Muhammed Mütevelli Şaravi kimdir? Muhammed Mütevelli Şaravi kitapları ve sözleri
İslam Alimi Muhammed Mütevelli Şaravi hayatı araştırılıyor. Peki Muhammed Mütevelli Şaravi kimdir? Muhammed Mütevelli Şaravi aslen nerelidir? Muhammed Mütevelli Şaravi ne zaman, nerede doğdu? Muhammed Mütevelli Şaravi hayatta mı? İşte Muhammed Mütevelli Şaravi hayatı... Muhammed Mütevelli Şaravi yaşıyor mu? Muhammed Mütevelli Şaravi ne zaman, nerede öldü?
İslam Alimi Muhammed Mütevelli Şaravi edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Muhammed Mütevelli Şaravi hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Muhammed Mütevelli Şaravi hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Muhammed Mütevelli Şaravi hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...Tam / Gerçek Adı: Muhammed Mütevellî eş-Şa‘râvî
Doğum Tarihi: 15 Nisan 1911
Doğum Yeri: Mîtgamr, Mısır
Ölüm Tarihi: 17 Haziran 1998
Ölüm Yeri: Kahire, Mısır
Muhammed Mütevelli Şaravi kimdir?
Mısırlı âlim. Muhammed Mütevellî eş-Şa‘râvî 15 Nisan 1911’de Mısır’ın Dekahliye muhafazasının Mîtgamr şehrine bağlı Dekâdûs köyünde doğdu. İlk öğreniminin ardından Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledi ve 1926’da Ezher’in Zekâzîk’teki ilkokuluna kaydoldu, 1932’de lise bölümüne başladı. Henüz lisede iken Vefd Partisi’ni, dolayısıyla Mustafa en-Nehhâs’ı destekledi. Dinî konuların yanı sıra içtimaî ve siyasî meselelerle de meşgul oldu; öğrenci hareketlerine katıldı ve talebe birliğinin başkanlığını yaptı. 1934’te öğrenci olayları sırasında tutuklandı ve bir ay kadar hapiste kaldı. Liseden sonra 1936’da Kahire’ye giderek Ezher’e bağlı Külliyyetü’l-lugati’l-Arabiyye’ye girdi. Buradaki hocaları arasında o sırada Ezher şeyhi olan Muhammed Mustafa el-Merâgi, Ahmed Yûsuf Necâtî, Ahmed İmâre ve İbrâhim Hamrûş gibi âlimler vardı. Ayrıca İhvân-ı Müslimîn lideri Hasan el-Bennâ’dan özel ders aldı. Ancak Vefd Partisi’ni desteklemesi İhvân-ı Müslimîn ile arasının açılmasına sebep oldu. 1941’de fakülteyi bitirdi ve 1943’te öğretmenlik diploması aldı. Ardından Ezher’in Tanta, İskenderiye ve Zekâzîk’teki okullarında öğretmenlik yaptı. 1950’de Mekke’deki Melik Abdülazîz Üniversitesi’nin Külliyyetü’ş-şerîa bölümünde hoca olarak çalışmaya başladı. 1960’ta Ezher’e bağlı Tanta’daki okulun, ertesi yıl Evkaf Bakanlığı’nda davet ve fikirle ilgili bölümün müdürlüğüne getirildi. 1962’de Ezher’de ulûm-i Arabiyye müfettişliğine, 1964’te Ezher Şeyhi Hasan Me’mûn’un sekreterlik işlerine müdür tayin edildi. 1966’da, Fransız işgalinden henüz yeni kurtulup eğitim dili olarak Arapça’yı yerleştirmeye çalışan Cezayir’e destek olmak amacıyla Ezher’den bu ülkeye gönderilen Arap dili uzmanları grubuna başkanlık etti ve orada ders verdi. 1970’te Melik Abdülazîz Üniversitesi’nin Külliyyetü’ş-şerîa bölümünde misafir hoca sıfatıyla çalışmaya başladı. 1972’de aynı üniversitenin ed-Dirâsâtü’l-ulyâ kısmının başkanlığına getirildi. 1975’te Mısır’a döndü ve Ezher’den sorumlu bakanlık bünyesinde genel müdür oldu. Aynı yıl Mısır televizyonunda “Nûrun alâ nûr” adlı haftalık programlarına başladı. Nisan 1976’da yaş haddinden emekliye ayrıldıktan sonra Kasım 1976 – Ekim 1978 arasında Memdûh Sâlim’in başbakanlığındaki hükümette Evkaf’tan ve Ezher’den sorumlu bakan olarak görev yaptı. Bakanlığı esnasında Mısır’da kurulan ilk İslâmî banka olan Banku Faysal’ın kuruluşuna izin veren karara imza attı. Bu sırada Mısır televizyonunda cuma günleri yayımlanan tefsir derslerine başladı. Bu programları çok geniş kitleler tarafından ilgiyle takip edildi. 1980’de Mısır Şûrâ Meclisi’ne üye seçildi. Uzun süren bir hastalıktan sonra 17 Haziran 1998’de Kahire’de vefat etti ve Dekâdûs köyünde defnedildi. Şa‘râvî 1983’te Cumhuriyet, 1988’de Devlet Takdir ödülüne lâyık görülmüş, 1998’de Dübey Yılın Şahsiyeti ödülünü almıştır. 1985’te Menûfiye Üniversitesi, 1990’da Mansûre Üniversitesi kendisine fahrî doktorluk unvanı vermiştir. Çeşitli müesseselerin oluşturduğu kurullarda yer almış, 1980’de Ezher’in itibarlı kurumlarından olan Mecmau’l-buhûsi’l-İslâmiyye’ye ve 1988’de Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye’ye üye seçilmiştir.
Çok yönlü kişiliğiyle farklı makamlarda bulunan Şa‘râvî Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika’daki pek çok ülkeye seyahat etmiş ve çeşitli toplantılara katılmıştır. Devlet başkanları Enver Sedat ve Hüsnü Mübârek’le iyi ilişkiler kurmuş, Enver Sedat, İsrail ile Camp David Antlaşması’nı yapmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiği zaman o da yanında bulunmuştur. Birleşmiş Milletler’de ilk cuma namazını kıldırarak burada hutbe okumuştur. İslâm’ın siyasî ideolojilerle ilişkisi olmadığını belirten Şa‘râvî bütün gruplara ve cemaatlere mesafeli davranmıştır. Enver Sedat’ın radikal bir örgütün mensupları tarafından öldürülmesinin ardından aşırı gruplara karşı halkın ve özellikle gençliğin dinî konularda eğitilmesi gerektiğini belirten Şa‘râvî sistemi de eleştirmekten geri durmamıştır. Problemler ortaya çıktıktan sonra İslâm’da çare arandığını ve bütüncül değil tek yönlü bir bakışla bazı iyileştirmeler yapılması yolu izlendiği için bir taraf düzelirken diğer taraftan başka problemlerin ortaya çıktığına dikkat çekmiştir.
1970’li yılların sonundan itibaren Mısır’daki dinî hayat üzerinde etkili olan ve klasik anlamda bir âlim olmaktan çok, geniş kitlelere hitap eden bir vâiz olma özelliği öne çıkan Şa‘râvî’yi, Mısır ve Arap ülkeleri başta olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde ilgiyle takip edilen hutbe, vaaz ve irşad faaliyetleri şöhrete ulaştırmış, fasih Arapça yerine halk dilini kullanması geniş kitleler tarafından izlenmesini kolaylaştırmıştır. Adına yayımlanan kitaplar geniş bir okuyucu kitlesi bulmuş, el-Ehrâm ve el-Ahbâr gibi yarı resmî gazetelerde her gün onun sözlerine yer verilmiştir. Halk kitleleri yanında resmî makamlarca da kabul görmesinde İslâm’ın siyaset üstü bir din olduğunu savunması ve aşırı grupları eleştirmesi etkili olmuştur. Klasik mânada bir Kur’an müfessiri olmayan Şa‘râvî yaptığı sohbetlerde âyetleri tefsir ederken önce kelimelerin sözlük anlamlarını ve delâlet ettikleri mânaları belirttikten sonra âyetleri sade bir üslûpla açıklar, ardından diğer âyet ve hadislerle bağlantısını kurardı. Çok sayıda fetva veren Şa‘râvî kendisine yöneltilen sorular çerçevesinde kadın konusunda da pek çok görüş belirtmiştir. Onun özellikle kadınların mecbur kalmadıkça aktif olarak çalışma hayatına katılmasını reddeden görüşleri kadın hakları savunucuları tarafından eleştirilmiştir. Nisan 1911’de Mısır’ın Dekahliye muhafazasının Mîtgamr şehrine bağlı Dekâdûs köyünde doğdu. İlk öğreniminin ardından Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledi ve 1926’da Ezher’in Zekâzîk’teki ilkokuluna kaydoldu, 1932’de lise bölümüne başladı. Henüz lisede iken Vefd Partisi’ni, dolayısıyla Mustafa en-Nehhâs’ı destekledi. Dinî konuların yanı sıra içtimaî ve siyasî meselelerle de meşgul oldu; öğrenci hareketlerine katıldı ve talebe birliğinin başkanlığını yaptı. 1934’te öğrenci olayları sırasında tutuklandı ve bir ay kadar hapiste kaldı. Liseden sonra 1936’da Kahire’ye giderek Ezher’e bağlı Külliyyetü’l-lugati’l-Arabiyye’ye girdi. Buradaki hocaları arasında o sırada Ezher şeyhi olan Muhammed Mustafa el-Merâgi, Ahmed Yûsuf Necâtî, Ahmed İmâre ve İbrâhim Hamrûş gibi âlimler vardı. Ayrıca İhvân-ı Müslimîn lideri Hasan el-Bennâ’dan özel ders aldı. Ancak Vefd Partisi’ni desteklemesi İhvân-ı Müslimîn ile arasının açılmasına sebep oldu. 1941’de fakülteyi bitirdi ve 1943’te öğretmenlik diploması aldı. Ardından Ezher’in Tanta, İskenderiye ve Zekâzîk’teki okullarında öğretmenlik yaptı. 1950’de Mekke’deki Melik Abdülazîz Üniversitesi’nin Külliyyetü’ş-şerîa bölümünde hoca olarak çalışmaya başladı. 1960’ta Ezher’e bağlı Tanta’daki okulun, ertesi yıl Evkaf Bakanlığı’nda davet ve fikirle ilgili bölümün müdürlüğüne getirildi. 1962’de Ezher’de ulûm-i Arabiyye müfettişliğine, 1964’te Ezher Şeyhi Hasan Me’mûn’un sekreterlik işlerine müdür tayin edildi. 1966’da, Fransız işgalinden henüz yeni kurtulup eğitim dili olarak Arapça’yı yerleştirmeye çalışan Cezayir’e destek olmak amacıyla Ezher’den bu ülkeye gönderilen Arap dili uzmanları grubuna başkanlık etti ve orada ders verdi. 1970’te Melik Abdülazîz Üniversitesi’nin Külliyyetü’ş-şerîa bölümünde misafir hoca sıfatıyla çalışmaya başladı. 1972’de aynı üniversitenin ed-Dirâsâtü’l-ulyâ kısmının başkanlığına getirildi. 1975’te Mısır’a döndü ve Ezher’den sorumlu bakanlık bünyesinde genel müdür oldu. Aynı yıl Mısır televizyonunda “Nûrun alâ nûr” adlı haftalık programlarına başladı. Nisan 1976’da yaş haddinden emekliye ayrıldıktan sonra Kasım 1976 – Ekim 1978 arasında Memdûh Sâlim’in başbakanlığındaki hükümette Evkaf’tan ve Ezher’den sorumlu bakan olarak görev yaptı. Bakanlığı esnasında Mısır’da kurulan ilk İslâmî banka olan Banku Faysal’ın kuruluşuna izin veren karara imza attı. Bu sırada Mısır televizyonunda cuma günleri yayımlanan tefsir derslerine başladı. Bu programları çok geniş kitleler tarafından ilgiyle takip edildi. 1980’de Mısır Şûrâ Meclisi’ne üye seçildi. Uzun süren bir hastalıktan sonra 17 Haziran 1998’de Kahire’de vefat etti ve Dekâdûs köyünde defnedildi. Şa‘râvî 1983’te Cumhuriyet, 1988’de Devlet Takdir ödülüne lâyık görülmüş, 1998’de Dübey Yılın Şahsiyeti ödülünü almıştır. 1985’te Menûfiye Üniversitesi, 1990’da Mansûre Üniversitesi kendisine fahrî doktorluk unvanı vermiştir. Çeşitli müesseselerin oluşturduğu kurullarda yer almış, 1980’de Ezher’in itibarlı kurumlarından olan Mecmau’l-buhûsi’l-İslâmiyye’ye ve 1988’de Mecmau’l-lugati’l-Arabiyye’ye üye seçilmiştir.
Çok yönlü kişiliğiyle farklı makamlarda bulunan Şa‘râvî Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika’daki pek çok ülkeye seyahat etmiş ve çeşitli toplantılara katılmıştır. Devlet başkanları Enver Sedat ve Hüsnü Mübârek’le iyi ilişkiler kurmuş, Enver Sedat, İsrail ile Camp David Antlaşması’nı yapmak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiği zaman o da yanında bulunmuştur. Birleşmiş Milletler’de ilk cuma namazını kıldırarak burada hutbe okumuştur. İslâm’ın siyasî ideolojilerle ilişkisi olmadığını belirten Şa‘râvî bütün gruplara ve cemaatlere mesafeli davranmıştır. Enver Sedat’ın radikal bir örgütün mensupları tarafından öldürülmesinin ardından aşırı gruplara karşı halkın ve özellikle gençliğin dinî konularda eğitilmesi gerektiğini belirten Şa‘râvî sistemi de eleştirmekten geri durmamıştır. Problemler ortaya çıktıktan sonra İslâm’da çare arandığını ve bütüncül değil tek yönlü bir bakışla bazı iyileştirmeler yapılması yolu izlendiği için bir taraf düzelirken diğer taraftan başka problemlerin ortaya çıktığına dikkat çekmiştir.
1970’li yılların sonundan itibaren Mısır’daki dinî hayat üzerinde etkili olan ve klasik anlamda bir âlim olmaktan çok, geniş kitlelere hitap eden bir vâiz olma özelliği öne çıkan Şa‘râvî’yi, Mısır ve Arap ülkeleri başta olmak üzere dünyanın pek çok bölgesinde ilgiyle takip edilen hutbe, vaaz ve irşad faaliyetleri şöhrete ulaştırmış, fasih Arapça yerine halk dilini kullanması geniş kitleler tarafından izlenmesini kolaylaştırmıştır. Adına yayımlanan kitaplar geniş bir okuyucu kitlesi bulmuş, el-Ehrâm ve el-Ahbâr gibi yarı resmî gazetelerde her gün onun sözlerine yer verilmiştir. Halk kitleleri yanında resmî makamlarca da kabul görmesinde İslâm’ın siyaset üstü bir din olduğunu savunması ve aşırı grupları eleştirmesi etkili olmuştur. Klasik mânada bir Kur’an müfessiri olmayan Şa‘râvî yaptığı sohbetlerde âyetleri tefsir ederken önce kelimelerin sözlük anlamlarını ve delâlet ettikleri mânaları belirttikten sonra âyetleri sade bir üslûpla açıklar, ardından diğer âyet ve hadislerle bağlantısını kurardı. Çok sayıda fetva veren Şa‘râvî kendisine yöneltilen sorular çerçevesinde kadın konusunda da pek çok görüş belirtmiştir. Onun özellikle kadınların mecbur kalmadıkça aktif olarak çalışma hayatına katılmasını reddeden görüşleri kadın hakları savunucuları tarafından eleştirilmiştir.
Muhammed Mütevelli Şaravi Kitapları - Eserleri
- Aşere-i Mübeşşere
- Kur'an Mucizesi
Muhammed Mütevelli Şaravi Alıntıları - Sözleri
- Kişi, dünya hayatındaki istikbalini düşünüyor da âhiretteki geleceğini yeterince düşünemiyor. (Kur'an Mucizesi)
- Muhammed (s.a.v.) davetinde sebeplere sarıldı. Ama Mekke'den Taif e, gitti orada çocuklarla beyinsizlerin ona yaptıklarından sonra, yüce Allah, iradesini yeniden güçlendirmek için onu Mescid-i Haram'dan Mescid-i Akså'ya gece yürüyüşüne çıkardı ve oradan göğe yükseltti. Resûlullah (s.a.v.) bundan sonra da Mekke halkını ve Mekke'ye gelenleri davet etmeye devam etti. Ama davetten yüz çeviriyorlardı. Nihayet Medine'den bir gurup geldi. Bunlar Resûlullah (s.a.v.)e biat ettiler. İşte bu olay hicretin ve İslamın zaferinin başlangıcı oldu. Resûlullah (s.a.v.)in, hayatını incelediğimiz takdirde bütün sebeplerin durduğu dönemlerle karşılaştığını bu sıralarda öldürücü bir ümitsizlik hissettiğini görürüz. Problemi çözmek için çeşitli yollara başvuruyor ama bir çıkar yol bulamıyor. İşte tam bu sırada bilmediği ve ummadığı bir yerden çözüm geliyor. O halde yüce Allah, mülkünü yonetmeye devam ediyor. Mü'min kişi tam ümitsizliğe kapılmışken O na siğınıyor ve huzur buluyor. Çünkü yüce Allah görüyor, duyuyor ve mülkünü her an için yönetmeye devam ediyor. (Kur'an Mucizesi)
- Toplumda temel meselelerden hiçbiri yoktur ki, Kur'an ona en uygun çözümü getirmemiş olsun. (Kur'an Mucizesi)
- Bize kötülük gibi görünen bir şey hakikatte iyilik olabilir veya iyilik gibi görünen bir şey kötülük olabilir. (Kur'an Mucizesi)
- Nazarî söz başkadır, olaylar gelip çatınca durum başkadır.Olaylar olduğunda insan kendisine hakim olamaz ve her şeyi unutur.Olayların zahirine göre reaksiyonlar gösterir. (Kur'an Mucizesi)
- Senden istenen cebinde bir Mushaf'ın bulunması değil, ahlâkında bir âyetin okunmasıdır. Muhammed Şaravi (Aşere-i Mübeşşere)
- Ekonomik dürtüler, dünyada olup biten birçok meselede insan psikolojisini etkilemektedir. Yüce Allah sana: Şunu yap ya da şu şu muameleleri yapmayasın diye emrettiğinde aklına, ben bu işlerden para kazanıyorum, başka türlü geçimimi nasıl sağlarım gibi dürtüler gelir. İşte bu gibi durumlarda Yüce Allah şöyle buyuruyor: Ben sana rızık veririm, rızık vermek benim elimde olduğuna göre rızkını temin için başka bir yol gösteririm. Fakir düşerim diye korkma, senin rızkın mutlaka sana gelecektir, başkasının eline geçer diye endişelenme. (Kur'an Mucizesi)
- Şimdi müsteşriklerin dediklerine dönelim: Diyorlar ki: Kainattaki kanunlar, Kur'an-ı Kerim'le çelişmektedir. Bunlara kesin olarak diyoruz ki; Müsbet ilimler, Kur'anla çelişen tek bir kevnî hakikatin mevcut olmadığını isbatlamaktadır. Kur'an-ı Kerim, kainattaki kanunlarla yahut kainatın yaratılışıyla asla çelişmemektedir. Çelişme bulunduğu ileri sürülen hususlar bazen Kur'an âyetinin yanlış tefsir edilmesinden bazen de ilmî hakikat diye ileri sürülen ve Kur'an'a karşı kullanılan şeylerin, aslında gerçek hakikatler olmama- larından kaynaklanmaktadır. Daha önce belirttiğim gibi yine tekrar ediyorum ki: Kur'an'ı müsbet ilimle isbat peşinde değiliz. Bilakis müsbet ilimin vardığı sonuçlarin isbata ihtiyacı vardır. Kur'an'ın gerçekliğine müsbet ilimden delil istenmez ama müsbet ilmin kimi sonuçlarının isbatı için Kur'an-ı Kerim'den bir delile ihtiyaç vardır. Çünkü Kur'an, dünyadaki her ilimden daha gerçektir. Bu ilimleri keşfeden ve onları ortaya çıkaran, insandır. Kur an ise, her türlü eksiklikten münezzeh yüce Allah'ın sözüdür. Tekrar ediyorum: Kur'anın isbatı için yeryüzündeki ilimler peşinde değilim ve Kur'an'ın böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Ancak, Kur'an ile temel kevni gerçekler arasında çelişki bulunduğunu ileri sürenlere cevap ver- mek istiyorum. (Kur'an Mucizesi)
- Allah'a kulluk etmemiz, O'nun her işimizde bize yardımcı olmasını sağlar. Hangimiz, göklerin ve yerin yaratıcısının yardımcısı olmasını istemez ki. O halde kulluğu biz istiyoruz. Böylece Allah bize yardımcı olsun, bizimle beraber olsun. Oysa insana kulluk, daima bizden birşeyler alıp götürür; emeğimizi götürür, malımızı götürür , onurumuzu götürür. Yüce Allah mü'min kullarına mutlu bir hayat vadetmiştir. Bana: "Şunu yap" diye emrettiğinde benim dünya ve ahiret mutluluğumu istediği için o fiili yapmamı istemektedir. (Kur'an Mucizesi)
- Kur'an'ı Kerim'de Yüce Allah 'aydınlık' ve 'karanlık' sözcüklerini kullanırken, 'aydınlık' ve 'karanlıklar' sözcüklerini kullanıyor, 'aydınlıklar' demiyor. Ya aydınlık ve karanlık diyor, ya da aydınlık ve karanlıklar diyor. Ama çoğul şeklinde aydınlıklar kullanmıyor. O insanları 'karanlıklardan aydınlığa' çıkarıyor. Niçin "aydınlıklara çıkarıyor" demiyor? Oysa mantık bunu gerektirir. Bu iddiayı öne sürenlere diyoruz ki: Sen gerçeği tam olarak anlamıyorsun. Dünyada karanlıklar pek çoktur ama nurlar yoktur. Tek bir aydınlık vardır ve o da, Allah'ın aydınlığıdır. O'ndan başka aydınlık yoktur. Her nefsin bir hevası vardır ve heva da karanlıktır. Bu kişinin karanlığı, diğerinin karanlığından farklıdır. İnsanlar çoğu zaman hevalarının kölesidirler. Hevalar ise çeşit çeşittir. Bu nedenle dünyada çeşit çeşit kötülükler görürsün. Kimi başkasını öldürüyor, kimi hırsızlık yapıyor, kimi başkasının hakkına tecavüz ediyor vs. Bunların hepsi karanlıklardır... Lakin Yüce Allah gerçektir, aydınlığı ortaya koyan da sadece O'dur. Ta ki insan mutlu ve huzurlu bir hayat yaşasın. Bu aydınlık Yüce Allah'ın Kuran'ı Kerim'de insanlara gösterdiği hayat nizamıdır. Allah nizamından uzakta bocaladığımız her yol, karanlıklardır. Bu nedenledir ki Yüce Allah bizleri birçok karanlıklardan tek bir aydınlığa; kendi aydınlığına, kendi nizamına, tek gerçeğe çıkarmaktadır... (Kur'an Mucizesi)
- "Onun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" (Fussilet Sûresi/53) (Kur'an Mucizesi)