Douglas R. Hofstadter kimdir? Douglas R. Hofstadter kitapları ve sözleri
ABD'li bilimadamıdır Douglas R. Hofstadter hayatı araştırılıyor. Peki Douglas R. Hofstadter kimdir? Douglas R. Hofstadter aslen nerelidir? Douglas R. Hofstadter ne zaman, nerede doğdu? Douglas R. Hofstadter hayatta mı? İşte Douglas R. Hofstadter hayatı...
ABD'li bilimadamıdır Douglas R. Hofstadter edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Douglas R. Hofstadter hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Douglas R. Hofstadter hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Douglas R. Hofstadter hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...Tam / Gerçek Adı: Douglas Richard Hofstadter
Doğum Tarihi: 15 Şubat 1945
Doğum Yeri: New York, ABD
Douglas R. Hofstadter kimdir?
Douglas Richard Hofstadter, (gen. Douglas R. Hofstadter, d. 15 Şubat 1945) ABD'li bir bilimadamıdır. Yaygın olarak 1979'da yayınlanan Gödel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid (Gödel, Escher, Bach: Ebedi Güzel Bağlantı, Türkiye'de Gödel, Escher, Bach: Bir Ebedi Gökçe Belik adıyla 2001 yılında yayınlanmıştır) kitabı ile tanınır. 1980 yılında kurgu dışı alanda Pulitzer Ödülünü kazanan bu kitap, binlerce öğrencinin bilgisayar bilimleri ve yapay zekâ konusunda meslekler seçmelerine önayak olmuştur.
Douglas R. Hofstadter Kitapları - Eserleri
- Aklın G'özü
- Gödel, Escher, Bach
- Ben Bir Garip Döngüyüm
- Gödel, Escher, Bach: an Eternal Golden Braid
Douglas R. Hofstadter Alıntıları - Sözleri
- “Burada“ diye düşünürken, nereyi kast ettiğimi nereden biliyordum? (Aklın G'özü)
- Ya o seni düşlemekten vazgeçerse… Borges (Aklın G'özü)
- Tümceler içinde ifade edilen çoğu düşünce genellikle daha fazla çözümlemediğimiz temel, atomsu bileşenlerden oluşur. Bunlar kabaca sözcük büyüklüğündedir - kimi zaman biraz daha uzun, kimi zaman biraz daha kısa. Örneğin “şelale” adı, “Niagara Şelalesi” özel adı, geçmiş zaman soneki “- dı,” “yetişmek” fiili ve daha uzun deyimlerin hepsi yaklaşık atomik öğelerdir. Bunlar bir filmin konusu, bir kentin kokusu, bilincin doğası ve benzeri daha karmaşık kavramları tasvir ederken kullandığımız temel fırça darbeleridir. Böylesi karmaşık düşünler tek fırça darbelerinden oluşmaz. Dilin fırça darbelerinin düşüncenin de fırça darbeleri olduğunu ve dolayısıyla simgelerin yaklaşık bu büyüklükte kavramları temsil ettiğini düşünmek usa uygundur. O halde bir simge kabaca, kendisi için bildiğiniz bir sözcük ya da sözcük öbeğinin bulunduğu ya da bir özel adla ilişkilendirdiğiniz bir şey olacaktır. Ve bir aşk ilişkisindeki sorun gibi, daha karmaşık bir düşüncenin beyinde temsili, diğer simgeler tarafından çeşitli simgelerin etkinleştirilmelerinin oldukça karmaşık bir dizisi olacaktır (Gödel, Escher, Bach)
- Tosbağa: İyi günler Bay A. Akhilleus: Vay, sana da iyi günler. Tosbağa: Seni görmek ne güzel. Akhilleus: Sen benden çok yaşayacaksın. Tosbağa: Yürüyüş içinde mükemmel bir gün. Yakında eve varırım sanırım. Akhilleus: Ah, gerçekten mi? Senin için yürümekten daha iyi bir şey yoktur bence. Tosbağa: Bu arada senin de bugünlerde pek dinç göründüğünü söylemeliyim. Akhilleus: Çok teşekkür ederim. Tosbağa: Hiç önemli değil. Puromdan alır miydin? Akhilleus: Ah, ne zevksiz herifsin. Bu alanda HollandalIların yaptığı katkılar özellikle çok zevksiz, sen de öyle düşünmüyor musun? Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir gale ride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm sonunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yinede korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün olduğunu hissedeceğim. Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kesin. De gustibus non est disputandum. Tosbağa: Söylesene, senin yaşında olmak nasıl bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu? Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz. Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir. Akhilleus: Saçma. Büyük fark olduğunu biliyorsun. Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun? Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gitara üç metre yakınından olsun dokunmadım. Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir galeride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm sonunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yine de korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün olduğunu hissedeceğim. Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kesin. De gustibus non est disputandum. Tosbağa: Söylesene, senin yaşında olmak nasıl bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu? Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz. Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir. Akhilleus: Saçma. Büyük fark olduğunu biliyorsun. Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun? Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gitara üç metre yakınından olsun dokunmadım. (Gödel, Escher, Bach)
- İnsana özgü herhangi bir dilde isimlerin ve fiillerin (vb) sınırsız karmaşıklıkta bir dansa girişebilmeleri gibi, doğal sayılar da sınırsız karmaşıklıkta bir toplama ve çarpma (vb) dansına girişebilirler ve bir kod ya da analoji aracılığıyla sayısal olsun olmasın her türlü olay hakkında "konuşabilirler." (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Beyindeki en önemli hücreler sayıları on milyar kadar olan sinir hücreleri ya da nöronlardır. (Gariptir, ama beyinde nöronların on katı kadar glial hücreleri ya da glia bulunur. Glianın nöronların başrolüne göre yardımcı role sahip olduğuna inanılır, bu yüzden biz de onları tartışmamızın dışında bırakacağız.) Her bir nöron birkaç sinapsa (“giriş iskeleleri”) ve bir aksona (“çıktı kanalı”) sahiptir. Girdi ve çıktı elektrokimyasal akışlardır: yani hareket eden iyonlar. Bir nöronun giriş iskeleleri ile çıktı kanalı arasında “kararların” verildiği hücre gövdesi bulunur. Bir nöronun karşılaştığı karar tipi -ve bu saniyede bin kez kadar olabilir- şudur: ateşlemek ya da ateşlememek - yani sonunda bir ya da daha fazla başka nöronların giriş iskelelerine girecek, böylece onların da aynı türde karar vermesine neden olacak iyonları, aksonundan aşağı bırakıp bırakmamak. Karar çok basit bir biçimde verilir: Eğer bütün girdilerin toplamı belli bir eşiği aşarsa, evet; aksi takdirde hayır. Girdilerin bir kısmı, başka yerlerden gelen pozitif girdileri iptal eden negatif girdiler olabilir. Her durumda zihnin en alt düzeyini yöneten basit toplama işlemidir. Descartes’in ünlü deyişini biraz değiştirerek söylersek, “Düşünüyorum, öyleyse topluyorum” (Latince, Cogito ergo am). Karar verme tarzı çok basit gibi görünmesine karşın konuyu karmaşıklaştıran bir olgu vardır: Bir nöronun 200.000 ayrı giriş iskelesi olabilir, bu da, nöronun sonraki eyleminin belirleniminde 200.000 ayrı toplama gerekebileceği anlamına gelir. Karar verildiğinde, iyonların bir pulsu, aksondan aşağı son uca doğru hızla yol alır, iyonlar uca ulaşmadan önce bir -ya da birkaç- çatallanmayla karşılaşabilirler. Böylesi durumlarda, tek çıktı pulsu, çatallanan aksondan aşağı ilerlerken parçalara ayrılır ve uca ulaşmadan “tek” iken “çok” olur - ve bunlar hedeflerine ayrı zamanlarda ulaşabilirler, çünkü boyunca ilerledikleri akson dalları farklı uzunluklar ve farklı dirençlerde olabilir. Bununla birlikte önemli olan bunların hepsinin hücre gövdesinden ayrılırken tek bir puls olarak hareketlerine başlamalarıdır. Bir nöron ateşledikten sonra yeniden ateşlemeden önce kısa bir toparlanma süresine ihtiyaç duyar; bu karakteristik olarak saniyenin binde birleriyle ölçülen bir süredir, dolayısıyla bir nöron saniyede bin keze kadar ateşleyebilir. (Gödel, Escher, Bach)
- Farkındalık içeren bir ahmaklığa gereksinimim var. Kendi kusursuz boşluklarını görebilmek için masum bir göz ve boş bir kafa gereklidir. (Aklın G'özü)
- Babamın ölümünü izleyen aylarda kasvetli bir günde ailemin evinde mutfakta idim ve annem babamın belki 15 sene önce çekilmiş insanın içine işleyen sevimli bir fotoğrafına bakıyordu. Annem umutsuzca bana "bu fotoğrafın anlamı ne? hiçbir anlamı yok! üzerinde şurada burada koyu renk noktalar olan düz bir bez parçasından ibaret, hiçbir işe yaramıyor," dedi. Annemin kedere boğulmuş sözlerini çıplaklığı başımı döndürdü. Çünkü sezgilerim bana ona katılmadığını söylüyordu. ... "Oturma odasında çok önemli bir piyano etütleri kitabı var bütün sayfalarında koyu renk işaretler olan kağıtlar bunlar. Tıpkı babamın fotoğrafı gibi, 2 boyutlu dümdüz ve eğilip bükülebilen kağıttan yapılmış. yine de 150 yıldır bunların dünyanın dört bir tarafından nasıl güçlü bir etki yaptığını düşün. O düz kağıtlar üzerinde kara işaretler sayesinde, birbirinden habersiz binlerce insan aynı anda parmaklarını kalmış görüntülerle piyanonun klavyesinde gezdirerek kendilerini anlatılmayacak ölçüde haz ve yüce anlam duyguları veren sesler üretiyorlar. ve bu piyanistler bize, senin benim gibi milyonlarca dinleyiciye, frederic chopin'in yüreğinde esen duygusal fırtınaları ulaştırıyorlar. Böylece hepimizde bir nebze de olsa chopin'in iç dünyasının kapısı aralanıyor ve frederic chopin'in kafasında, daha doğrusu ruhunda yaşadığı deneyimleri açılıyoruz. o kağıtlar üzerindeki işaretler ruh yongalarından, frederic chopin'in paramparça ruhunun etrafa dağılmış kırıntılarından başka bir şey değil." (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Eukleides’in ispatı bütün sayıların belli bir özelliğe sahip olduğunun bir ispatı olmasına karşın, ayrı ayrı sonsuz sayıda çok durumu işlemden geçirmekten kaçınır. “N ne olursa olsun,” ya da “N’nin olduğu sayı” gibi deyimler kullanarak sonsuzluğun etrafından dolaşır. İspatı yeniden başka şekilde ifade edebiliriz, bu durumda “bütün N’ler” deyişi kullanılır. Böyle deyişler kullanmanın uygun bağlamını ve doğru yollarını bilince hiçbir zaman sonsuz sayıda bildirimle uğraşmak zorunda kalmayız. Yalnızca “bütün” sözcüğü gibi -kendileri sonlu olmakla birlikte sonsuzluğu içinde bulunduran- iki üç kavramla uğraşırız; ve bunları kullanmakla, ispatlamamız gereken sonsuz sayıda olgu bulunduğu sorununu atlatmış oluruz. “Bütün” sözcüğünü usavurmanın düşünce süreciyle tanımlanmış birkaç biçimde kullanırız. Yani “bütün”ü kullanmak için uymak zorunda olduğumuz kurallar vardır. Bunların bilincinde olmayabiliriz, ama sözcüğün anlamı üstüne temellenmiş işlemler yaptığımızı iddia etme eğilimindeyizdir; ama sonuçta bu yalnızca, asla açıklığa kavuşturamadığımız kurallarca yönlendirildiğimizi söylemenin dolambaçlı bir yoludur. Sözcükleri bütün yaşamımızda belli örüntüler içinde kullanırız ve örüntülere “kurallar” demek yerine, düşünce sürecimizin seyrini sözcüklerin “anlamlar”ına yükleriz. Bu keşif, sayılar kuramının biçimlendirilmesine doğru alman uzun yolda can alıcı bir belirlemeydi. (Gödel, Escher, Bach)
- PLATON: Evet, düşünceme sözcükleri sistematik olarak birbiriyle bağlantılandırma alışkanlığı rehberlik ediyor. SOKRATES: O zaman bir kez daha bu bilinçli düşüncelerin refleks bir edimle üretildiği ortaya çıkıyor. PLATON: Bu doğruysa bilinçli olduğumu nasıl bilebilirim, yaşadı- gımı nasıl hissedebilirim, bunu göremiyorum, ama dayan- dığın savı izleyebiliyorum. SOKRATES: Ama bu savın kendisi tepkinin alışkanlıktan ibaret ol- duğunu ve seni yaşadığını bildiğini söylemeye yönlendiren bilinçli bir düşünce olmadığını gösteriyor. Üzerinde düşün- mekten vazgeçtiğinde, böyle bir cümle dile getirmekle ne demek istediğini gerçekten anlıyor musun? Yoksa bu bilinç- li olarak düşünmeden öylece aklına mı geliyor? PLATON: Kafam öyle karıştı ki, aslında bilmiyorum. SOKRATES: Yeni yollara sapınca insanın kafasının nasıl karıştığı- nı görmek ilginç oluyor. “Yaşıyorum” cümlesini ne kadar az anladığını görüyor musun? (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Bilinci beynin içindeki hücreler taşımıyor; bilinci taşıyan örüntüler. Önemli olan malzeme değil, örgütlenme örüntüsü. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Bir organizmanın kategori dağarcığı ne kadar yoksulsa, kendilik döngüsü de o kadar yoksuldur, bir noktadan sonra da geriye hiç kendilik kalmaz. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Zenin ne olduğunu bildiğime emin değilim. Bir bakıma, onu çok iyi anladı ğımı düşünüyorum; bir bakıma da hiç anlayamadığımı. Lisedeki İngilizce öğretmenim, Jöshü’nun MU’sunu sınıfa okuduğundan beri yaşamın Zen veçheleriyle uğraşıyorum ve herhalde bunun sonu hiç gelmeyecek. Bana göre Zen entelektüel bataklık kumu- kargaşa, karanlık, anlamsızlık, kaostur. Düş kırıklığına uğratır, çıldırtır. Yine de gülünçtür, canlandırır, ayartır. Zenin kendine özgü anlamı, parlaklığı ve açıklığı vardır. Bu bölümde bu etkilerin bir demetini size aktarabilmeyi umuyorum. Ve sonra, tuhaf görünse de bu bizi doğruca Gödelci konulara götürecek. Zen Budizminin temel öğretilerinden birisi Zenin ne olduğunu karakterize etmenin yolunun olmadığıdır. Zeni hangi sözel mekân içine kapatmaya çalışırsanız çalışın, direnir ve bu sınırı aşar. Bu durumda Zeni açıklama çabalarının hepsi boşa zaman geçirme gibi görünebilir. Ama Zen ustaları ve öğrencilerinin tutumu böyle değildir, örneğin sözel olmalarına karşın Zen koanları Zen çalışmasının ana parçalarındandır. Kendi başlarına aydınlanma konusun da yeterli bilgiyi içermeseler de koanların, insan zihnindeki aydınlanmaya götürecek mekanizmayı harekete geçirme yeteneği olan “tetikler” oldukları var sayılır. Ama genelde, Zen tutumu, sözcüklerin ve hakikatin bağdaşmaz olduğu ya da en azından hiçbir sözcüğün hakikati ele geçiremeyeceği yönündedir. (Gödel, Escher, Bach)
- Canlı olmakla yaşamak arasındaki fark ne? (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Aristoteles beynin, kanı serinleten bir organ olduğunu söylemişti. (Aklın G'özü)
- Mantık, sezgiyi geçersiz kılar. (Aklın G'özü)
- ... ben dün olduğum kişiye çok "yakın" olurum, iki gün önce olduğum kişiye biraz daha uzak olurum. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Zihin-beden sorununu çözümsüz hale getiren bilinçtir. (Aklın G'özü)
- Matematiğe yatkın bir kafa için bir şeyin "kanıtı" olması" onun "doğru olmasıyla" aynı şey! Aynı şekilde, bir şeyin "yanlış olmasıyla" "kanıtı olmaması" anlamına geliyor. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
- Hiç kimse bir kasırganın ne olduğunu tam olarak tanımlayanmaz. (Aklın G'özü)