27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri - Ali Fuad Başgil Kitap özeti, konusu ve incelemesi
27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri kimin eseri? 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri kitabının yazarı kimdir? 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri konusu ve anafikri nedir? 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri kitabı ne anlatıyor? 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri PDF indirme linki var mı? 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri kitabının yazarı Ali Fuad Başgil kimdir? İşte 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ali Fuad Başgil
Yayın Evi: Kubbealtı Neşriyat
İSBN: 9789756444337
Sayfa Sayısı: 199
27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Türkiye'de Cumhuriyet'in Kurulmasından Sonra Siyasi Partilerin Teşkili
Demokratlar İktidarda
Demokrat Parti İktidarı'nın Müsbet İcraatı
D.P. Hükümeti'nin Karşılaştığı Güçlükler ve Hataları
Demokrat İktidarın Zayıflaması
Subaylar Arasındaki Memnuniyetsizliğin Sebepleri
27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri Alıntıları - Sözleri
- Hatta bir defâsında, Meclisi o kadar şiddetli sallayan bu münâkaşalar esnâsında, C.H.P. lideri İsmet İnönü kürsüden D.P. mebuslarına ve hükûmet üyelerine şu çılgın, fakat târihî sözlerle hitap etti: "Sizi o kadar fecî bir âkıbet beklemektedir ki, ondan sizleri ben bile kurtaramıyacağım." Birdenbire bu sözlerin mânâsı pek kavranamadı, bu sözlerin mânâsı 27 Mayıs sabahı anlaşılacaktı.
- "Benim ne Mussollini gibi “kara gömlekliler"im ne de Hitler gibi "SS"lerim var, fakat bütün bir millet arkamdadır." Zavallı Menderes ne saf kalplilik! Halka güvenmek karınca yuvasına sığınmaktır.
- eskiden, yüksek kademelerdeki memurlar imtiyazları üzerine öyle azamet ve kötü niyetle kurulup caka satıyorlardı ki, oturdukları koltuktan halkı âdeta ayakları altında ezilecek karıncalar gibi görüyorlardı. Zavallı halk, bu hâli göre göre artık devlet kapısına her türlü müracaattan çekiniyordu. O devrin hükûmet üyelerinin içinde bulundukları ruh hâlini görmek mi istiyorsunuz? Buyurun, işte size tipik bir hâdise: Bu beyler, Anadolu köylüsünün, merkebi ve iki öküzünün mütevekkilâne çektiği Ortaçağ'dan kalma iki tekerlekli kağnı arabasıyla Ankara sokaklarında dolaşmasını yasak etmişlerdi. Bu, halkın sefâletini yabancılarin gözünden saklamak için alınmış gülünç bir tedbirdi.
- Şehirlerde olduğu gibi köylerde de fotoğraf çekmek yasaktı. İstanbul ile Ankara arasında fotoğraf makinesi taşımak yasak edilmişti.
- 1945 yılı Nisan ayı sonlarına doğru verilen bu akşam yemeğinde birçok sivil ve askeri erkân hazır bulunuyordu. Yemekten sonra, İnönü iki saatten fazla süren bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında, Inönü, o zamanki Türkiye'nin iç ve dış durumunu anlatıyordu. Memleketin dâhili vaziyetinden bahsederken şöyle dedi: Bir müddettenberi basında bize karşı sert tenkitler ve şiddetli hücumlar yapılmaktadır. Bu beylere, raktiyle Şeyh Said isyânı sırasında tenkitte bulunanları, âsileri ayaklanmaya teşvik ettikleri için, elleri bağlı olarak İstiklâl Mahkemelerine sevkettiğimizi hatırlatmak isterim.
- Muhtemelen, bir aşağılık duygusunu yenmek için olsa gerek, İnönü, Atatürk'ün muvaffak olamadığı bir konuda başarı göstereceğini ispat etmeyi ümit ederek dil meselesini yeniden ele aldı. Bu inatçılığın âkıbeti pek acıklı olmuştur. Türkçe kendi hesâbına, güzelliğinin esâsını kaybediyor ve müthiş bir şekilde fakirleşiyordu. Nihâyet, dinî meselelere de el attığından, dinsizliği îlân etmek ve her türlü mânevî değerlere karşı düşmanlık göstermek gençler arasında moda hâlini almıştı. Böylece, yalnız maddî menfaatlerine bağlı, mânevî disiplin ve terbiyeden tamâmen mahrum bir nesil türemiş oldu.
- Kısacası, İnönü devrindeki devletçilik iki yönüyle de, bir tür kılık değiştirmiş komünist sistem, bir demir perde rejimi havasına bürünmüştü. Halkın bütün sınıfları ister istemez devletin baskısına maruz kalıyordu. Yine de hiçbir şey kamuoyunu, İnönü'nün siyasetinden ve mutlak otorite sahibi partisinden laiklik anlayışı ve uygulamasından daha fazla nefret ettirip uzaklaştırmamıştır. Laiklik, en azından Batı ülkelerinde, devlet ile din işlerinin birbirinden ayrılışını belirtir. Biri dünya meselelerine hükmederken, diğeri manevi alanın düzenleyicisi olarak kalır. İnönü'nün anladığı laiklik bu manada bir laiklik değildir. Kendisi tıpkı komünistler gibi, laiklikte sadece dine karşı çıkan ve insanın kalbinden din duygusunu ve Allah sevgisini söküp atmak için dine savaş açan bir maddecilik şekli görür. Dolayısıyla da gaye bellidir: En azından yarısı henüz eğitimsiz olan bir halkı, kendi zaafları ve ihtirasları karşısında donanımsız bırakmak tehlikesine rağmen, din kurumunu yıkıp ortadan kaldırmak İnönü tarafından dine ve her türlü dindarlık şekline karşı başlatılan bu kampanyada, en önemli rol her derecedeki devlet okulları ile bir çeşit siyasi propaganda merkezleri olan Halkevlerine düştü, İnsanın içini sızlatan bu hile ve dolaplarla, din adamları ile dinini yaşayan insanlara, radyoda olsun, gazetelerde olsun, her yandan en ağır hakaretler yağdırılıyordu. Bu söylenen ve yazılanlara bakılırsa, dine yönelik bir eğilim, dine karşı basit bir saygı bile ilkel ve gerici bir zihniyetin belirtisi idi. Kendilerinin de böyle düşündüklerini söyleyenler ise, ilerici ve aydın kimseler olarak gözüküyorlardı. Durum o hale gelmişti ki, dindarlar camiye namaz kılmaya gitmeden önce, kendilerini gericiler listesine yazmak için hazır bekleyen bir polisin pusuya yatıp yatmadığını görmek için, etrafı kolaçan etmek zorundaydılar. Dinine bağlı ihtiyarlar, ezanı Arapça okudular diye tutuklanıyor ve orta Anadolu'ya sürgün ediliyorlardı.
- Savaş sonrası Avrupa'sının demokratik ülkelerinde her kanun, devlet ve toplum hayatının ihtiyaçlarından doğar, dolayısıyla varlık sebebi de uygulaması da bu ihtiyaçlara bağlı olur. Türkiye'de ise kural bambaşkadır. Genellikle kanunlar Türkiye'de sadece büroları ve kitaplıkları süslemeye yarar. Uygulamaları, sadece iktidarı elinde bulunduran ve keyifleri kriter yerine geçen kimselerin menfaatlerine cevap verip veremediklerine bağlıdır.
27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ali Fuat Başgil hocanın hukukçu ve aydın kimliği ile 27 Mayıs ihtilalini çok yönlü şekilde değerlendirdiği eseridir. Eserde Demokrat Partinin yaptığı hatalar, CHP'nin aşırı tutumu, üniversite hocaların siyasi tercihleri uğruna Ankara ve İstanbul'da öğrencileri kışkırtmaları, yine Subayların askeri okuldaki öğrencileri doldurması, medyanın tavrı gibi birçok açıdan değerlendiriyor. Her insan muhakkak bir tarafa meyillidir, Ali Fuad hoca da Demokrat partiye meyilli bir insan eserde bunu hissediyorsunuz az çok. Bunu hem İsmet İnönü'nün kendini kanıtlama çabası neticesinde oluşan zorba tutumuna bağlayabiliriz. Hem de Adnan Menderes'in talihsiz şekilde katliamıyla oluşmuş olabilir. Ayrıca Ali Fuad beyin siyasi olarak yakınlık hissetmesi de katılabilir. Ama bunlar yazarın duygularının önüne geçmiş objektif bir eser ortaya koymuş. Çok fazla derine inilmemiş. Yani daha doğrusu bir hukukçu, hukuk sınırları içinde kalmış diyelim. Eseri objektif yapan da sanırım bu. Kitapta politikacılara verdiği bazı fikirleri ve tavsiyeleri ve Ali Fuad beyin ileri görüşlülüğü de insanı kendine hayran bırakıyor. Şunu da eklemek gerekir kitap Fransa'da yazılmış. Yani Türkiye'de ki darbenin Avrupa'da oluşturduğu merak ve bilgi ihtiyacı neticesinde Fransız'ca yazılmış. Sonra Türkçe'ye tercüme edilmiş. Bu kitabın yazıldığı zaman CHP grubu ve İsmet İnönü rahatsız olmuş. Engellemeye çalışmışlar fakat eser bugüne ulaşmış. Dönem hakkında bilgi edinmek isteyenler için ideal bir kitap. (Oldi)
27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri PDF indirme linki var mı?
Ali Fuad Başgil - 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ali Fuad Başgil Kimdir?
Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, (d. 1899 Çarşamba, Samsun - ö. 17 Nisan 1967 İstanbul), Türk Hukukçu ve siyaset adamı. Babası Halis Şükrü Efendi, annesi Makbule Hanımdır. Dedesi Sölükbaşoğullargilden Hafız İbrahim Efendidir. İlkokulu Çarşamba'da okudu. Lise öğrenimine İstanbul'da başladı ve Paris'te tamamladı. İstanbul'da okurken I. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla beraber eğitimini yarıda kesip 4 yıldan fazla süre Kafkas Cephesinde subay olarak görev yaptı. İstanbul'a döndükten sonra bir müddet ticaret ile uğraşdıktan sonra eğitimini tamamlamak için Paris'e gitti. Paris'te önce Saint-Barbe Lisesi sonra Buffon Lisesinde gitti ve burada lise eğitimini tamamladı. Grenoble Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. Daha sonra Paris Edebiyat Fakültesi felsefe bölümü ile Paris Siyasi İlimler Merkezi'ni de bitirdi. Başgil ayrıca Lahey Devletler Hukuku Akademisi'nin derslerine devam edip, buradan da mezun oldu. Yani 36 yaşında yurda üç fakülte ve bir yüksek okul diplomalı hukukçu olarak döndü. Hatay'ın bağımsızlığa kavuşmasından sonra 1937'de Hatay Cumhuriyeti'nin anayasasını hazırladı.
Türkiye'de İstanbul Üniversitesinde uzun yıllar Teşkilat-ı Esasiye Hukuku (Anayasa) dersleri verdi. 1939 yılında ordinaryüs profesör unvanını aldı. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi tarafından çeşitli üniversitelerden demokrasiye inandıkları için uzaklaştırılan 147'ler listesinde yer aldı. Bir yıl sonra (1961) MBK'nın, 147'lerin tekrar üniversiteye belki dönebileceklerine dair özel kanun çıkarmasına rağmen bunu kabul etmedi ve Adalet Partisi hareketi içerisinde siyasete atıldı.
15 Ekim 1961 seçimlerinde AP listesinden bağımsız Samsun Senatörü seçildi. Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koyması, Em. Org. Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanlığında ısrar eden askeri kesimden gelen yoğun tepkilerle karşılaştı. 24 Ekim 1961 gecesi Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay tarafından götürüldüğü Başbakanlık'a bazı Milli Birlik Komitesi üyesi subaylarınca "hayatınızı garanti edemeyiz" denilerek tehdit edildikten sonra Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildi ve Cumhuriyet Senatosu üyeliğinden de istifa ederek yurt dışına çıktı. [1] Bunu izleyen yıllarda Cenevre Üniversitesi'nde ders verdi, aynı üniversitede Türk Dili ve Türk Tarihi Kürsüleri'ne başkanlık yaptı. Adalet Partisi'nin %52 oy oranıyla tek başına kazandığı 1965 seçimlerinden sonra Türkiye'ye dönen Prof. Ali Fuat Başgil, 17 Nisan 1967 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Karacaahmet Mezarlığı'ndadır...
Ali Fuad Başgil Kitapları - Eserleri
- Gençlerle Başbaşa
- Din ve Laiklik
- Türkçe Meselesi
- 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri
- Hâtıralar
- İlmin Işığında Günün Meseleleri
- Demokrasi Yolunda
- Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları
- Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil'den Mektuplar
- Ali Fuat Başgil'in Hatıraları
- Konferanslar
- Together with young
- 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri
Ali Fuad Başgil Alıntıları - Sözleri
- Şehirlerde olduğu gibi köylerde de fotoğraf çekmek yasaktı. İstanbul ile Ankara arasında fotoğraf makinesi taşımak yasak edilmişti. (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri)
- "Tarih, yalnız dekoru ve aktörleri değişen ebedi bir dramdır!" (Demokrasi Yolunda)
- Varlığımız, alnımızın kristalleşmiş teri ve emeğimizin helal meyvesidir. Helâl kazançlara göz diken komünist ruhlu insanlardan hiç değiliz. Çünkü, hamdolsun, "İnsan için hak ve meşru olan, yalnız emeğinin mahsulüdür diyen bir yüksek dinin mensuplarıyız. (İlmin Işığında Günün Meseleleri)
- Kadınlara hürmet et. Düşün ki kadınlık insanlığın anasıdır. (Gençlerle Başbaşa)
- "Millet hayatında ilerilik, inanç ve idealleri inkar edip madde mabuduna tapmakta değildir; bilakis inanç ve ideal yaratmakta ve bu manevi kuvvetleri korumaktadır." (İlmin Işığında Günün Meseleleri)
- “ Ademoğulları ayni vücudun azalarıdır, çünkü hepsi aynı cevherden yaratılmıştır. Eğer bunlardan biri acı duyarsa bütün diğerleri de bu acıyı duymalıdırlar”. (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri)
- Bir su değirmeni, bir kağnı arabası... Bunları önceden hesaplayarak, bir plâna göre yapıp meydana getiren bir ustanın varlığına delildir. Bu hakikati görüp dururken, en yüksek zekâ ve en ince bir sanat eseri olan hayat ve kâinatın maddeden istihale edip, kendiliğinden var olduğuna inanmak için, insanın sırf münkirlik inadına kapılmış olması lâzımdır. (Din ve Laiklik)
- Biz Türkler hayvani cesaret ve reaksiyon kabiliyetimiz çok yüksek, fakat medeni cesaret ve insani reaksiyonumuz sıfır insanlarız. Ammeye ait bir kötülüğe karşı harekete geçmek ve reaksiyon göstermek medeni cesarettir. İşte bu, bizde olmayan bir meziyettir. Fakat bir milleti millet yapan ve yaşatan da bu meziyettir. (Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları)
- "Vicdan hürriyeti, ferdin dilediği ve beğendiği herhangi bir dinî, felsefî, ahlâkî, iktisadî kanaati taşıması serbestliğidir." (İlmin Işığında Günün Meseleleri)
- İnönü iktidâra gelince, o da Atatürkvâri işler yapmak istedi. Fakat yapılacak işler yapılmıştı. Bir nevî aşağılık duygusuyla, büyük iş başarmak sevdâsına kapılan İnönü dil meselesine sarıldı ve bu meseleyi yeniden ele aldı. Atatürk'ün bu işi başaramamış olduğunu sanarak, atalar mîrası dilimizi harap ve perişan bir hâle koydu. Dilde yok yere ihdas edilen bugünkü anarşi, en az yüz sene sürer, sanırım. Yâni Türk tefekkür hayatı yüz seneden evvel yoluna girmez. İnönü'nün bu tahrip yolundaki maşası maâlesef Hasan Âli Yücel oldu. (Türkçe Meselesi)
- Bilindiği gibi Fransızca; Latince, Grekçe kelimelerle eski Frank kelime elemanlarından mürekkep bir lisandır. Fakat, hiçbir Fransızın, yabancıdır diye, bu kelimeleri atmak ve yerlerine kelime uydurmak, hayalinden bile geçmez. Ya şu muazzam Anglo-Amerikan dünyasına ne dersiniz? İngilizce; bir yarısı Fransız, öbür yarısı Alman kelimelerinden teşekkül etmiştir. Fakat, Anglo-Amerikan milleti içinden hiç kimsenin ve hiçbir zümrenin çıkıp da, bunlar yabancıdır diye Fransız ve Alman kelime elemanlarını dillerinden atmak, aklından geçmiyor. Çünkü, bu milletler, biliyorlar ki, bütün lisanlar, tarihen mürekkep elemanlı olarak teşekkül etmiştir. Ve bugün, İngilizce, Fransızca gibi dünyanın en zengin dilleri, muhtelif elemanlı mürekkep dillerdir. Bize gelince; senelerden beri, ardı arkası gelmeyen diktoriyal idareler, tutturdular: Hayır sen, en az bin senelik bir tarih içinde, aheste beste teşekkül etmiş, her devirde biraz daha teşekkül ederek bugünkü güzelliğini, ahengini ve emsalsiz zevkini bulmuş olan milli dilini bırakacak ve benim beğendiğim dil ile konuşacak ve yazacaksın, dediler. Niçin? Çünkü, senin bin senelik dediğin dil, saltanat devrinin dilidir. Tarihe karışan saltanatla beraber dilinin de tarih olması, Arapça, Farsça kelime elamanlarının geldikleri yerlere gitmesi lâzımdır... Fakat, saltanat, sırf siyasi bir kadrodur, dil ise içtimai ve milli bir müessesedir. Saltanat yıkılır, yerine Cumhuriyet gelir, bununla milli bünye değişmediği gibi, milli dilin de değişmemesi lâzım gelmez mi? Birbirinden ayrı olan bu iki şeyi, hangi mantıkla biribirine bağlıyorsunuz? Netice ne oldu? Evvela, yıkılan dil ile birlikte ilim ve fikir hayatı da yıkıldı. En az yüz seheden önce, bu memlekette ilmin ve ilmi tefekkürün dirilmesine imkân yoktur. Çünkü, ilmin yarısı fikir, yarısı da lisandır. Fransızların dediği gibi, “Mükemmel bir ilim, mükemmel bir lisandır.” Netice, bundan ibaret de değildir: Bugün Türkiye halkı ikiye bölünmüş durumdadır. Bir tarafta milli dilciler, öbür tarafta uydurmacılar. Birbirini anlamayan, hatta biribirine düşman gibi bakan iki zümre. Gençler, Üniversitede hocalarının, hocalar gençlerin, evde ana babaları çocuklarının dilini anlamaz oldular. Bu keşmekeş içinde, bu memlekette ilim adamı yetişmemesine değil, yetişmesine hayret edilir. İlmin ifade vasıtası, lisandır. Türkiye'de, bugün kararını bulmuş bir lisan var mıdır ki, ilim olsun? Ruhun şad olsun Şinasi: “Bed-baht ana derler kim elinde cühelanın, Kahrolmak için kesbi kemal'ü hüner eyler.” (Türkçe Meselesi)
- Gençlik ümit ve arzularıyla, ihtiyarlık hatıralarıyla yaşar. (Hâtıralar)
- Fakat hükümetler politika keşmekeşinden sıyrılıp ihtiyacı karşılayacak tedb ir almakta geç kalmıştır. Bu se bep le mekteplerde, normal mevcudu aşan sınıflarda, hocalar çocuklar ile lâzım geldiği gibi meşgul olamıyor. Bütün bunlara kifayetsiz hoca, kışkırtıcı sinama, uygunsuz neşriyat ve kötü örnek ebeveynlerini de ilâve ediniz.. (Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları)
- Savaş sonrası Avrupa'sının demokratik ülkelerinde her kanun, devlet ve toplum hayatının ihtiyaçlarından doğar, dolayısıyla varlık sebebi de uygulaması da bu ihtiyaçlara bağlı olur. Türkiye'de ise kural bambaşkadır. Genellikle kanunlar Türkiye'de sadece büroları ve kitaplıkları süslemeye yarar. Uygulamaları, sadece iktidarı elinde bulunduran ve keyifleri kriter yerine geçen kimselerin menfaatlerine cevap verip veremediklerine bağlıdır. (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri)
- Türkiye'de din aleyhinde istenildiği gibi yazılabilir ve din adamlarına istenildiği gibi hakaret edilebilir. Fakat din lehine? Hayır. (Din ve Laiklik)
- “Dile kelime sokmak, dilden kelime söküp çıkarmak dilcinin ve dilcilerden mürekkep bir heyetin hatta, daha ileriye gideceğim, bir dil akademisinin işi değildir.” (Türkçe Meselesi)
- .....Halkımız mümkündür ki, günün birinde eskiyi arayacak ve bugün tapındığı demokrasiden yüz çevirip eskiye dönecektir. (İlmin Işığında Günün Meseleleri)
- Milyar sene evvelki hilkat bahsinde “kendiliğinden var olma” kanaatini hangi tecrübe ve müşâhededen elde ettiniz? Tecrübe ve müşâhedeler, bilakis, bu kanaatin zıddını ispat eder görünüyor. Zîra hiç bir şey, hiçten çıkıp var olmuyor. (Din ve Laiklik)
- Biz, türkler böyleyiz: oturur, konuşur, üzülürüz, acı acı çekiştirir, tenkid ederiz… …Sonra da kalkar, dağılır, unuturuz. Şahsımıza dokunan en küçük bir zarara ve kötülüğe tahammül gösteremeyiz. Bir arşın toprak için, hatta beş on kuruş için adam öldürürüz. Fakat ammeye ve camiaya dokunan en büyük bir zarar ve kötülük karşısında hareket ve reaksiyon kabiliyetimiz hemen hemen sıfırdır. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın der, geçeriz. Ben bu ruh halimizi tahlil ediyor ve şu neticeye varıyorum: biz türkler hayvani cesaret ve reaksiyon kabiliyetimiz çok yüksek, fakat medeni cesaret ve insani reaksiyonumuz sıfır insanlarız. Ammeye ait bir kötülüğe karşı harekete geçmek ve reaksiyon göstermek medeni cesarettir. İşte bu, bizde olmayan bir meziyettir. Fakat bir milleti millet yapan ve yaşatan da bu meziyettir. (Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları)
- If you are lazy and your laziness don't come from a physical illness but it is like a psychological slackness, indolence, sloth, flightiness and dissoluteness, you can defeat this enemy of your success by your will. (Together with young)