M. Çağatay Uluçay kimdir? M. Çağatay Uluçay kitapları ve sözleri
Türk Araştırmacı ve Yazar M. Çağatay Uluçay hayatı araştırılıyor. Peki M. Çağatay Uluçay kimdir? M. Çağatay Uluçay aslen nerelidir? M. Çağatay Uluçay ne zaman, nerede doğdu? M. Çağatay Uluçay hayatta mı? İşte M. Çağatay Uluçay hayatı... M. Çağatay Uluçay yaşıyor mu? M. Çağatay Uluçay ne zaman, nerede öldü?
Türk Araştırmacı ve Yazar M. Çağatay Uluçay edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında M. Çağatay Uluçay hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. M. Çağatay Uluçay hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte M. Çağatay Uluçay hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...Doğum Tarihi: 1910
Doğum Yeri: Çankırı, Çerkeş
Ölüm Tarihi: 1970
Ölüm Yeri: İstanbul
M. Çağatay Uluçay kimdir?
1910’da Çankırı / Çerkeş’te doğdu. 1933’te Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nün Tarih – Çoğrafya Bölümü’nü bitirdi. 1947’de İngiltere’ye giderek bir süre Bristish Museum’un kütüphanesinde araştırmalarda bulundu. Türkiye’ye döndükten sonra Topkapı Sarayı’ndaki arşivlerde çalıştı. Türk Dil Kurumu üyesi ve Türk Tarih Kurumu muhabir üyesi idi. 1970’te İstanbul’da öldü. Osmanlı haremini ayrıntılı biçimde anlatan Harem (1971, 1985), Osmanlı padişahlarının kadınları ve kızları üzerine biyografik bilgiler veren Padişahların Kadınları ve Kızları (1980, 1985) adlı eserleri Uluçay’ın en önemli çalışmalarındandır. Öbür eserleri arasında Manisa Ünlüleri (1946), Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları (1950), XIX. Yüzyıllarda Saruhan’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri (1955), Türklerin ve Moğolların Ünlü Hükümdarları (1955, 1956), Ünlü Padişahlar (1956, 1981), Haremden Mektuplar (1956), İlk Müslüman Türk Devletleri (1965, 1975), Atçalı Kel Mehmet (1968) sayılabilir.
M. Çağatay Uluçay Kitapları - Eserleri
- Harem II
- Padişahların Kadınları ve Kızları
- Taht Uğrunda Baş Veren Sultanlar
- Haremden Mektuplar
- Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları
- Atçalı Kel Mehmed
- İlk Müslüman Türk Devletleri
- Ünlü Gezginler
- Timur
- Sancaktan Saraya
- Ünlü Padişahlar Serisi - Orhan Gazi
M. Çağatay Uluçay Alıntıları - Sözleri
- Osmanlı toplumunda cariye sadece “cinsel obje” olarak görülmemiştir. Hali vakti yerinde herkesin bir veya birkaç cariye sahibi olduğunu kadın miras listelerinden öğrenmekteyiz. Ailenin bir ferdi gözüyle bakılan cariyelerin ev hizmetlerinde olduğu gibi ekonomik hayatta da önemli yeri vardır. Cariyelerin özellikle tekstil sanayiinde geniş ölçüde kullanıldığı biliyoruz. Onları işçi olarak veya seks için kiralayanlar da yok değildi. Ancak, İslam hukukunun özelliği dolayısıyla esirler, oldukça kolay hürriyetlerine kavuştukları için toplumda esir nüfusu biteviye küçülür. Darlığı gidermek için özellikle Kuzey Slav milletlerinden, Kaf kasya ve Karadeniz kıyılarından, Afrika'dan her yıl binlerce cari ye ve kul ithal olunurdu. 16. yüzyılda bu sayının yılda 20 binin üzerine çıktığı hesaplanmıştır. (Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları)
- (...) Birisinin vurduğu balta ile Genç Osman'ın omuz kemiği kırıldı, aldığı ağır yaradan hemen yere yuvarlandı. Bundan faydalanan Cebecibaşı kemendi Genç Osman'ın boğazına geçirterek boğdu (20 Mayıs 1622). Genç Osman hayata gözlerini kapamış, Mayıs akşamının güneş şuaları son defa onu alnından öperken, Cebecibaşı Sultan Mustafa'nın annesinden alacağı hediyenin sevinci ile Genç Osman'ın kestiği kulağını götürüyordu. Fakat katiller şunu bilmiyorlar ki, Osmanlı hanedanı, ailesinden birisini öldüreni daima cezalandırır. (Taht Uğrunda Baş Veren Sultanlar)
- Saraya yeni alınan esir kıza “acemi” denir; acemilik döneminde kendisine ilkin İslamlık, Türk-Islam adetleri ve adabı, dikiş- nakış, rakkaslık, hanendelik, sazendelik veya kıssa-hanlık, yani hikâye anlatma sanatı gibi bir sanat öğretilirdi. Böylece yetişen acemi, cariyeliğe yükseltilir. Esnaf diliyle “şagirt” olur, sonra kalfa ve usta derecelerine geçer; “gedikli” denirdi. Cariyeler, içoğlanları gibi iki geniş odada yanyana yatarlar, her 5 kız arasında yaşlı bir kadın yer alır. Gedikli, doğrudan doğruya padişah hizmetine verilir; onun haremde yemek, çamaşır ve benzeri hizmetlerini görürdü. Hünkârın yatağına aldığı gedikli, “ikbal” veya “haseki” adıyla yüksek bir dereceye yükselir. Bunlardan padişahın gözdesi olan haseki, padişahın kadını olurdu. Kadınefendiler; Başkadın, İkinci Kadın diye kendi aralarında sıralanırdı. Padişahın zevcesi sayılan her kadına bir daire ayrılır, yüksek bir gündelik tayin edilirdi. Çocuk doğuran haseki, ayrıcalık kazanırdı. Bu hiyerarşide her cariye kadının belli bir maaşı ve giysisi olur du. Hünkâr kadın efendilerin elbisesi kürkle süslenirdi. (Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları)
- Onun “Serasker Sultan”, “Sultan İbrahim" gibi unvanları kullanması, saltanatta ve tahtta gözü ve yahut ortak olduğunun birer delili değil miydi? Bunca masraflardan sonra ordunun eli boş dönmesi, Seraskerin hatalı plân ve hareketlerinden ileri gelmemiş miydi? İskender Çelebi gibi çok kıymetli bir devlet adamını iftira ederek o astırmamış mıydı? Sarayının önüne gâvur icadı heykeller koymak suretiyle, hakkında bir sürü dedikoduların yapılmasına sebep olmamış mıydı? Bunlardan başka Paşa’nın çalımı, Hatice Sultan’a ihaneti padişaha karşı bir nev’i küstahlık değil miydi? (Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları)
- Kel Mehmet ayaklanması; türlü açılardan ele alındığı zaman, karşımıza basit bir eşkıyalık olayından daha çok, halk topluluklarını ilgilendiren, önemli problemleri ortaya atan hadise olarak çıkıyor. (Atçalı Kel Mehmed)
- Sultânum Hazretleri; Cânım paresi Sultânum Hazretlerinin mûbârek ayak tozlarına bu çirkin yüzümü sürdükten sonra, benüm cân-ı azîzüm, devletüm, sa'âdetüm, sultânum, çok şükür Hakk Teâlâ’ya ki mübarek mektûb-ı şerifiniz gelip gözlere nûr, gönüllere sevinç hasıl kıldı. Hakk Teâlâ kemâlin pir edip, kıyamete dek seni benden ayıırmayıp, bir dahi mübârek dızâr-ı şerifinize yüz sürmek nasip ede. Benüm cânum pâresi, benüm ömrümün hâsılı, devletlû sultânum, mübârek mektûbunuzda sihhat haberinizi bildirmişsiniz. Şükür Hakk Teâlâ’ya, seni cemi hatalardan saklasın. Eğer biz bî-çâre za'îfe câriyenizi sorarsanız, vallahi benüm cânum, ne gecem gecedir ve ne günüm gündür. Sizin gibi pâdişâhın sohbetinden ayrılam, dahi benüm hâlüm ne olsa gerekdür? Vallahi ve tallahi ayrılığınız âteşinde gece ve gündüz yanarum. Benüm hâlümi Hakk Teâlâ’dan başka kimse bilmez. Benüm cânum pâresi, gözüm nûrı, iki cihanda ümidim, vallahi dünyada sadece siz murâdumsınız. (Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları)
- Yaygarasını basarak, açıktan açığa, kendisini tahttan indireceklerini ilân etmişlerdi. IV. Mustafa ağabeyisi olmakla beraber, devlet başkanı olacak bir insan değildi. Çünkü delinin birisiydi. Bundan başka eğer Sultan Mustafa padişah olursa muhakkak surette kendisini öldürtürdü. Nitekim, III. Selim'i öldürttükten sonra katillere kendisini de öldürmeyi emretmemiş miydi? Eğer sâdık birkaç adamı ve Cevriye Kalfa'nın o sihirli ocak külleri olmasaydı, bugün hayatta olacak mıydı? Asla! O halde nefsini müdafaa için, Yeniçerileri teşvik eden, onları kışkırtarak üzerine saldırtan ağabeyisini, «Nizam-1 Âlem»> için yok etmekten başka çare var mıydı? O da böyle yaptı, IV. Mustafa'yı boğdurtmak suretiyle tahtta kaldı. (Taht Uğrunda Baş Veren Sultanlar)
- Padişah kadınlarının başka birisiyle evlenmesine ilk olarak Fatih Sultan Mehmed'de rastlıyoruz. Fatih Sultan Mehmed, babası II. Murad'ın eşi Halime Hatice Hatun'u babasının adamlarından İshak ile evlendirdiği gibi kendisi de Trabzon Rum İmparatoru David Komnen'in kızını boşamış ve Zağanos Mehmed Paşa ile evlendirmiştir. (Harem II)
- Hurrem, şiirleri, güzel ifadesiyle Süleyman’ın kalbini teshir, asabını teskin, gönlünü feth ediyordu. Oğlunu, sevgili cariyesini ve sevgili sadrazamlarını öldürtürken ve savaşlarda gördüğü ölümlerden gözlerini kırpmayan Muhteşem Süleyman, onun bu acındırıcı ve içli mektuplarını okuyunca mest oluyor, ona daha çok yaklaşıyor, râm oluyordu. İşte Hurrem, Kanunîyi böyle teshir etmiş ve onun tahtının böyle hakimi olmuştu. Öyle ya, dünyada her zaman hükümdarlar kölelere hâkim olmazlar, bazen de köleler hükümdarlara hâkim olurlar! (Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları)
- "II.Abdülhamid zamanına kadar sultanlar, hanedanın rengi olan kırmızı kumaşlardan yapılan gelinlik elbisesi giyerlerdi. Bunu ilk defa II.Abdülhamid'in kızı Naime Sultan yıkmış, davetlilerin önüne beyaz bir kumaştan yapılmış gelinlik elbisesi ile çıkmıştı." (Harem II)
- Bazı eşkıyalar 17.yüzyıldan beri seyyid ünvanını, halkı kandırmak , fazla taraftar bulmak için kullanıyorlardı. (Atçalı Kel Mehmed)
- Böylece Sultan Mustafa ve oğlu Şehzade Mehmet öldürülmüş, tahtın yolu Hurrem Sultan'ın oğullarından Bayezid ve Selim'e açılmış, bu cinayetin mükâfatı olarak, biraz sonra Rüstem Paşa ikinci defa veziriâzamlığa, Zal Mahmud da Sarı Selim'in kızıyla evlenerek hanedan damatlığına nail olmuşlardır. (Taht Uğrunda Baş Veren Sultanlar)
- Cellâtlar, kış gecesi nem kokan haremin koridorlarına daldılar, beşiklerinde ve yataklarında mışıl mışıl uyuyan yavrucakları, annelerinin ve dadılarının feryatları ve gözyaşları arasında alarak harem koridorlarında boğuverdiler. Bu suretle Osmanlı hanedanının en büyük faciasını III. Mehmet işlemiş oluyordu. Ertesi sabah, divan âzaları saraya dâvet edildi. Boğdurulan 19 şehzadenin cesetleri tabutlar içinde saray bahçesine sıralandı. Namazları kılındıktan sonra, Ayasofya camiinin bahçesinde bulunan III. Murat türbesine gömüldü. (Taht Uğrunda Baş Veren Sultanlar)
- IV. Murat, bu suretle, çekindiği iki kardeşini ortadan kaldırmış, şanlı Revan zaferini kardeş kanlarıyla gölgelemişti. Bu fecî ölüm, yerli ve yabancılar üzerinde kötü tesirler yapmış, hattâ namlı Fransız yazarı Racine Bajazed adlı manzum piyesinde, uydurma isimler ve hikâyeler ilâve ederek faciayı dünyanın gözleri önüne sermiştir. (Taht Uğrunda Baş Veren Sultanlar)
- Andan sonra benüm devletim, iki gözüm, yoluna kurban olduğum sa'âdetüm, Rüstem Paşa bendenizdir. Gözünüzü üzerinden uzak tutmayınız. Benüm devletüm, kimsenin sözüyle amel etmeyiniz. Hele câriyen Mihri-mâh’ın yüzi suyuna, benüm devletüm, benüm pâdişâhum, aziz başınuz içün ben câriyen dahi hatırı içün olsun sa'âdetlû Pâdişâhum. (Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları)
- Kıtalara otağ kuran, milletlere kös dinleten, hükümdarlara diz çöktüren Muhteşem Süleyman’ın bu muazzam kudreti yanında bir de eğildiği, yenemediği bir kale, hem de duvarları ipekten, burçları lepiska saçlardan, mazgalları cazibeli bir çift gözden ibaret olan bir kale vardı: Bu kalenin sahibi, sevgilisi, başkadını, hasekisi Hürrem Sultandı. Kanuni ülkeleri fethederken, o da bu muazzam Padişahın kalbini fethetmiş, ona senelerce hükmetmiştir. (Osmanlı Sultanlarına Aşk Mektupları)
- "... günün birinde Mahidevran Hatun, Hurrem Sultan'ı iyice dövmüş ve hırpalamış, Kanuni Sultan Süleymen buna kızmış, Mahidevran Hanım'dan soğumuş, yalnız Hurrem Sultan ile ilgilenmiş." (Padişahların Kadınları ve Kızları)
- Kara Ali, yediği dayağın tesiriyle yamağı hamal Ali ile içeri girdi. Sultan İbrahim'in üzerinde kırmızı bir entari, kırmızı şalvar vardı. Sedirin üzerine oturmuş, korku ve heyecandan kendine doğru ilerleyen cellâtlara bakıyordu. Ali'nin korkusu ve heyecanı geçmiş, elini çabuk tutarak bir anda kemendi Sultan İbrahim'in boğazına geçirmişti. Bir ucundan kendisi, öbür ucundan yamağı tutarak var kuvvetiyle sıkmaya başladılar. Sultan İbrahim bir kaç defa ellerini ayaklarını oynattı, sonra da bu hareketleri durdu, morarmış başı birdenbire yere düşmüş, korktuğu ecelin pençesinde can vermiş oldu. (Taht Uğrunda Baş Veren Sultanlar)
- Bir anda, okuduğu Türk tarihi gözünün önünden bir rüya gibi geçti. Evet kardeş kanı dökülmeye, daha Büyük Selçuklu Devletinin kurulmasıyla başlamış; kendi zamanına kadar devam etmişti. Büyük Selçuklular'ın ilk hükümdarı Tuğrul Bey İbrahim Yenal'ı; Alparslan Kutalmış'ı, Melikşah Kavurd'u kirişlerinin yaylarıyla boğdurmuşlar; Melikşah'ın ölümünden sonra da oğulları işte üzerinde oturduğu bu taht için birbirlerine girmişlerdi. Onların bir kolu olan Anadolu Selçukluları'nda da durum aynı şekilde devam etmişti. Anadolu Selçuklu Devleti'nin enkazı üzerinde kurulan Osmanlılar da cetlerinin yollarından ayrılmamışlardı. (Taht Uğrunda Baş Veren Sultanlar)
- Yarhisar Tekfuru'nun kızıdır. Adı Holofira idi. Bilecik Tekfuru'nun oğluna nişanlı idi. Düğünlerine Osman Bey de davet edildi. Daha önceleri, bir dostu tarafından, kendisine tuzak kurulup suikast yapılacağı bildirildi. Osman Bey de karşı tertibat almış, düğün eğlencelerinin en kızgın zamanında bir baskın yaparak, düşmanlarını perişan etmiş, bu arada gelin Holofira'yı da esir almıştır (1299). Bu güzel esireyi derhal oğlu Orhan Bey ile evlendirmiş ve Nilüfer adını vermiştir. Bazı kaynaklarda ismi Lulufer ve Ulufer şeklinde geçiyorsa da doğru olmaması icap eder. Çünkü oğlu I. Murad’ın İznik'te annesi adına yaptırdığı imaretin kitabesinde Nilüfer adı açık şekilde görülmektedir. Meşhur Arap seyyahı İbn-i Battuta da İznik'te kendisiyle görüşmüş, adını yanlış olarak Bilun şeklinde yazmıştır. Belki de bu, kopya edenin hatasıdır. Nilüfer Hatun'un Orhan Bey ile evlenmesinden Süleyman Paşa ile Murad-ı Gazi doğmuştur. Çok hayırseven bir kadın olan Nilüfer Hatun, Bursa'da kaplıca kapısı yanında bir tekke, Darii'l-harp Mahallesinde bir mescit yaptırmıştır. Bundan başka Bursa Ovasından geçen bir çay üzerine bir köprü yaptırmış, bundan dolayı bu çaya Nilüfer adı verilmiştir. Oğlu Murad Gazi de annesi adına İznik'te inşası 1388'de (790) tamamlanan bir imaret yaptırmıştır. Nilüfer Hatun'un ölüm yılı belli değildir. Bursa'daki Orhan Bey Türbesinde yatmaktadır. (Padişahların Kadınları ve Kızları)