern Kürt şiirini yetkin bir şekilde temsil eden sembol bir şair olarak ön plana çıktı. II. Dünya Savaşı’nı müteakip Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra burası da uygun bir ortam olma niteliğini kaybetti ve pek çok Kürt edebiyatçısı Paris’e yerleşti.

Türkiye’de yaşayan Kürtler’in uzunca bir süre Kürtçe edebî faaliyet içerisine girmemesi ülkede yaşanan siyasî ve sosyal şartlarla ilişkilidir. İlk defa 1959’da Musa Anter tarafından Diyarbakır’da yayımlanan İleri Yurt gazetesinde “Qimil” adlı Kürtçe bir şiir neşredildi, ancak büyük tepkiyle karşılandı. 1960 darbesinden sonraki nisbî rahatlama ortamında tamamı Kürtçe olan Tirêj dergisi neşredildi. Bu dergide şiirleri neşredilen Rojen Barnas, Berken Bereh ve Arjen Arî gibi şairler Türkiye Kürtleri içerisinde modern Kurmanç şiirinin ilk temsilcileri oldular. Ancak bunun arkası gelmedi ve 1980 darbesiyle birlikte pek çok Kürt aydını Avrupa’ya göç etmek zorunda kaldı. Avrupa’da başta İsveç olmak üzere pek çok ülkede bir diyaspora edebiyatı oluştu ve bu dönemde Mehmet Uzun, Mahmût Baksî, Fırat Cewerî, Hesenê Metê, Can Dost, Fewaz Hisên, Helîm Ûsiv gibi yazarlar modern Kurmanç edebiyatı çerçevesinde önemli eserler verdi. Türkçe dışındaki anadilleri yasaklayan ve Türkiye’de Kürtçe yayıncılığın önünde engel teşkil eden 1983 tarihli kanunun 1991 yılında değiştirilmesiyle birlikte öncelikle İstanbul’da, ardından Diyarbakır’da Kürtçe dergi ve gazeteler hızla çoğaldı ve buna paralel olarak modern Kürt edebiyatı Türkiye’de de gelişme imkânı buldu.

Modern Soran edebiyatının gelişiminde Kurmanç edebiyatında olduğu gibi dönemsel farklılıklar görülmez. Irak’ta ve İran’da herhangi bir dönemde yasaklanmayan Soranca daha Şeyh Mahmûd Berzencî’nin I. Dünya Savaşı’ndan sonra Süleymaniye’de kurduğu Kürdistan hükümeti döneminde Kürtçe okullarda eğitim dili haline geldi ve Irak Devleti’nin kurulmasından başlamak üzere günümüze kadar bu resmî konumunu hiç yitirmedi. Bunun neticesinde modern Soran edebiyatı istikrarlı bir gelişme seyri izledi. Cemîl Sâib’in 1925’te Berzencî hükümeti döneminde yayımladığı Le Hevmâ, Ahmed Muhtâr Câf’ın 1926’da çıkardığı Meseley Vicdân ve Pîremerd’in 1935’te neşrettiği Düvânzde Süvârî Merîvân adlı öyküler modern Soran edebiyatının bu alandaki ilk örnekleri kabul edilir. 1939’da Bağdat’ta yayın hayatına başlayan ve modern Soran edebiyatının gelişmesine büyük katkı sağlayan Gelâvêj dergisinde Alâeddin Seccâdî, İbrâhim Ahmed ve Şâkir Fettâh gibi hikâye yazarları yetişti. Kürt tarihine dair ilk Kürtçe eseri kaleme alan Mehmed Emin Zekî Bey de bu derginin yazarları arasındadır (bk. MEHMED EMİN ZEKÎ BEY; SECCÂDÎ, Alâeddin). Daha sonraki dönemde Soran hikâyeciliğini Hüseyin Hüznî Mûkriyânî, Hasan Kızılcî, Muharrem Muhammed Emîn, Kâmrân Mûkrî, Muhammed Mevlûd gibi yazarlar temsil etti. İbrâhim Ahmed’in 1956’da Irak Kürdistanı’nda yazdığı Janî Gel ve Rahîm-i Kādî’nin 1958’de İran Kürdistanı’nda kaleme aldığı Pêşmerge adlı romanlar Soran edebiyatının ilk romanları olarak kabul edilmektedir. Hisên Ârif, Şêrzâd Hasan, İsmâil Muhammed Emîn, Serhed Tevfîk Ma‘rûf, Ahmed Muhammed İsmâil, Hasan Câf, Kerîm Ârif, Mehâbâd Karadâğî, Sâlih Celâl, Muhammed Mûkrî, Hakîm Kakeveys, Enver Muhammed Tâhir, Cebbâr Cemâl Garîb, Salâh Emer, Bahtiyar Ali ve Eta Nehayî de Soran edebiyatının önde gelen romancıları arasında yer alır. Şekil olarak klasik, içerik olarak modern şiirler yazan Hacı Kādir-i Kûyî sayılmazsa Pîremerd, Bîkes, Dildâr, Bahtiyar, Şeyh Nûrî, Şeyh Sâlih, Ahmed Muhtâr Câf ve Zîver başta olmak üzere pek çok Soran şairinin hem klasik hem modern tarzda şiir yazdıkları görülmektedir. Irak’ta Abdullah Goran ve Ahmed Herdî, İran’da Hemîn ve Hejâr gibi şairler şiirlerinde daha çok modern formları kullandılar. Modern Soran şiiri sonraki dönemlerde Latîf Helmet, Şêrko Bîkes, Celâl Mirza Kerîm, Dilşâd Merîvânî, Kâmrân Mûkrî, Cemîl Rencber, Abdullah Peşêw ve Refîk Sâbir gibi şairlerle varlığını sürdürdü. İlk ürünlerini Avrupa’da Malmîsanij ile vermeye başlayan modern Zaza edebiyatı 1990’lardan sonraki serbestlik ortamında İstanbul’da Vate dergisinin çıkmasıyla birlikte yeni bir ivme kazandı. Bu derginin etrafında bir araya gelen Roşan Lezgîn, Deniz Gündüz, İhsan Espar, Munzur Çem ve Serdar Bedîrhan gibi yazarlar modern Zaza edebiyatının gelişmesine önemli katkılar sağladı.

c) Halk Edebiyatı. Diğer milletlerde olduğu gibi Kürtler’de de sözlü edebiyat yazılı edebiyattan önce başladı ve yazılı edebiyat döneminde de onun yanı başında varlığını günümüze kadar sürdürdü. Mit, efsane, masal, destan, halk hikâyeleri, halk şarkıları, dinî anlatılar, atasözleri, deyim, bilmece, fıkra, ninni ve tekerleme gibi sözlü edebiyat türlerinin tamamı Kürt edebiyatı tarihinde ortaya çıktı, güçlü bir gelenek oluşturdu, nesilden nesile aktarılarak günümüze ulaştı ve bunların bir kısmı araştırmacılar tarafından kaydedilip yazıya geçirildi. Bu ürünler hem klasik hem modern Kürt edebiyatında yazarlar için önemli bir ilham ve başvuru kaynağı oldu. Kürt sözlü edebiyatının belki de en çok dikkat çeken türü destanlardır. Özellikle Goranca söylenen ve konusu daha çok mitoloji, tarih ve kahramanlık olan pek çok destan bulunmaktadır. Bîjen û Menîje, Heft Hânî Rüstem, Rüstem û Sührâb, Rezmnâmeyâ Rüstem û Semsâm, Behtûn, Behmen û Ferâmerz, Rüstem û Koy Kehzâd, Siyâveşî Berzû û Felâvend, Cengî Hefte Leşker, Rüstem û Zerd Heng, Rüstem û Isfendiyâr ve Rüstem û Şegâd gibi destanlar örnek olarak sayılabilir. Bu destanların tamamı daha sonra mesnevi nazım şekli ve Goran Kürtleri’nin millî ölçüsü olan onlu hece vezniyle yazıya da geçirildi ve Şahnâmeyî Kurdî adını aldı.

Kurmançça’da daha sonra klasik edebiyat formlarıyla yazıya geçirilen Memê Alân (Mem û Zîn), Kelâ Dimdim ve Zembîlfiroş gibi destanlar bulunmakla birlikte sözlü edebiyat ürünü olarak kalan Mirza Miheme, Siyâbend û Hecê, Kerr û Kulik, Binefşâ Nârîn, Sitî û Fehrî, Devrêşê Evdî, Filîtê Kuto, Sînan û Sakîne, Fedîle û Elî, Meryema Fileh û Eliyê Kolahasî, Heso û Nazê gibi aşk, kahramanlık ve tarih temalı pek çok destan bulunmaktadır. Bunlar daha çok divanhâne denilen mekânlarda “şer” ve “kilâm” gibi sözlü edebiyat formları içerisinde “dengbêj” adı verilen halk sanatçıları tarafından yaşatıldı. Böylece Türkçe’deki âşık edebiyatı gibi Kürtçe’de kurumsallaşmış bir “dengbêj” edebiyatı oluştu. Genel olarak tarihte her bir Kürt beyinin bir dengbêji olduğu kabul edilmekle birlikte onlar hakkında günümüze ulaşan bilgiler oldukça sınırlıdır. Bu bağlamda XIX. yüzyılda Bohtan Beyi Mîr Bedîrhan’ın dengbêji Cizreli Izêrê Miço’yu ve Sürmeli Mehmed Paşa’nın dengbêji olup Serhad bölgesinde yaşamını sürdüren Evdalê Zeynikê zikredilebilir. Özellikle 1800-1900’lü yıllarda yaşamını sürdüren Evdâl, hayatı hakkında belgelere dayalı bilgi bulunan en eski dengbêjlerin başında gelir. Kürtler’in Homeros’u olarak nitelenen Evdâl, Serhad bölgesinde bir dengbêjlik edebiyatı oluşturdu ve Gulêya Fileh, Ferzê, Resoyê Gopala, Şakiro gibi dengbêjler usta-çırak ilişkisi çerçevesinde onun izini sürdü. 1809 yılında ölen Elî Berdeşanî ise Soran Kürtçesi sahasında halk edebiyatı şiir formlarını kullanan ve şiirleri günümüze ulaşan önemli bir şairdir.

Halk hikâyeleri ve halk şarkıları da Kürt halk edebiyatının önemli türlerindendir. Molla Mahmûd-i Bâyezîdî XIX. yüzyılda Cami‘iyê risaleyan û hikayetan ve Dürrü’l-mecâlis gibi eserlerinde Kürt halk hikâyelerini; Istranêd kurmancî, Kelamê keçan, Lawîjk, Stranên kurdî (lo dilo & dilo siwaro) ve Birîte gibi eserlerinde de Kürt halk türkülerini derleyerek bu alanda önemli çalışmalara imza attı.

Sözlü Kürt edebiyatının bir sahası da dinî halk edebiyatıdır. Son derece zengin bir içeriğe sahip olan bu edebiyatın üç kolundan söz edilebilir: Yârsân (Ehl-i Hak), Yezîdî ve tekke edebiyatları. Yârsân edebiyatı Hevreman bölgesi merkezli Yârsân inancına mensup pîrlerin dua ve dinî inanç esaslarını kendi aralarında diyaloglar halinde dile getirdikleri sözlü bir edebiyat türüdür. IX-X. yüzyıllarda başlayan bu gelenek XIX. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. Tarihte yaşamış olan Yârsân pîrleri tarafından ortaya konan manzum diyalogların tamamına “devre” (mecmua) adı verilir. Yârsân inancında kurucu pîr sayılan Sultan Suhak (Sultan İshak) dönemindeki diyalogları içeren Kitâb-ı Serencâm önemlidir. Gerek Serencâm gerekse diğer mecmuaların bir kısmı son yüzyılda çözülüp yazıya geçirilmiş ve Serencâm’ın çeşitli baskıları yapılmıştır. Yezîdî edebiyatı Şeyh Adî b. Müsâfir’e dayandırılan Yezîdî inancı içerisinde ortaya çıkan ve kavl, beyt, kaside gibi türleri olan sözlü bir edebiyat geleneğidir. Bu edebiyatın ürünleri büyük çoğunlukla XI. yüzyıl ile XIII. yüzyıllar arasında başta Şeyh Fahr-i Adiyân olmak üzere Şeyhsin, Pîr Reşe Heyrên, Pîr Hıdır, Pîr Hevind gibi Yezîdî pîrleri tarafından söylendi ve sözlü olarak günümüze kadar aktarıldı. Bu ürünler ilkin XX. yüzyılın başlarında özellikle Batılı araştırmacılar tarafından kaydedilip yazıya geçirildi. Bu dönemden itibaren yapılan çalışmalar neticesinde Yezîdî edebiyatına ait önemli miktarda kavl, beyt ve kaside yayımlandı. Sünnî Kürtler arasında ortaya çıkıp gelişen tekke edebiyatı ise başta Kādirî ve Nakşibendî tekkelerinde, tarikatın erkânı başta olmak üzere çeşitli dinî-tasavvufî konularda icra edilen sözlü tekke şiirinden oluşmaktadır. Daha çok tevhid, na‘t, methiye ve mersiye türünde verilen bu şiirler arbana/def eşliğinde nağmeli bir şekilde icra edilmiştir. Cenknâme türündeki bazı tekke edebiyatı ürünlerinin daha sonraları halk edebiyatı formları içerisinde yazıya geçirildiği de görülmektedir. XVI. yüzyılda Alî-yi Harîrî’nin kaleme aldığı Borê Qer, XVIII. yüzyılda Şeyh Hâlid Âğā-yi Zîbârî’nin yazdığı Qewlê Nevâla Sîsebân bu geleneğin iki önemli eseridir. Tekke edebiyatının diğer türleri henüz yazıya geçirilmiş değildir.

Bu yazı İslam Ansiklopedisi KÜRTLER başlığından derlenmiştir. 9 bölümden oluşan KÜRTLER başlığının müellifleri: Mehmet Akbaş, İbrahim Özcoşar, Serdar Yıldırım, Hayreddin Kızıl, İlhan Baran, Doğan Kaplan, Metin Bozan, Abdurrahman Adak, Sıtkı Karadeniz

Yorum Yaz