tatlidede

Sağlıkta Mahremiyet Örneği

Sağlıkta Mahremiyet Örneği

Anlamlı, sorumlu ve hesabının görüleceğine inanarak yaşamanın altının çizildiği medeniyeti inşa ettiler Müslümanlar. Ontolojik olarak HAYY’dan gelip HU’ya gidileceğini, epistemolojik olarak insanın mikro-kozmos, evrenin de makro-insan olarak görüldüğü ve mesuliyet duygusunun her alanda ve sürekli bir bilinç (iman) olarak taşındığı perspektifin adıdır İslam Medeniyeti.

En az iki yüz yıldır dünyaya egemen olan ve egemenliğini sürdürmek için hiçbir ahlaki, insani, hukuki ve vicdani endişe tanımayan yıkıcı, çatıştırıcı ve sömürücü bir perspektife yaslanan Batı Medeniyetinin muhasarası altındadır dünya.

Bu medeniyette farklılık, adalet, rahmet, ahlak ve temel insani değerler sadece ‘beyaz’lar için söz konusu olabilir.

Mimari, şehir, güvenlik, sanat, felsefe, estetik, edebiyat, kozmoloji, bilim ve yönetim alanında olduğu gibi, sağlık alanında da batının/batıcıların seküler, pragmatik ve modernist tarzı egemendir. Batı, kendi standartlarını uluslararası arenada olduğu gibi, ulusal bazda da tek ve yegâne standart olarak dayatmakta ve sürdürmektedir. Farklı inanç, kültür, yaklaşım ve gerekleri yok saymakta ve bu konuda acımasız bir tahammülsüzlük sergilemektedir.

Bir medeniyetin inşası, varlığı ve sürdürülmesi için her alanda bir iddia ve duruşun ortaya konması gerekmektedir. Taklid ve yapay olanla ‘yeni’ inşa edilemez.

TOKİ üzerinden ruhu, tarzı ve iddiası olmayan yapılar nasıl ki konut yığınından öteye gidemiyorsa ve oraya ‘bizim Şehrimiz’ denilemiyorsa; baktığı hastayı bir müşteri, bir biyolojik organizma ve bir mekanik onarım aygıtı formatında gören bir doktora ‘hekim’ denilemeyeceği gibi, hastaneye de  ‘Şifahane’ olarak bakılamaz.

Batı aşılamaz, tartışılamaz, eleştirilemez, yanlışlanamaz bir konumda mıdır? Ahlaki açıdan tefessüh, siyasi açıdan çifte standart, ekonomik açıdan vahşi kapitalizm, sosyal açıdan çıkarcılık ve bencilliğin batı için karakter haline geldiği ve özellikle güvenlik açısından insanlığa büyük bedeller ödettiği ‘Batı Medeniyeti’ni aşma çabalarımız olmayacak mı? Bütün standartları, kriterleri, meşruiyetleri onların tekeline ve onların insaf(sızlığ)ına mı bırakacağız?

Turgut Cansever, ev ve şehir mimarisinde gelenekten kopuşun gittikçe özden kopuşa doğru gittiğine dair endişelerini ifade etmektedir.

İsmail Raci Faruki, müslümanların bilime yaklaşımda temel bakışın değişmesi gerektiğini ‘Bilginin İslamileştirilmesi’ kavramıyla ifade ediyordu.

İsmet Özel ise ‘Üç Mesele’ olarak adlandırdığı Bilim, Teknik ve Yabancılaşma konularında alışılagelen yaklaşımlara radikal bir eleştiri yönelterek ezberleri bozmaktadır.

Hepimizi -adeta- batının ürettiklerinin tüketicisi haline getiren Modernizmi, bize Medeniyet olarak dayatmalarına karşı Ali Şeriati, ‘Medeniyet ve Modernizm’ kavramlarına getirdiği yeni analiz ve eleştirilerle doğunun direncini ve özgüvenini tesis etmeye çalışıyordu.

Fuat Sezgin, Kemal Karpat, Fazlurrahman, Roger Garaudy, Muhammed Arkoun, El Cabiri… gibi yaşayan beyinler bu konuda çok şeyler ifade ettiler.

Gazzali, İbn-i Rüşd, Mevlana Halid, İmam-ı Rabbani, Şatibi, Erbakan, M.Zahid Kotku gibi anlam dünyamızı derinden etkileyenlerin bıraktığı izin takibi gerekiyor.

Nurettin Topçu’nun ‘İsyan Ahlakı’ nasihatını, Cevdet Said’in ‘İnsanlar Nefislerini Değiştirmedikçe’ ikazını duymak gerekiyor.

*             *             *

Sağlık Bakanımızın hasta ve sağlık hususunda hassasiyet ve rikkat sahibi olduğuna, onbeş yıl önce hayal edilemeyecek mesafeler alındığına bütün ehl-i insaf ve ehl-i vükuf şahitlik etmektedir. Ancak yapılması gereken daha önemli ve daha anlamlı hususlar da beklenmektedir; Medeniyet değerlerimizin ve sosyal dokumuzun gözetildiği temel yaklaşım ve bakış açısının oluşturulması.

İslam Medeniyeti perspektifinde çok özen gösterilen ve ‘Hasta Hakları’ içinde yer almakla beraber neredeyse tüm hastanelerde ve tüm zamanlarda ihlal edilen ‘Mahremiyet Hakkı’nın sağlanması için etkin ve sürekli bir seferberliğe ihtiyaç vardır.

Polis nezarethanelerinde ilk sorgu için genellikle zanlının çıplak halde ve gözü bağlı olarak tutulmasının bedeni olarak işkence görmesinden çok daha derin etkisi vardır. Elbisesi çıkartılıp çıplak duran ve gözü kapatılan kişi artık tutsaktır. Çevresine, eşyasına, mekânına ve zamanına sahip olmayan biridir O. Gözü kapalı ve çıplak kişi iradesizdir, güvensizdir, etkisizdir; bedenine ve organlarına bile hüküm edemez artık.

İnsanın özel alanı, zamanı, sırrı ve benliği kişinin ta kendisidir; yani şahsiyetidir. Çok zorunlu olmadıkça bu özele müdahele edilmemelidir. Çünkü bu müdahale bir tecavüzdür.

Kadın Doğum poliklinik ve servislerinde, özellikle de ‘Doğumhane’lerde ve ameliyathanelerde temizlikçi, teknisyen, yardımcı sağlık personelleri ve doktorlar bulunmaktadır. Yapılacak ameliyat veya doğumdan saatler öncesinde çırılçıplak soyunuk hale getirilip tüm mahremiyeti ihlal edilen ve adeta tutsak edilmiş bir kadının halet-i ruhiyesinin ne kadar tahrip olduğunu görmeliyiz. İffet, haya, onur, haram ve izzet-i nefs bağlamında ecel teri dökerek ve lisan-ı hal ile, “keşke tanınmayaydım, bilinmeyeydim” terennümünde bulunup ameliyat ve doğum sancılarını bile unutan hastalarımızın olduğunu unutmamak lazımdır.

Yoğun bakımda yatan hastaları, genellikle tüm elbiseleri soyulmuş ve çıplak bedenleriyle, bir çarşafa bürünerek yatakta yatırılırlar. Bir geniş salon, ya da uzun koridoru andıran alanda onlarca hasta –farklı konumlandırmalar olmakla beraber çoğunlukla aynı hizada, yan yana-  dizilmiş halde topluca bulunur. Yatakların baş kısmında birçok kablo, cihaz, elektronik aygıt ve bedenle irtibatlanmış hortumlar…

Hastanın refakatçı, akraba ve ziyaretçileri ile görüştürülmesi tamamen engellenmekte veya oldukça kısıtlanmaktadır. Argoda ‘Hastane mikrobu’ olarak bilinen bakterilerin hastaya bulaşması da en çok bu alanda görülmektedir.

Hijyen şartlarının oluşturulması ve hastanın sağlığı için mekân ve ziyaretçi kısıtlanması için bir gereklilik olabilir. Bununla ilgili gerekli düzenlemeler ve tedbirler de alınmalıdır.

Ancak Norveçli bir hastanın ziyaretçi beklentisi ile Mardinli bir hastanın beklentisi aynı mıdır? Ya da Finlandiya’nın Kotka şehrinde hastanede yatan bir hastanın akrabaları/yakınları ile Erzurum’da hastanede yatan hasta yakınlarının ziyaretçi talepleri aynı mıdır?

Bilim, teknik, sağlık, müzik vb. alanlarda benzeşen birçok ortak sonuç ve uygulamaların yanında din, toplum ve kültür farklılığı nedeniyle benzeşmeyen alanlar da vardır. Bazı uygulama ve ilişkilerde bunu gözetmek gerekir. Yazının ana konusu medeniyet perspektifi olmakla beraber “Mahremiyet” hususunu üzerinden sadece örneklendirmek istedim. Bu konuda tartışmaları beklenen ulema ve hukemadır. Bizimki sadece pencereye bir taş atmaktır.

Acil Sağlık Hizmetleri, yoğun bakım alanları, doğumhaneler, ameliyathaneler ve servisler hem inşai bakımından, hem personel ve müdahale açısından, hem de genel hizmetler bakımından medeniyet perspektifimize uyumlu hale getirilmesi için üzerinde düşünülmeli ve tartışılmalıdır.

Tıp uygulamaları ve literatürü Doğu (Çin-Rusya)ve Batı (ABD-AB) arasında bölüştürülen ve tekellerinde kalan bir olgu olduğu sürece batı medeniyetinin tahakkümüne ram olmaya devam edeceğiz demektir.

Oysa 1400 yıllık uzun zaman ve geniş coğrafyada her alanda önemli birikim ve uygulamalarımız olmuştur.

 

Beyin göçü yaşayan coğrafyalar, dış otoriteye ve müdahalelerine de açık hale gelirler. Her alanda topyekün silkiniş ve direnişe ihtiyaç vardır.

Müslümanların istikbal, istiklal ve medeniyet iddiasına katkı sağlayacak bir perspektifi Sağlık Bakanlığından beklemek hakkımızdır.

Yorumlar

Image
Hürkan
14.03.2017 / 17:00

Aynen katılıyorum uzun versin

Image
Furkan ÖZGÜR
11.12.2016 / 21:00

Sağlıkta mahremiyet örneği ile ilgili düşüncelerinden faydalanıyoruz. İnşaallah Sağlık Bakanlığımızda bu konularda bir nebze olsun adımları olur. Allah Mustafa beyden razı olsun, hayırlı ve sağlıklı uzun ömür versin.

Yorum Yaz