Ömer Nesefi kimdir? Ömer Nesefi kitapları ve sözleri

BİYOGRAFİ

Fıkıhçı, Kelamcı, Müfessir Ömer Nesefi hayatı araştırılıyor. Peki Ömer Nesefi kimdir? Ömer Nesefi aslen nerelidir? Ömer Nesefi ne zaman, nerede doğdu? Ömer Nesefi hayatta mı? İşte Ömer Nesefi hayatı...

Fıkıhçı, Kelamcı, Müfessir Ömer Nesefi edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Ömer Nesefi hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Ömer Nesefi hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Ömer Nesefi hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Tam / Gerçek Adı: Ebul-Berekât Abdullah İbn Ahmed en-Nesefi

Doğum Tarihi:

Doğum Yeri:

Ömer Nesefi kimdir?

Meşhur Hanefi fıkıh, kelam ve tefsir alimi.

Mâverâünnehir bölgesinin yetiştirdiği seçkin âlimlerden Hâfızuddîn Ebul-Berekât Abdullah İbn Ahmed en-Nesefi (öl. Ağustos 1310). Özbekistan'ın türkçe adıyla "Karşı" diye bilinen Nesef şehrinde dünyaya gelmiş ve orada yetişmiştir. Nesef şehrinin bulunduğu bölgeye "Soğd" adı verilmektedir. Nesefi'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Birçok eserinin İslâm âleminde meşhur ve yaygın olması, medreselerde asırlar boyu okutulmuş olması yanında hayatı, tahsili ve yetişmesi hakkında da yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ancak yazdığı eserlere bakarak onun, Fıkıh, Usûl-i fıkıh, Kelam (Usûlu'd-dîn), Hadis ve Tefsir'de çok iyi tahsil gördüğünü söylemek mümkündür.

Fıkıh'ta hocaları Bedruddîn Hâherzâde (öl. 651/1253) ve Hamîduddîn ed-Darîr Ali İbn Muhammed el-Buhârî (öl. 666/1267-1268)'dir. Ayrıca Şemsul-Eimme Muhammed İbn Abdüssettâr el-Kerderî'den de ders almıştır.

Tahsilini bitirdikten sonra muhtelif şehirlerdeki medreselerde, bu arada Kirman'daki el-Kutbiyye es-Sultâniyye medresesinde müderrislik yapmış ve bu derslerinde kendi eserlerini de okutmuştur. Talebelerinden Muzafferuddîn Ahmed İbn Ali es-Sââtî (öl. 694/ 1294) ve Hüsâmuddîn Hüseyin ibn Ali es-Siğnâkî (öl. 714/1314) özellikle fıkıh sahasında meşhurdurlar.

Nesefi gerek ilim tahsili için, gerekse yetiştikten sonra muhtelif seyahatler yapmışsa da sadece Bağdad'a yaptığı seyahat bilinmektedir. Bu seyahatinde Bağdad'da kaldığı sürede İmam Mergınânî (öl. 593/1196)'nin el-Hidâye adlı eserini şerhettiği kaynaklarda kaydedilmektedir (Lüknevî, el-Fevâidul-Behiyye fı Terâcimil-Hanefıyye, Mısır 1324, s.102). Vefatı da bu yolculuğundan dönüşte İzec şehrinde 710/ 1310 yılında olmuş ve oraya defnedilmiştir.

Ebul-Berekât daha ziyade bir Hanefi fakîhi ve usulcüsü olarak bilinir. Hattâ bazı kaynaklarda onun, mezhebde müctehidlerin sonuncusu olduğu kaydedilir (Lüknevî, el-Fevâidul-Behiyye, s. 102). Zaten en meşhur eserleri de füru' ve usûlü ile Fıkıh sahasındadır. Hemşehrisi Ebû Hafî Ömer en-Nesefi (ö. 537/1142) kadar olmasa bile Kelam sahasında da kıymetli eserler meydana getirmiştir.

Nesefi, itikadda o zamanda bölgede yaygın durumdaki Mâtürîdî mezhebine mensup olup yine o bölgelerde, müslümanların kafalarım karıştırmaya çalışan Kerramiyye ile, bundan daha önemli ve etkili olan Mu'tezile mezhebi ile mücadele etmiş ve bunlara karşı Ehl-i Sünnet'i müdafaa etmiştir.

Tesbit edilen yirmi bir eserinden önemli ve meşhur olanları şunlardır:

1. el-Vâfi. Hanefi fıkhı üzere fürûul-fıkha dair bir eseridir.

2. el-Kâf: el-Vâfi adlı kendi eserinin şerhidir ve 684/ 1285 yılında tamamlamıştır.

3. Kenzu'd-Dekâik: Hanefi fıkhında dört muteber eserden (el Mütûnul erbaa) biri olan bu eseri el-Vâtî adıyla yazdığı fürûu fıkha dair eserinin hülâsasıdır. Yaygın olarak meydana gelen hâdiselere verilen fetvaları içerir. Herhalde medreselerde okutulmak üzere ders kitabı olarak hazırlanmış ohnahdır. Zaten asırlar boyunca medreselerde okutulmuş, Hanefî fıkıh âlimlerince çok tutulmuş ve birçok şerhi yapılmıştır (Bu şerhler için bk. Bedreddin Çetiner, Ebul-Berekât Abdullah İbn Ahmed en-Nesefî ve Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vil Adlı Eseri, Basılmamış doktora tezi, Erzurum 1984, s. 30-33).

4. Menârul-Envâr: el-Menâr fil-Usûl adıyla da bilinir. Usûle dair kısa ama son derece meşhur bir eserdir. Bu eserin de birçok şerh ve hâşiyeleri vardır. İlk şerhi de yine müellif tarafından Keşfu'l-Esrâr adıyla yapılmış olup 1316'da iki cilt halinde neşredilmiştir. Şerh ve hâşiyelerinin sayısı 24'ü bulmaktadır.

5. Şerhul-Kasîdetü'l-Lâmiyye fi't-Tevhîd: Kelâm sahasında İmamul-Harameyn Muhammed İbn Osman el-Ûşî (öl. 569/1173)'nin Kasîdetul-Lâmiyye'sinin şerhidir.

6. Umdetul-Akâid: Kelama dairdir. İlk şerhi el-l'timâd adıyla yine kendisine aittir. Bunun dışında yedi şerhi daha vardır.

7. Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl: Nesefi Tefsiri olarak bilinen tefsiridir.

M.1220 yıllarında başlayan, başta Mâverâünnehir bölgesi olmak üzere hemen bütün İslâm ülkelerini tahrip eden, kütüphaneleri yok eden, ilim erbabını halktan ayırmadan katleden Moğol istilâsının hemen akabinde Mâverâünnehir'de yetişen âlimler arasında mümtaz bir mevkiye sahip olan Ebu't-Berekât en-Nesefi hemen bütün İslâmî ilimlerde zirveye tırmanabilen nâdir âlimlerdendir. Türk olmasına rağmen eserlerini zamanındaki teâmüle uyarak bütün müslümanların ortak dili olan Arapça ile yazmıştır.

Nesefî Tefsiri

Eser, bir dirayet tefsiridir. Kısa, özlü, kolay anlaşılır bir arapça ile kaleme alınmıştır. Ebul-Berekât, bu tefsirinin özelliklerini tefsirin çok kısa olan mukaddimesinde şöyle belirtir:

"İsteğine icabet etmem taayyün eden bir zât benden te'vîlâta dair orta hacimli bir eser yazmamı istedi. Bu kitab, i'râb (dilbilgisi tahlilleri) ve kırâât vecihlerini toplayacak, bedî ve işârât ilimlerini ihtiva edecek, Ehl-i sünnet vel-Cemâat'ın sözlerini içine alacak, bid'at ve dalâlet ehlinin bâtıl görüşlerinden uzak olacak, usandıracak kadar uzun, anlamı bozacak derecede kısa olmayacaktı. Hazer ve sakınma yolunu tutup buna beşerin gücünün yetmeyeceği düşüncesiyle adımımı bir ileri atıyor, bir geri alıyordum. Ama sonunda birçok engele rağmen Allah'ın izniyle bu esere başladım ve kısa bir sürede de tamamladım" (Medâriku't-Tenzîl, Mısır t.y., 1, 2).

Bazı kaynaklarda bu tefsirin Zemahşerî (öl. 538/1143)'nin el-Keşşâf adlı tefsirinden özetlenmiş olduğu iddia edilirse de belki ondan çokça istifade ettiği söylenebilir. Bir de Keşşâf'taki mu'tezile mezhebini teyid eden açıklamaları ve te'villeri ayıklamaya çalıştığı görülüyor.

Tefsir gramer ağırlıklıdır. Ayetlerin dil yönünden tahliline çokça yer verilir. Tefsirde Arap dil bilgisinin tefsirle birlikte verilmeye çalışıldığı açıkça sezilir. Eserde mütevatir kıraatlere (el-Kıraatul-Aşr) işaret edilir. Çoğu zaman da kıraat farklılıkları tefsirde malzeme olarak kullanılmaz. Şâz kıraatlara yer verilmez. Halbuki kendisinden özetlendiği iddia edilen el-Keşşâf tefsirinde şâz kırâatlere çokça yer verilir ve bu şâz kıraatlerden te'vilde yararlanılır.

Eserde çok hadis kullanılmakla birlikte (Kur'an'ın hadisle tefsiri), rivayet tefsirlerinde görülen metodla değil de sadece ayetlerin tefsiri ile ilgili kısımları alınmış, bazan da hadisler manâ olarak verilmiştir. Az olmakla birlikte hadislerin bulunduğu eserlere işaret edildiği de vakidir. Sûrelerin ve bazı ayetlerin faziletlerine dair verdiği hadislerin birçoğunun ihtiyatla karşılanması gerekir. Bu tefsirde uydurma hadis olmamakla birlikte zayıf hadislerin bulunduğu söylenebilir. Öte yandan az da olsa isrâiliyyâta rastlanır ama çoğunlukla bunların isrâiliyyâttan olduğuna işaret edilir.

Bu arada Nesefî, tefsirine birçok tarihî olay ve kıssayı da almış, çokça istifade ettiği Zemahşerî'nin el-Keşşsâfının aksine mutasavvıfların görüşlerine eserinde yer ermiş; zaman zaman tasavvuf kokan, tasavvuf neşvesi bulunan ahlâkî sözler ve açıklamalarla tefsirini süslemiştir. Onun, el-Hasenul-Basrî (öl. 110/728), Sâbit İbn Eslem el-Bunânî (öl. 127/744), Mâlik İbn Dînâr (öl.131/748), İbrahim Edhem (öl. 161/778), Cüneyd-i Bağdâdî (öl. 279/908); Zünnûn el-Mısrî (öl. 245/858), Sehl İbn Abdullah et-Tusterî (öl. 283/912) ve Huseyn İbn Mansûr el-Hallâc (öl. 309/922) gibi ilk devir sûfîlerinden eserinde nakillerde bulunduğunu görüyoruz. Bu, her ne kadar onun herhangi bir tarikata müntesib olduğunu göstermese de, sûfilere bir sevgi beslediği ve onların meşrebine meylettiğinin delilidir. En azından eserini özetlediği iddia edilen Zemahşerî gibi tasavvufa karşı değildir.

Zamanına kadar ki müfessirlerden ve bu arada Zemahşerî'nin el-Keşşâf'ı, Fahreddin er-Râzî (öl. 606/1210)'nin Tefsîr-iKebîr'i, İmam Mâtürîdî (öl. 333/944)'nin Te'vîlâtul-Kur'an'ı, Zeccâc (öl. 311/923) ve el-Ferrâ (öl. 207/823)'nın Maânil-Kur'ân'ları gibi belli başlı tefsirlerden ve gerek Sahabe, gerekse Tâbiûn devrinin meşhur müfessirlerinden nakillerde bulunmuş, onların tefsire dair görüşlerini kısaca vermiş; bir ayetin tefsirinde birden fazla açıklama varsa çoğunlukla bunlar arasında tercihte bulunmadan hepsini sıralamayı tercih etmiştir. Ancak onun, tefsirdeki zayıf görüşleri "kîle = denildi ki..." şeklinde verdiği gözden kaçmıyor. Garîbul-Kur'an'a dair açıklamalarını çoğunlukla sahabe devri müfessirlerinden İbn Abbâs'a dayandırır.

Nesefi bu eserinde nüzûl sebeplerini vermeye ayrı bir özen gösterir. Bazan birden fazla nüzûl sebebi zikrederse de bunların bir kısmı "o ayetin hükmü içine giren birtakım münferid olayları hikâye" kabilindendir.

Eserin müellifi Mâtürîdî, Hanefi mezhebine mensup olduğu için tefsirde bu mezheblerin görüşleri Kur'an'dan delillendirilmeye çalışılmış; diğer mezheblerin ve özellikle amelî konularda Şâfiî mezhebinin, itikâdî konularda Mu'tezile ile diğer Ehl-i sünnete muarız mezheblerin görüşleri tenkid, red ve çürütülmeye çalışılmıştır. Ancak Mu'tezile'nin fikirleri çürütülmeye çalışılırken yapılan te'villerde Mutezilenin (yani el-Keşşâf müellifinin) kullandığı ifadeler aynen alınmıştır ki bu da Mu'tezilî fikirlerin çürütülmesinde pek başarılı olamadığı neticesine götürür.

Nesetî, Kur'an-ı Kerim'de neshin varlığını kabul ettiğini bu tefsirinde gösteriyor. Ancak mensûh olduğu iddia edilen birçok ayetin aslında mensuh olmadıklarını, nâsihleri ile aralarının telifinin mümkün olduğunu söyler. Öte yandan hurûf-u mukattaa gibi bazı müteşabihlerin te'viline dair kendisinden önceki müfessirlerin söylediklerini yorumsuz olarak verir. Bu arada özellikle Allah Teâlâ'nın sıfatları ile ilgili müteşâbih ayetlerin teviline girişmez. Bunları te'vile yeltenen Mu'tezile, mücessime, müşebbihe gibi mezheblerin tevillerini şiddetle reddeder. Bu da Nesefinin Ehl-i sünnet akîdesine sıkı sıkıya bağlı olduğunun bir göstergesidir.

Medâriku't-Tenzîl ın muhtelif dünya kütüphanelerinde çok miktarda yazma nüshası olup Hindistan'da, Mısır'da ve Türkiye'de defalarca basılmıştır. En yaygın baskıları dört cilt halindeki Mısır ve altı cilt halindeki Mecmau't-Tefâsîr içindeki Türkiye baskılarıdır.

Hind âlimlerinden Muhammed Abdülhak el-Hindî bu esere el-İklîl adıyla bir hâşiye yapmış ve bu hâşiye 1336'da Hindistan'da dört cilt halinde basılmıştır.

Bu tefsir asırlar boyunca -özellikle kısa bir tefsir olduğu için- medreselerde okutulagelmiştir. Halen de bazı İslâm ülkelerindeki üniversitelerde (el-Ezher Üniversitesi gibi) ders kitabı olarak okutulmaktadır.

Bedreddin ÇETİNER

Ömer Nesefi Kitapları - Eserleri

  • İslam İnancının Temelleri
  • Ehli Sünnet Akaidi
  • İslam Akidesi
  • Menaru’l Envar
  • Ehl-i Sünnet Akaidi
  • Akaid
  • Nesefi Tefsiri 1. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 10. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 5. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 4. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 3. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 2. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 9. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 8. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 7. Cilt
  • Nesefi Tefsiri 6. Cilt
  • Metn-i Akaid-i Ömer'in-Nesefi
  • Medâriku't-Tenzîl / Hakâiku't-Te'vîl

Ömer Nesefi Alıntıları - Sözleri

  • Her fert için ihtiyari fiilerinin bir karşılığı vardır. (İslam İnancının Temelleri)
  • Sufiler; Nasların ruhunda bulunan ilham ve feyizle, gönül yoluyla Allah'ı (c.c) bilmeye çalışanlardır. Bu yolda, nakil ve akıl delil olmakta reddedilmedikleri halde, ne selefiler gibi nakle ne kelamcılar gibi akla dayanılmaz. Allah'ı (c.c) bilmeye, ona ulaşmaya ibadet, itaat ve zikir yoluyla kalbi tasfiye (boşaltma) ederek ulaşılmaya çalışılır. (Ehli Sünnet Akaidi)
  • "Ben ilmin şehriyim Ali'de kapısıdır." (Ehl-i Sünnet Akaidi)
  • <> (İslam İnancının Temelleri)
  • Kader, takdir; kaza da kesin olarak hükmetmek ve tahsil etmek anlamına gelir. Başka bir deyimle Kader, ölçmek için hazırlanan şey, kaza ise, fiilen ölçmekten ibarettir. (İslam İnancının Temelleri)
  • Ebu Amr eş-Şeybani der ki: "Abdullah b. Mes'ud (r.a), öyle sık sık Resulullah (s.a.v) buyurdu' demezdi hadis rivayet ederken "Peygamberimiz buyurdu" dedi mi onu bir titreme alırdı. Resulullah (s.a.v)'in lisanından yalan söylemektense kendi rey ve içtihadıyla fetva verip, hata etse bile bu hatanın mesuliyetini yüklenmeyi tercih ederdi. Bi benim re'yim (görüşüm)dür, doğru ise ALLAH'tan'dır, yanlış ise benden'dir."derdi." (Ehli Sünnet Akaidi)
  • ''Leyletü'l-kadr''in manası işlerin takdir ve kaza ediliş gecesi, demektir. Kadr, takdir manasınadur. Ya da diğer gecelere göre daha daha şerefli olduğu için bununla adlandırılmıştır. O da; Ramazan’ın yirmi yedinci gecesidir. Ebu Hanife (ra)’m. Asım’dan, O’nun da Zer’den yaptığı rivayete göre, Ubey b. Ka’b (rhm) kadir gecesinin Ramazanın yirmi yedinci gecesi olduğuna yemin ederdi. Cumhur da bu görüştedir. Onun gizlenme sebebi onu arayan kişinin onu bulmak için birçok geceyi ihya etmesine teşviktir. (Nesefi Tefsiri 10. Cilt)
  • "Her kim anne ile evladının arasını ayırırsa Allah Teala kıyamet gününde onunla dostlarının arasını ayırır." (Ehl-i Sünnet Akaidi)
  • Ashab-ı kiram bir taraftan Resulullah (s.a.v)'in söylemediği bir şeyi yalancılıkla söylemiş olma korkusundan çok hadis rivayet korkuyor, diğer yandan da Resulullah (s.a.v)'den menkul olmayan bir hususta re'y (kendi görüş ve içtihatları) ile hüküm vermekten çekiniyorlardı. Fakat hadiselerin hükmünü açıklamak için başka bir yol da yoktu. (Ehli Sünnet Akaidi)
  • Cenab-ı Hak, nasıl olacaksa öylece bilmiş, bildiği gibi hüküm ve takdir etmiştir. Hulâsa; Allahü Teâlâ insanların ne şekil hareket edeceğini bildiği ve takdir ettiği için insanlar hareket etmiş değillerdir. Ancak, Allah(C.C) insanları kendi iradeyi cüziyelerini nasıl kullanacaklarını ve dolayısıyla nasıl hareket edeceklerini tamamen bildiği için öylece takdir edip yaratmıştır. (İslam İnancının Temelleri)
  • "Hz Ömer'in Müslüman oluşu bir fetih, hicreti bir destan, halifeliği ise bir rahmet idi." (Ehl-i Sünnet Akaidi)
  • "Kulun, Rabb'ine en yakın olduğu hal, secdede bulunduğu haldir. Dolayısıyla siz (secdede) duayı çok edin." (Ehl-i Sünnet Akaidi)
  • Yolcu için öğle, ikindi ve yatsı namazlarının farzlarının iki rekattan sonraki kısmını kılmak nafiledir. [Menâr’daki bu ifade itiraza açık görülmüştür.] (Menaru’l Envar)
  • İnancımız; gözümüzle görmediğimiz gerçeklerin varlığını kabul temeline dayanmaktadır. (İslam İnancının Temelleri)
  • "ولا تقولن لشيء انى فاعل ذالك غدا الا ان يشاء الله... " "Hiçbir şey için ben bunu yarın yapacağım deme. Ancak" Allah dilerse" de... " (Ehl-i Sünnet Akaidi)
  • Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona (istediğini) veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım..." (Buhârî, Rikâk, 38) (İslam İnancının Temelleri)
  • <<İLİM MALUMA TABİDİR.>> Yani ilim(bilmek), malûma(bilinen şeylere , hadiselere) tabidir. İlmin hadiselere tesiri yoktur. Mesela; biz güneşin ne zaman nereden doğabileceğini bilebiliriz. Güneşin söylediğimiz zamanda doğması, bizim bilgimizden dolayı değildir. (İslam İnancının Temelleri)
  • Rasulüllah (s.a.v)'in vefat hastalığında, ashabına şöyle buyurduğu rivayet olunur: "Muhakkak ki ben Rabbime gidiyorum. Siz de Ona döndürüleceksiniz. Kevser havuzunun önünde benimle buluşmak isteyen, elini ve dilini kötülüklerden korusun." (Ehli Sünnet Akaidi)
  • Hz Ömer Aşere-i mübeşşereden ve vahiy katiplerindendi. Resul-i Ekrem bir çok meselede kendisiyle istişare etmiştir. Hicretin sekizinci yılında Tebük seferine çıkılmadan önce, ordunun teçhizi için malının yarısını vermiştir. (Ehl-i Sünnet Akaidi)
  • وما من دآبة فى الارض الا على الله رزقها "Yerde hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah üzerine olmasın." (Ehl-i Sünnet Akaidi)