İbrahim Sarmış kimdir? İbrahim Sarmış kitapları ve sözleri

BİYOGRAFİ

Türk Akademisyen ve Yazar İbrahim Sarmış hayatı araştırılıyor. Peki İbrahim Sarmış kimdir? İbrahim Sarmış aslen nerelidir? İbrahim Sarmış ne zaman, nerede doğdu? İbrahim Sarmış hayatta mı? İşte İbrahim Sarmış hayatı...

Türk Akademisyen ve Yazar İbrahim Sarmış edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında İbrahim Sarmış hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. İbrahim Sarmış hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte İbrahim Sarmış hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Tam / Gerçek Adı: Prof. Dr. İbrahim Sarmış

Doğum Tarihi:

Doğum Yeri:

İbrahim Sarmış kimdir?

İbrahim Sarmış Kitapları - Eserleri

  • Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı
  • Tasavvuf Ve İslam
  • Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı
  • İslamı Okumaya ve Öğrenmeye Nereden Başlamalı
  • Hz. Muhammed'i Doğru Anlamak
  • Hz.İsa ve Mesih İnancı
  • Şeytan Üçgeni
  • Kur'an'da Kader
  • Hadisler Kur'an'la Eşdeğer midir?
  • Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı
  • Kur'ana Göre İnsan'ın Yaratılması ve Çoğalması
  • Arapça Dil Bilgisi
  • Bütün Yönleriyle Seyyid Kutub
  • Şura'dan Saltanata, Teokrasiye ve Laisizme Yönetim

İbrahim Sarmış Alıntıları - Sözleri

  • Ne zaman dinle ilgili bir mesele gündeme gelse, vahyin yüceliği, kutsallığı, ancak belli kişilerin veya çevrelerin onu anlayabileceği, mezhepleri veya alimleri taklit etme gerekliliği ve eskilerin yenilerden mutlaka daha dindar ve daha bilgin olup neredeyse ilmi bitirdikleri gibi anlayışlarla vahye sormak veya bakmaktan önce ulemanın, kitapların, mezheplerin, üstadların, büyüklerin, şeyhlerin, hocaların, mollaların vd. ne söylediğine/söyleyeceğine bakılır, onlara itibar edilir ve vahiy onların söyledikleri/söyleyecekleri üzerinden anlaşılır ve yaşanır olmuştur. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • İnsan sebep,kuran sonuçtur. bu hakikat kuranın içeriğiyle tamamen uyumludur. kuranda insan-Allah ilişkisinde, eylemin yönü insadan Allaha doğrudur. ne dediğimizi anlatmaya birkaç örnek yeter: ''siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim''. eğer şükrederseniz mutlaka arttırırım.''eger siz Allaha yardım ederseniz allah da size yardım eder.'' (Kur'an'da Kader)
  • yüce allah diğer tabiat olaylarını yasalara bağladığı gibi yaşamayı ve ölümü de yasaya bağlamıştır. (Kur'an'da Kader)
  • ...Hindistan'da kız çocuğuna sahip olmak utanç sebebi sayılmakta ve bundan kurtulmak için de son 10 yılda 8 milyon kız çocuğu ya kürtajla alınarak yahut başka şekilde öldürülmektedir. Nitekim Hintli bakanın kendisi son 20 yılda 10 milyon kız çocuğunun ağzı kumla doldurularak öldürüldüğünü açıklamıştır. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • Allah'tan yardım istemek yerine, "izâ tehayyertum fil-umûr festaînû min ashabi'l-kubûr. "(İşlerinizin içinden çıkamadığınız zaman ölülerden yardım isteyiniz.) türünden uydurma rivayetlerle, hayatı boyunca "lailahe illelllah" ilkesinin gereklerine muhalefet ederek yaşayan, içinde debelendiği günah bataklığından tevbe ve istiğfar etmeden ölen fasıklara, facirlere, mücrimlere, zalimlere, tağutlara sırf "lâ ilahe illallah" dedi diye kurtuluş için yeşil ışık yakan şefaat ümitleriyle yanlış yollar gösterilmekte ve tevhid, şirk bataklığına dönüştürülmektedir. Bu da kendilerine herkesten daha yakın, daha şefkatli, daha merhametli, daha bağışlayıcı, daha çok bilen, gören ve işiten, her şeye gücü yeten olarak Allah'ı gereği gibi anlamayan kişilerin bid'at çıkarmaları, Allahla beraber başkalarına da dua ederek tevessül yapmaları ve şefaat ümidine kapılmalarıyla olmaktadır. Allah'ın öğretilerine uyacağı yerde kişilerin hevesini tanrılaştırması (25 Furkan/43) olayı budur. (Şeytan Üçgeni)
  • Geleneksel olarak Cennet'in ve Cehennem'in kat kat olduğu kabul edilir. Ancak Kur'an'da Cennetin şu katlardan, Cehennemin de bu katlardan oluştuğunu belirten bir anlatım yoktur. Onun yerine Cennetin ve Cehennemin kimi yönleri öne çıkarılarak onlarla adlandırılması sözkonusudur. Örneğin, Cennetin bol nimeti öne çıkarılarak Naîm Cenneti, (5 Maide/65; 10 Yunus/9; 22 Hac/26, 56; 26 Şuara/85; 31 Lokman/8;37 Saffat/43; 56 Vakıa/12, 89; 68 Kalem/34; 70 Mearic/38), kalıcı özelliği öne çıkarılarak Huld Cenneti, (25 Furkan/15), doluluk ve manzara güzelliğiyle ikamet etme yeri olma yönü öne çıkarılarak Adn Cenneti (9 Tevbe/72; 13 Rad/23; 16 Nahl/31; 18 Kehf/31; 19 Meryem/61; 35 Fatır/33; 38 Sâd/50; 40 Mümin/8; 61 Saf/12; 98 Beyyine/8), barınma ve sığınma yeri olması yönü öne çıkarılarak Me'va Cenneti (32 Secde/19), bahçelerde olabilecek her şeyi içermesi ve bolluk bereket yeri olması yönü öne çıkarılarak Firdevs Cenneti (18 Kehf/107; 23 Müminun/11), esenlik yurdu olması öne çıkarılarak Daru's-Selâm (6 Enam/127; 10 Yunus/25) diye adlandırılması gibi. Nitekim belirtilen bu yerler dışında, Kur'an'da 'Cenneť herhangi bir adlandırma olmaksızın kimi nitelemelerle ya tekil veya çoğul olarak kullanılmıştır. Dâru'l-Mukame, Dâru'l-Âhire, Âkibetu'd-Dâr, Ukbe'd-Dâr gibi. Bu kullanımda Cennet'ten maksat, Allah'ın iyi kullarına vereceği mükafat olan Cennet kastedildiği gibi, bazen de dünya üzerinde kişilerin sahip olduğu bağ-bahçe kastedilmiştir. (18 Kehf/35, 39, 40; 68 Kalem/17) gibi. 'Cennât' diye çoğul olarak adlandırılması da herhalde birbirinden kopuk ayrı ayrı cennetler anlamında değil, bir ülkenin bölgelere ayrılması gibi uçsuz bucaksız Cennet bölgeler anlamında olsa gerektir. Nitekim 'Cennâtu'n-Naim' gibi tamlama formunda kullanılması da bunu gösterir. Çünkü nimetin bol olduğu Cennet anlamında değil de, ayrı ayrı cennetler anlamında olsaydı, birden çok Naim Cenneti'nin olması gerekirdi. Cennâtu Adn, Cennâtul-Firdevs, Cennâtul-Me'va için de aynı şey sözkonusudur. Onun için Cennât şeklindeki çoğul kullanışlar, herhalde sayı çokluğu anlamında değil, cennet'in büyük, geniş ve birbirinden güzel değişik bölgeleri anlamında olup hepsinde ortak olan yönler öne çıkarılarak çoğul olarak anılmıştır. İster bu şekilde olsun ister başka şekilde kabul edilsin, olay, kişilerin mümin veya kafir olacakları bir inanç konusu değildir. “Diğer isimler tekil olarak kullanıldığı halde Cennet'in çok sayıdaki ayette çoğul 'cennât' şekliyle de yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil, tamamının adı olduğunu gösterir”. Gerek cennetliklerin, gerek cehennemliklerin derecelerinin farklı olması da, Cennet ve Cehennem'in kat kat olması veya bu kişilerin değişik katlarda iskan edilmesi anlamında değil, o kişilerin burada farklı yerlerde ve durumlarda bulunacağı anlamında olmalıdır. "Kim benim adıma yalan söylerse ateşte kendisine bir ev yapılır" rivayetinde şu veya bu cehennemde değil, mutlak olarak "ateşte" ifadesi kullanılması gibi, hadislerde bazı hayır işleri yapanlar için şu veya bu cennette değil de mutlak olarak "cennet"te yüce Allahın bir ev veya bir köşk bina edeceğinin belirtilmesi de, cennetin kat kat değil, bölgeler şeklinde olduğunu anlatıyor olsa gerektir. Cennet'in sekiz kapısının olduğu geleneksel anlayışta ilk dönemlerden beri kabul edilegelmiştir. Ancak Cehenneme ait yedi kapının (335) varlığı Kur'an'da açıkça belirtildiği halde (15 Hicr/44), Cennet'in sadece kapılarının bulunduğu ifade edilmiş ve sayıları hakkında başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bu ifadeler de cennet ve cehennemin kat kat değil, birden çok kapısı olan bir düzlem olduğunu gösteriyor olsa gerektir. (335) - Cehennemin yedi kapısının olması, kafirleri bekliyor anlamında da kinaye bir anlatım olabilir. (Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı)
  • Oysa bugün toplumda hatimle kılınan yerler dışında, Namaz sûreleri olarak bilinen ve neredeyse tekrarlamaktan eskiteceğimiz (!) sûreler hem de anlamı bilinmeden okunmasıyla yirmi rekat olarak kılınan teravih namazından, ibâdet zevkini tatmin etmek, Ramazan neşesini tatmak ve biraz da jimnastik yapmaktan başka, kılanların eğitim öğretim adına ne anladığını veya ne kazandığını merak ediyoruz. Nitekim bu namaz sahibini bilgilendirmediği, eğitmediği ve yetiştirmediği içindir ki kılanların bir kısmının Ramazan biter bitmez beş vakit namazı kılmayı bile bıraktıkları görülmektedir. Örnek olarak bu sene Ramazan Bayramı'nın üçüncü günü yatsı namazı için ezan okunduğunda evimize bakan camide ışıkların yanmadığını ve nafile olan teravih namazına koşan kalabalıklardan farz olan namaza bile kimsenin gelmediğini görünce bu kanaatim bir daha pekişti. Bu da çoğaltılmış ve erken bitirmek için ister istemez hızlandırılmış olarak kılınan bu namazın beklenen işlevi görmediğini göstermektedir. Bu namazı gelenekselleşmiş şekli ile değil de, Teheccüd namazı olarak herkesin evinde kılacağını söylediğimizde acaba cemaate gelenlerden kaç kişinin yılın her gecesinde kılacağı ayrı bir tartışma konusudur. Çünkü vakıa olarak teravih namazına koşanların ortalama olarak yüzde doksan beşi diyebileceğimiz bir çoğunlukla her gece teheccüd namazı kılmayacağı da bir gerçektir. Onun için artırılmış ve hızlandırılmış şekil yerine, tadili erkanına uyarak ve uzunca okuyarak, selamdan sonra okunan ayetlerin çevirisi de cemaate okunup anlamı üzerinde düşünme imkanı vererek, Hz. Peygamber'in yaptığı gibi teheccüd olarak vitirle beraber 11 rekat kılınması herhalde daha güzel, öğretici ve eğitici olur, diye düşünüyoruz. İşte o zaman gerçek anlamda dinlene dinlene kılınan namaz olur. Bu şekilde kılınan namaza kadınlar, gençler, çocuklar vd. ne kadar katılır veya ne kadar sabreder sorusu akla gelebilir. Bugünkü şekle alışmış olanların başlangıçta biraz yüksünerek katılacakları ama sonra işin gerçeğinin belirttiğimiz şekilde olduğunu öğrendiklerinde, folklorik olarak yapmıyorlarsa, buna alışacaklarını ve seve seve yerine getireceklerini de rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü teravih namazına gelenler sevap kazanmak niyetiyle geldikleri kadar Hz. Peygambere uymak düşüncesiyle geldiklerinde de şüphe yoktur. Bütün mesele bunu Diyanet'e/personeline kabul ettirip yaptırabilmek ve halka anlatabilmektir. Hocalar geleneksel anlayış yerine, bunun daha gerçekçi ve yararlı olduğuna kendileri inanır ve cemaate anlatırlarsa halk elbette doğru ve yararlı olanı yapacaktır. Çünkü hiçbir Müslüman Allah'a düşmanlık ve Peygamberine muhalefet etmek için ibâdet etmez. ÖNemli olan, ne pahasına olursa olsun kültürde anlatılanları bellemek ve doğru-yanlış olduğuna bakmadan geleneği sürdürmek değil, Kur'an ve Sünnet'in kendisine uymak ve yerine getirmektir. Yirmi rekat yerine, uzun kıraatle vitirle beraber on bir rekat kılınması halinde kılanların kat kat olacağında şüphe yoktur. Son tahlilde yirmi rekata tamamlamak için rekat sayısını saydırarak ve anlamı düzerinde düşünme zamanı bırakmadan kısa sûreler veya ayetlerle hızlandırılmış olarak kılınacağına, tertil olarak yapılan uzun kıraatle sekiz rekat olarak kılınması aynı kapıya çıkmakta olup sünnete uygun olan uygulama olur. (Şeytan Üçgeni)
  • Kuvvet zoruyla fikirler yayılamaz. (Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı)
  • Kuran-ı Kerim, korunan, vahiy katiplerine yazdırılan, Hz. Peygamber ve ashab tarafından ezberlenen, nüshaları çoğaltılan, böylece harfiyyen kuşaktan kuşağa aktarılan bir kitaptır. (Hadisler Kur'an'la Eşdeğer midir?)
  • "Tevhid inancından sapan ve dinlerini gelenek, görenek, mitoloji,bozuk inanışlar bulanık kültürlerle bulandran /bozan bütün uluslarda Yahudilerin, Hıristiyanların ve Arap Múşriklerinin şefaat inanç ve beklentilerine benzer inanışlar ve beklentiler oluşur. 'Bu toplumlarda insanlar Allah'ı gereği gibi takdir edememekte /anlamamakta (6 En'am/91, 22 Hac /74, 39 Zümer/67)'', Tevhid inancını ve dinin doğasını kavramamakta dinin inanmak, amel etmekten oluştuğu, ahiret hayatının da ancak "vahyin öğretilerine uygun" yapılan inanç ve ameller ışığında şekilleneceği gerçeğini göz ardı ederek tevhid inancını korumadan ve amel etme görevlerini yerine getirmeden işi aracılar/torpil ve anlayişiyla kurtarmaya çalışmaktadırlar" İbrahim Sarmış/Şeytan Üçgeni Bid'at - Tevessül - Şefaat/Düşün Yayıncılık syf ; 276 (Şeytan Üçgeni)
  • "İnsanların hesapları yaklaştı, fakat onlar hala gaflet içinde yüz çevirmekteler." (Enbiya/1) (Hz. Muhammed'i Doğru Anlamak)
  • Berzah,Ölümle dünyaya geri dönme arasındaki engeldir.Bu dutumfçda Berzah alemi diy ifade edilebilecek herhangi bir âlem veya dönem söz konusu değildir.Kişi öldükten sonra onun ahiret yolculuğu başlamıştır.Ölüm sonrası ile kıyamet öncesinde geçecek zamanda yaşanacak maddi herhangi bir âlem veya dönem yoktur.Bu anlayış mü'minûn 99 ve 100.ayetteki şu ifadelere de uygun düşmektedir. Nihayet onlardan birine ölüm geldiği zaman:"Rabbim,beni geri döndür ki terk ettiğim dünyada yararlı bir iş yapayım...der."Çünkü burada istenen şey dünyaya geri döndürülmektir.Bu anlama göre Berzah,o andaki durum ile öncesinin irtibatını kesen bir nitelik arz etmektedir. (Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı)
  • "Çalışan kadın" miti, "ekonomik özgürlük" kavramı ile birleştirildi. Kapitalizmin esiri olan kadınlar, kazançlarının neredeyse tamamını kadınlara yönelik kapitalist üretime kaptırdıklarını fark edemediler. Fark edemedikleri bir başka şey de kadınlık, eşlik, annelik fonksiyonlarının kaybolduğu idi. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • Ben çocukların hizmetçilere bırakılmasından, hatta kreşlere verilmesinden üzüntü ve sıkıntı duyuyorum. Annenin nefesleri, faziletlerin olgunlaşmasında ve iyi yetişmenin sağlanmasında derin etkiye sahiptir. Kadını temel görevine yaklaştırmak için binlerce vesile aramalıyız. Bu da, sapmayı ve aşırılığı bırakıp İslam'ı doğru bir şekilde anladığımız takdirde mümkündür. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • Tesettürü emreden Kur'an'ın kadına verdiği açık mesaj şudur: Dişiliğinizle kendinizi görünür kılmak yerine, kişiliğinizle/şahsiyetinizle erkek egemen dünyada hak ettiğiniz saygın yeri alın. Onun için tesettür, kadının insan kimliğini teninin önüne koymak demektir. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • "Kur'an ,Havva isminden söz etmediği gibi,eşi olarak Adem'in vücudundan veya başka bir yerden yaratıldığından, birlikte olunca çocuklarınin olduğundan ve onların kardeşler olarak ensest ilişki ile birbirleriyle evlenip çoğaldıklarından da söz etmez" (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • "Allah, kişiye gücünün üstünde bir teklifte bulunmaz. Gücünüz yettiği kadar Allah'tan korkun." (Tasavvuf Ve İslam)
  • 10-Veya bir ağaçtan bir şeyler yemek bu kadar cezayı gerektirir miydi! Oysa biliyoruz ki Âdem ile Havva'nın torunları Allah'ın kendisini inkar ediyor, ona söylemediğini bırakmıyor, yer yüzünde egemenliğini elinden alıyor veya Firavun gibi ülke hükümdarlığının ve içinde akan nehirlerin kendisine ait olduğunu (43 Zuhruf/51) söylüyor, kendisini en yüce tanrı ilan ediyor (79 Zariyat/24) veya tanrılar uydurup ortaklar koşuyor, insanlara “kullarım!” diye sesleniyor, bugünü ve yarını onlara kendisinin bağışladığını söylüyor, hayat onun hayatı olduğu için ihtiyaçlarını ve çözümlerini kendisi Allahtan daha iyi bildiğini veya bildirdiklerinin artık modasının geçtiğini ve ihtiyaçlarını karşılamaya elverişli olmadığını iddia ederek onu yönetim ve hukuk işlerine karıştırmıyor, kendisine evrenin yalnız kozmik yönetimini vererek hayatının işlerine bulaştırmıyor, çikaracağı yasalarla hayatı ondan daha güzel yöneteceğini söylüyor (!), canı istediği gibi her türden yatırın, dikitin, anıtın, yapıtın, ağacın ve putun önünde saygı ile durup tapınıyor, ondan hayır ve şerrin geldiğine inaniyor, hatta denilebilir ki karısının veya metresinin isteklerini bile onun emir ve yasaklarından daha çok önemsiyor, dinliyor ve yerine getiriyor, helal ve haramını hiç gözetmiyor, bununla beraber Allah ona ölünceye kadar yaşama hakkı tanıyor, hava veriyor, gece gündüz veriyor, yedirip içiriyor, bitkiselinden hayvansalına kadar türlü yiyeceklerle besliyor, uzun yıllar yaşadığı şirk ve küfürden tevbe ve istiğfar edecek olsa bağışlıyor, geçmişinin üstüne sünger çekiyor ve cennetine koyuyor da Âdem ile Havva hem de yaşamak için yemek zorunda oldukları yasak ağaçtan sırf yedikleri için hem ebedi cennetten çıkarılıyor, bu kadar yükseklerden uzun ve tehlikeli bir yolculukla yer yüzüne sürgün ediliyor, yer yüzünde ömür boyu meşakkatle çalışıp yaşamaya mahkum ediliyor! Adalet mi bu?! Küfür ve günah bataklığında debelenirken tevbe istiğfar eden kişileri Allah bağışlayıp dünyada yer yüzünden başka bir yere sürgüne gördermediği ve ahirette cennetinden yoksun bırakmadığı halde, tevbe ve istiğfarı kabul edilmiş (2 Bakara/37) olmasına rağmen Âdem ile Havva'nın Cennet'ten sürgün edilmesi ve muamma bir yolculukla yer yüzüne indirilmesi adalet midir? Bir ağaçtan yemek, cennetten, hem de kazanmak için insanların ömür boyu kulluk yapmaktan, kurallara uymaktan ve dua etmekten iflahının kesildiği ebedi mükafat cennetinden olmaya ve bunca meşakkate değer miydi? Gerçekte ne böyle ağır bir ceza, ne de bu kadar uzun, meşakketli ve muamma bir yolculuk sözkonusudur. Olan biten sadece, gerek İblis'in secde etme emrini yerine getirmemesi ve gerekse kadın-erkek olarak yaratılıp Âdem ismi ile anılan ve ileri sürüldüğü gibi kardeşlerin çaprazlama ensest ilişki ile değil, kadın ve erkek olarak normal şekilde evlenip çoğalan ilk insan topluluğunun sınırlı olan bahçede birlikte olma uyarısını dikkate almayıp birlikte olmaları ve çoğalmaları sonucu Yüce Allah'ın onlara lütuf olarak verdiği emeksiz cennet hayatı yaşama fırsatınıı yitirmeleri ve kendi emekleriyle geçinmeye mecbur olacakları yer yüzüne terkedilmeleri/dağılmalarıdır. İblis, yer yüzünde hilafetten ümidini yitirerek karamsarlığa gömülmüş, şeytanlaşarak yaptığı itaatsizlikten tevbe ve istiğfar etmediği için ilahi rahmetten kovulmuş/üstü çizilmiş, tevbe ve istiğfar eden insan ise yeryüzünde o güne kadar iktidar olanların yerine halife olmuştur. (350) (350) - Ayetlerin anlatımı çerçevesinde insanın yaratılması ve çoğalmasına ilişkin geniş bilgi için Rivayet Kültürü Ve Olumsuz Kadın Algısı kitabı, 29-50, Düşün Yayıncılık, ikinci baskı 2011. İnsan soyunun daha önce yer yüzünde mevcut ve yetkili olan cinlere ve meleklere mi yoksa ondan önce mevcut olup yer yüzünde fesat çıkaran ve kan döken başka bir insan topluluğuna mı halife olduğu ve meleklerin bunlara bakarak mı insanın hilafetine itiraz ettikleri tartışılmaktadır. Ondan önce yer yüzünde başka bir insan topluluğunun olduğuna ilişkin dinin ve bilimin bir kanıtı olmadığından kesin olarak onlara halife olduğunu söylemek zordur. (Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı)
  • Ancak Hz.Ömer'in bu namazı yirmi rekat olarak mı, yoksa sekiz rekat olarak mı kıldırttığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Habiburrahman el-A'zami’nin teravih namazı ile ilgili yazdığı araştırma ürünü ilmi bir makalesinde açıkladığına göre, Hz.Ömer yirmi (20) rekat değil, yirmi (20) gece bu namazı kıldırtmıştır. Sonradan bu yirmi gece yirmi rekat olarak kültüre yansımıştır. A'zami ayrıca, teravih namazının yirmi rekat olmasıyla ilgili hadis rivayetlerini hadis ilmi açısından inceleyerek zayıf ya da uydurma olduklarını ortaya koymuştur. (Şeytan Üçgeni)
  • ''...allah bizi doğru yola getirseydi bizde sizi doğru yola çıkarırdık. sizler de bizler de ister sabredelim ister feryat edip ağlayalım bizim için hiç bir kurtuluş yoktur diyeceklerdir.''( ibrahim 21) gördüğümüz gibi Allah vahiyle doğru yolu ve yanlış yolu göstermenin dışında kimseyi ne doğru yola getiriyor ne de saptırıyor. (Kur'an'da Kader)