Yusuf Akçura kimdir? Yusuf Akçura kitapları ve sözleri
Politikacı ve Yazar Yusuf Akçura hayatı araştırılıyor. Peki Yusuf Akçura kimdir? Yusuf Akçura aslen nerelidir? Yusuf Akçura ne zaman, nerede doğdu? Yusuf Akçura hayatta mı? İşte Yusuf Akçura hayatı... Yusuf Akçura yaşıyor mu? Yusuf Akçura ne zaman, nerede öldü?
Politikacı ve Yazar Yusuf Akçura edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Yusuf Akçura hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Yusuf Akçura hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Yusuf Akçura hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...Doğum Tarihi: 2 Aralık 1879
Doğum Yeri: Ulyanovsk, Rusya
Ölüm Tarihi: 11 Mart 1935
Ölüm Yeri: istanbul, Türkiye
Yusuf Akçura kimdir?
Yusuf Akçora, Kazanlı Yusuf Akçora (Tatarca: Yosıf Aqçura; d. 2 Aralık 1879[1] Ulyanovsk, Simbir - ö. 11 Mart 1935 İstanbul), Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden olan Tatar yazar ve siyaset adamı.
Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyelerindendir. TBMM'de 2, 3 ve 4. dönem İstanbul milletvekili, 5. dönemde 1935'te Kars milletvekili olarak mecliste yer almıştır. 1904 yılında yayımladığı Üç Tarzı Siyaset adlı makalesi Türkçülük akımının manifestosu kabul edilir.
Akçora’nın Türkçü düşünce tarihindeki yeri, çağdaşı olan Ziya Gökalp'in gölgesinde kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün çalışma arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuştur.
Yusuf Akçora'nın Türkçü fikirleri, Sovyetlerin çökmesi ve Orta Asya'daki Türk Devletleri'nin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla yeniden güncellik kazanmıştır.
Yusuf Akçura Kitapları - Eserleri
- Üç Tarzı Siyaset
- Türkçülüğün Tarihi
- Suriye ve Filistin Mektupları
- Osmanlı Devleti'nin Dağılma Devri
- Siyaset ve İktisat
- Muasır Avrupa'da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar
- Şark Meselesine Dair
- Türk Devriminin Programı
- Hatıralarım
- Cengiz Han
- Darülhilafet Mektupları
- Türk Yılı 1928
- Tarih-i Siyasi
- Damolla Âlimcan el-Barudî
- Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi
- Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi
- Aydınlara Düşen Vazife
- Birinci Dünya Savaşı Sonrası Rusya’da Esaret yılları
- Yeni Türk Devletlerinin Öncüleri
- Türk Cermen ve İslavların Münasebat-ı Tarihiyeleri
Yusuf Akçura Alıntıları - Sözleri
- XIX. asır iptidasından başlatmak doğru olur. Bu dağılmanın birçok amilleri vardır; bu amillerin bizce en mühimleri şunlardır: 1. - Garp müverrihlerinin Reformation ve Renaissance dedikleri fikri hareketin, XV. ve XVI. asırlarda, Garpta zuhur edip yayıldığı zaman, medeniyetçe Hıristiyan Garba mütefevvik bulunan İslam Şarkın ve onun aksamından bulunan Osmanlı müslüman camiasının başka dillerle konuşup başka mezheplere tabi bulunmasından dolayı, bu harekete iştirak etmemiş olması; 2. - Garp kavimlerinin geniş denizlere seferler tertip edip, müstemlekeler elde ederek servet ve marifetlerini arttırdıkları XVI. asırda, Osmanlıların bu Avrupa hareketine tamamen iştirak edememeleri; 3. - Rönesansın, Reformasiyonun, denizaşırı kıt'alara yayılmanın, elhasıl yeni kurunu orta kurundan ayıran bellibaşlı hareketlerin Avrupa hıristiyan halkında husule getirdiği fikri ve ilmi intibah ile servet artmasından neş'et eden maddi ve manevi tefevvuka umumiyetle İslam Şarkın, hususile Osmalı aleminin muvaffakıyetle karşı koyacak vasıtalardan mahrum kalması; 4. - Büyük devletlerin cümlesi gibi muhtelif dinlere, mezheplere inanan, muhtelif dillerle konuşan birçok kavim lere hakim Osmanlı İmparatorluğunun tebaasını, maddi, manevi tesirlerle uzlaştırarak birleştirmeğe muvaffak olamaması; 5. - İmparatorluğun çok geniş sahaya yayılmış bulunması, merkezi kuvvetin bütün memleketlere kat'i bir kontrol yapmasını, o zamanki muhabere ve muvasala vasıtalarına nazaran imkan haricine çıkardığından, iyi ve muntazam bir idarenin kabil olamaması; 6. - Türklerde tabii bir haslet olan istila ve tevessü arzusunu, ihtişam ve azamet emelini tatmin ve gittikçe genişliyen memleketin mu'dil idaresini temin için, o zamanki usullerle dahilden toplanan varidatın kifayet etmemesinden naşi, harp ve istilaların bir varidat membaı sayılarak. sonu gelmiyen harplere girişilmesi; 7. - Bu mütemadi harplerin devlet bünyesini zafa uğrattıktan başka, sulh devirlerinde idare ve intizamın bozulmasına bir sebep teşkil etmesi; 8. - XVII. asır ortalarından sonra, harplerin varidat membaı olmaktan ziyade büyük masrafları mucip olması; 9. - XVII. asır sonlarındaki Viyana ricatinden itibaren harp ve sulh inisiyativi artık Osmanlı Devletinin elinden çıkmış olduğundan komşu devletin ardı arası kesilmiyen taarruzlarına mukabele etmek için hazırlanmak zarureti hasıl olan orduların, edilmek lazımgelen harplerin hemen hiç bir varidat temin etmeksizin ancak devletin askeri ve iktısadi membalarını çok daraltmağa sebep olması; 10. - XVII. ve XVIII. asırların muvaffakıyetsiz harplerile, Devletin mühim varidat temin eden ve ahalisinin ekserisi hıristiyan olan eyaletlerinden bir kısmı elden çıkmakla beraber, devletin kudret, nüfuz, şeref ve sultasının da çok rahnedar olması; 11. -- Kanuni Süleyman zamanında temeli atılıp, Mahmut 1. devrinde vazih ve kat'i bir şekil alan Kapitülasyonlar, Osmanlı Devletinin harici ticaretinde Osmanlı tebaasının çok zarar görmelerini bais olduğu gibi, Şark sularında Fransız sancağına daha sonraları Felemenklilere, Venediklilere ve İngilizlere verilen imtiyazların da Osmanlı tüccar gemilerinin inkişafına engel teşkil etmesi; 12. - Kapitülasyonlarla gayri müslim Osmanlı tebaasının bir nevi himayesine hak kazandıklarını iddia eden ecnebi devletlerin tesirlerile, muhtelif mezheplere mensup hıristiyan tebaasının hükumet tarafından idaresinde birtakım müşkülatın yüz göstermesi; 15. - Osmanlı Devletinin zayıflamasından fırsat bulan ecnebi devletlerinin Kapitülasyonlarda münderiç bazı maddeleri fazla serbest tefsire başlıyarak, Osmanlı tebaası hıristiyanları himayeye kalkışıp onları metbu devletlerine karşı itaatsizliğe teşvik etmeleri; 14. - Fatih zamanında İstanbul Rum Patrikliğine bahş ve ihsan olunan imtiyazları, Rum Patrikhanesinin mütemadiyen tevsie çalışması ve hıristiyan tebaanın, herhangi cins ve mezhepten olursa olsun, cümlesi üzerine pek geniş olan sultası ile de iktifa etmiyerek, adli, idari ve hatta siyasi hususlarda daha geniş iddialara kalkışması; 15. - Rum Patrikhanesinin gölgesi altında üreyip artan Fenerli Rum Beylerinin, çok defa Osmanlı Devletinin harici siyasetinde ve mali işlerinde mühim mevkiler tutarak, bu kudret ve nüfuzlarını bazan Osmanlı menafiine münafi bir surette kullanmaları; 16. - Harplerin mağlubiyetle kapanmasından dolayı, iktısaden alettevali zararlara uğrıyan Osmanlı içtimai heyetinde husule gelen hoşnutsuzluk ve tezebzübün ve idarei hükumette iktısadi sıkıntılardan naşi, gittikçe artan suiistimallerin neticesi olarak, hükumetle ahali arasında imtizaç ve ahengin eksilmesi; alelhusus hıristiyan tebaanın gerek dahili sıkıntılar, gerekse harici propagandalar tesirile Osmanlı camiasından ayrılmak emel ve arzularının kuvvetlenmesi, nihayet bunların fili hareketlere bile kalkışmaları; 17. - Osmanlı devletinin siyasi, adli ve idari teşkilatının esaslarından biri olan İslam şeriatinin zaman ve mekana göre terakki ve tekamül ettirilememesinden naşi, devleti ve içinde bulunan kavimleri idareden aciz kalması; 18. - Gerek merkezde, gerekse vilayetlerde adaleti tevzi ve saltanatı temsil eden makamların şeriata ve kanuna muğayir keyfi hareketlerinin artması ve binnetice zulmün, irti kap ve irtişanın meydan alması; 19. - Şeriat esaslarına göre tanzim olunan mektep ve medreselerin, XVII. asırdan itibaren garpta inkişaf eden serbest ulumu benimsiyemediğinden dolayı, müslüman Osmanlıların medeni tekamüllerine kafi derecede hizmet edememesi, hatta bu mektep ve medreselerin XV. ve XVI. asırlarda bulunduğu seviyeden aşağı düşerek ilim ve marifetçe Osmanlıların garbe nazaran geri kalmalarına sebep olması; 20. - Garpte Rönesanstan sonra, üniversiteler, yani medreseler mütemadi terakki ve inkişaf ettikten ve dini alakalar dan yavaş yavaş sıyrılmağa yüz tuttuktan başka, ayrıca ihtisas mektepleri, mesela barbin usul ve kaidelerini, gemilerin inşasını, top ve tüfek imal ve istimalini, istihkam hafir ve tanzimini öğreten mektepler açılmış iken Osmanlı memleketlerinde ve umumiyetle şarkta, XVIII. asır sonlarına kadar böyle teşebbüslerin hemen hiç vaki olmaması; 21. - Harplerde muvaffakıyetsizliklerin, idarede tezebzüplerin, maliyede sıkıntıların, adliyede adaletsizliklerin, hükümdarlarda zaf ve aczin, ulum ve maarifte inhitatın tabii bir neticesi olmak üzere cehil ve taassubun hakim mevkie geçmesi ve her nevi teceddüt ve terakkiye mümanaat edebilecek bir kuvvete malik olması; 22. - XVIII. asırda buhar kuvvetinin ve buharlı makineler, imalinin garpte keşfolunarak XIX. asır başlarından itibaren Oarpte servetin tezayüt ve temerküze başlaması ve bu suretle Garbin Şarka karşı korkunç bir iktısadi tefevvuk kazanması; nihayet garpte büyük sanayi sermayesinin ve buharlı büyük sanayiin mütemadiyen inkişafı esnasında, şarkın küçük sermaye ve sanayi seviyesinden yükselemiyerek, sermaye ve sanayi sahasında, yani siyasi ve içtimai hayatın ruhu demek olan bir sahada, şarkın garpten çok geriye kalması. (Osmanlı Devleti'nin Dağılma Devri)
- Emperyalistlerin “ Doğu meselesi” adını verdikleri mesele , O’na ( Yusuf Akçura’ya) göre, Mazlumlar Dünyasından bakıldığı zaman “ Batı Meselesi” idi. (Türk Devriminin Programı)
- Cengiz, Türklerin en güzîde bir sıfatı olan tab’-ı selîme [doğru/sağlam karaktere], kavrayışlı nazara kemâlen mâliktir. (Cengiz Han)
- Kadîm ve köhne bir medeniyet sâhibi olan İranîler gürültülü cenkten çekilip fikrî uğraşılarla ve malî ve ticarî işlerle meşgul oluyorlar, Sâmî asıllı Araplar ise akıllara hayret veren ilk genişlemeleri ile kazandıkları servet ve refahtan zevkyâb olmayı harb ve darb ile iştigale tercih ediyorlardı. Sanatı askerlik olan Türk’e gelince, o, kavgadan hiç bıkmıyordu. (Şark Meselesine Dair)
- Arap genci ile benim İslâm’ı algılamamız arasında çok büyük bir fark vardır. O, İslam’ı, Yahudilik gibi milli bir din olarak düşünmekte, bense umumi, cihanşümul (beşerî) bir din olarak anlıyorum. Arap da İslâm’ın tüm insanlığa yayılmasını çok istiyor; ancak, aynı zamanda “ Araplık da Yayılsın!...” diyor; “ Müslüman olan herkes Arap olsun, bütün İslâm dünyası bir Arap imparatorluğuna bağlansın “ diyor. (Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi)
- ‘’Hanımlar, Efendiler! İçinde yaşadığımız büyük tarihi devreyi kişiliğinde cisimleştiren Büyük Adam’ın emir ve kumandası altında birleşen harp erleri, Türk milletinin hayatını muhafaza içgüdüsünü dahiyane idare ederek, şahidi olduğumuz askeri zaferleri temin ettiler. O Büyük adamın etrafına toplanan tam şuurlu, açık kanaatli aydınlar da, yine milletin hayatını muhafaza içgüdüsüne dayanarak çağdaş Türk devletini kurabilirler. Türk aydınlarının bugünkü vazifesi, işte bu muazzam işe el birliğiyle, dağılmaksızın sarılmak ve yan çizmelere kapılmaksızın birlik halinde çalışmaktır.’’ (Aydınlara Düşen Vazife)
- Driyo diyor ki: "16. asır Türklerin büyük asrıdır. Adriyatik Denizi'nden Ganj'a, Bengale Körfezi'ne, cenubi Rusya isteplerinden, Türkistan'dan Arabistan ve Sahra kumluklarına kadar muhtelif Türk kabileleri kendilerine Garp İmparatorluğu'ndan da, Makedonya İmparatorluğu'ndan da vasi bir İmparatorluk kurdular." (Şark Meselesine Dair)
- Önceden beri Suriye halkının ahlâkının kötü olduğunu işitiyordum. Bunlara aldatıcı, dolandırıcı, hilleci diyorlar. Seyahate gidenlere, insanı suya batırmayan, ateşte yakmayan dualıklar kadar gerekli bir kitap, “seyahat rehberi”nde bu konuda şöyle yazıyor: Kalabalık yerlerde cüzdanınıza sahip olunuz, bir şey satın alırken pazarlık yapın, geri verilen paranın doğru olduğuna, sahte olmadığına dikkat edin... Ve başka şeyler yazmakta. (Suriye ve Filistin Mektupları)
- Türklerin büyük çoğunluğu geçmişlerini unutmuşlardır. Bu nedenledir ki, her şeyden önce bir ulusal bilinç uyandırmak ve yaratmak gerekecektir. (Üç Tarzı Siyaset)
- Bugün de olduğu üzere, küçük çocukları evlerinden büyükçe bir kişi refakatinde mektebe götürüp getirmek, medresede aynı yaştaki çocukların istirahat ve oyunlarına, birbirlerine olan davranışlarına dikkat ve nezaret etmek, nihayet ders sonunda evlerine iletip teslim etmek gibi nizamlar tabii o zamanlar hiç yoktu. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
- İnsan, gerçek kitap olan tabiat ve eşyayı okuyup ondan ilmi keşfedebilmeli; yazıya, söze bağlanıp esir kalmamalı, kısaca her kişinin ideali bizzat kaşif olmak, insaniyete faydalı bir fikir veya şey icat etmek olmalıdır. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
- hayat zaten zindan değil mi!.. (Hatıralarım)
- "Muharebelerde taraflar birbirine hiç acımaz; muharebeye aşure dağıtmak için gidilmez." (Cengiz Han)
- Seccadeyle alnım arası yazılan tüm dilekçeler cevapsız kaldı. (Hatıralarım)
- Karadeniz ve Kafkas dağlarının şimalinde, ya doğrudan doğruya saltanat merkezinden idare olunan yahut Osmanlı sultanlığına tâbi Kırım Hanlığı ülkesinden sayılan kıt'alar, XVIII. asrın sonlarına değin vaziyetlerini muhafaza ettiler. (Osmanlı Devleti'nin Dağılma Devri)
- Her hayat,ancak diğer hayatları bitirmekle ancak devam edebilir.İşte bu "tenazû-ı bekâ","cidal-i hayat" gibi muhtelif suretlerle lisanımıza geçen "Struggle for life" kanun-ı azîm-i tabi'yyesidir. (Şark Meselesine Dair)
- İnsan zaten neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
- İnsan zaten neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
- "Birtakım kûteh nazarların(kısa görüşlerin) işbu beyânâtıma bir nazar-ı hayretle bakacaklarını iyi biliyorum;fakat zaman bu sözleri şerh ve tefsîr edince,erbâb-ı zekâ (zeka sahipleri), şu sözlerin ne kadar doğru olduğunu elbette tasdîk edecektir." (Türkçülüğün Tarihi)
- Darbe-i devlet, bir devlette mevcut kuvvetlerden birisinin, meselâ: hükümdârın, ya da millet meclisinin (yâhut ordunun ve sâir) yasanın kendisine verdiği hukukun dışına çıkıp, bir harekette bulunmasına denir. (Darülhilafet Mektupları)