Alıklar Birliği - John Kennedy Toole Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Alıklar Birliği kimin eseri? Alıklar Birliği kitabının yazarı kimdir? Alıklar Birliği konusu ve anafikri nedir? Alıklar Birliği kitabı ne anlatıyor? Alıklar Birliği PDF indirme linki var mı? Alıklar Birliği kitabının yazarı John Kennedy Toole kimdir? İşte Alıklar Birliği kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: John Kennedy Toole
Çevirmen: Püren Özgören
Orijinal Adı: A Confederacy of Dunces
Yayın Evi: Kırmızı Kedi Yayınevi
İSBN: 9786054764983
Sayfa Sayısı: 419
Alıklar Birliği Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Alıklar Birliği'nin kahramanı obur, aksi, tembel, bencil, her şeye karşı, her şeyden hoşnutsuz, toplum düşmanı İgnatius. Annesi mutlaka bir iş bulup çalışması gerektiğini söylüyor, kız arkadaşı cinsel güdülerini serbest bırakırsa bütün sorunlarının çözüleceğini düşünüyor. Ama tamamen eşcinsellerden kurulan ordularla dünyanın barış dolu bir yer olacağını iddia edip bunu gerçekleştirmek üzere eşcinselleri örgütlemeye kalkışmak gibi tuhaf girişimlerin adamı olan İgnatius, onlara ve modern zamanlara inat, geğirerek, yellenerek ve homurdanarak, bıkmadan usanmadan çağının her türlü aşırılığına sövüyor...
John Kennedy Toole'un 1969'daki -henüz otuz iki yaşında, hiçbir kitabı basılmamış bir yazarken- intiharından ancak on bir yıl sonra yayımlanan ve pek çok dile de çevrilen yapıtı Alıklar Birliği, 1981'de Amerika'daki en saygın edebiyat ödüllerinden Pulitzer Roman Ödülü'nü kazandı; böylece ödül ilk kez hayatta olmayan bir yazara verilmiş oldu.
'Bir başyapıt... Yaratıcılığıyla şaşırtan bir roman.'
The New York Times Book Review
(Tanıtım Bülteninden)
Alıklar Birliği Alıntıları - Sözleri
- Dünya, dünya görüşümü kavrayamayan alıklarla dolu.
- Bugünün insanlarının derdi ne, biliyor musun? Hepsi hasta. İnsanın namusuyla para kazanması olanaksız artık.
- "Neden önce en güzel çiçekler solar?"
- Dünya, dünya görüşümü kavramayan alıklarla dolu.
- Dünyada burnunu başkasının işine sokmayan biri varsa, o da benim!
- ... insanlığın geleceği adına hepinizin kısır olduğunu umarım.
- Doğa bazen bir aptal yaratır, ama bir züppe her zaman insanın kendi eseridir.
- Yaratıldığından beri insanoğluna evrende en çok yakışan şey, dert çekmektir
- Dostumu düşmanımdan ayıramıyorum.
- Doğa bazen bir aptal yaratır, ama bir züppe her zaman insanın kendi eseridir.
- Bir insanın yeni ya da pahalı bir şeye sahip olması, dinbilimden de geometriden de habersiz olduğunun kanıtıydı; o insanın ruhuyla ilgili kuşkular bile uyandırabiliyordu.
- Benden korkuyorlar. Nefret ettiğim bir yüzyılda yaşamaya zorlandığımı hissediyorlar galiba.
- Yaratıldığından beri insanoğluna evrende en çok yakışan şey, dert çekmektir.
- "Yaşamımda Proust'vari öğeler eksik değil," dedi Ignatius
- Bir zamanlar öylesine yüce olan insanlık tepetaklak olmuştu.
Alıklar Birliği İncelemesi - Şahsi Yorumlar
İgnatius, Bir Modern Don Quijote: Jonathan Swift’in: “Dünyada gerçek bir dâhi varsa, bunu anlamak kolaydır, çünkü bütün alıklar ona karşı birlik oluştururlar." epigrafıyla başlayan ve adını da bu alıntıdan alan "Alıklar Birliği" tam bir karnaval kitabıdır. Karnavalesk eserlerde toplumsal normların diktesiyle oluşan her şey özgür bırakılır: ayrıcalıklar, normlar, yasaklar, hiyerarşik sistemler... Bunları yaşamında rafa kaldıran karakterimiz ise İgnatius'ten başkası değildir. İgnatius'un yanılsamalardan oluşan ideal bir dünyası vardır. Tıpkı Don Quijote gibi, o da beğenmediği gerçeği değiştirme isteğine sahiptir bu abartılı idealizm, eseri pikaresk romana dahil eder. İgnatius kendi ifadesiyle bozulmuş modern dünyayı iyileştirmekle görevli olduğunu düşünür bu nedenle odasından çıkmak zorunda olduğu zamanlarda şövalyeliğe bürünür. Bu adil olan bir adamın adil olmayan bir dünyada savaşıdır. Başkahramanız Ignatius Reilly, annesiyle New Orleans’da yaşamaktadır, otuzlu yaşlarındadır, bir işi yoktur. Bütün gün evde oturup ortaçağ hakkında kitaplar okuyup, yaşadığı çağın çıkmazlarını anlatan deneme tarzında bir günce yazmaktadır. Bir gün sokakta annesini beklerken onun tuhaf kıyafetinden şüphelenen (Etli, balon bir kafanın tepesine sımsıkı geçirilmiş yeşil avcı kasketi, kasketin iri kulakları, berber eli değmemiş saçlar, o kulaklardan fışkıran ince tüylerle dolu yeşil kulaklıkları, siyah, fırça gibi bıyığın altından dolgun, torba gibi büzülmüş, cips kırıntılarıyla dolu dudakları...) bu görüntüsü ile tutuklanmayı hak ettiğini düşünen polis memuruyla kavga eder ve bu İgnatius'un serüveninin başlangıcı olur. Bu olayın devamındaki saatlerde anne ile oğul araba ile bir kaza yaparlar bu kazanın hasarını ödemek için annesi onu çalışmaya zorlar ve böylece evinden dış dünyaya açılan İgnatius'ün komedisi de başlar. Annesinin baskısıyla iş arayan İgnatius birçok başarısız girişiminden sonra Levy Pantolonları şirketinde iş bulur, sonra da sosis satıcılığı yapar, elbette sıradan bir çalışan olmaz, gittiği her yeri bir karnavala çevirir. Ignatius; annesinin, annesinin arkadaşlarının, onu tanıyan herkesin gözünde işe yaramaz hantal hastaneye yatması gereken, ruh sağlığı bozuk biridir. Oysa İgnatius kendini şöyle tanımlar: Benden korkuyorlar. Nefret ettiğim bir yüzyılda yaşamaya zorlandığımı hissediyorlar galiba. Ona göre modern zamanın birçok gereksinimi, yeni elbiseler almak gibi maddi harcamalar :))) dahil insanların basit algılarına tepkilidir ve bu basitliği sapkınlık olarak niteler. Takıldığı bardan, okuduğu okuldan, çalıştığı yerlerden çarpıcı karakterler yaratarak, 1960'lar Amerikasına kapitalizme düzene işçi ve işveren sorunlarına yaklaşımıyla tam bir kara mizaha dönüşen eser canlı bir tablodur artık. Macerasına eklemlediği her karakterle, alt tabakadan üst tabakaya kadar yaşadığı çağın çıkmazlarına değinir. Zencilere, zenginlere, polis teşkilatına, kapitalizm ve komünizm algısına, fahişelere, cinselliğe, dilencilere, emekçilere ve eğitim sistemine...Grotesk yapısıyla mükemmel bir hiciv şöleni sunar. Tiyatro perdesi gibi her sahnede modern çağın bir rezaletini açıp kapatır. İgnatius'a eşlik eden alkolik annesinden cinsellik delisi kız arkadaşına değin herkeste aksayan bir gerçeklikle yüzleşiriz. Myrna ile mektuplaşmaları ise iki karşı cinsten okunabilecek en sıra dışı mektup örnekleri olarak da farkını gösterir ve esere doyumsuz bir tat katar. Ignatius yaşadığı Nev Orleans şehrine savaş açar çünkü şehirdeki herkes ona karşıdır.Ayrıca Fortuna( Talih) ile de bir anlaşmazlığı vardır. Tıpkı Don Quijote gibi. "Toplumsal bir haksızlık karşısında korkakça davrananlara katlanamam. Günümüzün sorunları ancak gözü pek ve köktenci bir kararlıkla çözülebilir, der ancak öğütme makinesine takılan idealleri ile her defasında o koca gövde unufak olur. Ön söz yazarı; eser için komedi demenin çok zayıf kalacağını belirtir ve şöyle devam eder: "Aynı zamanda hüzünlü de. Bu hüznün nereden kaynaklandığını insan tam olarak çıkartamıyor- Ignatius'un büyük, gazlı öfkelerinin ve çılgın serüvenlerinin altında yatan acıdan ya da kitaba eşlik eden trajediden belki.") Eserin trajedisini de belirtelim hemen: Yazar bu eseri bastırmak için çok uğraşır fakat sürekli reddedilir bu umutsuzluktan kurtulamayan Toole intihar eder. Ölümünden 10 yıl sonra annesinin yoğun çabasıyla bu eser basılır ve o yıl Pulitzer Ödülünü hak eder. Yazarı yaşamayan bir eser ilk kez ödül almıştır. Eser, aksanlı konuşmaların özenli çevirisi ile akıcılık kazanmış, bir hiciv romanıdır. Bu tarz okumak isteyenlere kesinlikle öneriyorum. Kitap 1001 kitap listesinde de yer alıyor. Birlikte okuduğum ve kritiğini beraber yaptığımız arkadaşım ursula_ 'a eşliği için teşekkür ederim. Mutlu pazarlar, esen kalın. (Gncokuyor)
İntihar Eden İnsanlar, Çok Düşünen İnsanlardır.: Bir Anti-kahramanın hikayesi. (Ölmeden Önce Okunması Gereken 1001 Kitap Listesinde.) 60'lı yılların başında yazılan, yazarının intihar ettiği, geğirmenin gırla gittiği, yellenmenin buna eşlik ettiği, bencilliğin zekayla harmanlandığı, ukalalığın çılgınlıkla dans ettiği bu ilginç romanı sonunda okudum. Romanın baş kahramanı bir yana, yan kahramanlar da hayli tuhaf, ilgi çekici, bir o kadar baskın karakterlerdi. Bu kadar farklı insanı yazmayı düşünen bir zekanın, 32 yaşında intihar etmesi ise üzücü. Zaten intihar eden insanlar, çok düşünen insanlardır. Ignatius da intihara teşvik ettiren bir insandır. :) Baş kahraman Ignatius J. Reilly kişisi okurken ağzına kürekle defalarca vurmak istediğim, yok mu bir polis tutuklayın şunu diye bağırmamak için kendimi zor tuttuğum, gıcık mı gıcık, bir o kadar hazırcevap, yalancı, iftiracı, faydasız, saçma sapan hayalleri olan, bencil, şişman pisliğin teki. (Ağır oldu sanmayın, okuyanlar bilir.) Bu iri yarı karakter girdiği her ortamda insanların başına bir çorap örmek için fırsat kollayan ve bunu çok da iyi başaran biri. Kimseye bir faydası olmamasına rağmen, çılgın kişiliğiyle önce insanları birbirine düşürmeye kalktı; haince, iftira atarak, çılgın küfürlerle. Üstelik tek temennisi ''BARIŞ'' idi! Sonra hep masum, kendi halinde insanları zor durumda bıraktı. Koca bir kitap onun yaşadığı her yeri nasıl karıştırdığıyla geçti. O çılgın fikirler, nereden aklına geldi bilmem. Okur ağzı bir karış açık kalarak, kaşlar havada onun maceralarının peşinde koşuyor. -Sürprizbozan geliyor- Kitabın sonunda hak ettiğini bulacaktı, tam heyecanlanmıştım ki hin zeka yine bir şekilde paçayı sıyırdı. Ignatius'un zavallı yaşlı anacağızı, 30 yaşına gelmiş bu baş belasına bakmaktan en son kafayı sıyırma noktasına geldi. Hiçbir işe yaramamasına rağmen, kadıncağızın üç kuruşluk keyiflerine sövüp, hakaret eden bu bencil yaratık onunla birlikte benim de gençliğimi aldı götürdü. Kankasıyla iki muhabbet ediyor diye sürekli vır vır konuşan bu evlat, cebine eroin konup polise şikayet etmelik biriydi. Teyzeciğim bence bunu yapabilecek potansiyele sahipti ama yazar bu sahneyi yazmayı uygun görmemiş. Jones... Ah Jones... Herhalde en sevdiğim karakter buydu. Kitabın yazıldığı dönem zencilere yapılan muamele gerçekten berbattı. Neredeyse yolda yürüseler ''Hey Zenci, gel buraya seni l*net olası pislik, sen napıyosun burada'' denilerek vara yoğa hapse tıkılmaya kalkışılmış. Bir suç bulamayınca da zavallıcıklar serbest bırakılmış ama hep tutuklanma korkusuyla yaşamak zorunda kalmışlar. İşe alınmaları bir dert, alınınca doğru düzgün para verilmemesi ayrı bir dert olmuş. Jones bunu kendine has konuşma tarzıyla çok güzel ifade etti. O gözlüklerinin ardında fıldır fıldır dönen gözleri düşündükçe tebessüm ediyorum. Kitaba büyük bir renk katmış. Zavallı bir Mancuso vardı. Garibim, işi yüzünden girmediği kılık kalmadı. Polis olmak ancak bu kadar zor olabilir. -Sürprizbozan geliyor- Neyse ki sonunda çektiği her şeyi gururla hatırlayacağı o kutlu gün geldi de benim de içim rahatladı. Diğer karakterlerin de üzerinde bu kadar durursam, düşünmekten 8 saat boyunca bu incelemeyi bitiremem. Olaylar tekrar kafamda canlanıyor sonra. :) Kitabın en büyük eksi özelliği, Türkçe'ye çevrilirken kullanılan şeklin çok itici olması. Bu kesinlikle çevirmenin suçu yahut beceriksizliği değil çünkü Püren Özgören iyi bir çevirmen. İlla ki bu tür aksan çevirmeler birebir olmuyor. Bu da okurken itici. Kitabın yazıldığı şekliyle okumak eminim ki çok keyifli olur ve kahkaha attırırdı. Ama 1 puanımı yine kırardım. Çünkü Ignatius beni delirtti. Bu kitabı okuyun demem, çünkü herkese hitap edeceğini düşünmüyorum. Ben de okumasaydım bir şey kaybetmezdim diye düşünüyorum fakat bir kere almış bulunduk. Kara mizahı sevenler için oldukça isabetli bir tercih. Keyifli okumalar dilerim. (Kübra)
1981 Pulitzer Roman Ödülü: John Kennedy Toole, 17 Aralık 1937 New Orleans doğumlu, tahsilli bir öğretmen. Bir lise öğrencisiyken yazdığı Neon Işıklı İncil adlı kitabı ve başyapıtı olan Alıklar Birliği romanı dışında bilinen başka bir eseri yok. Yazar sağlığında, Alıklar Birliği romanının basılması için başvurduğu tüm yayınevlerince reddedilir. 26 Mart 1969’da, henüz ömrünün baharındayken yaşamına kendi eliyle son verir. Ölümünden sonra, 1976 yılında, Toole’un yaşlı anacığı, roman taslağının okunması dahi çok zor olan el yazmalarını, eğitimci Walker Percy’ye okuyup incelemesi için verir. Önceleri eseri okumamak için büyük bir direnç gösteren Percy, romanı okuduktan sonra elindeki hazinenin farkına varır. Percy, romana içerikle ilgili bir önsöz de yazar (Türkçe çeviri metninde de var). Roman 1980’de basılır ve ertesi yıl Pulitzer ödülüne layık görülür. 1957 Adana doğumlu, çevirmen Püren Özgören’e gelince; hepimiz onu çevirilerinden tanıyoruz, güzel Türkçesiyle ve dilindeki akıcılıkla 1984 yılından beridir bizleri çeviri eserleriyle mutlu kılıyor. Orijinal metne bakmadım ama bu kadar fazla aksan barındıran bir kaynak metni, aslına bağlı kalarak Türkçeye yine harika bir teknikle, yine aksanlı olarak çevirmiş. Metin o kadar akıcı ki, tek bir nefeste 419 sayfayı birden çok rahat okuyabiliyorsunuz. Minik dipnotlarıyla metni zenginleştiren Sayın Özgören’i bu güzel çevirisi için tebrik ediyorum. Kırmızı Kedi Yayınevine gelince; oldukça değerli bir eseri tekrardan yayınlamış (ilk olarak 1994’de basılmış). Yayınevinin Şubat 2014 birinci basımını inceledim; sekiz dizgi hatası dışında, baskıda başkaca bir kusur yok, kapak ta çok güzel olmuş. Umarım yeni baskıda dizgi hatalarını düzeltirler. Ayrıca bu eseri tekrar yayınladıkları için de kendilerini kutlarım. Romana teknik açıdan bakacak olursak; Toole, Gustave Flaubert’in fotoğraf tekniği kurgu biçemine uygun olarak, olayları önce merkezden çevreye doğru yayıyor, sonra da tekrar merkezde toplayıp fotoğraf makinesinin merceğinde yoğunlaştırarak kanımca büyük bir başarı elde ediyor. Epeyce karakter var romanında. Birazdan değineceğim. Ama öncelikle, Toole’un romanının; yaşça akranı olmasa da, kendisinin intiharından sadece iki yıl önce bir beyin kanaması sonucu aramızdan ayrılan, aynen kendisi gibi bir nihilist olan –bana öyle göründü- çağdaşı Louise Ferdinand Céline’in “Gecenin Sonuna Yolculuk” romanı tadında macera dolu, nihilist düşüncelerle bezenmiş bir yeraltı edebiyatı eseri olduğunu düşünüyorum. Karşımızda, New Orleans ve Louisiana’nın düşkün ve sıra dışı insanlarının yaşadığı sokak ve mahallelerinde geçen, kaotik ve de komik bir yeraltı hikâyesi var. Abartmak istemem ama okuduğum yeraltı romanlar içinde en sevdiğim J. D. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar (diğer çevirisinin adıyla Gönülçelen) ve Céline’in Gecenin Sonuna Yolculuk romanlarından sonra en beğendiğim kurgu öykü bu oldu. “…Ne demek bu Ignatius? Gerçekten ibneleri kaydetmemi mi istiyorsun? Kim tescilli bir eşcinsel olmak ister? Ignatius, çok kaygılıyım. İbnelerle düşüp kalkmaya mı başladın? İşin buraya varacağını kestirmeliydim. Tutuklanmaya ve kazaya ilişkin manyakça düşüncelerin ilk ipucuydu. Şimdi her şey açığa çıktı. Doğal cinsel boşalım yolların öyle uzun zamandır tıkalıydı ki, kabaran cinselliğinin yanlış kanallara akması kaçınılmazdı. Her şeyin başlangıcı olan garip düşüncenden bu yana, sonu apaçık bir cinsel sapkınlığa varan bir bunalım süreci geçirdin. Er ya da geç sapıtacağını biliyordum. İşte sonunda oldu. Grup tedavisi grubumdakiler, durumunun kötüye gittiğini öğrenince gerçekten üzülecekler…” (Sf. 329) Kaybedenler ya da eşcinsellerden oluşan kulübün, nam-ı diğer “Barış Partisi” nin kurucu başkanı ve sonsuza dek üyesi, başat kahramanımız Ignatius J. Reilly’dir. Romanda anlatılanların 1950-69 yılları arasında geçtiğinden yola çıkarsak, aslında modern zamanların bir Donkişot (Don Quijote) romanıdır Alıklar Birliği. On yedinci yüzyılın hemen başında Cervantes’in yazıp yayınladığı romanının başkahramanı olan Donkişot’un da, sevdiği kadın Dulcinea del Toboso’ya (aslında bir köylü kızı olan Aldonza Lorenzo’ya) olan aşkı için kurda kuşa savaş açmasının nedeni, ömrü boyunca okuduğu kahramanlık hikâyeleriydi. Bizim koca oğlan Ignatius da, belki yel değirmenlerine savaş açmıyor ama ya çok fazla okuyor olmasından, ya skolastik dini düşünceleri ile katı imanı ve ahlakından, ya da üniversiteyi her normal insan gibi dört yıl yerine sekiz yılda bitirmesinden olacak ki toplumdaki hemen tüm kurumlara savaş açmış durumdadır. Ignatius, her ne kadar çaktırmamaya çalışsa da, kendisine çok düşkün olan ve kendisine hak ettiğinden de fazla değer veren, cinsel savaş devrimcisi, seks düşkünü, okuldan kız arkadaşı Bronx’lu Myrna Minkoff’a olan cinsel açlığı yüzünden (sanırım!) toplumdan kendini dışlayıp anasıyla oturduğu eve kapanmış ve “Günce” dediği pespayeye tüm gün bir şeyler karalamakla meşguldür. Gel gör ki Myrna, Ignatius’a yazdığı mektuplarda, Freud’un paranoyaklık ile eşcinsel eğilimler arasında bağlantı kurduğunu söyleyerek, Ignatius’un mevcut cinsel perhiziyle gittiği yolun eşcinselliğe çıktığını ona ufak ufak ima etmektedir. “Büyük Beyaz Fil”, “Gargantua”, “Su Aygırı”, “Duba”, “Şişko Dev”, “Dev Anası”, “Çingene Kral”; bizim Ignatius’a yakıştırılan adlardan sadece birkaçıdır. Anacığıyla aynı evde oturan, otuzlu yaşlarındaki bu çok okumuş ve çok yiyip azmanlaşmış bekâr oğlanın etrafında kimler yok ki: Kızıl saçlı, minyon, yarı alkolik anası Bayan Irene Reilly; Reilly ikametgâhına komşu olma gafletinde bulunmuş, mütemadiyen hemen her sesten şikâyet eden, hafif tırlak komşuları yaşlı Bayan Annie; Irene’in bowlingden kankisi, ihtiyar çöpçatan Bayan Santa Battaglia; Santa’nın, herkesin sürekli çalışması durumunda her şeyin yolunda gideceğine inanan, çalıştığı karakolda kendini çavuşuna ispatlamaya çalışan polis devriye memuru, evli ve çocuklu yeğeni Angelo Mancuso; Neşeli Gece Barının sahibi, kaşalot gestapo lideri, alengirli işler uzmanı Bayan Lana Lee; Lana’nın liseli alengirli işler kuryesi genç George; aynı barda çalışan papağanlı striptizci konsomatris Bayan Darlene; barın pislik içindeki yerlerini koca güneş gözlükleri ardından süpürgesiyle temizlemeye çalışan, asgari ücretin bile altında köle gibi çalışmaya mecbur kılınmış, polisten ölü gibi korkan, dalavereci hademe, siyahi genç Burma Jones; elbise tüccarı, hafif efemine, yüksek ihtimalle gey, Bay Dorian Greene ve onun tüm azgın eşcinsel arkadaşları; Constantinople caddesindeki Reilly malikânesinin hemen önüne demirli, hemen tüm hikâyenin başlamasına sebebiyet veren o elim araba kazası ve malum tazminat sonrası Ignatius’un iş dünyasına atılmasına sebep, aile yadigârı 1946 model Plymouth otomobil; Ignatius’un anasına abayı yakmış, torun torba sahibi, “komonis” (komünist) düşmanı, tren makinistliğinden emekli, Donald Duck benzeri tuzu kuru varyemez amca, ihtiyar faşist Bay Claude Robichaux; Levy Pantolonlarının kayıtsız sahibi, playboy Bay Gus Levy ve masaj yatağı delisi sevgili dırdırcı eşi Bayan Levy; Levy Pantolonlarının muhasebe müdürü Bay Gonzalez ve doksanına merdiven dayamış, sanırız saygıdan hâlâ emekliye gönderilmemiş bunak sekreter Bayan Trixie ile Levy pantolonlarının üretiminde bir miktar faydası dokunan ayyaş ustabaşı Bay Palermo, ayrıca siyahi kadın ve erkek pantolon fabrika işçileri; elbette sosislerin anavatanı olan haşlanmış sosis arabaları teşebbüsü Cennet Satış Anonim Şirketi patronu, hijyenden bihaber, burnu yaralı, pörsümüş sosis imparatoru ihtiyar Bay Clyde; Ignatius’un akademideki öğrencilik yıllarından beri kafayı taktığı hocası Dr. Talc; ve elbette, zengin bir kabzımal kızı olan, akademideki, öğrenciliğinden istifa etmiş, 68 ruhu taşıyan çiçek kız, seks ve cinsellik düşkünü yoldaşı Myrna Minkoff gibi, hepsi de itinayla dantel gibi işlenmiş uçuk kaçık bir sürü karakter var romanda. Macera, Magazine sokağındaki D. H. Holmes mağazası civarında, Bayan Reilly tam da Alman pastacı kadından taze jöleli çörekler satın alırken, sokakta masum masum onu bekleyen tuhaf yeşil kasketli, koca göbekli, gözleri sarı-mavi renkli olan dombili oğlu Ignatius’un supabının kapandığı bir günde (supap kapanırsa, kıçtan gaz yerine ağızdan geğirti çıkan o kötü zamanlar), onu giydiği acayip kıyafetler yüzünden tutuklamak isteyen polis memuru Mancuso ile herkesin içinde söz dalaşına girmesiyle başlar. Fortuna (Roma mitolojisinde talih tanrıçası) çarkı bizim koca oğlanın aleyhine dönmeye başlamıştır artık. Polisten kaçıp anasıyla beraber Neşeli Gece Barında kafayı çekerler ve bar çıkışı 1946 Plymouth’larıyla bir binaya çarparak bin dolar tazminat ödemeye mecbur kalırlar. Tazminatın ödenebilmesi için Ignatius çalışmak zorundadır. Levy Pantolonlarında belge arşivleme pozisyonuyla başlayan iş hayatı; Cennet Satış Anonim Şirketinde haşlanmış susis (sosis) arabalarını, yeşil kasketine sardığı kırmızı eşarp, kulağına taktığı küpesi ve belindeki plastik kılıcıyla tamamladığı korsan kıyafetiyle, New Orleans’ın tüm ayak takımının takıldığı Fransız mahallesi ve civarında, mide asidi düşmanı haşlanmış sosisleri satma girişimleriyle yeni bir soluk kazanır. Siyasi parti kurma ve toplumu aydınlatma çalışmaları, güncesine alınan notlar, yavuklusu seks düşkünü Myrna’yla it dalaşı şeklinde geçen mektuplaşmaları, gizli polislerin takibinde sokak kovalamacaları ile uçkuruna düşkün anasının bowling ve alkol maceraları eşliğinde sürüp gider. Hâlbuki Ignatius, kendine örnek aldığı Romalı filozof Boethius’un (480-524; en önemli eseri Felsefenin Tesellisi [ya da Avuncu]) mottosu doğrultusunda din bilim, geometri, ince beğeni ve edebe karşı gösterişle sorgulanan terbiyesizlikler sarmalında kendi erdemli yolunu bulmaya çalışmaktadır. Spoiler vermek istemem ama roman sonuna doğru öylesine gelişmelere gebe ki, hani insanın aklından şu geçmiyor değil: “Sezar’ın hakkı Sezar’a!” Bu çok özel romanı sizlerin de okumanızı ve sevdiklerinize de okutmanızı diliyorum… Sonsöz: Romanda, Ignatius koluna bir saat takıyor, Mickey Mouse saati. Bu saati Dan Brown hayranları çok iyi hatırlar. Brown’un tüm kitaplarındaki kahramanı Profesör Robert Langdon da bu tip bir saat takar. Brown, ya bir intihal yapmış ya da bir gönderme! Takdir sizin. Ayrıca romanın 301. sayfasında (alttan yedinci satır): “Baksana,” dedi Jones’un sesi, telefonun öteki ucundan. “Yeşil kasketli o şişko teyze hâlâ sizin orada mı çalışıyo? Bıyıklı, koca bi teyze?” Sayın Özgören tarafından ya çeviride bir yer atlandı, ya da yazar böyle olmasına karar verdiğinden çeviri bu şekilde yapıldı. Çünkü çeviri metninde, telefon çalmadan (telefon çaldı, açıldı vb. bir bilgi yok; telefon meselesi birden açılıyor!) Bay Gonzales telefona cevap veriyor ve görüşme bitince telefon ahizesini almaca çarparak kapatıyor. Dediğim gibi, bu eksiklik çeviriden de olabilir, yazarın anlatımından da. Son olarak, incelediğim baskıda yapılan dizgi hataları: Sf. 42 > …çocuğunda da abuk sabuk şeylerle dolu… (doğrusu: çoğunun da abuk sabuk şeylerle dolu) Sf. 44 > …harika bi işi… (doğrusu: harika bi şi) Sf. 78 > …Çok o pis şeyi üstümden… (doğrusu: çek o pis şeyi üstümden) Sf. 118 > …lambayı sürdürdü… (doğrusu: lambayı söndürdü) Sf. 127 > …iki katı sürüyordu… (doğrusu: ikinci katı sürüyordu) Sf. 304 > …Bay Palerma… (doğrusu: Bay Palermo) Sf. 319 > …neredeyse hazır saydırdı… (doğrusu: neredeyse hazır sayılırdı) Sf. 369 > …bir öğrenci olarak oldukça ayrıksıydı doğru… (doğrusu: ?) Süha Demirel, 19 Temmuz 2015, İstanbul *** Romanın Künyesi: Yazar: John Kennedy Toole Eserin Türkçe Adı: Alıklar Birliği Orijinal Adı: A Confederacy of Dunces Thelma D. Toole, 1980 Kırmızı Kedi Yayınevi, 2013 Çevirmen: Püren Özgören Yayın Yönetmeni: İlknur Özdemir Kitabın ilk baskısı 1994 yılında yapılmıştır Kırmızı Kedi Yayınevinden ilk baskısı Şubat 2014 (Süha Demirel)
Alıklar Birliği PDF indirme linki var mı?
John Kennedy Toole - Alıklar Birliği kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Alıklar Birliği PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı John Kennedy Toole Kimdir?
John Kennedy Toole (17 Aralık 1937 – 26 Mart 1969) ABD'li yazar.
Alıklar Birliği (A Confederacy of Dunces) adlı romanı yayınlanamadan intihar eden Toole, ölümünden sonra, 1981 yılında Pulitzer Ödülü'nü kazandı. Kitabın yayıncılar tarafından geri çevrilmesi, yazarın kötü durumda olan ruh sağlığını daha da olumsuz etkilemiş, artan alkol ve ilaç kullanımı ve ağırlaşan depresyonu intiharla sonuçlanmıştı.
Alıklar Birliğin'de yazar adeta modern bir Oblomov ortaya koyuyor. Kitabın kahramanı Ignatus'un modern çağ ile bağdaşmayan, kapitalizme direnen ütopik düşünce ve davranışları üzerinde düşünmeden geçemeyeceksiniz, Eşcinseller ordusu, tembel fabrika işçileriyle devrim.İgnatus yaşadığı başından geçenleri o kadar büyütüyor, içinden çıkılmaz yapıyor ki, insalık felaketiyle karşı karşıyaymışsınız gibi hissediyorsunuz. Annesi dahil herhangi bir varlığa sevgi duyduğu şüpheli, aşırı bencil. Kitap boyunca hissetiğim en kuvvetli duygu aslında herşeyin sorumlusu olarak annesini gördüğüydü.
Ancak 1980 yılında yayınlanabilen Alıklar Birliği Türkçe dahil 18 dile çevrildi.
John Kennedy Toole Kitapları - Eserleri
- Alıklar Birliği
- Neon Işıklı İncil
John Kennedy Toole Alıntıları - Sözleri
- Dostumu düşmanımdan ayıramıyorum. (Alıklar Birliği)
- ... insanlığın geleceği adına hepinizin kısır olduğunu umarım. (Alıklar Birliği)
- Yaratıldığından beri insanoğluna evrende en çok yakışan şey, dert çekmektir. (Alıklar Birliği)
- Dünyada burnunu başkasının işine sokmayan biri varsa, o da benim! (Alıklar Birliği)
- Evimizin kapısına cephede erkeğimiz olduğunu belirten bayrağı astık. Kasabadaki evlerin hemen hepsinin kapısında vardı böyle bir bayrak. Geçtiğiniz her sokakta görebilirdiniz bu bayraklardan, zenginlerin oturduğu kuzey kesimde bile - ama orada çok fazla yoktu. (Neon Işıklı İncil)
- Bir insanın yeni ya da pahalı bir şeye sahip olması, dinbilimden de geometriden de habersiz olduğunun kanıtıydı; o insanın ruhuyla ilgili kuşkular bile uyandırabiliyordu. (Alıklar Birliği)
- Bugünün insanlarının derdi ne, biliyor musun? Hepsi hasta. İnsanın namusuyla para kazanması olanaksız artık. (Alıklar Birliği)
- Vaizin Hritisyanlık üstüne söylediklerinden bıkmıştım. Kendi ne yapsa Hristiyanlık gereği oluyordu, kilisesine devam edenler de inanıyorlardı buna. Beğenmediği bir kitabı şehir kütüphanesinden çalarsa, radyo istasyonunun pazar günleri yarım gün çalışmasını sağlarsa, ya da birini yoksullar evine gönderirse, bunun adı Hristiyanlık görevi oluyordu. (Neon Işıklı İncil)
- "Neden önce en güzel çiçekler solar?" (Alıklar Birliği)
- Dünya, dünya görüşümü kavramayan alıklarla dolu. (Alıklar Birliği)
- "Yaşamımda Proust'vari öğeler eksik değil," dedi Ignatius (Alıklar Birliği)
- Doğa bazen bir aptal yaratır, ama bir züppe her zaman insanın kendi eseridir. (Alıklar Birliği)
- Bir zamanlar öylesine yüce olan insanlık tepetaklak olmuştu. (Alıklar Birliği)
- Yaratıldığından beri insanoğluna evrende en çok yakışan şey, dert çekmektir (Alıklar Birliği)
- Dünya, dünya görüşümü kavrayamayan alıklarla dolu. (Alıklar Birliği)
- Benden korkuyorlar. Nefret ettiğim bir yüzyılda yaşamaya zorlandığımı hissediyorlar galiba. (Alıklar Birliği)
- Doğa bazen bir aptal yaratır, ama bir züppe her zaman insanın kendi eseridir. (Alıklar Birliği)