tatlidede

Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası - Ahmet Yaşar Ocak Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası kimin eseri? Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası kitabının yazarı kimdir? Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası konusu ve anafikri nedir? Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası kitabı ne anlatıyor? Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası PDF indirme linki var mı? Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası kitabının yazarı Ahmet Yaşar Ocak kimdir? İşte Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 13.08.2022 22:00
Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası - Ahmet Yaşar Ocak Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Yaşar Ocak

Yayın Evi: Timaş Yayınları

İSBN: 9786051142913

Sayfa Sayısı: 240

Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Alanında otorite olarak kabul edilen Ahmet Yaşar Ocak'ın Türkiye Sosyal Tarihi'nde İslamın yerine dair önemli bir çalışma. Ocak bu kitabında, 13. yüzyıldan başlayarak, görünürde siyasal ve kültüreş, ama temelinde Cumhuriyet'in kuruluşundan beri üstü kapatılan, merkezle çevre arasında İslam'la bir tür gecikmiş "satıhaltı" hesaplaşmanın yaşandığı günümüze kadar süregelen Türkiye tarihinde İslamın sergilediği panoramayı gözler önüne seriyor.

"Türkiye Selçukluları ve Osmanlı'da İslam", "İslami Bilimler ve Modernleşme", "Günümüz Türkiyesi'nde İslami Düşünce", "İslam Mitolojisi" gibi makalelerin yanında, "Kesikbaş", "Tenasüh (Reenkarnasyon), "Zendeka ve İlhad" başlıkları altında üzerinde çok konuşulan ama bilgi sahibi olunmayan mevzulara açıklık getiriyor.

Kitap, Bernard Lewis'in tabiriyle "başka hiçbir Müslüman millette olmadığı kadar benliğini İslama gömmüş bir millet"in bu dinin kendi siyasal, toplumsal, kültürel yaşantısında ve özellikle de davranışlarını yönlendiren zihinsel dünyasındaki macerasını anlamaya hasredilmiş tespitlerden ve yorumlardan oluşuyor.

Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası Alıntıları - Sözleri

  • "Kasapların tartışmasında koyunların taraf tutması, koyunların kaderini değiştirmez."
  • "Zekanın en sivri noktası şüphe ve tereddüttür." alıntısı yapılmış. Ama islam âlimlerinden Şehristani de her şey şüphe ile başlar demektedir.
  • "Herkes 17 devlet kurduk diye övünür, kimse 16 tanesi neden battı diye düşünmez."
  • II.Meşrutiyet'e kadar Osmanli Devleti'nin resmi ideolojisi durumunda olan Islam, artık Tanzimat ile birlikte başlayan batılılaşmamaci yenilesme hareketlerine karşı doğacak muhalefetin ideolojisi olarak yeni bir siyasal ve fikri hareket doğacaktır; Islamcılık.
  • Son yıllarda Türkiye'de en çok tartışılan problemlerden biri belki ekonomi ve siyasetten sonra en başta geleni İslam'dır. İslam etrafındaki bu tartışmalar çok açık bir biçimde bir problemi ortaya koyuyor. Görüntülü ve yazılı medyadaki yayınlar, çok sınırlı bir kesimin dışında elit tabaka da dahil olmak üzere toplumun bütün kesimlerinde İslam Dini, tarih ve medeniyeti, kültür ve düşüncesi alanında vahim bir bilgi yoksunluğunun ve yanlışının altını çizmektedir. Bu tartışmalar bilimsel bir bilgi birikimiyle değil daha çok ideolojik önyargılar güdümünde sürdürüldüğü için bu konu sağlıklı ve soğukkanlı bir biçimde tartisilmamaktadir.
  • Türk üniversiteleri özellikle ilahiyat, tarih, sosyoloji ve antropoloji gibi bilimsel disiplin dalları Türklerin İslami kabulünü ve ondan sonraki yüzyıllarda Türk toplumlarında İslam'ın nasıl yaşandığını bu yaşantının nasıl bir siyasal ve toplumsal ortamın ürünü olduğunu hangi tesir ve âmillerle şekillendiğini bütün boyutlarıyla ortaya koymamış bunun yarattığı boşluk yerini toplumun hemen her kesiminde önyargılar, ideolojik katılıklar ve bilgisizliğin ortaklaşa oluşturduğu bir bilinç bulanikligina bırakmıştır.
  • Bektaşi menakıbnamelerinde tenasüh ile ilgili menkabeler, şüphesiz ki sadece bu kaydedilenlerden ibaret değildir. Bunlar, en tipik olanlarından seçilmiştir. Yukarıda nakledilen bu menkabeler, dikkat edilirse, üç ana grupta toplanmaktadır. a) Bir kısmında aynı ruhun Adem Peygamber'den Hz. Muhammed'e kadar, sırasıyla bütün peygamberlerin bedeninde yaşayıp geldiği anlatılmaktadır. Sultan Şucauddin ve Otman Baba'ya dair bir kısım örnekler bu mealdedir. Bu inanç, XV. yüzyılın ilk yarısında Kaygusuz Abdal'dan itibaren, Bektaşi-Alevi şiirinde de sık sık işlenmiştir.
  • Menakıbnamelerden alınan örneklerde görüldüğü üzere, Seyyid Battal donu, Adem donu, Ali donu vb. terkiplerde yer alan don kelimesi, ruhun girdiği bedeni veya kalıbı ifade etmektedir. Hatayi'den naklen son kaydedilen kıtalardaki dona girmek deyimiyle de, ruhun kalıptan kalıba intikali kastedilmektedir. İran'da Aliilahiler'de bu, don be don şeklinde hâlâ söylenmektedir. Bu anlama gelen bir başka deyim, sır kelimesidir. Ali sırrı, Sırr-ı Muhammedi, Ata sırrı vb. terkiplerde geçen bu kelime de, "don be don" dolaşan ruhun bizzat kendisini ve girdiği kalıbı ifade etmektedir; Bektaşi-Alevi metinlerinde en çok rastlanan bir deyimidir.
  • Her halükarda tenasüh inancının heterodoks kesime mensup Türklerde önemli bir yeri olduğu açıkça görülmektedir. Ancak bu derece önemli ve ana inançlardan biri olan tenasühün kaynağı meselesi, araştırcılarda değişik yorum ve görüşlere yol açmıştır. Bu defa bu inancın Sünni ve normal Şii inanca aykırı olduğu son derece açıktır. Nitekim Oniki İmam mezhebi tenasühü reddeder ve buna inananı kâfir sayar. Ancak eski İran dinlerinin etkilerini taşıyan Keysaniyye, Rizamiyye, Hatibıyye ve Kamiliyye vb. aşırı mezheplerde bu inancın mevcudiyetini, el-Fark beyn'el-Fırak, Kitab'ul Fesal, el-Milel ve'n-Nihal gibi klasik mezhepler tarihi kaynakları haber veriyor.
  • Anadolu'da Müslüman Nüfus Anadolu'da İslâm yayılışı konusunun etnik ve demografik yapısıyla ilgili bir başka mesele de, her iki safhada Anadolu'ya gelip yerleşen Türklerin hepsinin Müslüman olup olmadığı konusudur. Tarihsel kaynaklardan sağlanan veriler, bu Türklerin büyük çoğunluğunun, gerek eskiden gerekse henüz Müslüman olmuş kitlelerce oluşturulduğunu, ancak yine de henüz kısmen Budizmi ve daha ziyade Maniheizm'i terketmemiş Uygur ve Kıpçakların, yahut daha Orta Asya'da iken Nesturi mezhebini kabul etmiş hıristiyan Türklerin bulunduğunu gösteriyor.
  • Dinî Eğilimler ve Mezhepler Bütün Anadolu genelinde, Selçuklu döneminde Sünniliğin Hanefi kolunun, doğu ve güneydoğu bölgelerinde ise yer yer Şafi'ilik'in yaygın olduğuna, eğitim ve öğretim alanında ve özellikle hukukî sahada Hanefilik'in hakim mevkide bulunduğuna kesin nazarıyla bakılabilir. Bilhassa şehir ve kasabalar, yani gelişmiş bir kültürün olduğu yerler ve yakın çevreleri, başka bir deyişle yazılı kültür ile teması olan bölgeler, Sünniliğin ağır bastığı yerlerdi. Tabiatıyla bu merkezlere yakın ve onlarla sürekli münasebeti olan köyler de aynı durumdaydı. Kısmen Şafi'ilik hariç tutulursa, Anadolu'da öteki Sünni mezheplerin (Hanbelilik ve Malikilik) yerleşme ortamı bulamadıkları, zaman zaman Hanbeli ve Maliki mezheplerine mensup alim ve mutasavvıfların gelip gitmelerine, hatta belirli zamanlarda Anadolu'da yaşamalarına rağmen, bu mezheplerin yayılmadıkları görülmektedir. Bunun sebebi bir anlamda, Türklerin İslamiyet'e girerken Orta Asya'da Hanefî çevrelerle temasları olduğu kadar, bu mezhebin daha rasyonel ve pratik ihtiyaçları karşılamaya yatkın, yani Türklerin sosyal yapılarına daha uygun olduğu hep ileri sürülmüştür. Buna başka sebepler de eklenebilir.
  • Tasavvuf, Sufiler, Tarikatlar ve İslâmlaşma Bu sürecin sonunda burada, daha ziyade medrese çevrelerince hurafe veya bid'at denilen inançların, evliya menkabelerin ve efsanelerin ağırlıklı olduğu, fıkıh merkezli medrese Müslümanlığına paralel, evliya kültü merkezli bir "halk Müslümanlığı" gelişmeye başladı. Bu iki Müslümanlık anlayışı her müslüman ülkede olduğu gibi, hem bir arada yaşadı, hem aralarındaki rekabet yüzyıllar sürdü. İslâm'ın yayıldığı bütün topraklarda da aynen geçerli olmuştur. Evliya kültü merkezli bu popüler İslâm, bugün bütün karakteristikleri ile modern Türkiye'de de güçlü bir şekilde varlığını korumaktadır.
  • Müslüman-Hıristiyan dinî ve kültürel ilişkiler, ihtida ve irtidatlar Genellikle Bektaşilik gibi Sünniliğe bağlı olmayan tarikatlara mensup şeyh ve dervişler, İslamiyet'i yayabilmek için, gayri müslim halk arasında mevcut aziz küllerinden geniş ölçüde yararlandılar. Aradan geçen zaman içinde bu aziz kültlerinden pek çoğu evliya kültü hâline dönüştü. Bazı aziz ve evliya türbeleri, gayri müslim ve hıristiyan halk arasında ortak ziyaret yerleri hâline geldi. Mesela, Ürgüp havalisinden Saint Kharakambos, Hacı Bektaş kültüyle; Amasya civarında Saint Theodor ve Saint George kültü, Baba İlyas kültüyle; aynı şekilde Sarı Saltık kültü çeşitli yerlerde Saint Spiridon, Saint Nicolas gibi aziz kültleriyle birleşti.
  • XVI. yüzyılın ilk çeyreğine, yani Yavuz Sultan Selim devrine kadar yalnızca ehl-i küfr'e yani Hıristiyan dünyaya karşı mücadele misyonunu üstlenen Osmanlı devleti, bu yüzyılın başlarında, İran'da Safevi devletinin kurulmasıyla başlayan Şii propagandaya karşı yeni bir misyon yüklendi: Ehl-i Rafz'a karşı mücadele. Bu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'ndan sonra Sünni İslam'ın bu misyonu ikinci kez yüklenişiydi. Bu süreç, Osmanlı imparatorluğu genelinde Sünni İslam'ı tam bir devlet ideolojisine dönüştürdü. Bu Sünni ideolojinin teorik temeli, Osmanlı medreselerinde çok eskiden beri okutulmakta olup, Osmanlı Sünniliğine ana istikameti veren, XIV. yüzyılın ünlü âlimlerinden Sadeddin-i Taftazani'nin eserine Ömer Nesefi'nin yazdığı Şerhu'l Akaid idi. Yazıldığı dönemdeki şiddetli dinî cereyanların etkisiyle genellikle Sünnilik dışı İslâm mezheplerine karşı çok katı ve hoşgörüsüz bir tavır takınan ve Osmanlı Sünniliğinin tam bir dogmatizme dönüşmesinde belki en büyük rolü oynayan bu kitabın, bu açıdan ciddi ve derin bir analize tâbi tutulmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bu analiz işleminin bu meyanda getirilen diğer literatüre de uygulanması çok yararlı sonuçlar verecektir.
  • b) Karakteristikleri Tekke İslam'ı, yahut tekke Müslümanlığı da diyebileceğimiz mistik İslâm, belirttiğim tarihi sebeple, Türk halk İslâmını oluşturan ana faktörlerden biri olması bakımından Türkler arasında şekillenen en eski İslâmî yorum biçimi sayılabilir. Nasıl medreseler İslâm dünyasında kitabi İslâm yorumunun üretildiği kurumlar olmuşsa, bilhassa XI. yüzyıldan itibaren de, yine İslâm dünyasındaki gelişmelerin bir yansıması olarak tekke ve zaviyeler de hemen hemen bütün Müslüman ülkelerde ve bu arada Türk dünyasında mistik İslâm yorumunun temel kurumları haline gelmişlerdir.

Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası İncelemesi - Şahsi Yorumlar

İslam'ın Tarihsel Serüveni: İslam’ın Siyasal Macerası Bu çalışma hocamızın makalelerinin derlenmesinden oluşan bir çalışmadır. İçinde 11 tane makale vardır. Bu makalelerde ise İslam’ın seyri hakkında bilgiler vermektedir. İçerisinde İslam zihniyet yapıları ve düşünce sistemleriyle ilgili son derece özgün ve güzel bilgiler yer almaktadır. 13. yy dan başlayan bu serüveni kendi bakış açısıyla gözler önüne sermektedir. Türkiye Selçukluları ve Osmanlı’da İslam; modernleşme, İslam Mitolojisi gibi çok fazla gündeme getirilmeyen konular hakkında düşüncelere yer verilmiştir. Ayrıca tenasüh, Kesikbaş, zendika ve ilhad başlıkları altında çok konuşulan, kulaktan duyma bilgilerin çok olduğu ama kimsenin hakkında akademik bilgi sahibi olmadığı konularla ilgili makaleler kaleme alınmıştır. İlahiyat alanında çalışan, mezheplere ilgi duyan, tarihi serüvenini merak eden arkadaşlar için mükemmel bir çalışma. Kesinlikle okunması gerekir. Çünkü mezheplerin temelinde yatan zihniyeti öğrenmek, bugünkü ayrışmaları daha iyi okumamıza ve anlamamıza yardımcı olacaktır. Keyifli okumalar :) (Ömer Faruk ÇETİNKAYA)

Ahmet Yaşar Ocak'ın farklı tarihlerde yayımlanan makalele ve bildirilerden oluşan Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası adlı eserde, genel olarak Türklerin İslam'a geçiş sürecinden günümüze kadar geçen sürede oluşturdukları karakteristik yapı ve din anlayışları ele alınmaktadır. Selçuklular ve Osmanlı döneminde tasavvuf, tarikat ve tekke etrafında şekillenen Halk İslam'ı incelenmektedir. Bunun yanında İslam ve Modernite konuları üzerinde durulmakta ve Türkiye özelinde İslam dünyasındaki çöküşler analiz edilerek çok ciddi çözüm önerileri sunulmaktadır. Eser, Türklerin İslam'a geçişle birlikteki din anlayışına ilgi duyan herkese hitap etmektedir. (Hasan Aldemir)

Türkiye'de kavram sorunları ve bunların siyasi ideolojik kaygıları. İçimizde olan biz olan ve bizim kabullenemedigimiz kabullenmediklerimiz. Bizi biz yapan ama bizim kaçırdıklarımiz. İçerisinde makaleler Türklerin İslamlasma süresince etkilendikleri dini gelenek ve gorenekler çemberin dışındakiler bu alanda çalışmanın zorlukları ve kaynakları var. Okunmasi gereken harika bir eser. (ÇETİNHAN KAYNAK)

Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası PDF indirme linki var mı?

Ahmet Yaşar Ocak - Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ahmet Yaşar Ocak Kimdir?

Yozgat'ta doğan (1945) Ahmet Yaşar Ocak yüksek tahsilini İstanbul İlahiyat Fakültesi'nde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nü bitirdi. Aynı fakültede asistan oldu. Doktorasını Strasbourg Üniversitesi'nde, doçentlik ve profesörlüğünü ise Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nde yaptı. Ocak, Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim görevliliği görevini devam ettirmektedir.

Ahmet Yaşar Ocak Kitapları - Eserleri

  • Babailer İsyanı
  • Türkler, Türkiye ve İslam
  • Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
  • Türk Sufiliğine Bakışlar
  • Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
  • Arı Kovanına Çomak Sokmak
  • Kalenderiler
  • Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
  • Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
  • Osmanlı Sufiliğine Bakışlar
  • Hızır Yahut Hızır İlyas Kültü
  • Sarı Saltık
  • Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
  • Selçuklular Osmanlılar ve İslam
  • Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
  • Veysel Karani ve Üveysilik
  • Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler
  • Tasavvuf, Velâyet ve Kâinatın Görünmez Yöneticileri
  • Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Evliya Menakıbnameleri
  • Türk Folklorunda Kesik Baş (Tarih-Folklor İlişkisinden Bir Kesit)
  • Dede Garkın ve Emirci Sultan
  • Yunus Emre
  • Benden Sual Ederseniz
  • Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi

Ahmet Yaşar Ocak Alıntıları - Sözleri

  • Vah ne yazık, sevgi kadehinden içmeden Çoluk çocuk ev barktan tam geçmeden Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden Şeytan galip, can verende şaştım işte. (Türk Sufiliğine Bakışlar)
  • "kendisini Tanrı aşkına adamış, bu yüzden de "Yaratılanı Yaratan'dan ötürü seven" O'nun yarattığı insanı da aynı sebeple yücelten, yaşadığı dönemde gördüğü iki yüzlülükleri, bozuk düzenleri, ahlaki yoksunlukları eleştiren, insanlara düzgün insan olmayı öğretmeye çalışan melamet ehli inançlı bir sufî; olduğunu da açıkça göstermektedir. (Yunus Emre)
  • Şeyh Bedreddin ve onunla bağlantılı Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanları zaman zaman 1240'taki Babai isyaniyla aynı mahiyette görülmüştür... İdeolojilerindeki benzerliğe rağmen, daha detaylı bir analiz yapıldığında, birinin ideolojisi daha çok İslami cila altında İslam öncesi inançlarla karışık bir mehdicilik, diğerininki ise yine mehdici bir karaktere sahip bulunmakla beraber, İslam, Hristiyanlık ve Museviliğin birleşiminden doğan bir bağdaştırmacılık, telfik'tir. (Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • "Kasapların tartışmasında koyunların taraf tutması, koyunların kaderini değiştirmez." (Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası)
  • Alevi araştırmacılar çoğu, Aleviliği Hz Ali ile Muaviye'nin hilafet çatışmaları ile başlatırlar. Bunu İlk bakışta doğru gösteren, Aleviliğin ana inanç konusu olan Hz Ali'dir. Oysa bu başlangıç noktası Şiilik için geçerlidir ve çok bilindiği üzere Şiiliğin tarihi gerçekten burada başlar. (Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • Ricaut asıl çarpıcı bilgileri, Mûsirrîn ( Muserins) adıyla zikrettiği zümre hakkında vermektedir ki aynı şekilde Osmanlı kaynaklarına yansıyan bir zümre de budur. " Sır gizleyenler" anlamına gelen bu kelimede kastedilen"sır" yazara bakılırsa, uluhiyet kavramını inkar etmek, yani ateizmdir (Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • Saçları, sakalları ve bazen bıyıkları ve kaşları kazınmış, belden yukarılari çıplak, sırtlarında bir hayvan postu, boyunlarında aşık kemikleri ve çıngıraklar, bellerinde baltalariyla dolaşan bu dervişler Allah'ın insan bedenine girip insan kılığında göründüğüne, beden öldükten sonra ruhun başka bir bedende yeniden dünyaya geldiğine inanıyorlardı. Namaz kilmadiklari, oruç tutmadikları, içki içtikleri, esrar kullandıkları için uğradıkları şehir ve kasabalarda çoğunluğu halkın ve ulemanın kinamalarina ve bazen hakaretlerine muhatap oluyorlar, kırsal bölgelerde ise büyük bir saygıyla karşılanıyor ve evliya muamelesi görüyorlardı... kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor ve fethettikleri topraklarda zaviyeler kurararak yerli Hristiyanlık halk arasında bu Müslümanlık anlayışını yayıyorlardı. Oralardaki efsaneleri, eski aziz menkabelerini, hatta Kitabı Mukaddes hikâyelerini kendilerine adapte ederek yeni menkabeler yaratıyorlardı. Bu, rastgele yapılan bir şey olmayıp, esasında oralarda kendi Müslümanlık anlayışlarını yaymak için kullandıkları bir yöntem idi. (Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • Çok tipik bir örnek olduğu için hep vurguladığım bir vakıa da İrlanda'da Hıristiyanlığın yayılışı sürecidir. Hristiyan misyoner rahipler İrlanda'daki antik mitolojiyi özümseyip Hristiyanlaştırarak bu dinin yayılmasını sağlamışlardır. Bunun en güzel örneği 5. Yüzyılda İrlanda'da faaliyet gösteren Saint Patrick'tir. İşte aynı süreç İslam'ın yayılışı için de geçerlidir. İslam yayılırken coğrafyalardaki sıradan halk hiçbir zaman İslam'ın teorik kurallarının bilincine vararak, teolojisinin inceliklerine vakıf olarak Müslüman olmamıştır. Çünkü bu yüksek seviyede entelektüel bir birikim ister. Dolayısıyla sıradan halk tabii bir şekilde önce kazanacaklarına bakar, İslamı kabul etmenin kendisine sağlayacağı pratik yararlara bakar. Sonra da ilk dikkatini çeken şey eski inançlarını andıran inançlar olup olmadığıdır. Onlara benzer unsurları hemen kabullenir ve onları eski inançları ve mitolojisi ile özdeşleştirir. (Arı Kovanına Çomak Sokmak)
  • XVI. yüzyılın ilk çeyreğine, yani Yavuz Sultan Selim devrine kadar yalnızca ehl-i küfr'e yani Hıristiyan dünyaya karşı mücadele misyonunu üstlenen Osmanlı devleti, bu yüzyılın başlarında, İran'da Safevi devletinin kurulmasıyla başlayan Şii propagandaya karşı yeni bir misyon yüklendi: Ehl-i Rafz'a karşı mücadele. Bu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'ndan sonra Sünni İslam'ın bu misyonu ikinci kez yüklenişiydi. Bu süreç, Osmanlı imparatorluğu genelinde Sünni İslam'ı tam bir devlet ideolojisine dönüştürdü. Bu Sünni ideolojinin teorik temeli, Osmanlı medreselerinde çok eskiden beri okutulmakta olup, Osmanlı Sünniliğine ana istikameti veren, XIV. yüzyılın ünlü âlimlerinden Sadeddin-i Taftazani'nin eserine Ömer Nesefi'nin yazdığı Şerhu'l Akaid idi. Yazıldığı dönemdeki şiddetli dinî cereyanların etkisiyle genellikle Sünnilik dışı İslâm mezheplerine karşı çok katı ve hoşgörüsüz bir tavır takınan ve Osmanlı Sünniliğinin tam bir dogmatizme dönüşmesinde belki en büyük rolü oynayan bu kitabın, bu açıdan ciddi ve derin bir analize tâbi tutulmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bu analiz işleminin bu meyanda getirilen diğer literatüre de uygulanması çok yararlı sonuçlar verecektir. (Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası)
  • Uzun zamandır batının akılcılığı(bilimi,teknolojisi,endüstrisi) tasavvufun irfanına galip gelmektedir. (Tasavvuf, Velâyet ve Kâinatın Görünmez Yöneticileri)
  • Kaynaklara bakıldığında, conformist sufi çevrelerinin [...] bir medrese eğitimi almış ve onun öğretisini hem pratik, hem teorik yahut en azından teorik olarak benimseyen ve bu sebeple olabildiği kadar şeriat çerçevesinde kalmaya özen gösteren, daha ziyade şehirli sufilerden oluştuğu görülür. (Osmanlı Sufiliğine Bakışlar)
  • Rafizilik veya Kızılbaşlık, İslami ve mistik bir cila altında eski inançlarını koyu bir tutuculukla koruyan konargöçer halk kesimi içinde, kendisini vergiye bağlayıp yerleşik hayata geçirmeye zorlayan Osmanlı yönetimine karşı, bunalımı kullanmak suretiyle tahrik eden Şii propagandasınin etkisiyle oluşan yeni bir oluşumdur. (Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • Hoca fazla sert değildi ama yüzü pek gülmezdi. Erzurum şivesiyle konuşuyordu. Lacivert takım elbise giyerdi, kravatı var mıydı yok muydu onu Tam hatırlayamıyorum. Ama başındaki fötr şapkasını çok iyi hatırlıyorum. Ders verirken şapkasını çıkarıp masanın üstüne koyardı. Ama sertliğine rağmen hoş ve sempatik bir insandı aynı zamanda. Bir keresinde muziplik yapıp ders çıkışında hocaya şapka giymenin günah olup olmadığını sordum. İskilipli Atıf Hoca hadisesini biliyordum ve sorum maksatlıydı. Üstelik hocanın başında da fötr şapkası vardı. Çok kızdı hiç cevap vermeden döndü gitti. Adamcağız ne cevap versin günah dese siz niye giyiyorsunuz diyeceğim, günah değil dese madem öyle Atıf Hoca niye giymeyi reddetti diyeceğim. Hasılı kelam benim yaptığım kabalık ve ukalalık idi ama gençlik işte, bir bakıma fütursuzluk demek değil midir? (Arı Kovanına Çomak Sokmak)
  • Sakalımı başımı Bıyığımla kaşımı Hak onara işimi Bu sakalı kırkarım Kaygusuz Abdal (Kalenderiler)
  • Kaynaklar bu dönemin tanınmış zındıkları arasında Emevi halifesi II.Velid b. II.Yezid'i (743-744) zikrederler. Ebû'l-Ferec İsfahâni'nin (ö. 967) Kitabu'l-Egani isimli ünlü eserinde, Velid'in daha küçük yaşta mürrebbisi Abdü's-Samed tarafından "zındıklığa" alıştırıldığı, içkiye düşkün olup veliaht iken Kabe'ye bile içki götürdüğü, sefahat âlemlerini halife olduktan sonra da terk etmediği, dini emirleri hafife aldığı ve bunun herkesçe bilindiği ileri sürülür.75 Hatta Ebû Said el-Himyeri'nin naklettiği bir pasajda yer alan manzum arçalar, görünüşe göre aynı zamanda kuvvetli bir şair olan halife Velid'in, Kur'an-ı Kerim'e nazmen meydan okuduğunu gösteriyor. Yine Kitabü'l- gani'deki bir pasaj, halife Velid'in Maniheist inançlar taşıdığını ihsas ediyor. İbnu'l-Esir'in naklettiği bir anekdot ise halife hakkında tamamen değişik şeyler söylüyor; Süyûti de Zehebi'den naklen, her ne kadar içki âlemlerine düşkün ve livataya (homoseksüellik) eğilimli olsa da, halife Velid'in zındık olmadığını belirtiyor. (Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler)
  • Anadolu'ya muhtelif göçlerle gelip yerleşen Türkmen babalarının, eski Türk Şamanlarının İslâmîleşmiş şekilleri olduğu eskiden beri bilinmektedir. (Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri)
  • Kısaca toparlanacak olursa, bir defa bu tartışmadan, Kalenderliğin, Melametiliğin biraz farklılaşmış biçimi olduğu sonucu çıkmaktadır. Ama asıl önemli olan şudur: Bu sufi yazarların eserlerini yazdıkları dönemlerde Kalenderliği henüz yüksek bir tasavvufi felsefe ve yaşayış biçimi olarak yaşayanlar bulunduğu gibi, kendilerini bu maske altında gizleyerek hiç bir dini, içtimai ve ahlaki nizam ve kaide tanımayan Kalenderi zümreleri de bulunmaktadır. Sühreverdi'nin yaşadığı devir, aynı zamanda, ileride kendisinden bahsedilecek olan büyük Kalenderi şeyhi Cemalü'd-Din-i Sivi'nin devridir. Bu devir, ayın zamanda Kalenderiler'in Orta Doğu'da iyice yayılıp tanındıkları bir dönemdir. Cami'nin zamani ise, Kalenderi zümrelerinin hemen her tarafı kapladığı çok daha geç bir dönemi yansıtır. İşte her iki yazar da kendi devirlerindeki Kalenderi zümrelerinin durumunu göz önüne alarak belirtilen fikirlerini ileri sürmüşlerdir. (Kalenderiler)
  • F. Köprülü, A. İnan, O. Turan, C. Cahen ve I. Mélikoff gibi âlimlerin çalışmaları da bu gerçeği ortaya çıkarmış, hattâ Orta Asya ve Anadolu'da XIII-XIV. yüzyıllarda bile İslâmlaşmanın tamamlanmadığını göstermişlerdir. Adları geçenler, bu duruma sebep olarak, söz konusu yıllarda devam eden göçler sebebiyle durmadan yenilenen Asya menşe'li eski inançları zikretmişler, bunlar arasında özellikle Şamanizm'e ağırlık vermişlerdir. (Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri)
  • Bektaşi menakıbnamelerinde tenasüh ile ilgili menkabeler, şüphesiz ki sadece bu kaydedilenlerden ibaret değildir. Bunlar, en tipik olanlarından seçilmiştir. Yukarıda nakledilen bu menkabeler, dikkat edilirse, üç ana grupta toplanmaktadır. a) Bir kısmında aynı ruhun Adem Peygamber'den Hz. Muhammed'e kadar, sırasıyla bütün peygamberlerin bedeninde yaşayıp geldiği anlatılmaktadır. Sultan Şucauddin ve Otman Baba'ya dair bir kısım örnekler bu mealdedir. Bu inanç, XV. yüzyılın ilk yarısında Kaygusuz Abdal'dan itibaren, Bektaşi-Alevi şiirinde de sık sık işlenmiştir. (Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası)
  • Burada son olarak bir de hükümetin Türkmenler üzerindeki baskılarından söz etmek lâzımdır. Bu baskılar bilhassa II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında kendini göstermeye başlamıştır. 1237'de tahta geçen bu genç sultan, rivayetlere göre Gürcü karısının etkisiyle kendini sefahate vermiş ve av partileri, içki meclisleri tertip ederek sorumsuz ve sefih bir yaşantı sürmeye başlamıştır. Devlet işlerinden tamamiyle elini çekerek yetkilerini kendi iktidarı peşinde koşan kurnaz veziri Sâdeddin Köpek'e devrettiğini bütün kaynaklar yazar. Bu vezir ve maiyyetindekiler, memleketi kendi siyasi menfaatleri doğrultusunda idare ediyor, devlet memuriyetlerini ve birtakım yüksek mevkileri rüşvet karşılığında peşkeş çekiyorlardı. Bu otorite boşluğundan ve denetimsizlikten yararlanan mültezimler, halkı yüksek vergilerle eziyorlardı. Bu sûretle birkaç yılda memleketin normal akıp giden sosyal düzeninde bozukluklar başgöstermeye başladı. Bu durum tabiatıyla diğer ahalinin hayatında olduğu gibi Türkmenlerin hayatında da sarsıntılar meydana getirmişti. Fakat Türkmenlerin takip ettikleri hayat tarzı yüzünden bu sarsıntılar onları yerleşik kesimden çok daha fazla etkiliyordu. Çünkü yeterli mer'a ve kışlak bulamamaktan dolayı zaten zorlukla hayatlarını sürdürmekte olan bu insanlar, ödemeye alışmadıkları vergilere çoğu zaman zaten olumsuz bakıyorlardı. Böyle olunca, bir de müsamahasız vergi memurlarının ağır vergi tekliflerinin getirdiği ilâve yük karşısında, iktisaden büsbütün güçsüz duruma düşüyorlardı. Sonuçta hayatlarını sürdüremez hale geldiler. İşte Türkmenleri çileden çıkaracak olan zor noktası burada başlamış olmalıdır. İster istemez yaşayabilmek ve hayatî ihtiyaçlarını giderebilmek için, zaten zaman zaman yaptıkları yağma hareketlerini daha da artırdılar ve sonunda yönetimle ipleri kopardılar. Nitekim bu durum, isyanın başlangıcından itibaren yapılan şiddetli yağmalarla kendini gösterecektir. Görüldüğü gibi, şahsen bizim Babâiler isyanının temel sebepleri olarak değerlendirmekte olup yukarıda açıklamaya çalıştığımız ekonomik, demografik, sosyal ve psikolojik sebepler, aslında birbirinin sebep ve neticesi ve birbirinden ayrılamaz faktörler olarak kabul edilebilir. (Babailer İsyanı)

Yorum Yaz