tatlidede
tatlidede

Militarizmi Kutsamak

Militarizmi Kutsamak
Militarizm, değişik çevrelerde hep cazibesini korumuştur... Militarizm, her ne hikmetse insanları mıknatıs gibi kendisine çekiyor… Bunun nedenleri uzun bir tarihi geçmişe dayanıyor…
Savaşların ve fetihlerin kültürüyle yetiştirilmiş insanlar, uygarlık mücadelesinin sadece bir boyutunu öğrenmekle, kendi varlık nedenlerini algılamaya çalışıyorlar. Halbuki şu kesindir; Savaş ve şiddet toplumsal yaşamın bir doğal parçası olarak algılandığı sürece, bununla birlikte savaş ve şiddeti meslek haline getiren grupların cazibesi de orantılı olarak artıyor…
Şu çok açık; her yönüyle Militarizm formalist bir yaşam biçimini ifade ediyor ve belli bir sosyal tabakanın tüm çıkarlarını dile getiriyor.
Mesleki olarak militer etkinliklerde, düşünce ve davranış modeli olarak militarizm hep yüceltilmiştir. Militarist değerler ve kurallar ince ince farklı yollarla sivil topluma empoze ediliyorlar. Tüm militarist ve tek boyutlu toplumsal faaliyetler militer olanı, militarizmin özünü teşkil eden değerleri merkeze oturtmak için seferber ediliyorlar. 
Burada silah ve güç kutsanıyor, düşünce formalistleşiyor, altüst ilişkiler çok sıkı bir denetim altına alınıyorlar, toplumsal ve siyasal ilişkiler bir piramit şekillenmesi etrafında düzenleniyorlar. Törenler, bayrak sevdaları, gösteri hastalığı, kutlamalar, devir teslimler, mezuniyetler, nişanlar, kahramanlıklar, sahte zaferler, mitleştirilmiş askeri zaferler, evet, hepsi militarist düşünce ve eylemlere malzeme yapılıyor. Militarist ideoloji bu malzemelerle süslendiriliyor, kurtarıcılık felsefesi askeri ve siyasi yalanlarla harmanlanıyor ve topluma benimsetiliyor. 
Zaferler ve başarılar hep bir lidere, bir komutana, bir dehaya atfedilir ve ötekiler, yani eylemciler hep anonim kalıyorlar. Onların isimleri ve kimlikleri bile yoktur. Çünkü lider ve komutanın kimliği eylemcilerin varlıksal niteliklerinin ortaya çıkmasını engelliyor… 
Şunu kesinlikle biliyoruz: Militarizm de şef her zaman haklıdır! Bu konuyla ilgili çok güzel anlatılmış ve öz olarak formüle edilmiş bir kurallar sistemi var: Mesela şef ya da komutan her zaman haklıdır! Bu düzenlemenin birinci kuralıdır ve yürürlükte olan tüzüğün birinci maddesidir. Düzenlemenin ikinci maddesi de şudur; şef ya da komutan yanlış yaptığı zaman, birinci madde otomatikman hemen devreye giriyor! 
Yani militarist düşünce ve eylemde komutan ve lider her zaman haklıdırlar!.. Ortada bir yanlış varsa o da lider ve komutanda değildir, aslında bu etrafta egemen olan koşulların ve bunları örgütleyen hainlerden, alçaklardan, döneklerden kaynaklanıyor…
Militarizm kendi mantığını böyle oluşturmuştur, hatta bu bağlamda mantık kuralları işlevlerini bile yitiriyorlar…
Temel amacı insanı öldürmek olan bir meslek mi yoksa temel amacı insanı yaşatmak isteyen bir meslek mi daha caziptir diye bir soru sorarsak, eminim ki insanlığın büyük çoğunluğu insanı yaşatan meslekten yana görüş bildirecektir! Ama buna rağmen dünya çapında ya da coğrafyamızda tarih boyunca en itibarlı, en cazibeli, en fazla sosyal ve ekonomik getirisi olan meslekler yine de militer meslekler olmuştur!
Neden?
Çünkü savaş ve şiddet militarist düşünce ve pratik olmadan gerçekleşmesi mümkün olmayan eylemlerdir. Savaş ve şiddet, objektif olarak militer teknikleri, davranışları, modelleri izlemek zorunda kalıyor. Diğer bir değişle; militarizmin düşünce ve yöntemleri kaçınılmaz olarak militarizmi doğuruyor. Mesela savaşan taraflardan birisi savaşın mantığını, amacını, eylemini uygulamadan savaşta ne kadar başarılı olabilir ki? Savaşın tüm acımasız yanlarıyla, teknikleriyle, olanaklarıyla size karşı savaşan bir gücün karşısında, savaş mantığından vazgeçmek akıl karı olabilir mi hiç?..
Dolayısıyla savaşı tırmandırmak, en uç noktaya götürmek, savaşın kaçınılmaz mantığıdır!
Savaşın savaşta bitmesi için, şiddet eylemlerinin son bulması için bir tarafın teslim olması, yenilmesi, düşman olarak nitelendirdiği tarafın isteklerine boyun eğmesi gerekiyor. Yani herhangi savaşan bir tarafın öteki savaşan tarafın karşısında pes etmesi gerekiyor. 
Yoksa ilan edilen savaş bitmez.. 
Sürekli savaş diye bir olgu tarih boyunca gerçekleşmemiştir. Savaşan taraflardan birisi ya savaşta yenilir ya da deklere ettiği amaçlarında vazgeçer. Bu da zaten yenilginin kendisidir değil mi!..
Normal bir düzeyde buraya aktardığımız görüşler savaş teorileriyle yakından bağlantılı olan genel görüşlerdir. Burada dile getirilen görüşlere teorik olarak babalık yapan Alman general Carl Von Clausewitz, hemen hemen tüm siyasal ideolojilere savaş konusunda rehberlik yapmıştır. Her ne kadar bizler sosyal savaş, ulusal kurtuluş savaşları, devrimci savaşlar, sınıf savaşları, haklı ve haksız savaşlar ve benzeri nitelemelerle savaşın amacını belirlemek istiyorsak da, sonuç itibariyle savaş, Clausewitz teori ve pratiğine göre yürütülüyor. Farklı ideoloji ve siyasetler savaş konusunda aynı temel kaynaktan besleniyorlar! Kısa ve öz olarak bunu söylersek: her savaşçı koşullara göre savaş mantığını uygulamak zorunda kalıyor. Ya da savaştan vazgeçerek, başka yöntemlere başvurması gerekiyor…
Yani kısacası, Militarizm savaşın kaçınılmaz sonucudur ya da savaş militarist düşünce ve eylemin güçlenmesini, dalınıp budaklanmasını sağlayan  en temel etkenlerden birisidir…
Bakınız şimdi, şimdiye kadar militarist mantığın cazibesine yurtseverler ve sosyalistler de kapılmışlardır. Mesela Kürtler arasında peşmergeler ve gerillalarla ilgili söylenen şarkılar, şiirler ve destansı masalları hangi sivil politikacı için, hangi düşünür için, hangi sanatçı için, hangi aydın ve bilim adamları için söylenmiştir?
Dağdaki peşmerge ya da dağdaki gerilla hep kutsanmıştır! Onlar günlük dilimizde birer metafor olmuşlardır. Çünkü elde silahı olan kimse hep siyasal gücü sembolize ediyor. Bir tehdit, bir caydırıcılık unsuru olarak silah insanla birlikte ortada duruyor. Ama bu eli silahlı olan adamlar militarizmin kültürüyle donatıldığı andan itibaren de, iktidar, güç, olanaklar, eylemsellik gibi konularda militer yapıyı muhafaza etmeye başlıyorlar. Militarizmin meyvelerini toplayanlar, getirisiyle iktidar sahibi olanlar, onu kolay kolay terk etmiyorlar! Ve bu nedenlerden da Militarist düşünceler bir virüs gibi toplumun her kesimine yavaş yavaş yayılmaya başlıyorlar…
Ve böylelikle de geçici olan bir durum, geçici olması gereken bir durum, kalıcı bir duruma dönüşüyor. Halbuki dağa çıkmanın temel amacı zaten toplumu zulüm ve baskıdan kurtarmak ve aynı zamanda siyaseti normal mecrasına dönüştürmek içindi değil miydi sanki? Yani dağa çıkma ya da savaşmak nihayetinde geçici bir durumdur. Asıl olan toplumsal ve siyasal yaşamdır değil mi…
Militarist düşünce ve eylem bizlere bu gerçeği unutturmaya çalışıyor. 
Unutmayanları da değişik biçimlerde cezalandırıyor…
Konuyu daha somutlaştırmak için, şunu bir kere tekrar edelim; mesela neden sivil yaşamdaki direnme ve eylemler, militer eylemler kadar kültürümüzde efsaneleşemiyorlar? Çünkü sivil yaşamın efsaneleşmesine hiçbir zaman ihtiyacı yoktur da ondan! Sivil eylem ve düşünce insani olan ihtiyaçlarından doğar ve eleştiriye açık olan bir pratik sergiler. Sosyal, ekonomik ve kültürel nitelikleri olan yaşam biçimlerinin temel ifadeleri toplumsal ve siyasal yaşamdan izole edilemezler. Bunlar gerçek yaşamın ta kendisidir. Çünkü bu yaşam biçimi toplum ve siyasetle iç içedir, onun normal durumunu ifade ederler, onu kendi faaliyetine temel yaparlar ve çeşitlilik içinde ilerlemesini sağlarlar. 
Çok amaçlı yaşam biçimleri, toplumlarda yaşayan tüm bireylerin iradesi dışında vardırlar. Toplumsal ve siyasal amaçların çeşitliliği, insanın sosyal etkinliği körükler ve insanın sosyalleşmesine de büyük katkı yapar. 
Kısacası toplumsal ve siyasal yaşamda çok boyutlu bir sosyal pratikle karşı karşıya kalıyor insanlar…
Ama militer bağlamda her zaman tek boyutluluk egemendir. Burada tek amaç egemendir. Burada tek lider egemendir. Tek yaşam tarzı geçerlidir burada. Tek düşünce ve kavramlar silsilesi geçerlidir. Geçerli olan düşünceler kalıplarıyla birlikte telafüz edilirler. Hayatın çeşitliliği karşısında oluşturulan öteki amaçlar, tek ve büyük olan amaca hizmet ettiği sürece geçerliliğini koruyabilir burada. Yani tüm amaçlar büyük amaca hizmet eder ve onun için vardır. Militarizmde tek büyük amaç düşmanı yok etmektir, bütün olanaklar bunun için seferber edilirler. Siyasal bağlamda düşman, bildiğimiz gibi değişkendir, bazen dış düşman bazen de iç düşman kavramlarıyla konulara yaklaşıyoruz. Burada da ezberlenmiş formüller ve önyargılarla donatılmış bir düşman kavramı geçerlidir. Düşman da her halûkârda yok edilmesi gereken bir yaratıktır…
Tabi ki düşman da, bu bağlamda insan olarak pek algılanmaz…
Dolayısıyla militarist ideoloji yargılanmadan, Kürtler arasında çağdaş bir siyaset tarzı geliştirmek, deveye hendek atlatmak daha zordur.
Ama zorluklara da mertçe göğüs geremeyen insanlar, siyasetle neden uğraştıklarını anlamakta güçlük çekiyorum!
Bu bağlamda asıl sorun; militarizmin cazibesine kapılmış siyasetçilerdir…
Kördüğüm de, buradadır…  



Yorum Yaz