tatlidede
tatlidede

Zülfü Livaneli Mardin’den Özür Dilesin!

Zülfü Livaneli Mardin’den Özür Dilesin!


Mardin, Mardin olalı böyle hakaret görmedi!

Livaneli’nin yeni romanı “Huzursuzluk” adını taşıyor. Vicdan ve adalet duygusu taşıyanları gerçekten huzursuz eden bir kitap.

‘Mardin konusunda beni zenginleştiren Necati Yağcı dostuma teşekkürler’ diye takdim ediliyor kitap. Necati Yağcı’nın adının bu vesileyle anılması oldukça talihsiz ve düşündürücü. Mardinli ve Mardin’e hizmet eden (en az bir merkezi camiyi inşa etmiş Mardin’de) bir işadamının bu kadar kötü bir Mardin algısına katkıda bulunmuş gösterilmesi akla ziyandır.

Livaneli Mardin’e gelmiş gelmesine ama, anlaşılıyor ki; ana caddede bir tur atıp gece sabaha kadar mayışacağı farklı şarapların ve alkollü içeceklerin servis edildiği masasından başını kaldıramamış…

“Otellerinde, lokantalarda içki yok. Canım fena halde içki istiyor aç karna. Oysa buralar mahlepli Süryani şaraplarıyla ünlü idi…” (s.27) “Önceleri evlerde mahlepli Süryani şarabı içilirdi, lokantalarda yoğun rakı-kebap karışımı kokusu vardı şehrin…” (s.28)

Bay Livaneli şehrin bu şöhretini ne zaman nerede işitmiş?  Mardin’in hiçbir zaman böylesi bir şarap kokusu şöhreti olmamıştır oysa.

Livaneli’nin kitabında Mardin’e dair onlarca nesnel ve somut yanlışlar bulunmaktadır; “Zinciriye Medresesinden dönüştürülmüş otel” diyor. Oysa Zinciriye Butik Oteli, tarihi bir Konak’ın çok güzel ve çok ustaca Butik Otel’e dönüştürülmüş halidir. Tarihi Zinciriye Medresesi ile alakası yoktur.

“Süryani rahibi Gabriel” diyor Livaneli. Oysa Gabriel rahip değil, papazdır. Livaneli rahiplerin evlenmediğini bilmiyor galiba. Gabriel ise evli-barklı bir din adamıdır.

Dara Harabeleri yolu üzerindeki Hilton” diye konumlandırmış. Oysa Hilton Kızıltepe yolu üzerinde ve şehrin güney-doğu tarafında yer almaktadır. Dara Harabeleri ise Güney-Batı konumunda olup Nusaybin yolundan gidilmektedir.

“Tam karşımda Kamışlı ilçesi” diyor Livaneli… Oysa Mardin’in ufkunda ve güneyinde Kamışlı görülmez. Kamışlı Mardin’den altmış km. uzaklıktaki Nusaybin’e sınır bir Suriye yerleşim yeridir.

Bir hristyan mimarın yaptığı Ulu Cami” diyor Livaneli. Oysa 12. yüzyılda Artukiler döneminde inşa edilen Ulu Cami’nin hristyan mimarlar tarafından inşa edildiğine dair hiçbir kanıt olmamıştır.

Livaneli’de Coğrafi Cehalet, Teolojik Cehalet, Kültürel Cehalet, Mimari Cehalet, Meteorolojik Cehalet ve Sosyal Cehalet iç içe geçmiş.

Mardin’i kendince övmeye çalışıyor; egzotik, derin, esrarengiz, büyüleyici ve antik…

Organik, canlı, yaşanılır ve güvenli bir şehir olan Mardin’i sahici ve gerçekçi bir yaklaşımdan kopararak “masal şehri”ne uçurmak Mardin’e bir şey kazandırmadığı gibi Livaneli’yi de inandırıcılıktan uzaklaştırır yalnızca.

Sosyo-kültürel ve folklorik açıdan anlattığı Livaneli’nin Huzursuz Mardin’i  ile Huzur fışkıran Mardin gerçeği o kadar uzak ki; ‘okumuş cehalet’ dışında izah bulmak çok zor.

Aşağıda geçen yalan ve karalamaları Mardin üzerinden ifade etmek için cüretkârlıkta zirve yapmak gerek. İnsanı bazen ağlatarak öldürürsün, bazen da güldürerek öldürürsün. Kendince afaki, uçuk, mistik,  -adeta cin ve periler diyarı- eskolastik bir Mardin güzellemesi! yapıyor. Oysa kötü överek ve vehimlerini nakşederek ruhunu katl ediyor Mardin’in.

“Para karşılığı göğüslerini dövüp saçlarını yolan, alt dudakları dövme ile morartılmış ‘ağıtçı kadınlar’ simsiyah giysiler içinde yeri göğü inletecek şekilde bağırarak ağıt yakarlardı…” (s.30)

“Beline kadar uzamış iki örgü saçlarını keserek kardeşinin mezarına atması…” (s.32) 

Hasan karısını döverken hem karısını çırılçıplak soyar, hem de kendisi çırılçıplak soyunurdu. Böylece hiçbir erkek ve kadın kendilerini ayırmaya gelmemesini sağlardı…”(s.46)

“Kardeşinin nikahsız (imam nikahlı) evlendiği öz kardeşini silahla vurup öldüren ve ikiz çocuklarını da ölene kadar (herkesin duyduğu iniltiler ve ağlaşmalar içinde) ıssız kulubede bırakması” (46) Bu resmin oryantalistler ya  da misyonerler tarafından bile tahayyülü güçtür. Ama Livaneli’nin hayal gücüne onlar bile şapka çıkarırlar.

“Yezidi kız Meleknaz’ın kaynanası marul doğradı diye çıplak ayakla çığlık çığlığa sokağa fırlayıp kaçması sonucu kaynananın evinin tüm duvarlarını marul ile kaplaması…” (s.40) Marul doğrandı diye yalın ayak evden kaçan yezidi kızı da, evinin duvarlarını boydan boya marul yapraklarıyla kaplatan kaynana da sosyal karşılığı olmayan ve uyduruk hezeyanlardan başka bir şey ifade etmiyor.

 “Mardindeki Suriyelilerin İŞİD ve Nusra’dan kaçması…” (34) Oysa Mardin’de (bir dönem yüz elli bin civarında idi sayıları, şimdi 40 bin kadardır.)  bulunan Suriyeliler –ki çoğu da kürt olup- büyük kısmı PYD ve Esed zulmünden kaçmışlardır. Ama Livaneli PYD ve Esed’e gölge düşürmediği ve Batılı dostlarının manipülasyonlarına ram olduğu için gerçeği saptırmaktadır.

“Yezidi değil, aslı Ezid’dir. Altı bin yıllık Yahudilik ve hristyanlık öncesi dinleri vardır…”(s.47)  Oysa  Yezidilik; 11. ve 12. yy. da yaşayan Adiyy bin Musafir adında Lübnan Baalbek’li bir alim-mutasavvufa nisbet edilen bir topluluk olduğu ve İslam milleti içinde farklı gelişen bir ekol olduğunu biliyoruz. Seküler-etnik milliyetçilerin temelsiz ve ideolojik bir saplantısıdır ancak Livanelinin yazdıkları. Daha doğrusu anakronizm içinde bilim ve tarih dışı kalarak sol ve batı jargonuyla gerçeği ters yüz etmiştir.

 

Kürt ağız yapısında Yunus yerine Unıs, Yusuf yerine Usıf şeklinde telaffüz edildiği ve baştaki Y harfinin kullanımda telaffüzünün hazf edildiğini, ayrıca 100 yıl öncesi hiç bir yazılı metinde ‘Ezidi’ kelimesine rastlanılmadığı, ‘Yezidi’ olarak metinlerde yer aldığını işin erbabı bilirler.

“Bir yandan işid, bir yandan Pkk bir yandan devlet güçleri, derken çarpışmanın ortasında kalmış, korku içinde bir kent. Köpek ve silah sesleri geliyor…” (s.28) “Ben seni Mardin’den korumaya çalışıyorum. Burada çok İşidçi var, seni de kızı da yaşatmazlar…” (s.49) Mardin’de kaç işid’çi varmış? Emniyet kayıtları Livaneliyi yalanlamaktadır. 6-8 Ekim olaylarında sakallı ve esmerdir diye İşid’çi olarak Kızıltepe’de öldürülen masum iki gencin hikayesi herkesin malumudur. Ama Mardin’de işidçi’lerin kol gezdiği yalanı ise sadece Livaneli’nin uydurması ve mesnetsiz vehmidir. PKK ve İşid, ya da Devlet Güçleri! Hiçbir zaman ve hiçbir şekilde şehir ortasında birbirleriyle karşı karşıya gelerek ve birbirlerini kovalayarak şehri silah seslerine boğmamıştır. Hiçbir Mardinli buna şahit olmamıştır. Ama bay Livaneli İstanbul’da masa başında, gecenin geç saatlerinde bardağına baygın baygın bakarak Mardin’deki silahlı kovalamacalara şahitlik! etmektedir.

“İyice içine kapanmış, sertleşmiş, öfkeli bir İslam’ın gölgesi altında kararan şehir…” Acemlerle Rumların kıyasıya otorite savaşları nedeniyle bu topraklarda savaştığı, hiçbir hukukun gözetilmediği ve alanın sürekli el değiştirmesi nedeniyle halkların sürekli göç ettiği ve büyük insani dramların yaşandığı bu bölgede İslam orduları 639’dan itibaren fetihlere başladı.

Süryanilerin, Ermenilerin, Kürtlerin ve Farisilerin etnik, Yahudilerin, Hıristiyanların, Şemsilerin ve  bazı Paganistlerin inanç topluluğu olarak sürekli didiştiği ve çatışmaktan yorulduğu bu bölgeye Müslümanlar ciddi bir dirençle karşılaşmadan egemen oldular. Bölgeye böylece istikrar, güven ve barış geldi. Dolayısıyla öfkeli ve içine kapanan değil, İslamla beraber barış ve huzur içinde hayat vaad eden bir şehirdir Mardin. Ayrıca bölgenin faili meçhuller ve terör üzerinden yaşanamaz hale geldiği dönemlerde bile Mardin hep güven ve huzur adası kalmayı başarmıştır.

“Kızıl rüzgar gelince esnaf tezgahtaki malını toplar, herkes içeri kaçışır, dışarıda kalanlar da ağızlarına mendil kapatarak öksüre öksüre koşarlardı..(s.18)

Çöllerden gelen rüzgarın ağzımıza doldurduğu kumlar dişlerimizin arasında gıcır gıcır ederken, bulabildiğimiz her şeyle yüzümüzü, gözümüzü kapatarak bir an önce canımızı eve atmaya uğraşırdık…(s.21)

 Mübalağa ve mecaz sanatını bilirdik edebiyatta, ama ilgisi-ilişkisi olanı abartarak yapılırdı bu. Livaneli’nin anlattığı manzara galiba Sina çölünde ya da bedevi çadırlarında olabilen hadiselerdir. Dört mevsimi dolu dolu ve cıvıl cıvıl yaşayan, mezopotamyanın kuzeyinde, kartal yuvası kalesinin yamacında ‘Huzursuzluk’a inat bir Daru’selam’dır Mardin.

 

Kitap, edebi açıdan kayda değer bir özellik taşımamaktadır. Roman veya hikayecilik açısından biraz Maksim Gorki’msi ve oldukça  yavan kalmaktadır. Tahlil ve tasvirler çok zayıf; derinlik katan ima ve çağrışımlardan da mahrumdur. Adeta ilkokul seviyesinde masalımsı bir kurgu ile toplumsal ve kültürel karşılığı olmayan bir örgü içinde basitçe bir anlatım ve içeriğe sahiptir.

Livaneli “Huzursuzluk” kitabıyla neyi hedeflemektedir? Ya da bu kadar basit ve gerçeklikten uzak kurguyu neden yazmış olabilir?

Zamanın ruhu, ya da konjoktürel beklentileri karşılamak için yazmış denebilir mi? ABD ve Batılı güçlerin askeri olarak İslam Coğrafyasını işgal ettiği ve siyasi olarak hükümetleri devirdiği; toplumsal olarak da sosyal dokuyu çözerek iç çatışmaları kışkırttığı bir dönemde en kullanıma elverişli argüman şüphesiz İşid olmuştur. Kendi laboratuarlarında mayalayıp çoğaltarak İslam coğrafyasına saldıkları bu acımasız virüsler üzerinden yeni senaryolar yazılmaktadır.

Daha önce “Kar” adlı müptezel romanıyla Nobel ile ödüllendirilmişti Orhan Pamuk. Hiç gitmediği, görmediği ve tanımadığı Kars ilini romanının merkezine alarak ‘aşırı dinci!’ bir örgüt kurgusunu örmüş ve bu örgütün elebaşısının ensest ilişkilerini konu edinmişti… Tamamen uyduruk, yalan ve iftiralar üzerinden Batılı güç odaklarına beklentilere uygun! bir Anadolu/Müslüman algısı oluşturarak imajitif katkıda bulunmuştu. Ödülünü de kapmıştı tabii. Ama sonrasında Orhan Pamuk, alinasyona uğramış bir yurtsuz olarak verilen paraları batı merkezlerinde tüketen serseriye dönüştü.

Livaneli, siyasette ün yapmadı. Müzikte (keşke genizden yuvarlana yuvarlana farklı bir tını oluşturan sesiyle özgün müzik yapmakla yetinseydi) bestseller olamadı. Entelektüel açıdan dikkatleri çekemedi. Bir defa milletvekili oldu ama bir daha da seçilemedi…

İsmi Ömer Zülfü’dür. Ama Ömer ön ismini hiç kullanmadı; hatta ısrarla gizledi. Klasik sol jargonla konuşup seküler vurgularıyla öne çıkmaya çalıştı; ama yaşamı ultra-kapitalist oldu.

Halkçı sloganlara sarıldı; ama elitist ve tepeden bakan bir muhitte demirledi…

Ne yapsındı Livaneli? Şöhret olmak, önde olmak, üstte olmak ve işaret edilmek istiyordu. Kapasitesi ile beklentileri arasındaki mesafe gittikçe açılıyordu; ayrıca yaşı da ilerliyordu.

Sıçrama yapabilmek için uzun atlama gerekiyordu. Derken fırsat çıktı ve bu sefer kaçırmamalıydı. ABD’nin, AB’nin, İsrail’in ve ezcümle bilumum şer odaklarının kurgulayıp sahneledikleri İşid tiyatrosunun entelik reklamını oynamak istedi.

Livaneli kırk farklı dile kitaplarının tercüme edildiğini yazıyor. Yani; yani ey islamı terör ve müslümanı terörist ile eşitlemek isteyen odaklar ben buradayım ve bu misyona amadeyim demek istiyor.

Eh Livaneli’ye bir Nobel düşer artık!

Mardinliye de Livaneli’nin Nobel uğruna Mardinin huzurunu kaçırtan karaçalan iftiracı kimliği…

Livaneli’de azıcık dürüstlük ve Anadolu hamiyeti varsa bir an önce Mardin/li/lerden özür dilemeli ve kitabını toplatmalıdır. Aksi halde hiçbir Nardin’linin gözüne bakamayacaktır.

 

Yorumlar

Image
hacı
08.04.2023 / 17:07

bağlama ustası ismi ömer diye bağlama çalmayı öğretmek istememiş. o yüzden zülfü ismini daha çok kullanır olmuş yazar

Image
mardin
19.01.2018 / 16:04

Kendini zamanın sarhoşluğuna bırakmış kimseler bu yazının ehemmiyetini anlamakta zorluk çekebilirler. Bu gibi şeylerin normalleşmesi endişesi üzerine yazılmış bir yazı. Bence gayet yerinde ve güzel olmuş...

Image
dr mardin
10.01.2018 / 11:22

bu sadece ve sadece bir roman..

Image
Muhammed Aydın
27.12.2017 / 17:33

Allah razı olsun başkanım.Mükemmel bir yazı...Adam icindeki pislikleri ve oryantalist düşünceleri yansıtmış.

Image
Mehmet Akif Güngör
25.12.2017 / 22:08

Keşke kitabı okuduktan sonra bir yazı yazmayı deneseydiniz.

Image
Öğrenci
03.01.2018 / 08:47

Kitabı okumadan bu yazıyı yazmışsa yazdıktan sonrasını düşünemiyorum

Image
misenmetre
30.12.2017 / 22:32

Adam sayfa sayfa Zülfü'nün cehaletini ortaya sermiş. Sen daha neyi bekliyorsun.

Yorum Yaz