Ev sahibi direnir, hırsız kaçar: Siyonistler bir kez daha maskeyi düşürdü
İran İslam Cumhuriyeti'nin işgal altındaki topraklara yönelik füze ve SİHA saldırıları, siyonist yerleşimcilerin psikolojisinde ciddi bir çöküşe yol açtı. Sözde "vatan" dedikleri coğrafyada kök salamamış, aidiyet ve dirençten yoksun işgalciler, birkaç patlamayla valizlerini toplayarak kaçma yarışına girdi.
İran saldırıları sonrası işgal altındaki topraklardan çıkmak isteyen siyonistler, hava sahasının kapalı olması nedeniyle karayoluyla Sina üzerinden Mısır'ın Taba Sınır Kapısına yönelmiş durumda. Aynı şekilde, deniz yoluyla Güney Kıbrıs'a geçmeye çalışanların sayısı da artıyor. Kalabalıklar halinde otobüslere doluşan, valizleriyle sınır kuyruklarında bekleyen bu gruplar, siyonist rejimin propagandayla ördüğü "güvenli devlet" imajını yerle bir ediyor.
Bu kaçış, sıradan bir tahliye ya da tedbir değil; doğrudan doğruya bir çöküş psikolojisi ve tarihsel suçluluk duygusunun açığa çıkışıdır.
Ev sahibi kaçar mı?
Siyonistlerin bu paniği, bir kez daha onların bu toprakların gerçek sahibi olmadığını, sadece askeri güç ve dış destekle orada tutunduğunu ortaya koydu.
Bir ev sahibi, evi saldırıya uğradığında onu korumak için savaşır. Ancak hırsız, tehlikeyi gördüğü an çaldığı malı da geride bırakarak kaçar. Bugün yaşanan tam olarak budur: İşgalciler kaçıyor çünkü orası onların evi değil çünkü orada kökleri yok, çünkü orada yaşarken bile sürekli korku içindeler.
Topyekûn dağılışın habercisi
Bu tablo, siyonist varlığın sadece askeri değil, psikolojik ve toplumsal olarak da çözülmekte olduğunu gösteriyor.
İran'ın saldırılarının etkisi sadece fiziksel değil; çok daha derin bir anlam taşıyor. Halk desteği zayıf, inancı yok edilmiş bir işgal toplumu, gerçek bir tehdit karşısında dağılıyor. Üstelik kaçanlar sadece sivil yerleşimciler değil; birçok medya görüntüsünde, askeri üniformalı kişilerin de sınır kapılarında panik içinde görüntülenmesi dikkat çekiyor.
Propaganda balonunun patladığı an
Siyonist rejim yıllarca dünyaya "bölgedeki tek demokrasi", "Ortadoğu'daki en güvenli yer" algısını empoze etmeye çalıştı. Ancak bugün ne Batı Kudüs'te ne Tel Aviv'de ne de işgal altındaki Necef çölündeki yerleşimlerde gerçek bir güvenlikten söz edilebiliyor.
Asıl gerçek şu: Bir devlet sadece silahla değil, halkının inancıyla ayakta durur. Silah var ama halkın inancı, aidiyeti, adanmışlığı yok. Bu da rejimin çöküş sürecinin sadece bir zaman meselesi olduğunu gösteriyor.
İran füzelerinin işgalcilere hatırlattığı gerçek; orada bulunmalarının ne meşru ne de kalıcı olduğudur.
Gazze'de, Batı Şeria'da, Lübnan sınırında baskıyla tutundukları her toprak parçası, işgalin değil, kısa ömürlü bir gaspın sonucudur.
Ve bugün yaşanan kaçışlar, bir gün toplu dönüşün ve direnişin zaferinin habercisidir. Çünkü işgalci kaçar ama ev sahibi döner.