Erol Güngör kimdir? Erol Güngör kitapları ve sözleri

BİYOGRAFİ

Türk Sosyal Psikoloji Profesörü, Yazar, Çevirmen Erol Güngör hayatı araştırılıyor. Peki Erol Güngör kimdir? Erol Güngör aslen nerelidir? Erol Güngör ne zaman, nerede doğdu? Erol Güngör hayatta mı? İşte Erol Güngör hayatı... Erol Güngör yaşıyor mu? Erol Güngör ne zaman, nerede öldü?

Türk Sosyal Psikoloji Profesörü, Yazar, Çevirmen Erol Güngör edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Erol Güngör hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Erol Güngör hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Erol Güngör hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Doğum Tarihi: 25 Kasım 1938

Doğum Yeri: Kırşehir, Türkiye

Ölüm Tarihi: 24 Nisan 1983

Ölüm Yeri: İstanbul, Türkiye

Erol Güngör kimdir?

1956 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk bölümüne kaydoldu. Burada hocası Fethi Gemuhluoğlu onu Mümtaz Turhan’la tanıştırdı. Mümtaz Turhan hocanın teşvikiyle hukuk fakültesinden ayrılıp İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne kaydını yaptırdı. 1961 yılında fakülteden mezun olan Güngör, 1975’te bu fakültede resmî göreve başladı. Fransızca ve İngilizce de öğrenen Erol Güngör, misafir profesör olan Hains’in asistanlığını yaptı ve onun ders notlarını Türkçeye çevirdi.

Tecrübî Psikoloji kürsüsünde asistan oldu. Bu sırada Türkiye’de yeni bir bilim dalı olan Sosyal Psikolojiye yöneldi. Bu disiplinin önemli eserlerinden Krech ve Crithfield'in Sosyal Psikoloji kitabını Türkçeye çevirdi. 1965'de “Kelâmî (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon” adlı teziyle doktor oldu. 1966'da ABD Colorado Üniversitesinden tanınmış sosyal-psikolog Kenneth Hammond'un daveti üzerine Amerika'ya gitti. Bu üniversitenin Davranış Bilimleri Enstitüsünde milletlerarası bir ekibin araştırmalarına katıldı. Sosyal-psikoloji ders ve seminerlerini yürüttü. “Şahıslar arası İhtilafların Çözümünde Lisanın Rolü” konulu teziyle 1970 yılında doçent oldu. Akademik çalışmalarının yanı sıra çeşitli yerlerde yazılar yazmaya devam etti. Erol Güngör üniversitede verdiği derslerle, ilmi yayınlarıyla Türkiye'de sosyal-psikoloji dalını önemli bir saha haline getirdi. [kaynak belirtilmeli]Devlet Planlama Teşkilatı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın çeşitli komisyonlarında görev alan Güngör, 1978 yılında "Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar" adlı teziyle profesör oldu. 1982 yılında YÖK tarafından Selçuk Üniversitesi’ne rektör tayin edildi ve bu görevi sırasında 24 Nisan 1983’te geçirdiği bir kalp krizi sonucunda öldü.

En verimli dönemi 70'li yıllardır. Hemen hemen bütün eserlerinde geleneği, halk, kültür, din ve şahsiyet ile yorumlamaktadır. Güngör'ün muhafazakârlığı statükoculuğa kapalı, değişimlere ve yenilikçiliğe açıktır.

Erol Güngör Kitapları - Eserleri

  • Türk Kültürü ve Milliyetçilik
  • Tarihte Türkler
  • Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik
  • Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik
  • İslamın Bugünkü Meseleleri
  • İslam Tasavvufunun Meseleleri
  • Sosyal Meseleler ve Aydınlar
  • Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak
  • Türkiye'de Misyoner Faaliyetleri
  • Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar
  • Doktora, Doçentlik, Profesörlük Tezleri
  • Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde İstanbul
  • Tarihte Türkler

Erol Güngör Alıntıları - Sözleri

  • Aslında İslam'da halifeliğin hiçbir zaman dini meselelerde Papa otoritesine benzer bir otorite ile teçhiz edildiğinden de bahsedilemezdi. İlk dört halifeden sonra Emevi ailesinin devlet idaresine geçmeleriyle birlikte devlet reisi veya halifelerin dini otorite olarak bir kıymeti kalmadı.Emevi hükümdarları Müslümanların devlet başkanı olarak 'Emirü'l mü'minin' sıfatını kullanıyorlar,otoritelerinin kaynağını ise İslamın 'Sizden olan emir sahiplerine itaat edin' hükmünden çıkarıyorlardı. Halifelik bir aile mirası haline gelmekle birlikte,dış görünüşte daha önceki hukuki 'seçim' usulü uygulanıyor,İslam cemaatının ileri gelenlerinin 'biat' etmesiyle bu icap yerine getirilmiş oluyordu. Abbasi hükümdarları ile birlikte devlet başkanları yine 'halife' ve 'Emirü'l mü'minin' sıfatlarını kullanacaklar,fakat din işleri içtihat sahibi alimlerin eline geçecektir.Hükümdarlar Müslümanların reisi sıfatiyle onların işleri hakkında karar verirken,kararlarını esas itibariyle,bu içtihat sahiplerinin hükümlerine dayandırmışlardır.İslam halifeliğinin bu karekteri Osmanlı halifeleri zamanında da devam etmiştir. Bu yüzden Osmanlı Devletini bir teokratik devlet sayanların fikri tamamen yanlıştır.Teokratik devlet,devlet başkanlarının,aynı zamanda dini lider,yani din işlerinde doğrudan doğruya hüküm sahibi oldukları devlettir.Osmanlı sultanlarının dini otoritelerin üstünde olmadığını,hatta onlara tabii bulunduklarını ise daha önce birkaç defa ifade etmiştik. Halifelik dendiği zaman çok kimsenin aklına hemen gelen şey,kendini peygamberin halefi sayan veya öyle kabul edilen bir liderlik makamıdır.Belki de 'halife'kelimesinin lügat manası bu düşünceyi ilham etmektedir.Fakat meseleye hem tarihi hem İslam açısından bakıldığı zaman bu fikrin hakikate hiç uymadığı görülür.Herşeyden önce,Peygamberin halefi olmaktan ne anlaşıldığını iyice bilmek lazımdır.Hz.Muhammed son peygamber olduğu için,herhangi birinin ona vekil veya halef olması söz konusu olamaz;peygamberlik onunla sona ermiştir.Şu halde peygamberin dini görevini yüklenme veya devam ettirme manasında bir halifelik düşünülmesi İslam doktirinine aykırıdır.Bu taktirde 'halife'diye bilinen kimselere bu sıfatın verilmesi hangi esasa dayanmaktadır? Emevi ailesinin hakimiyetinden bu yana gelen halifeler hakkında çeşitli şüpheler beslense bile, 'Hulefa-i Raşidin' adı verilen ilk dört halifenin durumunu nasıl izah edeceğiz? Hakikatte dört halifenin halifelik sıfatı konusunda sünni doktirininde hiçbir ihtilaf yoktur.Üstelik hilafet tartışmaları başladığı zaman herkes bunlara referans vermiş,bazıları sadece onların halife sayılabileceğini iddia etmiştir. Maverdi 'hilafet' yerine 'imamet' tabirini kullanıyor.Ona göre imamet müessesesinin hikmet-i vücudu dinin muhafazası ve dünya işlerinin idaresi hususunda son temsilcisi Peygamber olan nübüvvete vekalettir. İşte hilafet münakaşaları bu suretle başlamış ve Sünni çevrelerde ilk dört halife ile hilafetin sona erdiği,ondan sonrakilere halife denemeyeceği ileri sürülmeye başlanmıştır.Maturidi doktirininde hilafet ve imamet kavramları birbirinden ayrılarak ilk dört halifeden sonrakiler imam sayılıyordu.Niyahet 14.yy.sonunda artık halifeliğin dördüncü halife Hz.Ali ile sona erdiği,ondan sonraki devlet reislerinin ancak şeriata uygun bir idareyi temsil etmeleri şartıyla halife veya imam sayılabilecekleri kabul edildi.O tarihten sonra İslam geleneğinde 'halife' adı şeriata uygun her devlet reisi için kullanabilen bir tabir haline gelmiştir.Başka bir ifade ile,halifenin tek olması,Kureyş'ten gelmesi,Peygamberden itibaren gelen devlet reisleri zincirine bağlı bulunması ilh. şart olmaktan çıkmıştır.Nitekim Osmanlı padişahları Yavuz Selim'den önce çeşitli vesilelerle halife olarak anıldıkları gibi,Osmanlı hilafeti zamanında Hindistan'daki Babürlü hükümdarlarına yine halife denildiği görülmektedir. Bu anlattıklarımızdan çıkan neticeleri gözden geçirecek olursak,diyebiliriz ki Sünni İslam doktirininde din işlerini idare eden ve sadece manevi otoritesi bulunan bir halifelik makamı mevcut değildir.İslam dinine uygun vazife gören her devlet reisi halifedir,yani peygamberin devlet reisi olarak sahip bulunduğu fonksiyona 'halef' durumundadır. (İslamın Bugünkü Meseleleri)
  • Pornografi kitaplarının yazılış gayesi okuyucunun şehvetini kamçılamaktır. Bunlarda edebiyatın asıl konusu olan insan münasebetleri yerine eşya arasındaki mekanik durumlara benzeyen bedeni münasebetler birinci plana geçer, hatta bütün sahneye hakim olur. İnsanlar arasında herhangi bir duygu bağı yoktur; sanki bunlar cinsi tatminsizlik çeken kimseleri eğlendirmek için para ile tutulmuş birer canbazdırlar. Aralarındaki münasebetin yeri, zamanı ve entrikası da söz konusu değildir; yeri, zamanı ve insan isimlerini değiştirirseniz, insanları bir araya getiren vesileleri ortadan kaldırırsanız pornografik romanda hiç bir şey değişmez. Bu yüzden pornografinin ideal tipi sinema filmidir; orada insanlar elbiseleriyle birlikte müstehcenin dışında insanı ilgilendirebilecek her şeyden soyunmuşlardır. (Sosyal Meseleler ve Aydınlar)
  • Biz kaybedilmiş bir medeniyetin çocuklarıyız (Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik)
  • İlk defa Ziya Gökalp'ın kültür-medeniyet ayırımına götüren düşüncenin temelinde Türkiye için pratik bir endişe yatıyordu. Bütün devlet gücünü, aydınların bütün gayretini seferber ederek yöneldiğimiz B atı dünyasının medeni gelişmelerini taklid ederken, onların sosyal ve kültürel özelliklerini de benimseyecek miydik? Başka bir ifade ile, eski teknolojimizle birlikte eski adet ve geleneklerimizi , inançlarımızı da bırakacak mıydık? Kılık kıyafetimizden tutun da. dinimize kadar Avrupalı gibi mi olacaktık? (Türkiye'de Misyoner Faaliyetleri)
  • Ahmet Hamdi Tanpınar şiir için "iç kale sanatı" derdi. Çünkü şiir en fazla çağrışım yüklü olan sanattır ve bu çağrışımlar her millet veya insan grubunun kendine has olan hafızasında saklanır. Gerçekten, şiir tıpkı bir iç kale gibi milletin varliğının çekirdeğini teşkil eder ve düşmana en son verilen odur. Onun gitmesiyle her şey bitmiş demektir. (Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik)
  • Devamlı hata işleyen, hiçbir iş başaramayan, bu başarısızlığına rağmen kendini bir türlü düzeltmeyen, üstelik bir de yaptığı beceriksizlikler büyük felaketlere yol açınca hiçbir şey olmamış gibi pişkin davranan bir insan, eğer gerizekalı değilse, mutlaka ahlak karakteri çok zayıf biri demektir. (Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik)
  • Bazı ortak değerler yoksa, şahsi değerler insanı toplayıcı olmaktan çok dağıtıcı olabilirdi. (Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar)
  • Fikir hürriyetine imkan vermeyen bir milliyetçilik düşünülemez. (Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik)
  • ...bir felsefeci"ahlakın gayesi yaşamak değil, yaşatmaktır" diyor. Şu halde, ahlak terbiyesi veren kişiler anne, baba,mürebbi, öğretmen,din adamı,hatta politikacı ve devlet adamı bu gerçeği daima göz önünde bulundurmalı, insanı bütün yönleriyle öğrenmeli ve öğretmelidirler. (Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak)
  • Özellikle ahlâkî  davranış  konusunda  değer,  bir  kimsenin  çeşitli  insanları,  insanlara  ait  nitelikleri,  istek  ve niyetleri,  davranışları  değerlendirirken  başvurduğu  bir  kriter  demektir.  Bir  örnek  verelim:  Ahmet  iyi insandır.  Niçin? İnsanlara  elinden  geldiğince  yardım  etmektedir.  Çünkü  insanlara  yardım  etmek  iyidir. Değer  bir  inanç  olmak  bakımından,  dünyamızın  belli  bir  kısmıyla  ilgili  idrak,  duygu  ve  bilgilerimizin bir  terkibi  demektir.  Fakat  değer,  inancın  spesifik  bir  şekli  olmak  itibariyle  ondan  daha  yukarıda  bir zihin  organizasyonudur.  Şöyle  ki  bir  değer  bir  tek  inanca  değil,  bir  arada  organize  olmuş  bir  grup inanca  tekabül  eder.  Yukarıda  örnek  verdiğimiz  değeri  misal  alırsak,  insanlara  yardımcı  olmanın iyiliği  hakkındaki  inancımız bizim  insan  ilişkileriyle  ilgili  çeşitli  hayat  tecrübelerimizden  doğmuştur ve  bunun  içinde  birden  fazla  inancın insanın  kıymetine olan  inanç,  iyilik  yapmanın  vicdan  huzuru vereceğine  olan  inanç,  yardımseverliğin  barışa  yol  açacağına  olan  inanç,  Tanrının  yardım  edicileri sevdiğine  olan  inanç  vs.katkısı  vardır.  (Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar)
  • Görüyoruz ki insanların tatmin edilmek istenen ihtiyaçları, toplum tarafından ancak belirli bir düzen içinde karşılanırsa "meşru" ve "ahlaki" sayılmaktadır. Bazı sosyologlar hertürlü ahlak -dışı hareketlerin sebebini şu noktada görürler: Toplum insanlara birtakım hedefler göstermekte, fakat bazan onları bu hedeflere götürecek vasıtalardan mahrum bırakmaktadir.Mesela servet sahibi olmanın çok kıymetli sayıldığı bir yerde, eğer herkesin bu kıymeti elde etme imkanı olmazsa -ki olması pek beklenemez-o zaman bazı insanlar ahlak ve kanun dışı yollardan servet kazanmaya çalışacaklardır. (Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak)
  • Bir ülkede milli eğitimin esasları bir devlet politikası halinde tesbit edilmedikçe, öğretmen karanlık orman içinde yol bulmaya çalışan bir insan olmaktan kurtulamayacaktır. (Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik)
  • Filozof olarak tasavvufu bir felsefi sistem -tam Gazali'nin aksine- haline getirme yolunda ilk ciddi teşebbüs Suhreverdi'ye aittir. 1191'de halep'de eyyübi hükümdarının emriyle idam edildiği için 'maktül' veya 'şehit' lakabıyla anılan Suhreverdi, Plotinus'un sudür (emanation) teorisinden hareket ederek varlık kademeleri hakkında yeni bir görüş getirmiştir. (İslam Tasavvufunun Meseleleri)
  • Macar süvarisi omuz omuza saflar halinde mızraklarla hücuma kalkınca önce Rumeli, sonra Anadolu askeri yarılarak yol verdi.Yıldırım hızıyla bizim merkeze doğru yürüyen Macarlar birden top atışları altında allak bullak oldular.Artık hiçbir hücum insiyatifler kalmamış, küçük gruplar halinde dağılmışlardı.Balı Bey'le Husrev Bey'in akıncı birlikleri de önden ve arkadan kıskacı kapatmaya başlayınca Macar ordusu için hiçbir ümit kalmadı.. ( Mohaç Meydan Savaşı / 1526 ) (Tarihte Türkler)
  • "Batı" ile "medeniyet" kavramları birbirinin aynı değildir. (Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik)
  • Diyonizos dininde ruhun mahiyeti ferdi olmaktan ziyade; bu adeta bir kabile ruhu idi ve fertler vasıtasiyle tezahür etmekle birlikte onlardan fazla birşey ifade ediyordu. Bu itibarla Diyonizos dininin mensupları müşterek bir ruhun parçalarını taşımış olmakla birbirine yakınlık ve bağlılık duyuyorlar, ruhun birliği cemaat arasında bir birlik getiriyordu. Pitagoras bu grup ruhu anlayışını muhafaza etti. Muhtemelen grup ruhunun kendi şahsında bir bedene kavuştuğunu kabul ediyordu. Kurduğu tarikat içinde her türlü ferdi çıkışın şüphe ile karşılanması, yapılan matematik keşiflerinin hiçbir şahsi isme bağlanmaması bunu gösteriyor. Pitagoras'tan 'Üstad' veya 'O' diye bahsediliyordu. O öldükten sonra, temsil ettiği grup ruhu müridleinin logos'u (kelam) olarak devam etti. Pitagorcular üstadlarının -ölümünden sonra- Tanrı'nın (Apollo) oğlu hatta bizzat Tanrı (Apollon Hyberoreios) olduğuna inanmışlardı. (İslam Tasavvufunun Meseleleri)
  • Orkun Abideleri Türk milleti'nin binlerce yıllık tarihi boyunca meydana getirdiği eserlerin en başta gelenleridir; dünyada başka hiçbir milletin tarihinde bu derece edebi hakikatleri bu kadar yüksek bir edebiyat diliyle ortaya koyan eser bulunmaz. Orada Türk tarihinin ve Türk milletinin özü, taşlara kazılmıştır. Öyle ki, Türk 'ün bütün tarihi kaybolsa, sadece Orkun Abideleri' ne bakarak bu milletin yüksek medeniyetini, devlet kurucu dehasını, ahlak ve faziletini, askeri kahramanlığını, devlet ve kanun anlayışını öğrenmek münkündür. (Tarihte Türkler)
  • Pitagoras bir tarikat kurmuştu ve orada müridlerine bu dünyanın geçici ve aldatıcı olduğunu, ruhun burada hapishane hayatı yaşadığını, ancak -görünmeyen- bir Tanrı ile mistik bir birlik kurmak sayesinde ruhun kurtulacağını öğretiyordu. (İslam Tasavvufunun Meseleleri)
  • Milli tarih şuuru, milliyetçiliğin temelini teşkil ettiği için, ona en çok düşman olanlar da milliyetçilik aleyhtarlarıdır (Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik)
  • İçlerinde ulubatlı Hasan adlı bir er surun üstüne Türk sancağını dikti. Bizanslılar büyük bir telaşa kapılmışlar ve ok yağdırmaya başlamışlardı. Ulubatlı orada şehid oldu, fakat sancağı bırakmadı. (Tarihte Türkler)