tatlidede

Sonrakilere Anlatacak Bir Hikayemiz Olmalı

Sonrakilere Anlatacak Bir Hikayemiz Olmalı

Her anne-baba çocuklarını masal ve hikâyelerle büyütür… Her nedense çocuklarımıza anlattığımız hikâye ve masalların çoğu gerçek dışı, reel hayattan uzak ve abartıdır… Onun için abartılar dünyasına yatkın bir zihinle büyür çocuklar…

Onun için abartılı olaylara, olağanüstü anlatılara daha çok kulak kabartır insanlar…

Çocukluğumuzda hikâye ve masal kitapları yoktu ya da biz bilmiyorduk… Büyüklerimiz bizlere kendilerine kulaktan kulağa nakledilen büyük bir kısmı abartı olan kahramanlık hikâyelerini anlatırlardı…

Elektriğin olmadığı, gaz lambasının aydınlattığı odalarımızda tüm aile fertleri bu hikâyelere kulak kesilirdi… Neden hep olmayan kahramanlıklar, abartılar anlatılırdı bize? Belki de yaşanmış hikâyelerimiz olmadığından veya çok az olduğundadır…

Elbette bu masal ve hikâyelerin insanın hayal dünyasını genişletmesi, düşünme ufkunu büyütmesi söz konusudur… Lakin insanların gerçek hayattan uzak hikâye ve masallara yönelmesi yaşanmış hikâyelerimizin yokluğuna veya azlığına da işaret etmektedir... Şimdi de birilerinin çizdiği gerçek hayattan çok uzak çizgi film, dizi ve film karakterlerini izleyerek büyür çocuklarımız, gençlerimiz… Gerçek hayattan alınan hikâyelerle beslemediğimiz sürece çocuklarımız, gençlerimiz savrulmaya devam edeceklerdir… Onun için gerçek hayattan alınmış hikâyelerimiz olmalı veya bizler ardımızda güzel bir hikâye bırakmalıyız…

Şuara suresi 84. Ayette Hz. İbrahim “vec’al lî lisâne sidkin fî-l-âhirîn/ Bana, benden sonra gelecekler arasında doğrulukla/ iyilikle/ güzellikle anılmayı nasip et!” şeklinde dua etmektedir… Bu duayı tefsiri bir ifadeye çevirecek olursak Hz. İbrahim rabbinden, “kendisinden sonra insanları doğruya vardıran, doğruluğa ileten örnek bir hayat hikâyesi nasip etmesini” istemektedir… Hz. İbrahim gibi insanlara öncülük eden her insan gelecek nesillere miras kalacak örnek bir hayat hikâyesi yaşamak, güzellikle anılmak ister ve buna göre bir yaşam sürer…

Her insanın mutlaka bir hikâyesi vardır ve her insan kendi hayat hikâyesinin başkahramanıdır… Bazen dost meclislerinde, dede-torun sohbetlerinde hayat hikâyelerinden demetler sunulur, çocukluk, gençlik, iş, öğrencilik, askerlik vs. hikâyeler dökülür, tecrübeler aktarılır… Gün geçirmiş herkesin mutlaka aktaracağı tecrübesi, yaşadığı bir hayat hikâyesi vardır… Hepsinden az veya çok faydalanılır ve faydalanılmalıdır… Ama benim dediğim hikâye biraz farklı… İz bırakmaktan, iz bırakan bir hayat yaşamaktan bahsediyorum…

Herkesten farklı bir hikâyesi olmalı insanın… İnsanlara ışık tutacak, karanlıkları aydınlatacak, ufuk açacak, yol gösterecek, dilden dile geçecek, rehberlik edecek bir hikâyesi olmalı insanın…

Kendi için değil başkaları için yaşayan, rahatı için değil insanlığın geleceği için çırpınan, iyi olmakla yetinmeyip iyiliği yaşatmak için mücadele veren, adaleti ayakta tutan, kaybetmek pahasına bile olsa zalimlere başkaldıran, kula kulluğa son veren Peygamberler gibi, sahabeler gibi, şehitler gibi, dava erleri gibi iz bırakan bir yaşam sürmekten, bir hikaye yazmaktan bahsediyorum…

Kur’an’da anlatılan her bir peygamber kıssası bizlere; “sizden sonrakilere anlatılacak bir hikâyeniz olsun… Siz öyle bir hayat yaşayın ki sizden sonrakiler, sizi ibretle, minnetle, saygıyla, özlemle, hasretle, imrenmeyle anlatsın” mesajını verdiği gibi Firavun ve benzerlerinin kıssaları üzerinden ise, “sizden sonrakilere iğrenilecek, öfke duyulacak, nefret edilecek, lanet edilecek bir hikâyeniz olmasın” mesajını vermektedir...

Artık sen seç hikâyeni… İbrahimce mi olsun Nemrutça mı? Musaca mı olsun Firavunca mı? Sen karar ver… Öldükten sonra dualara konu olmak mı beddualara dâhil olmak mı istersin? Benim de bir hikâyem olsun diyorsan hikâyesi olanlar gibi yaşamalısın… Hayat hikâyeni yaşamınla, duruşunla, ödediğin bedellerle yazmalısın…

Unutma! Kimi insanlar yaşarken dillere destan olur, kimileri ise daha ölmeden hiç doğmamış, dünyaya hiç gelmemiş gibi unutulur.

Editör: Aydın

Yorum Yaz