Bill Bryson kimdir? Bill Bryson kitapları ve sözleri
Amerikalı Yazar, Dilbilimci, Üniversite Rektörü Bill Bryson hayatı araştırılıyor. Peki Bill Bryson kimdir? Bill Bryson aslen nerelidir? Bill Bryson ne zaman, nerede doğdu? Bill Bryson hayatta mı? İşte Bill Bryson hayatı...
Amerikalı Yazar, Dilbilimci, Üniversite Rektörü Bill Bryson edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Bill Bryson hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Bill Bryson hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Bill Bryson hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...Tam / Gerçek Adı: William McGuire " Bill " Bryson
Doğum Tarihi: 8 Aralık 1951
Doğum Yeri: Iowa, ABD
Bill Bryson kimdir?
Bill Bryson, (8 Aralık 1951 doğumlu) İngiliz dili ve bilim üzerine mizahi seyahat ile ilgili kitaplar yanı sıra Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi isimli çok satan kitabın yazarı Amerikalı yazar.
Bill Bryson Kitapları - Eserleri
- Hemen Her Şeyin Çok Kısa Bir Tarihi
- Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi
- Beden
- Notes from a Small Island
Bill Bryson Alıntıları - Sözleri
- Kemiklerimizi genellikle durağan birer yapı iskelesi bileşeni gibi görme eğilimindeyizdir ama onlar da canlı dokulardır: tıpkı kaslar gibi, egzersiz ve kullanım sonucu büyürler. Margy Pratte, tenişçi Rafael Nadal'ı örnek göstererek ''Profesyonel bir tenisçinin raketi tuttuğu taraftaki kolu, diğerinden yüzde 30 daha kalın olabilir,'' diye anlattı bana. Kemik dokusuna mikroskopla baktığınızda, tıpkı diğer canlı dokularda olduğu gibi, çoğalan hücrelerden oluşan karmaşık bir silsileyle karşılaşırsınız. Kemikler, inanılmaz ölçüde güçlü ama bir o kadar da hafif olmalarını yapılanma biçimlerine borçludurlar. (Beden)
- Başımız olmadan yaşayamayacağımızı hepimiz biliyoruz ama başsız olarak tam ne kadar süreyle yaşanabileceği konusu 18.yüzyıl sonlarında epeyce merak toplamıştı. Doğrusu merak etmek için de iyi bir dönemdi bu çünkü Fransız Devrimi, meraklı zihinlere üzerinde araştırma yapabilecek taze kesilmiş başları düzenli sağlıyordu. Yeni kesilmiş (dekapite edilmiş) bir başta hala bir miktar oksijenlenmiş kan bulunacağından bilinç kaybı hemen gelişmeyebilir. Beynin daha ne kadar süreyle çalışabileceği konusundaki tahminler, iki ila yedi saniye arasına odaklanır ama bunlarda temiz bir kesi yapıldığı varsayımdan yola çıkılmıştır. Oysa durumun hep böyle olduğunu söyleyemeyiz. Baş, işin ustasının kullandığı ve özel keskinleştirilmiş bir baltayla yapılan sert vuruşlarla bile gövdeden kolay ayrılmaz. Frances Larson'un dekapitasyon uygulamasının tarihiyle ilgili etkileyici kitabı Severed'da İskoçya Kraliçesi Mary'nin başının, ancak üç kuvvetli vuruş sonrasında gövdesinden ayrıldığından söz edilir; üstelik görece ince bir boynu vardır kraliçenin. (Beden)
- Dönme hızınız dünyanın neresinde bulunduğunuza bağlıdır. Yerküre’nin dönme hızı, ekvatorda saatte 1.600 kilometrenin biraz üstündeyken, kutuplarda sıfıra iner. Londra'da bu hız, saatte 998 kilometredir. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi)
- Fizikçiler, atomlar hakkında düşünen atomlardır. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi)
- Bütün ölümlerin beşte biri, kalp krizi ya da araba kazasında olduğu gibi aniden gerçekleşirken, beşte biri de kısa bir hastalık ardından hızla geliyor. Ama yüzde 60'ı oluşturan çoğunluk, uzun dönemli bir gerilemenin sonucu. Artık uzun yaşamlar sürüyor, uzun ölümlerle gidiyoruz dünyadan. Economist dergisinde yer alan 2017 tarihli bir makalede, yazarının sözünü hiç de sakınmadığı şöyle bir ifade var: "65 yaşından sonra ölen Amerikalıların neredeyse üçte biri, yaşamlarının son üç ayı içindeki bir kesiti, bir yoğun bakım biriminde geçiriyor." (Beden)
- Rees, evrenimize özellikle altı sayının hükmettiğini ve bu değerlerden herhan gi birinin hafifçe değişmesi halinde hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını belirtir. Örneğin, evrenin var olduğu gibi var olabilmesi için hidrojenin ölçülü ama nispeten görkemli bir biçimde helyuma dönüşmesi ve bunu yapabilmek için küt lesinin binde 7'sini enerjiye çevirmesi gerekir. Bu değerde hafif bir azalış olsa, sözgelimi binde 7'den binde 6'ya inse, hiçbir dönüşüm gerçekleşemez: Evren hidrojenden ibaret kalır. Değer çok az da olsa artsa, mesela binde 8'e çıksa, dö nüşüm çılgınca hızlanacağı için hidrojen hemencecik tüketilir. Her halükarda, sayılardaki en ufak bir oynamayla birlikte, bildiğimiz ve gereksindiğimiz haliyle evren artık var olmayacaktır. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi)
- Kendi açımızdan işin olağanüstü yanı, bu oluşumun bize ne kadar lütufkar davrandığıdır. Şayet evren azıcık başka türlü oluşmuş olsaydı, mesela kütleçekimi bir nebze daha güçlü veya daha zayıf olsaydı ya da genişleme biraz daha yavaş veya daha hızlı gerçekleşseydi, sizi, beni ve üstünde durduğumuz yeri oluşturacak kararlı (stabil) elementler hiç var olmayabilirdi. Kütleçekimi azıcık daha güçlü olsaydı, evren kendisine doğru boyutları, yoğunluğu ve bileşenleri verecek doğru değerlerden yoksun kalır, kötü kurulmuş bir çadır gibi çökebilirdi. Daha zayıf olsaydı, hiçbir şey bir araya gelip kaynaşamazdı. Evren sonsuza dek ıssız ve tenha bir boşluk olarak kalırdı. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi)
- Beyin benzer biçimde duyularımızı oluşturan bütün bileşenleri de kendisi de üretir. Işık fotonlarının renksiz, ses dalgalarının sessiz, koku moleküllerinin kokusuz oluşu, tuhaf ve mantığa aykırı bir varoluş gerçeğidir. İngiliz hekim ve yazar James Le Fanu'nun belirttiği gibi, ''Ağaçların yeşili ve gökyüzünün mavisinin gözlerimizden içeri, açık bir pencereden akar gibi aktığı yönünde güçlü bir izlenime sahip olsak da retinaya etki eden ışık parçacıkları, tıpkı kulak zarına çarpan ses dalgalarının sesten, koku moleküllerin kokudan yoksun olması gibi renksizdir. Bunların hepsi uzayda yol alan görünmez, ağırlıksız atomaltı madde parçacıklarıdır.'' Yaşamım tüm zenginliği kafamızın içinde yaratılır. Gördüğünüz şey, olduğu şey değil, beyninizin olduğunu söylediği şeydir. Ve bu ikisi birbirinden çok farklıdır. Bir kalıp sabunu getirin gözlerinizin önüne. Sabun ne renk olursa olsun köpüğün hep beyaz olduğuna dikkat ettiniz mi hiç? Bunun nedeni, sabunun su yada ovalamayla bir şekilde renk değiştirmesi değildir: moleküler düzeyde daha önceki haliyle tıpa tıp aynıdır. Mesela sadece köpüğün ışığı farklı şekilde yansıtmasıdır. Aynı etki kıyıya vuran dalgalarla (yeşilimsi mavi su, beyaz köpük) ve bir çok olguda gösterir kendini. Tüm bunlar, renk dediğimiz şeyin mutlak bir gerçeklik değil, bir algı olmasından kaynaklanır. (Beden)
- Fizikçi Richard Feynman, aposteriori saptamalar hakkında şöyle bir espri yapardı: "Biliyor musunuz, bu akşam akıl almaz bir şey geldi başıma," derdi. "Plakası ARW 357 olan bir araba gördüm. Düşünebiliyor musunuz? Bu akşam eyaletteki onca plaka arasından o müstesna plakayı görme olasılığım ne kadardı acaba? inanılır gibi değil doğrusu." Anlatmak istediği elbette şuydu: Her olağan durumu olağanüstü göstermek kolaydır, yeter ki onu kaderin bir cilvesiymiş gibi düşünün. Demek ki yeryüzünde yaşamın doğuşuna önayak olan olay ve koşulların, olduğunu düşünmekten hoşlandığımız kadar olağanüstü olmaması da mümkün. Yine de yeterince olağanüstüydüler ve kesin olan bir şey var: Daha iyisini bulana dek onlarla yetinmek zorundayız. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi)
- Uyuyan kişiyle dış dünya arasındaki ilişki genellikle ilginçtir. Uyurken aniden düşme hissine kapılmak, çoğumuzun deneyimlediği bir şeydir örneğin. ''Hipnik'' ya da ''miyoklonik sarsıntı'' adı verilen bu durumun nedeni bilinmiyor. Varsayımlardan birine göre, ağaçlarda uyuduğumuz ve düşmemek için dikkat etmemiz gerektiği eski zamanlardan kalma bir alışkanlık bu ve bir tür tatbikat. Uzak ihtimal gibi görünebilir size ama düşündüğünüzde tahminen ilginç de gelecektir. Bilinç dışının ne kadar derinlerinde ve ne kadar hareketli olursak olalım, yataktan neredeyse hiç düşmeyiz: hatta otel yatakları ya da yabancı yataklardan bile. Dünyayla ilişkimizi tümüyle kesmiş de olsak içimizdeki bir bekçi bizim için yatağın kenarının yerini dikkatle kaydeder ve aşağıya yuvarlanmamıza engel olur. Uykusu çok ağır olanlar için bile geçerli olmak üzere, belli ki dış dünyaya kulak asan bir parçamız hep vardır. Paul Martin'in Counting Sheep kitabında belirttiği üzere, Oxford Üniversitesinde yapılan çalışmalarda, uyumakta olan katılımcıların isimleri her söylendiğinde EEG grafiklerinde kıpırdanmalar ortaya çıktığı ama katılımcıların başka isimlere aynı tepkiyi vermedikleri gözlenmiştir. Başka denemelerde insanların önceden karar verdikleri saatte, kendilerini çalar saatten yararlanmaksızın uyandırabildikleri göstermişti. Öyleyse uyumakta olan zihnin bir bölümü, kafatasının dışındaki gerçek dünyayı izliyor olmalıydı. (Beden)
- … “iki topun negatif elektrik yüklü alanları birbirini iter, elektrik yükleri olmasaydı; galaksiler gibi hiç zarar görmeden birbirlerinin içinden geçebilirlerdi.” (Hemen Her Şeyin Çok Kısa Bir Tarihi)
- Az çok gelişmiş, düşünen bir topluluk haline gelmek istiyorsanız, yeterince uzun istikrar dönemleri içeren çok uzun bir olaylar zincirinin doğru ucunda olmalısınız. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi)
- "Yaşamın dominant türü olarak varoluşumuzun kaçınılmazlığı fikrine o kadar alışmışız ki, burada bulunuşumuzun sadece tam zamanında uzaydan gelip Yerküre'ye çarpan cisimlerin ve rastgele oluşan diğer tesadüflerin eseri olduğunu kavramamız zor." (Hemen Her Şeyin Çok Kısa Bir Tarihi)
- Doğadaki her hücre bir mucizedir. Hücreleriniz, hepsi de kendini sizin genel sağlığınıza körü körüne adamış on bin trilyon vatandaşa sahip bir ülkedir. (Hemen Her Şeyin Çok Kısa Bir Tarihi)
- Ne kadar eğitim alırsanız Alzheimer'a yakalanma olasılığınız da o kadar düşüyor. Yine de Alzheimer'ı uzakta tutmayı başaran bir şey varsa o da gençlikte üst üste yığılan ders saatleri değil, aktif ve sorgulayıcı bir zihin. Sağlıklı beslenen, en azından orta düzeyde egzersiz yapan, makul kiloyu koruyan ve aşırı sigara ve alkol tüketmeyen insanlarda demansın her türlüsü, çok daha ender ortaya çıkıyor. Erdemli bir hayat, Alzheimer riskini ortadan kaldırmasa da yüzde 60 kadar düşürebiliyor. (Beden)
- Parmak uçlarımızdaki sarmal çizgiler acaba hangi evrimsel gerekliliğin sonucuydu? Yanıtı kimse bilmiyor. Vücudumuz gizemlerle dolu bir evrendir. Üzerinde ve içinde olup bitenlerin büyük bölümü, bilmediğimiz nedenlere dayanır ve kuşkusuz büyük sıklıkla da zaten belirli bir nedeni yoktur. Evrim sonuçta rastlantısal bir süreçtir. Parmak izlerinin yalnızca kişiye özgü olduğu görüşü de bir varsayımdır aslında. Hiç kimse sizinkine eş bir parmak izi olmayacağını mutlak kesinlikle söyleyemez. Söylenebilecek tek şey, birbirine tıpatıp eş iki parmak izi grubunun henüz bulunmamış olduğudur. Parmak izi çalışmaları için kullanılan teknik sözcük ''dermatoglifi''dir. Parmak izini oluşturan çizgiler ''papil hatları'' adını alır. Araba lastiği dişlerinin çekiş gücüne yaptığı etkiye benzer biçimde kavramaya yardımcı oldukları düşünülür ama bu, gerçekte kanıtlanmış bir görüş değildir. Kimileri parmak izi sarmalının suyun daha iyi akmasını sağladığı ya da parmak derisini daha esnek ve bükülgen yaptığını, hatta derinin duyarlılığını arttırdığını ileri sürmüştür ama bunlar da yalnızca birer tahmindir. Benzer şekilde, uzun süre banyoda kaldığımızda parmak derimizin neden buruştuğunu açıklamanın kıyısına bile yaklaşamamıştır kimse. En sık getirilen açıklama, buruşmanın parmaklarda suyun akışını kolaylaştırdığı ve kavramaya katkıda bulunduğu yolundadır. Ama iyi kavram gücüne ivedilikle ihtiyaç duyanlar, kuşkusuz suyun içinde belirli bir süre kalanlar değil, suya yeni düşenlerdir. (Beden)
- Ay'a yapılan 386.000 kilometrelik yolculuk bizim için hala çok büyük bir girişimi temsil ediyor. İlk Başkan Bush tarafından bir gaflet anında gündeme getirilen insanlı Mars yolculuğu, böyle bir projenin 450 milyar dolara patlayacağı ve muhtemelen (yüksek-enerjili solar parçacıklara karşı kalkan oluşturulamayacağı ve bunlar DNA'yı parçalayacağı için) ekipteki herkesin ölümüyle sonuçlanacağı hesaplanınca, sessizce rafa kaldırıldı. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi)
- "1918'de yaşanan grip salgınının muallakta kalan ya da hiç anlaşılmayan pek çok yanı vardır." (Hemen Her Şeyin Çok Kısa Bir Tarihi)
- "Samanyolu’nda kaç yıldız olduğunu kimse bilmez: Tahminler 100 milyar civarıyla 400 milyar arasında değişir. Üstelik Samanyolu 140 milyar küsur galaksiden yalnızca bir tanesidir ki bu galaksilerden pek çoğu bizimkinden büyüktür. Ama en ılımlı girdilerle dahi her zaman, sırf Samanyolu'ndaki ileri uygarlık sayısı bile milyonları bulur." (Hemen Her Şeyin Çok Kısa Bir Tarihi)
- Derin bir nefes alın. Tahminen ciğerlerinizi zengin, hayat veren oksijenle doldurduğunuzu düşünüyorsunuz. Aslında pek öyle değil. Soluduğumuz havanın yüzde sekseni azottur (nitrojen). Atmosferde en bol bulunan element olan azot, varoluşumuz için can alıcıdır ama diğer elementlerle etkileşime girmez. Nefes aldığınızda havadaki azot, yanlış mağazaya giren dalgın bir müşteri misali, akciğerlerinize girdiği gibi gerisingeri çıkar. Azotun işimize yaraması için amonyak gibi etkileşime daha açık formlara dönüştürülmesi gerekir. O işi bizim için yapanlarsa bakterilerdir. Bakterilerden yardım almasaydık ölür ve dahası, var olmazdık bile. Öyleyse mikroplarınıza bir teşekkür etmenin zamanı gelmiş demektir. (Beden)