Acı Çikolata - Laura Esquivel Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Acı Çikolata kimin eseri? Acı Çikolata kitabının yazarı kimdir? Acı Çikolata konusu ve anafikri nedir? Acı Çikolata kitabı ne anlatıyor? Acı Çikolata PDF indirme linki var mı? Acı Çikolata kitabının yazarı Laura Esquivel kimdir? İşte Acı Çikolata kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Laura Esquivel
Çevirmen: Havva Mutlu
Orijinal Adı: Como Agua Para Chocolate
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750717888
Sayfa Sayısı: 224
Acı Çikolata Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Yemek pişirerek, yemek yiyerek, yemekler aracılığıyla aşk ilanı, tinsel ve tensel iletişim gerçekleşebilir mi? Laura Esquivel, "Acı Çikolata" ile, içinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan bu romanla bu iletişimin gerçekleşebileceğini kanıtlıyor. Yüzyıl başlarında Meksika'da devrim, eski kolonyal toplumun son kalıntılarını temizlerken, aile geleneğine göre evlenmesi olanaksız, ama buna karşın Pedro'ya delicesine tutkun Tita, yemek yapmayı aşkının iletişim aracına dönüştürüyor. Laura Esquivel bu olanaksız aşkı yemek ve kocakarı ilaçları tanımlarıyla dile getiriyor ve sarsıcı, büyüleyici bir dille bu aşkın ezgisini yaratıyor; yarım kilo soğan, iki baş sarmısak, bir tutam fesleğen, romanın her satırından fışkıran yakıcı aşkın simgesine dönüşüyor. Yazarın ironik, neşeli ve yumuşak bir dili var; yaşam sevgisi ve tensel aşk bu dil içinde büyülü gerçekliğe bağlanıyor. Hiçbir kadın yazar, kadın dünyasını bu düzeyde dile getiremedi. Kısa zamanda on beş dile çevrilen ve yazarın senaryosuyla sinemaya aktarılan, filmi ülkemizde de büyük ilgiyle karşılanan "Acı Çikolata", başta Meksika ve ABD olmak üzere yayımlandığı her ülkede satış rekorları kırdı. Bir kez okumakla yetinemeyeceğiniz bir roman.
Acı Çikolata Alıntıları - Sözleri
- -"Bağrında kara bir delik açılmıştı sanki ve sonu gelmez bir ayaz doluyordu içine."
- -"Ne o gece, ne de yaşadığı uzun yılların gecelerinde, Tita bir türlü baş edemedi soğukla."
- -"Kendi kendinden kaçmak istiyordu. Yeniden konuşmaya başlamak istemiyordu. Sözleri, acısını haykırsın istemiyordu."
- Anneannem derdi ki: Biz insanlar her ne kadar içimizde bir kutu kibritle doğmuşsak da, onları tek başımıza yakamayız, tıpkı deneyde gördüğümüz gibi, oksijen ve mum ışığı gerek. Diyelim ki oksijen, sevdiğimiz insanın soluğundan bize ulaşabilir; mum ise, çeşitli gıdalar olabilir, müzik, okşama, söz ya da ses gibi ve bunlardan biri parlama nedeni olup kibritlerden birini yakar. Bir an, derin bir heyecanla kendimizden geçeriz. İçimiz sımsıcak olur, ama zamanla söner gider, ta ki yeni bir patlamayla yeniden canlanana değin. Yaşamak için, her birimiz kendimizdeki alevlendiricileri keşfetmek zorundayız, çünkü bunlardan biri harekete geçtiğinde, ruhumuz için gerekli enerjiyi sağlar. Bir başka deyişle, bu alevlenme ruhumuzun gıdasıdır. "Eğer kendimize özgü alevleyicileri zamanında keşfetmezsek, içimizdeki kibritler nemlenir ve bir daha asla, hiçbirini yakamayız. "O zaman ruhumuz vücudumuzdan koparak, zifiri karanlıklarda dolaşmaya başlar ve kendine boşuna besin arar, oysa onun besini, yalnızca terk ettiği vücuttadır, gücü tükenmiş, soğuktan titreyen o vücutta." İşte bu nedenle, soluğu buz gibi olan kimselerden uzak durmak gerek. Bu kişilerin salt varlığı bile, en şiddetli alevi söndürebilir ve bunun ne sonuçlar doğurduğunu da görmüş bulunuyoruz. Onlardan ne denli uzak durulursa, soluklarından korunmak, o denli kolaylaşır.
- “Aşk düşünülmez. Hissedilir ya da hissedilmez, o kadar. “
- Evde biber ya da çay bulunmaması bir erkeğin olmamasından çok daha kötü bir şeydir!
- Gözpınarları kuruyuncaya kadar ağladıktan sonra bu yeni gözyaşlarını nereden bulmuştu? Ama bulmuştu işte.
- Gerçek, herkesin baktığı noktaya göre değişir.
- “Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Bir kişi eğer kendi tutuşturucalarını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. “
- “Aşk düşünülmez. Hissedilir.”
- Aşk düşünülmez, insan onu ya duyuyordur ya da duymuyordur.
- Gerçek!Asıl gerçek olan gerçek diye bir şeyin olmadığıdır.Kişinin baktığı noktaya göre değişir gerçek.
- İnsan baba ocağındaki tatları ve kokuları giderken götürebilseydi yaşam daha bir hoş olurdu.
- Aşk ateşiyle yanmamış göğüsler, gerçek bir meme olamazdı.
Acı Çikolata İncelemesi - Şahsi Yorumlar
✍DİPÇE : 1911 Meksika Devrimi öncesinde San Carlos Akademisi'nde İspanyol baroğu ya da avangardı (Meksika uzun yıllar İspanyol işgali ve tesirinde kalmıştır.) ve Avrupai her moda, idealize edildiğinden, devrimle beraber özellikle sanatçılar arasında Meksika kültürüne sığınma ve öze dönme hareketi görülür böylece bu Akademi'nin eğitim anlayışında da millileşme öne çıkar. Acı Çikolata'daki yerliliğin bu minvalde oluşturulduğunu, geleneği yaşatma ve muhafaza etme amacının güdüldüğünü düşünüyorum.Kitapta devrimin alt perdeden işlenmesi ve gün yüzüne çıkan mutfak ve yaşam kültürünün öyküye hakimiyeti yazarın bu bilinçli tercihinin, öze duyulan özlemin ve vefanın bir yansıması olduğu kanaatindeyim. 12 bölümde her mevsime ait yemek ve tatlı tarifleriyle yaşamsal bağ kurması, her tarifle acının, öfkenin ve aşkın şehvetli taşıyıcılığını yapması yönüyle de farklı bir pencere aralayan yazar, okuru aşk ve sevgi konusunda yol ayrımlarında bırakmış. Ana karakter Tita üzerinden geleneklerin yıkıcı gücünün yine yakıcı bir duyguyla ( tutku gücüyle) bertaraf edileceği üzerinde incelikle durulmuş, katı gelenekler de anne motifiyle vurgulanmıştır. Kitap, konusu itibariyle bir halk efsanesini andırır niteliktedir.Konusunun şekerli bir üslupla bütünleşmesi akıcılığını ve akılda kalıcılığını artırarak okuru kendine bağlamayı başarmıştır. Anlatmın hikaye dili, araya alınan geniş zaman anlatımlı yemek tarifleriyle değişime uğrayarak renkli bir boyut kazanırken bu mübadele bir sorunu dondurup kendini mutfağa adayan dişil bir davranışa da göndermedir. Acı Çikolata büyülü gerçekçiliğin en sevimli ve efsanevi sahneleriyle hoş bir tat bırakıyor. Tavsiye ederim. Esen kalın (Gncokuyor)
Acı Çikolata: Yer Meksika. Meksika Devrimi dönemi 1910'lu yıllar. De La Garza ailesinin çiftiliğinde geçen olaylar. yaşanan aşklar ve acılar. Bu aşkların ve acıların tat verdiği yemekler, Meksika kültürü, doğal ve doğaüstü olayların içiçe geçtiği ancak bir o kadar da güzel harmanlandığı masalsı bir anlatım. Ve Meksikalı yazar Loura Esquıvel'in ilk romanı Acı Çikolata. Kitap De La Garza ailesinin en küçük kızı olan Tita ve sevgilisi Pedro'nun imkansız aşkı ile başlıyor. Evlenmek istediklerini Tita'nın annesi Elena'ya söylemek ve Tita'yı istemek için babası ile birlikte De La Garza ailesinin evine giden Pedro Tita'nın evin en küçük kızı olduğu için evlenemeyeceğini, Meksika ve aile geleneklerine göre ölene kadar annesine bakmakla yükümlü olduğu cevabını alınca büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Bunun üzerine anne Elena'nın Tita'nın ablası Rosaura ile evlenmesini teklif etmesi üzerine sadece sevdiği kadına yakın olabilmek için bu teklifi kabul eder ve olaylar başlar. Aşkın, acının, gözyaşının, fedakarlığın, gelenekselliğin, bir yandan sürüp giden savaşın, hem toplumsal hem bireysel özgürlük mücadelesinin birbirinden değişik yemek tarıfleriyle anlatıldığı, kimi zaman gözyaşlarının. kimi zaman akan kanın, kimi zaman söylenen şarkıların yemekleri tatlandırdığı Tita'nın mutfağında geçen ve sürprizlerle dolu bir roman Acı Çikolata. Kitap on iki bölümden oluşuyor. Her bölüm bir ay ve yemek adı (NİSAN Bademli Ve Susamlı Hindi Mole) ve aynı zamanda her bölüme adını veren yemeğin malzeme listesi ve yapılışı da mevcut.Tarifler geleneksel Meksika yemeklerine ait olduğu için açıkcası bana pek uygulanabilir gelmese de Meksika mutfağına meraklı olanlar için ilginç olabilir ve denenebilir. Romanın 1992 yılında yazarın eski eşi tarafından sinema filmi de çekilmiş aynı isimle. Acı Çikolata ismi gibi acı tatlı bir his bıraktı bende. Okurken aşk mı yoksa sevgi mi diye sordum kendime. Siz olsanız neyi seçerdiniz yanında güven ve huzur bulduğunuz birini mi yoksa ulaşamadığınız, özlem ve acı duyduğunuz bir aşkı mı? (Filiz)
İÇİMİZDEKİ KİBRİT ÇÖPLERİ: (Bu yazıda kitabın içeriğiyle ilgili herhangi bir "sürpriz bozan" ifade yoktur.) Sizlere iyi bir profiterol yapmanın sırlarını aşama aşama açıklayabilirim. Çikolata yaparken ürünün parlak görünmesi için temperlemenin ne kadar önemli olduğundan bahsedebilirim. Ya da pandispanyanızın iyi kabarıp çökmemesi için biraz nişasta eklemeniz gerektiğini söyleyebilirim. Ayva tatlısına kırmızı rengi hibiskusla, o nefis rayihayı da kabuk tarçın ve karanfille nasıl verebileceğinizi detaylarıyla anlatabilirim. Zira mutfak sanatı da edebiyat gibi ilgi alanlarımdan biri. Laura Esquivel’in “Acı Çikolata” adlı romanını okuyuncaya kadar kendimi bu anlamda yalnız sayıyor, bu ilgimi utanılacak bir şeymiş gibi kendime saklıyordum, ancak mutfak sanatıyla edebiyat sanatını bu kadar kusursuzca bir araya getiren bu romanı okuyunca fikrim değişti. “Acı Çikolata” romanı on iki aya ayrılmış. Her aya bir tarif şeklinde yazılan romanın her bölümünün girişinde de ürünün yapılışı anlatılıyor. Böylelikle roman tam on iki bölümden -on iki tariften- oluşuyor. Romanın adının yazılı olduğu ilk sayfanın altında “İçinde yemek tarifleri, aşk öyküleri ve kocakarı ilaçları bulunan roman” şeklinde tanımlayıcı bir alt başlık olsa da “Acı Çikolata” bir yemek kitabı değil, içinde de özel yemek /tatlı tarifleri yok:( Çok roman okudum ama yemek tarifleriyle bir hikayeyi bu derece güzel harmanlayanına daha önce denk gelmemiştim. Mutfağa girmeyi seven ve ufak tefek de olsa bu işin eğitimlerine de amatör olarak da olsa emek vermiş biri olarak edebiyat ve özel lezzetlerin bu şekilde harmanlanmasına bayıldım. Kitabın hikayesi ne derseniz, kısaca; esas oğlanın (Pedro) geleneklerden dolayı kavuşamadığı esas kıza (Tita) yakın olmak için sevgilisinin kız kardeşiyle evlenmesiyle başlayan olaylar dizisi diyebiliriz. Arka fondaki Meksika devrimi ve devrime yapılan minik atıflar da kitabı sadece roman olmak çıkartıp içinden çıktığı toplumun meselelerine duyarlı bir metin haline getiriyor. Büyülü gerçekçi unsurların da ustalıkla eklendiği roman her anlamda tadından yenmiyor:) Filmi de var, ama romanı okumayınca bazı detaylar tam anlaşılmıyor. Romanda benzetmeler de yemekler üzerinden yapılıyor. “Büyük bir ziyafetten sonra servis tabağında unutulup,tek başına bırakılmış, ceviz soslu biber dolması bile bu kadar yalnız olamazdı." Cümlesindeki özgünlüğe bakar mısınız? Yalnızlık ve biber dolması:) Yalnızlık ancak bu kadar vurucu anlatılabilirdi. Romanın on iki ay ve on iki tariften oluştuğunu başta söylemiştik. Bu on iki tarifin on biri yemek ya da tatlı tarifiyken sadece bir tanesi kibrit yapımını anlatıyor. Evet yanlış duymadınız bildiğimiz kibrit. “Kibrit eczası” adını taşıyan bu bölümde bir kibrit çöpünün nasıl yapıldığı detaylarıyla anlatılıyor. Benim de başlığımda kullandığım ve bence romanın en vurucu bölümlerinden biri olan bu kısımda aslında yazar kibrit çöpleri metaforuyla bambaşka bir şey anlatıyor bizlere. Şöyle diyor yazarımız: “Büyükannemin ilginç bir teorisi vardı. Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Ama tek başımıza bunu yakamayız. Deneyde görüldüğü gibi oksijene ve mum alevine ihtiyacımız vardır. Örneğin, oksijen sevdiğimiz insanın nefesinden gelebilir. Mum aleviyse güzel bir yemek, müzik, okşamalar ya da güzel sözlerdir. Bunlardan biri parlamaya neden olur ve içimizdeki kibritlerden birini yakar. Bir an yoğun bir heyecan hissederiz. İçimize çok hoş bir sıcaklık yayılır. Bu sıcaklık zamanla yavaş yavaş yok olur. Sonra yeni bir parlama olur ve içimizde bir kibrit daha yanar. Bu duyguyu yaşamak isteyen herkes, kendi içindeki patlayıcıları keşfetmek zorundadır. Bunlar yanarak ruhumuzun beslenmesine yardımcı olur. Yani başka türlü söylersek, bu yanma ruhumuza enerji verir. Bir kişi eğer kendi tutuşturucularını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. O zaman ruhumuz bedenimizi terk eder. Karanlıkların içinde el yordamıyla boş yere kendisine besin arar. (s. 110-111) Çok vurucu cidden. İnsanın “yaşadım” diyebilmesi için içindeki kibrit çöplerini tutuşturan her neyse onun farkında olması gerekiyor. Aklıma Nazım Hikmet’in “Tahir’le Zühre Meselesi” şiiri geliyor. Bana göre bu şiir sadece kadın erkek arasındaki bir aşkı anlatmıyor, tutkuyla yaşamayı ve yerine göre o tutku uğrunda ölebilmeyi de anlatıyor. Şiiri hepiniz biliyorsunuz tekrar etmeyeceğim ama “Mesela bir barikatta dövüşerek / mesela kuzey kutbunu keşfe giderken / mesela denerken damarlarında bir serumu / ölmek ayıp olur mu?” mısraları şiirin anlatmak istediği her şeyi içinde topluyor aslında. Şairin saydığı tüm bu işleri yaparken ölmek ayıp olmaz elbette, zira o hayat bir tutkuyla yaşanmıştır ve o hayatı yaşayan insan, içindeki tüm kibrit çöplerini tutuşturmuştur. İşte o zaman ölmek de yaşamak kadar anlamlıdır. (Nazım Hikmet bu şiirde "mesela denerken damarlarımda bir serumu" dizesiyle 1928 yılında kendi üzerinde denediği bir serum -verem için bir ilaç geliştirmeye çalışırken- yüzünden hayata gözlerini yuman Aleksandr Bogdanov'a atıfta bulunmuştur.) Şair, yürekten yaşamayı ya da yüreğinin farkında olarak yaşamayı “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da / hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil /bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte/ yani yürekte” mısralarıyla veciz şekilde ifade ederek son noktayı koyuyor.. O yürekle yaşamasını bilen gerçekten yaşamıştır ve iz de bırakır, gerisi laf ü güzaf. İçinizdeki kibrit çöplerinin farkında olarak yaşamanız dileğiyle… Bu yazıyı blogumdan şiir dinletisi eşliğinde okumak isterseniz: https://hercaiokumalar.wordpress.com/2020/02/20/laura-esquivelin-aci-cikolata-romanina-dair-icimizdeki-kibrit-copleri/ (Hercaiokumalar /Ayşe)
Acı Çikolata PDF indirme linki var mı?
Laura Esquivel - Acı Çikolata kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Acı Çikolata PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Laura Esquivel Kimdir?
Latin Amerikan edebiyatına ciddi katkıları olan Meksikalı yazar. Büyülü gerçekçilik akımının günümüz temsilcilerinden.
Telegraf memuru Julio Cesar Esquivel ve karısı Josefa Valdes'in dört çocuğundan üçüncüsüdür. Öğretmenlik, çocuk tiyatrosu ve yaratıcı drama eğitimi aldı. Çocuk tiyatrosu konusunda özelleşen Laura Esquivel, Eğitim Bakanlığı'na (Secretaría de Educación Pública) bağlı Çocuk Tiyatrosu ve Edebiyatı Atölyesi'nin (Taller de Teatro y Literatura Infantil) de kurucusudur.
1979 ile 1980 yılları arasında Meksika televizyonunda çocuk programlarının yazarlığını yaptı. Televizyon için yaptığı çalışmaların ardından sinema için senaryolar yazmaya başladı. Ancak o dönemde senaryolarının birçoğunun yapıma geçirilmemesinin üzerine roman yazarlığına ağırlık verdi.
Acı Çikolata: 1989'da yayınlanan ilk romanı Acı Çikolata (Como agua para chocolate) sıradan olanla doğaüstü olanı birleştirmek için büyülü gerçekçiliği kullanır. 19. yüzyıl Meksika'sında geçen roman, Esquivel'in hayatında mutfağın ne kadar öenmli olduğunu gösterir. Yazar, mutfağın evin en önemli bölümü olduğuna inanır, bilgi ve anlayışın yarattığı zevkin kaynağı olarak karakterize eder. Kitabın orijinal adı İspanyolca'da hislerin uç noktasını anlatmak için kullanılan bir deyimdir. Tutku, kızgınlık ve seksüalitede kaynama noktasını anlatır. 23 ayrı dile çevrilmiştir. 1992 yılında o dönemde yazarın kocası olan Alfonso Arau tarafından filme çekilmiştir.
Laura Esquivel Kitapları - Eserleri
- Acı Çikolata
- Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu
- Saklı Lezzetler
- Malinche
Laura Esquivel Alıntıları - Sözleri
- Bugün güneşimiz saklandı, güneşimiz saklandı ve bizi en derin karanlıklara bıraktı. (Malinche)
- Gözpınarları kuruyuncaya kadar ağladıktan sonra bu yeni gözyaşlarını nereden bulmuştu? Ama bulmuştu işte. (Acı Çikolata)
- Yumurta akını çırparken sanki zıp zıp oynuyordum, barbunya ayıklarken de misket... (Saklı Lezzetler)
- "Karanlık ışığın olmaması demek değildir." (Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu)
- Resimleri hiçbir zaman göremedim ama kelimelerin ardındakileri gördüm. Düşündüğüm her şeyi görebiliyorum. (Malinche)
- Ülkemizde her şeyden bağlantısını koparan insan sayısı her gün artıyor. (Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu)
- “Hepimiz, içimizde bir kutu kibritle doğarız. Bir kişi eğer kendi tutuşturucalarını zaman içinde keşfedemezse, içindeki kibritler nemlenir, hiçbir şekilde yanmaz olur. “ (Acı Çikolata)
- Şimdi yeniden zamana ihtiyacı vardı. Huzura. Sessizliğe. Bir zamanlar var olan Lupita'yı geri kazanabilmek için. Kendisinin bile artık hatırlamadığı Lupita'yı. Bazen kendini havaalanında unutulmuş bir valiz gibi hissediyordu. İçi, hiç kimsenin dışından baktığında göremediği sürprizlerle dolu bir valiz gibiydi. İçinde hayatın tüm öyküsünü saklayan ama onu kapalı tutan kilidi açması için sahibi bulunamazsa, kimsenin dikkatini çekmeyecek olan bir valiz. O kendisi hem valizdi hem de valizin sahibi. Yeniden karanlıktan aydınlığa çıkabilmeleri için o ikisinin arasında bağlantı kurmak zorundaydı. Nefes almalıydı. Nefes almalı. Nefes almalı. Nefes almak nasıl da acı veriyordu! (Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu)
- Örgü örmek ona birleştirme, bağlama, bütünleştirme olanağı veriyor, attığı her bir ilmikle hayata "bağlanıyordu". Bizleri birbirimize bağlayan ipler vardır. Bu yüzden de Lupita kafayı çektiğinde arkadaşlarından elini bırakmamalarını isterdi hep. Elini bırakırlarsa çekip gideceğini, hiçliğin içinde sonsuza dek yitip gideceğini bilirdi. Her şeyi ve herkesi unuturdu ya da sağduyusunu tümden kaybederdi. Bu düşünceler kafasını hepten meşgul ettiğinde, ona cesaret veren tek şey her şeyin yitirilmiş olmadığı umuduydu. Her zaman kurtarılmanın bir yolu olduğuydu. Örgü örerken bir ilmik ötekilerden ayrıldığında iplik "kaçar" ve örgüde bir delik açılırdı ama işin harika olan yanı, insanın onu kurtarabilmesi ve bir tığ yardımıyla ilmiği azar azar yukarı çekebilmesiydi. Gerçek hayatta, insan kendisini hayatın dokusuna tutturan bağları kopardığında da bir delik açılıyordu, hem de kocaman bir delik ama kurtarılamayacağı anlamına gelmiyordu bu, elbette kurtarılabilirdi ama ondan önce insanın bizleri öteki insanlara bağlayan gözle görülmez iplerin hangileri olduğunu kabullenmesi gerekiyordu. Hangileriydi bizleri birleştiren ilmikler? Aramızda bağlantı kuranlar? (Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu)
- Aşk düşünülmez, insan onu ya duyuyordur ya da duymuyordur. (Acı Çikolata)
- Ağız sadece onu kapatandan kurtulabildiğinde özgürleşir... (Saklı Lezzetler)
- Işık ve rüzgâr bu sabah onun gözlerinde kahvaltı ediyorlardı. (Malinche)
- Gerçek!Asıl gerçek olan gerçek diye bir şeyin olmadığıdır.Kişinin baktığı noktaya göre değişir gerçek. (Acı Çikolata)
- Onlar suyun sesini dinleyip tercüme etmeye alışkınlardı ama bu sefer yağmur tanrısı Tlaloc, onlara sadece bir şey söylemeye çalışmıyordu; su aracılığıyla üzerlerine yeni bir ışık indirmişti, yaşamlarına farklı bir anlam getirecek olan yeni bir görüş... (Malinche)
- Anneannem derdi ki: Biz insanlar her ne kadar içimizde bir kutu kibritle doğmuşsak da, onları tek başımıza yakamayız, tıpkı deneyde gördüğümüz gibi, oksijen ve mum ışığı gerek. Diyelim ki oksijen, sevdiğimiz insanın soluğundan bize ulaşabilir; mum ise, çeşitli gıdalar olabilir, müzik, okşama, söz ya da ses gibi ve bunlardan biri parlama nedeni olup kibritlerden birini yakar. Bir an, derin bir heyecanla kendimizden geçeriz. İçimiz sımsıcak olur, ama zamanla söner gider, ta ki yeni bir patlamayla yeniden canlanana değin. Yaşamak için, her birimiz kendimizdeki alevlendiricileri keşfetmek zorundayız, çünkü bunlardan biri harekete geçtiğinde, ruhumuz için gerekli enerjiyi sağlar. Bir başka deyişle, bu alevlenme ruhumuzun gıdasıdır. "Eğer kendimize özgü alevleyicileri zamanında keşfetmezsek, içimizdeki kibritler nemlenir ve bir daha asla, hiçbirini yakamayız. "O zaman ruhumuz vücudumuzdan koparak, zifiri karanlıklarda dolaşmaya başlar ve kendine boşuna besin arar, oysa onun besini, yalnızca terk ettiği vücuttadır, gücü tükenmiş, soğuktan titreyen o vücutta." İşte bu nedenle, soluğu buz gibi olan kimselerden uzak durmak gerek. Bu kişilerin salt varlığı bile, en şiddetli alevi söndürebilir ve bunun ne sonuçlar doğurduğunu da görmüş bulunuyoruz. Onlardan ne denli uzak durulursa, soluklarından korunmak, o denli kolaylaşır. (Acı Çikolata)
- Hayat bize her zaman iki seçenek sunar: Gün ve gece, kartal ya da yılan, yapım ya da yıkım, ceza ya da af. Ama her zaman ikisini birleştiren üçüncü bir seçenek vardır: Keşfetmek. (Malinche)
- İkisi de bu hissin nereden çıkageldiğini bilmiyordu ama böyle hissediyor ve bunu kabul ediyorlardı. Belki de anın atmosferinden, tütsüden, mumdan, şarkıdan, arzudan dolayı böyle hissediyorlardı ama aynı anda içine girdikleri bu durum onları hayatlarındaki en saf, en masumiyet dolu ana, çocukluklarına götürdü. (Malinche)
- Artık ne soracağını bilmiyorsun. En iyisi sessiz ol, nefesini harcama. Nefes kalbin yarattığı kutsal sudur. Nefes gereksiz kelimelerle harcanmamalıdır yoksa tanrıların suyunu boşa harcarsın ve bak sana unutmaman gereken bir şey söyleyeceğim: Eğer kelimeler diğer zihinleri nemlendirmiyor ve orada tanrıların zihinleri yeşermiyorsa, hiçbir işe yaramazlar. (Malinche)
- "Lupita tanıyordu onları,onların nasıl hareket ettiklerini görmüştü...Çıkarları uğruna kendi analarına bile ihanet ettiklerine tanık olmuştu." (Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu)
- Senin görevin yürümek... Hareketsiz bir beden kendini sınırlar, hareket eden bir beden genişler, her şeyin parçası haline gelir ama hafif yürümeyi bilmek gerek, ağır yükler olmadan. Yürümek bizi enerjiyle doldurur ve bizi şeylerin sırlarını görebileceğimiz bir hale dönüştürür. Yürümek bizi yükselen ve gerçekte dünyanın ne olduğuna bakan kelebeklere dönüştürür. Yaşamın ne olduğuna. Bedenimizin ne olduğuna. Bu bilincin ebediyetidir. Her şeyin idrakidir. İçimizdeki tanrıdır. Ama sen eğer istersen olduğun yerde oturmayı seçebilirsin ve taşa dönüşebilirsin. (Malinche)