tatlidede

Nusaybin Tarihçesi - Tarihi Durumu

  • 18.10.2014 12:27
Nusaybin Tarihçesi - Tarihi Durumu
NUSAYBİN'İN TARİHİ
Nusaybin'in M.Ö 2270 yılında Sümerlerin üçüncü ur sülalesinden Kral Şulgi tarafından kurulmuş, Babil Kralı Hamurabi zamanında da gelişmiş bağlık ve bahçelik anlamına gelen "ARAMİŞ" adı verilmiştir. Araplar buraya iki kısmı anlamına gelen NUSİBEYH, Asurlar NAŞABANA, Mitaniler de NASPİNAİZELA adım verdikleri tarihi kaynaklardan anlaşılmaktadır. Tarihin akışı içinde birçok kez istilalara sahne olan merkez bu istilalara karşı korunması için günümüze kadar özelliğini yitirmemiş olan SUMOSERÇEHAN-TELKÖÇEK, Ali GERZAN, ŞİRVAN, AZNAVUR ve HATEM (Limitriyus) Kaleleri yaptırılmıştır. M.Ö. 1275 - 1500 yıllan arasında Resülayn, Harran, Ş.Urfa, Slikos, Ninnova ve Babil şehirlerini içine alan HURİ MİTANİ'lerin Başkentliğini yaptığı mevcut kaynaklardan anlaşılmaktadır. Kral GİGES tarafından yaptırılan "KRAL YOLU"nun üzerine inşa edilmiş olan Nusaybin zamanın büyük ticaret merkezi durumundaydı. Bugün hudut kapısının yanında bulunan sütunlarının LİDYA Kralı GİGES tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır. M.S. 80 yılında Urfalı ABGAR Krallığının egemenliğine girmiş, kente bir fakülte kurulmuş. Bu fakültenin ilk Rektörlüğü aslen Nusaybinli olan MAR AFRAM daha sonraları ise Urfalı MAR YAKUP yapmıştır. Günümüze bu tarihi binanın zemin katında, rektör MAR YAKUP'un mezarı mevcut olup bu binaya da MAR YAKUP kilisesi adı verilmiştir. Süryani ABGAR Karalığının kısa sürede son bulması nedeniyle, uzun bir süre İRAN ve BİZANS imparatorluklarının egemenliğine giren ve çeşitli savaşlara sahne olan Nusaybin 640 yılında Arap komutanlarından GANEM BİN İYAS tarafından fetih edilerek, İslam yönetimine girmiştir. 1551 yılında Yavuz Sultan SELİM'İN Mısır seferi sırasında Türk Osmanlı idaresine geçmiş olup, Cumhuriyet Kuruluşundan beri ilçedir.

TARİHİ MİRAS

GIRNAVAS: Yeterli ilginin gösterilmesi ve gerekli araştırmaların yapılması halinde dünyaya ışık tutacak, medeniyetler tarihine yeni bir sayfa eklenecek olan Gırnavas, Nusaybin'in 4 km kuzeyinde, çağ-çağ vadisinin kuzey Mezopotamya ovasına açıldığı noktada, tam vadi ağzında bir höyüktür. Çağ-Çağ’ın batısında yer alan höyük 350 metre çapında yuvarlak bir alam kaplamaktadır. Şu anda mevcut yüksekliği 25 metredir. Çevresi sulanabilir tarım arazisi ile kaplıdır. Günümüzde basit bir kanal sistemi ile sulanan bu arazide her türlü ağaç ve sebze yetişebilmektedir. Arkeolojik önemi nedeniyle Gırnavas, birçok bilim adamı tarafından ziyaret edilmiştir. 1918 yılında A.T.Olmstead, daha çok yüzey buluntularına dayanarak Gırnavas'ı Asur devri Nasibina'sı ile bir tutmak istemiştir. 1969 yılında E. Locius ve K.Sornig, Gırnavas'ın 2 km güneyinde bulunan (Yakınköy Veysike şu anki A.Kadirpaşa mahhallesi) köyünün ad benzerliği nedeniyle, Mitanni devletinin henüz bulunamayan baş şehri Vaşşuganni (Vaşşukani) için yeni bir arayış noktası saymıştır. 1980 yılında K. Sornig Vaşşuganni'nin lokalizasyonuyla yeniden ilgilenmiş bu sefer tarihi kaynakların ışığında daha emin bir şekilde Gırnavas'ı Vaşşuganni olarak değerlendirmiştir. K. Sornig'in bu görüşü, 3 yıl sonra Prof. Dr. Hayat ERKAN AL tarafından, daha çok arkeolojik ve topografık değerlendirmelerle desteklenmiştir. 1980 yılında itibaren 2 yıl süreyle Prof. Dr. Hayat ERKAN AL tarafından sürdürülen yüzey araştırmalarından toplanan buluntulara göre Gmavas'm geç Uruk çağından yeni Asur devletine kadar, yani M.Ö. 4. yüzyılın sonlarından M.Ö. 7. yüzyıla kadar kesintisiz iskân Yerleşimin en alt kültür tabakasını M.Ö. 4. yüzyılın sonlarına tarihlenen geç Uruk devri oluşturmaktadır. Bu kültür tabakasının üzerinde yer alan M.Ö. 3. yüzyıl ortalarına yerleştiren Ur hanedanlar devri mimari tabakaları daha çok ölü gömme âdetleri açısından araştırılmış ve değerlendirilmiştir. Tespit edilen mezarlara göre ölüler bu devirde Mezopotamya gelenek uygun biçimde, açılan çukurlara dizler karına çekik olarak yatırılmakta sonra yakılan hafif bir ateşle manevi bir temizlik sağlanarak dünyevi ilişkiler kesilmektedir. Daha soma çeşitli eşyalar bırakılmaktadır. Bu eşyalar arasında şahsi eşya olarak metal silahlar, metal süs eşyaları, yan kıymetli taşlardan ve hayvan kemiklerinden yapılan süs eşyaları ve mühürler çok sayıda tespit edilmiştir. Aynı mezarlar içerisinde ayrıca kült eşyaları Tespit edilen mimari özellikler çok büyük boyutlara sahiptir. Bu nedenle mevcut çalışmalar bîr yapının tümünün ortaya çıkarılabilmesi için yeterli olmamıştır. Bu büyük yapılarda avlu sistemine dayanan bir mimari anlayış hâkimdir. Avlulardan bir tanesinin zemini taş kaplıdır. Bu taş kaplama altında atık su içinde kullanılan kanallar mevcuttur. Avlu etrafındaki mekânlar farklı karakterdedir. Bazıları büyük salon şeklinde donatılmış olup, azılarına daha çok mutfak veya atölye görünümündedir. Bunların içinde iri küpler, tandırlar ve ocak yerleri açığa çıkarılmıştır. Atölyelerden biri metal üretimi ile bağlantılı olmalıdır. Burada çeşitli ocak kalıntıları yanında bir tanede cevher zenginleştirme taşı bulunmuştur. Bazı bağımsız mekânlar banyo işlevine sahiptir. Bunlardan birinin tabanı tuğla kaplı olup ayrıca asfalt sıvalıdır. Bu tabanla bağlantılı seramik Gırnavas'daki Mezarda kültlerden oluşan bir suyolu, tahliye havuzuna açılmaktadır. Bulunan seramikler Diğer bir mekân içinde taban içine gömülü seramik küvetler tespit edilmiştir. Gırnavas yeni Asur devri mimari kalıntıları, inşaat malzemesi ve yapı tekniği bakımından Mezopotamya geleneklerini yansıtmaktadır. İnşaatlarda malzeme olarak sadece kare şeklinde kerpiçler kullanılmıştır. Yapıların duvarları kerpiç veya kerpiç harcından oluşturulan geniş kaideler üzerine oturtulmuştur. Böylece duvar ağırlığı daha büyük bir alana dağılmakta, duvarın yumuşak bir zemin içine gömülmesi önlenmektedir. Taş temeller nadiren görülmektedir. Seramik buluntular dışında bu kültür tabakasın üç veya dört ayaklı taş kaplar, bir taş insan heykelciği, silindir mühürler, fayans mühürler, seramik heykelcikler, fildişi eserler açığa çıkarılmıştır. Tüm bu buluntular kuzey Mezopotamya kültür bölgesine aittir. Ayrıca altın, demir ve bronzdan yapılan takılar, silahlar, çeşitli eşyalar dönemin karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır. Gırnavas'da ele geçen en önemli buluntu grubunu, dört tane yeni Asur tableti oluşturmaktadır. Bu tabletlerden biri bahçe satışı ile ilgili bir anlaşmadır. Bu anlaşmada satılacak olan bahçenin tanımı yapılırken kral yoluyla, başka bir bahçe ile derenin hızlı akan kesimi ile sınır teşkil ettiği ifade edilmektedir. Fakat en önemlisi bu bahçenin Nabula kenti içinde yer aldığının açık bir şekilde belirtilmesidir. Bu belge K. Kessler'in görüşünü doğrulamış ve Gırnavas'ın Asur kaynaklarındaki Nabula ile aynı kent olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymuştur. Nabula, orta ve yeni Asur devirleri yazılı belgelerinde oldukça sık bir şekilde yer alır. Gırnavas'ın eski adının ortaya çıkması, tarihi açıdan bağlantılı olduğu daha başka merkezlerinde tanımlanmasına ışık tutacaktır. Gırnavas'ın kuzey terasında açılan bir sondaj çukurundan M.Ö. 2. yüzyıl tabakalarına da ulaşılmıştır. Orta Asur devri seramiği ve Habur seramiği örnekleri sayesinde, Gırnavas da tüm M.Ö. 2.yüzyılda Kuzey Mezopotamya kültürlerinin temsil edildiği anlaşılmıştır. Orta Asur devri tabakalarında ele geçen beşinci bir tablet, dönemin krallarından I. Tiglatpileser'e (M.Ö. 1117 -1177) aittir. Bu tablet üzerinde ayrıca komşu kent Midyat'ın, yani Matiate'nin adı da geçmektedir. Çeşitli çalışmalar ve araştırmalar sonucunda Gırnavas'ın arkeolojik önemi çıkmıştır. Bilim adamları, Gırnavas'da bilimsel çalışma ve kazıların bir an önce başlatılması düşüncesinde hem fikirler. Gırnavas, arkeolojik değerleri dışında halk bilim açısından da önem taşır. Yöre halkı için höyük cinlerin toplu halde bulunduğu bir merkez durumundadır. Birçok hastanın ziyaret ettiği höyüğe özellikle akıl hastaları götürülmekte, bunların bir gecelik konaklama sonucunda cinler tarafından iyileştirileceklerine inanılmaktadır. Yöre haklına göre Gırnavas, adını ünlü Arap şairi Ebu Nuvaz'dan almaktadır. Elimizde bu konu ile ilgili yazılı bir belge olmamakla birlikte halk arasındaki söylentiye göre Ebu Nuvaz, Harun Reşid'i yeren bir şiirini okuyunca Harun Reşid buna çok sinirlenir ve onu uzak bir yere sürgün etmeye karar verir. Böylece Ebu Nuvaz Gırnavas'a gönderilir ve burada uzun bir süre kaldıktan sonra geri çağrılır. O günden sonra höyük, "Nuvaz'ın tepesi" anlamına gelen "Gırnavas" adıyla anılmaya başlanmış. Öte yandan, şair Ebu Nuvaz'ın (şu ana kadar ulaşamadığımız) Nusaybin'i öven bir şiiri olduğu da söylemektedir.

MAR YAKUP KİLİSESİ VE NUSAYBİN OKULU:

Nusaybin M.Ö. 131 yılında, merkezleri Urfa şehri olan Abgarlar hükümranlığı altına girdi. Bu krallık M.S. 249 yılına kadar devam etmiştir. İlk zamanlarda Nusaybin'i sınırlarına dâhil eden Abgar Beyliği, Ermeni baskısına dayanamayarak, şehri Tigran'a bağlı güçlere terk etmek zorunda kalmıştır. Hıristiyanlık yayılmaya başlarken, İsa'nın seçtiği 72 müjdeciden biri olan Mar Aday, Urfa'nın putperestlikten Hıristiyanlığa geçmesini sağladıktan sonra Nusaybin'e geçmiş ve Hıristiyanlığı burada neşretmiştir. Daha sonra Mar Aday, kendi öğrencilerinden olan Mar Mari'yi Nusaybin'e göndermiş ve burada Hıristiyanlık inancının gelişmesini sağlamıştır. Abgar beyliğinin Arami kökenli halkı M.S. 38'de yeryüzünün ilk Hıristiyanları olarak putperestliği terk ettiler. Nusaybin ve çevresinde ise M.S. 150 yıllarından sonra tanrılara adanmış tapınakların üzerine kiliseler ve manastırlar inşa edilmeye başlandı. Roma İmparatoru Septimus Severus, putperest Roma'ya karşı baş kaldıran ve sonradan "Süryani Kadim" diye anılacak olan ilk Hıristiyanları M.S. 197 yılında tümüyle buyruğu altına aldı ve Kuzey Suriye'yi bir Roma vilayeti durumuna getirdi. 303 yılında Nusaybin'de Hıristiyanlara karşı bir ayaklanma oldu birçok Hıristiyan öldürüldü. Mazıdağı eteklerinde 4000 Hıristiyan imha edildi. Roma İmparatorluğunun toprakların İncil nüshalarının yok edilmesi, kiliselerin yıkılması, Hıristiyan ayinlerinin yasaklanması Hıristiyan bilgin ve rahiplerin pagan tanrılarına tapmaya zorlanması yolundaki buyruk, doğu eyaletlerinde çok sert uygulanmıştır. Ancak 313 Milano fermam ile Hıristiyanlık resmi devlet dinleri arasına sokuldu. Böylece Hıristiyanlar zulümden kurtuldular. Mar Yakup, M.Ö. 3. yüzyılın ortalarında bu tarihi bölgede dünyaya gelmiş ne Nusaybin yakınlarında bulunan bir manastırda dünyadan el etek çekerek rahiplik hayatına başlamıştır. Nusaybin'den gelen yetkili kişiler Mar Yakub'u kendi manastırından alıp Diyarbakır'a götürmüş, M.S.309 yılında Meryemana Kilisesinde toplanan episkopal kongrenin kararıyla Nusaybin episkoposluğuna takdis edilmiş ve terfi edilmiştir. Mar Yakup Nusaybin'deki kilisenin küçük olduğunu düşünmüş ve bugün bir kısmı mevcut olan Mar Yakup Kilisesi'ni 313 yılında inşa ettirmeye başlamıştır. Kilisenin içinde bulunan 3 metre uzunluğundaki taşlar, taş işçiliğini sergileyen kemerlerindeki benzemeler, kutsal ayinin icra edildiği bölümlerdeki yaran kubbeler, duvardaki diğer motifler büyülü bir görünüm sergilemekte olup, emsalsiz bir şaheser durumundadırlar. Bugün bakıldığında kilisenin batı cephesindeki dış duvarın yıkıldığı, yıkılan bu yerin 1872 yılında yenilendiği ve damı üzerindeki metropolitlik binası yapıldığı görülmektedir. Nikita'da (iznik) M.S. 325 yılında toplanan Hıristiyanlığın ilk ve en büyük kongresine katılan Episkopos Mar Yakup ile öğrencisi Mar Efram, Nusaybin'e döndüklerinde ünlü Nusaybin okulu'nun inşasına başladılar ve 326 yılında okulu hizmete açtılar. Mar Efram 38 yıl boyunca bu okulun rektörlüğünü yapmıştır. Nusaybin Okulu putperestlikten kalma okulun enkazı üzerinde kurulmuştur. Burada 800-1000 kadar öğrenci yattı olarak okumaktaydı. Okulun resmi dili Süryaniceydi. Süryanice dilinin yanında Grekçe de okutulmaktaydı. Bu okulda felsefe, mantık, edebiyat, geometri, astronomi, tıp ve hukuk eğitimi veriliyordu. Bu dönem de Grekçe'den Süryanice birçok kitap çevrilmiştir. Bu okulda yetişmiş ve üç milyon şiir cümlesiyle isim yapmış olan Süryanilerin büyük şairi Mar Efram'ın yüksek eğitim düzeyi, Nusaybin'de sunulan eğitimin bir ölçütüdür. Mar Yakup 338 yılında vefat etmiş ve kilisenin bodrum katındaki mezarına defnedilmiştir. Mar Yakup'dan sonra Nusaybin episkoposluğuna Mar Babo ( 338-343), Mar Logoş (343-361), Mar Abraham (361-?) getirilmiştir. Bu merkezin son metropoliti 1880 yılında Patrik IV. Petrus tarafından takdis edilen Rahip Hanna'dır. Böylece 20. yüzyılın başlarına kadar episkoposluk görevini sürdürmüştür. Birinci Nusaybin Okıılu 363 yılında Sasaııileri Nusaybin'i almalarıyla öğretime son verilmiştir. Mar Efram ve diğer arkadaşları Nusaybin'de Urla okuluna geçmişlerdir. Bazı öğretmenler ise çevreye dağılmış ve kendi çaplarında bu okulun eğitim geleneğini sürdürmüşlerdir. Antakya Piskoposu Nostorius ( 381- 451), İsa'yı insan değil tanrı sayan monofizitlik öğretisine karşı onu hem insan hem Tanrı sayan diyafizitlik öğretisini getirince, bu görüşler Arami halkınca tepkiyle karşılandı. Bunun üzerine Antakya'daki Süryani Aramiler episkoposluklarına önce Diyarbakır'a (Amida), sonrada Nusaybin'e taşıdılar. Edessa'daki (Urfa) Nasturi akademisi, Bizans imparatorluk topraklarında Nastıırilere karşı girişilen zulüm hareketleri yüzünden, 489 tarihinde Sasaııi Hükümdarı Kubad'ın izniyle ve Nusaybin metropoliti Barsavmo ile Urfa Okulunun eski rektörü Narsay'm çabalarıyla Edessa'daıı Nusaybin'e nakledildikten sonra, burası asırlar boyunca Nasturileriıı manevi merkezi oldu. Öğretmen Narsay ve Episkopos Barsavmu okula yeni kanunlar ve düzenlemeler getirdi. 496 yılında Nusaybin Episkoposu Barsavmo'nun yerine geçen II. Mar Huşoh bu kanunları daha da genişletmiş ve onun döneminde okul yalnız doğuda değil, Roma İmparatorluğunda ve Afrika'da bile büyük bir ün kazanmıştır. Nusaybin Okulu 7. Yüzyıla kadar hizmet vermiştir. Kültür ve medeniyete ışık saçan bu okulların çalışmalarından dolayı Nusaybin "İlimlerin Beşiği, Eğitim kenti ve Öğretmenlerin Annesi" olarak adlandırılmıştır.

NUSAYBİN OKULU'NUN BAZI KANUNLARI

Kanun 1: Okul rektörünün ve tüm yardımcı üyelerinin kararıyla okul müdürlüğüne layık bir aday seçilecektir. Bu konuda hiç kimsenin hizipçilik yapma hakkı yoktur. Gerçeğe karşı direnenlerin cezalandırılmaları, okuldan atılmaları ve şehirden çıkartılmaları ön görülmektedir

Kanun 2:Okul Müdürlüğüne seçilen kişilerin öğrenciler arasında ikiyüzlü davranması ve okulu, yönetim kuruluna danışarak en iyi şekilde yönetmesi gerekir. Suç işleyenlerin ise okul rektörünün ve yardımcı üyelerinin haberi olmadan cezalandırılmamaları gerekir. Okul Müdürünün vereceği herhangi bir ceza veya affedeceği bir suç, okul komitesine danışarak uygulanabilir.

Kanun 5: Öğrencilerin, okulun açık olduğu sürece herhangi bir yerde çalışmalarına veya bir zanaatla uğraşmalarına müsaade edilemez. Okulun kapanışından sonra, yani ağustos ayında Ekim ayını sonuna kadar Nusaybin dışına çıkıp istedikleri alış verişi yapabilirler okul personeli de, Nusaybin şehrinin içinde olmak şartıyla, bu üç ay zarfında meslek hayatlarına yaraşır zanaatlarla uğraşabilir.

Kanun 6: Müdürün, okulun paralarını iki veya üç tanık hazır olmadan harcamaması gerekir.

Kanun 7: Okula yeni katılan öğrencilerin kayıtları, müdürün ve müdür yardımcıların haberi olmadan gerçekleştirilemez. Kayıtları yapıldıktan sonra okulun kanunlarına en iyi şekilde saygılı olmaları, riayet etmeleri ve onları uygulamaları içinde özel olarak eğitileceklerdir.

Kanun 8: Öğrencilerin, acil durumlar dışında, eğitime ve öğretime ara vermeleri yasaktır.

Kanun 9: Öğrenciler akşam duasından sonra kendi odalarına gideceklerdir. Tanyeli ağarırken, herkes kalkıp (kilisedeki) yerini alacaktır. Kimse kilisedeki yerini akşamdan yerini tutamaz; ilk sıra daima kâhin rahiplerine verilecektir.

Kanun 10: Her öğrencinin kendisine ait bir odası olduğundan, herkesin kendi odasında yatması gerekir. Tek kişilik odalarda iki öğrencinin yatması yasaktır.

Kanun 21: Suç işleyen herhangi bir öğrenci rektör ve komite tarafından üç kez ikaz edilecektir. Eğer yine aynı suçu tekrarlarsa ceza ya çarptırılacaktır. Cezasını kabul etmeyip, okul dışındaki herhangi bir kişiye arabuluculuk yapma teklifinde bulunursa, suçu ufak olsa bile affedilmemesi gerekir. Ayrıca okuldan atılması ve şehirden çıkarılması gerekir.

SELMÂN-İ PÂK (Selmân-i Farisi):

MAKAMI: İlçemizdeki makamı çeşitli yerlerden gelen çok sayıda insan tarafından ziyaret edilen Selmân-i Pâk'ın, Hz.Muhammed'in (S.A.V.) berberliğini yaptığı söylenir. İsfahanlı Selmân-i Pâk. Mecusi (ateşperest) idi. İran'da iken kiliseye gidip Hıristiyan oldu. Daha sonra Anadolu'ya geçip kiliselerde hizmet etti. Gençlik yıllarının bir bölümüne Nusaybin'de bir kilise papazının yanında geçirdiği söylenmektedir. Daha sonraları Şam'a, oradan da Medine'ye geçti. Rivayete göre bir Yahudi'nin elinde köle durumunda bulunduğu sıralarda Hz. Muhammed (S.A.V.) ile karşılaşır ve Yahudi'den satın alınarak serbest bırakılır, sonradan da Peygamberimizin berberliğini yapmaya başlar. Resulullah'ın huzurunda ve sohbetinde kemale erer; Hz. Ömer zamanında yüksek makamlara getirilir. Berberlerin piri olarak kabul edilen Selmân-i Pâk hakkında şu dizeler yazılmıştır: Hamd ü minnet Hûda'ya, bize verdi devleti Hazreti Selmân-i Pâk'tır pirimizin şöhreti Hem Resul'ün berberidir ol kemâl-i zat-i pak Gafil olma gel tıraş ol, eyle icra sünneti Her sabah besmele ile açılır dükkânımız Hazreti Selmân Pâk'tır pirimiz, üstadımız. Bu sözler eskiden bazı berber dükkânlarında asılıymış.

ŞİRVAN KALESİ:

Sasaniler tarafından 451 yılında Bizanslıların saldırılarını önlemek için yapılmıştır. 451 yılında Bizanslılarla Sasaniler arasındaki bir savaşta Sasaniler üstün gelirler. Çevre halkım esir alarak Şirvan Kalesi'ne götürürler. Komutan hastalanır; esirler arasındaki bir papaz komutam iyileştirir, komutan da onu serbest bırakır. Baraz adlı bu komutan çok zalim bir kişi olduğu için çevre halkı isyan eder. Baraz ayaklanmayı çok şiddetli bastırır ve ayaklanmacılara yardım eden Midyat ve İdil kasabalarını yağmalatır. Kale Günyurdu köyünün kuzeydoğusunda, Turgutlu ile Değirmencik köyleri arasındadır.

AZNAVUR KALESİ:

Nusaybin ilçesinin 14 km kuzey doğusundaki Aznavur kalesi, geniş bir tepenin zirvesindedir.Kale 970'de Hamdan Bin Al Hasan, Nasır Al-Davla bin Abdullah bin Hamdan tarafından inşa edilmiştir. Doğudan batıya uzunluğu 400 metredir. Genişliği 30-60 metre arasında değişmektedir. Kalenin inşa edilmiş olduğu düzlüğün zemini doğuda 800, batıda 300 metre yüksekliktedir. Kale 14 burç, 2 gözetleme kulesi ile tahkim edilmiştir.

KIŞLA CAMİİ:

Eski kışla civarına düşen ve eski yapısından sadece minaresi kalan camiyi Mervani hanedanından Behlul Beg b. Elvend Beg'in 1588 tarihinde inşa ettiği, daha sonraları Şaban b.Abdullah adlı bir hayırsever tarafından tamir ettirildiği minarede yazılı kitabede belirtilmiştir.

KIŞLA: Nusaybin'de, şimdi yıkık bir duvardan başka kalıntısı olmayan Kışla, Diyarbakır Valisi Hafız Mehmet Paşa tarafından 1837 yılında yaptırılmıştır. Büyük bir alana kurulan Kışlanın 300'den fazla odası ve giriş kapısında iki büyük aslan heykeli vardı. 1891 yılında II. Abdülhamid zamanında kurulan Hamidiye Süvari Alaylan'nın Nusaybin kolu bu kışlada barınmaktaydı, ikinci Dünya savaşı yıllarında da binlerce askerin kaldığı kışlanın büyük bir bölümü 1970'lere kadar ayaktaydı. Tek kapısı doruğa, kale meydanına gider. Burada kale beyinin mekânı görülmeye değer bir özellik teşkil etmektedir. Güneyde Suriye ovasına hâkim olan kulesi hala ayaktadır.

HAYDAM KALESİ (Dimitriyus):

Günyurdu ile Dibek köyleri arasındadır. Servis yolunun 500 metre doğusunda 1254 rakımlı Bagok dağımn doruk yamacındadır. 1351 yılında Bizans imparatoru II. Konstantin'in buyruğu ile yapılmıştır. (Bugünkü mevcut durumu 451 yılında yapılmıştır.) Kale, kuzeyden ovaya inen bir yolun korumasını güvenlik altında bulundurmak bakımından önemli bir yerdedir. Ovadan bakıldığında bir kartal yuvası görünümündedir. Kuzeydoğusunda Şirvan, güneybatısında Yenikale bulunmaktadır. Kaleler birbirlerini görür durumundadırlar. Tam dağın doruğunda kalenin güneybatısında Mar-Abraham Manastırı vardır. Kalenin 10 burcu, 3 gözetleme kulesi, içinde oturma odaları vardır. 2000 metre uzunluğundaki surlarını yüksekliği bazı yerlerde 10 metreye, burçları 16 metreye, gözetleme kulesi ise 18 metreye yaklaşmaktadır. Kaleye yalnız güneydeki kapıdan girilebilmektedir. Kale alanında su sarnıçları, odun depolan, asker odaları bulunmaktadır.

YENİ KALE (Saçlı Ali):

Bu kalede Bizans İmparatoru II. Konstantin'in emriyle Dimitriyos'a yaptırılmıştır. Kale dağdan inen Midyat-Nusaybin Kervan Yolu üzerindeki boğazın dar geçidinde, dağın bittiği yerde, derin vadide, balık biçimi, tek parça bir kayalık düzlüğünde yapılmıştır. Kale Roma-Bizans stilindedir. Oturma odaları, su sarnıçları, kuleleri ve burçları vardır. Çevresi 1000 metreden geniştir; yüksekliği 10 metreyi geçer.

MERDİS-MARİN KALESİ (Eskihisar):

Nusaybin'in 15 km. kuzeydoğusundaki Marin Kalesi, eski Merdis şehrinin üzerindeki yüksek kayalıklarda inşa edilmiştir. Çevre genişliği 1500 metredir. 12 kule ve burcu vardır. Güneye açılan kapısı eskiden bir demir kapı ile korunuyormuş. Kalenin doğusunda Merdis kralının şatosu bulunmaktadır. Şatonun altında kayalara oyulmuş ve derinliği 5, uzunluğu 18, genişliği 5 metre olan bir mahzen, bunun yanında da suyu eksilmeyen bir sarnıç vardır. Kalenin kimler tarafından yapıldığıyla ilgili bir kayıt olmamasına rağmen inşa tarzından bir Bizans eseri olduğu ve tarihte birçok kez onarıldığı anlaşılmaktadır. Kalenin burç ve surları günümüze kadar özelliğini muhafaza etmektedir.

MERPİS-MARİİS-MARİN HARABELERİ (Eskihisar):

Nusaybin ilçesinin 15 km. kuzeydoğusundadır. Asurîlerin Merdis. Komuklann Mariis adını verdikleri Eskihısar (Marin), Mezopotamya'nın en eski en büyük şehirlerinden biridir. Değişik tarihlerde çokça el değiştirmektedir. Tarihin çok eski bir şehri olan Eskihisar (Marin), bugün taş ve toprak yığını durumundadır. Harabeler arasında Roma, Bizans ve Süryani Kadim cemaatine ait birçok kilise kalıntısı görülmüştür. Şehrin batısında kale, Eskihisar'ın (Marin) geçmişi hakkında bilgi verebilecek niteliktedir. Kuzey yönüne isabet eden kesimde saraylar, kiliseler, kayaların üzerinde ve mağara girişindeki çivi ve strangila yazalar, çeşitli kabartma resimleri görülmeye değer şaheserlerdir. Şehrin üst mahallesi sayılabilecek mağaraları, mezarlardan oluşmaktadır. Akarsuyu olmadığı için her evin bir sarnıcı vardır ayrıca alt doğusunda 60x60x60 metre ölçülerinde kayadan oyma, tavanları kemer biçiminde birbirlerine birer ara duvarla ayrılmış dört sarnıcı vardır. Timur Cizre'yi almaya giderken, buradaki halkın (Timur'a karşı geldiğinden) kılıçtan geçirildiği ve böylece Eskihisar'ın (Marin) bir daha şenlenmediği söylenmektedir.

RHABDİUM-HAFEMTAY KALESİ:

Nusaybin ilçesinin 20 km kuzeydoğusunda, Suriye sınırına yalan bir tepe üzerinde Romalılar tarafından inşa edilmiştir. Tepenin doğusunda bulunan vadide Nusaybin-Midyat kervan yolu geçmekteydi. Romalıların Suriye'den gelecek tehlikeler için ileri karakol işlevi yükledikleri Hafemtey Kalesi uzun zaman Araplarla Romalılar arasında çekişme konusu olmuştur. Bu nedenle de adı tarihte pek kanlı geçmektedir. Kale gerek Nusaybin Ovası'na ve gerekse kervan yolunun geçtiği vadiyle Suriye Ovası'na tamamıyla hâkim bir durumdadır. Güneyden kuzeye doğru uzanan kalenin 14 burcu

ALMAN KÖPRÜSÜ:

Osmanlı Döneminin en büyük ulaşım şebekesi olan Haydarpaşa- Bağdat Demiryoluna 1892 yılında başlanmış, 1906 yılında bitirilmiştir. Bu demiryolunun Türkiye'den Suriye'ye geçiş yapan son istasyonu Nusaybin ilçesindedir. Nusaybin'den sonra Suriye'ye ve Irak'a ulaşır. Demiryolu Almanlar tarafından yapılmıştır. Bu nedenle, ilçenin içinde çağ-çağ deresi üzerinde demiryolunun geçişini sağlayan köprüye "Alman Köprüsü" denilmektedir. Almanlar tarafından işletilen demiryolu 1948 yılında "Cenup Hattı" şirketinden TCDD'ye devredilmiştir. 1959 yılından sonra Gaziantep- Karkamış arasındaki demiryolu inşa edilerek Gaziantep- Nusaybin hattı açılmıştır. Demiryolu 1982 yılma kadar Haydarpaşa- Bağdat arası yapılan seferlerle aktif olarak kullanılmaktadır. Avrupa'dan gelen yolcu ve yük, garımızdan Suriye-Irak bağlantısını sağlamaktaydı. 1982 yılında, Irak-İran savaşın başlaması nedeniyle, Suriye ile aramızda bulunan Karkamış-Çobanbey ile Nusaybin-Bağdat demiryolları kapanmıştır. Şimdi Suriye ile yalnız İslâhiye-Meydanekbez üzerinden ulaşım devam etmektedir. Ayrıca haftanın üç günü Gaziantep-Nusaybin arası hat çalışmaktadır.

NUSAYBİN'DEKİ TARİHİ YERLER

ZEYNEL ABİDİN CAMİİ: Hz. Muhammed'in 13 torunundan biri olan Zeynel Abidin ve onun kız kardeşi Zeynep'in türbelerinin bulunduğu, ilçenin en önemli camisidir. Camii eskiden küçük bir mescitti. 1956 yılında Kaymakam Mustafa TÜTÜNCÜ' NÜN girişimleri ve halkın yardımları ile görkemli minaresi yapılmış, sonraki yıllarda eyvan son cemaat yerine eklenmiştir. Daha sonraları iki katlı ek bir bina yapılarak camii ilçenin en önemli ibadethanesi durumuna getirildi. 2 gözetleme kulesi mevcut olup, uzunluğu 1500 metreyi bulan surlarının yüksekliği 10, burçlar ile gözetleme kulesinin yüksekliği 20 metre kadardır. Kale giriş güneyden tek noktadan yapılır. Kale meydanından su sarnıçları, erzak ambarları, bazı bina kalıntıları ile yeraltı mahzenleri görülmektedir.

MAR YUHANA KİLİSESİ (Devr-Gazel): Mar Evgin Manastırının doğusunda Tür Abidin Dağının kayalık bir yamacındadır. Bir dizi eski yapıdan oluşmaktadır. Halk arasında "Deyr-Gazel" diye bilinmektedir. Mar Evgin Manastırına 5 km. uzaklıktadır.

MAR AHO KİLİSESİ: Gün vurdu köyünün kuzeyinde, tepe üzerinde bulunan Kiliseye Patrik III. Yakup döneminde bazı eklemeler yapılmıştır.

MOR BOBİ KİLİSESİ: Nusaybin'in Günyurdu ( Merbabe) köyünün kuzeybatısında ve tepenin başında bulunmaktadır. Kayalara oyulu kiliseye "Yeraltı Kilisesi" de denilmektedir.

MAR ABRAMAM MANASTIRI: Bagok Dağı'nın doruk noktasındadır. Bu manastır bir tapınaktan çok büyük bir asker kışlasına benzemektedir. Yapının çok eskiden çağlara ait olduğunu ilk görüşte anlaşılmaktadır. Çok eski olan bu yapının daha sonra Hıristiyanlarca kiliseye çevrildiği tahmin edilmektedir.

MOR EVGIN MANASTIRI: Girmeli Bucağının 7 km uzağındadır. Tür Abidin Dağı'nın yamacında, ovadan 500 metre yükseklikte, mağara yapılardan oluşmaktadır. Çevrenin en eski tapınaklarındandır. Mar Evgin'in Hıristiyan azizlerinden İncil müjdecilerinden olduğu belgelerde yazılıdır. Yapılış tarihi belli olmayan manastır halk arasında "Deyr - Marog" adıyla anılır.

RAMANUS HARABELERI: Nusaybin'in 40 km doğusunda bulunan antik Yazyurdu (Kasrı Belek) köyünde bir harabedir.

RAMANUS-CAMBUS-KASRI BELEK: Nusaybin ilçesinin 40 km kuzeydoğusundadır. Burada çok eskilere ait olduğu tahmin edilen bir şehir harabesi ile bu harabe içinde yükselen ve yöre halkı tarafından " Kasrı Belek" olarak adlandırılan büyük bir şato kalıntısı bulunmaktadır.

PINARBAŞI (SEREKANI) VE DIRIM (SAHBAN) HARABELERI: Adı geçen harabeler birbirlerini takip etmekte olup ilçenin 30 km kuzeyinde bulunmaktadır. Pınarbaşı'nın üst tarafından vadiye hâkim yıkılmış kalesi mevcuttur. Pınarbaşı ile Dirim arasında bulunan ve kimler tarafından yapıldığı belli olmayan, duvarları halen sağlam, kesme taşlardan yapılmış bir şato günümüzde de dimdik ayaktadır. 1969 yılında yapılan ve köylere su taşıma amaçlı kanal kazısında bir küp içerisinde tamamı gümüş ve Büyük İskender'e ait sikkeleri bulunması, yerleşim alanının tarihi hakkında önemli bir bilgi vermektedir. Harabelerin bitim noktasında vadi ağzında bir höyük ve sağ tarafında bir kısmı kayalara oyulmuş, ancak tamamı tahrip edilmiş bir mezarlık alam bulunmaktadır. Bunların haricinde ilçemizin değişik yerlerinde başka höyükler, kaleler ve yerleşim alanları da mevcuttur. En büyük höyüklerden Girmeli ve Duruca, şu anda tümüyle yerleşim alanı olmuşlardır. Birçok kale ise (Yandere ile Akarsu arasındaki Kavareh Kalesi gibi) bilimsel bir araştırmayı beklemektedir. Üzülerek belirtelim ki birçok tarihi yerimiz ve kalemiz (Akarsu kalesi, Habis-İlkadım-v.s.) define bulmak uğruna ya tamamen ya da kısmen tahrip edilmiştir.

NOHUT ZİYARETGAHI (ZİYARETA NOKA): Yatır, ilçemiz merkezinin kuzeyinde, çag-çağ suyunun kenarındaki bir pamuk tarlasının içindedir. Rivayetlere göre 1980'li yıllarda söz konusu bir yerde bir kişi silahla vurulur. Bir buçuk ay sonra bir kadın, aynı yerde gece yansı nur gibi ışık gördüğünü; bunun vurulan adamın olağan üstü güçlerle donatılmış biri olduğunun kanıtı olduğunu her önüne gelene anlatır. O zamandan bu yana yatır, özellikle çocuğu olmayan kadınlar tarafından Perşembe günleri ziyaret edilmektedir. Yatır, inanan kişilerce türbe haline getirilmiş ve çaputlarla donatılmıştır. Her giden yeni bir çaput asar ve asılı çaputlardan birini eline sarar. Böylece dertlerinden kurtulacağına inanır. Söylentilere göre öldürülen ve sözü edilen kadına nur şeklinde görünen adam "Ziyaretime gelenler mutlaka beraberlerinde "nohut (nok) getirip çocuklara dağıtsınlar" demiş. Bunun için buraya "nohut ziyaretgâhı" anlamına gelen "Ziyareta Noka" adı verilmiştir.

ŞEYH BAT TÜRBESİ: Akarsu bucağına giderken, Yandere köyünü geçtikten sonra yolun sağ tarafında, dağın tepesinde yer almaktadır. Yöre halkı tarafından sıkça ziyaret edilmektedir.

PİR KEMÂL TÜRBESİ: Akarsu bucağı yolu üzerinde, Günebakan ile Yandere köyleri arasında ve yolun sağ tarafındadır.

ÖMER TÜRBESİ: Yandere ile Eskimağara köyleri arasındaki dağlık alanındadır.

HETABİN HARABELERİ: Hatabin harabeleri Beylik köyünün 4 km kuzeyindeki ve vadi kenarında yer almaktadır. Birçok dönem yerleşim alam olarak kullanılan bölge, günümüzde genel olarak gezici göçerlerce kullanılmaktadır.

TAK-I ZAFERİN: İlçe merkezindeki bu tak hudut kapısına giderken sol tarafta, mayınlı sahanın içindedir ve dört sütundan oluşmuştur. Bu sütunların Nusaybin Okulu'nun kalıntıları olduğu sanılmaktadır.

ÜZÜM SUYU KANALI: Girmeli bucağının 1500 metre güneydoğusunda, Odabaşı köyünün kuzeyinde İpek Yolu'na paralel biçimde doğuya doğru uzanan tarihi bir kanaldır. Eskihisar (Marin) şehri yöresindeki dağlık köylerde yetiştirilen üzümün, kanallardan oyuklar yapılan taş teknelerinde ezilip suyu çıkarıldıktan sonra, bu kanal vasıtasıyla uzaktaki kraliyet başkenti Ninova'ya akıtıldığı söyleniyor.

ERÜOGÜU (BEZEKE): Nusaybin ilçesinin kuzeyinde ve 30 km mesafede olan bu yerin hangi dönemden kaldığı bilinmemektedir. Özelliği, vadi boyunca sağlı sollu mağaralara sahip olmasıdır. 116 mağaraya sahip Erdoğdu'da (Bezeke) mağaralar çift sıra, bazen de üç sıra halindedir. Tam tepesinde "Küçük Kale" denilen, ancak tamamen tahrip edilmiş olan bir kale, kuzeydoğusunda ise bir tepe üzerinde etrafa hâkim ve "Büyük Kale" denilen ikinci bir kale bulunmaktadır. Bu kalenin çevre surları kısmen yıkılmış olsa da halen yerleri bellidir. 3 km kuzeyinde "Kentur" harabeleri, bunun da 5 km kadar kuzeyinde "Der Muske" denilen ve manastır- kale olarak kullanıldığı tahmin edilen bir yer vardır.

KURU KÖYÜ ( HERABEBABA): Nusaybin'in kuzeybatı kesiminde ve ilçeye 34 km uzaklıktadır. Direkt yol olmaması nedeniyle Büyükkardeş köyü üzerinden gidilmektedir. Antik kentin hangi döneminde ve kimler tarafından kurulduğu, herhangi bir araştırma yapılamadığından dolayı, bilinmemektedir. Ancak, bulunan sikkeler Selefkus, Roma, Sasani, Bizans ve İslam Dönemlerine tanıklık ettiğini ortaya koymaktadır. Yerleşim alanı çok geniş bir alanı kapsayan yerin mimari bir özelliği henüz ortaya çıkarılamamıştır. Kalesi bugünkü yerleşim alanının 500-600 metre güneybatısında olup, kale surları ve kule yerleri halen mevcuttur; ancak kuzey ve doğu tarafındaki surlar zamanla tamamen oradan kaldırılmıştır. Güneyden kısmen taşlarla döşeli bir antik yol hala uzamakta ve güney kapısında son bulmaktadır. Kalenin içinde su sarnıçları, mağaralar ve bolca depo vardır. Değişik zamanlarda çok değerli antik eserler bulunmuş ve ancak tümü kaçakçıların eline geçmiştir. (1976 yılında bir köylü tarafından tesadüfen bir mağarada bir sıra halinde kaya mezarlar bulunduğu; mağaranın tam ortasında ise üstü altın işlemeli bir örtü ile kaplı, başucunda işlemeli bir vazo ve değişik antik eşyaların olduğu tek parça ayrı bir mezar bulunduğu tüm köylülerce dile getirilmektedir.) Yerleşim alanında zaman zaman toprak altında tek parça mozaiklere de rastlandığı bilinen bir gerçektir. Sikkeler dışında heykellerin, cam vazoların, değişik mühür ve anforaların çıktığı da biliniyor.

Yorum Yaz