Allı Turnam - Erdal Öz Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Allı Turnam kimin eseri? Allı Turnam kitabının yazarı kimdir? Allı Turnam konusu ve anafikri nedir? Allı Turnam kitabı ne anlatıyor? Allı Turnam kitabının yazarı Erdal Öz kimdir? İşte Allı Turnam kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Erdal Öz
Yayın Evi: Cem Yayınları
İSBN:
Sayfa Sayısı: 101
Allı Turnam Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Allı Turnam, bir geziden izlenimlerdir. Bende kalan, bende derin izler bırakan izlenimler. Sovyetler Birliği gibi uçsuz bucaksız bir ülkeyi, anlatmamı kimse beklemesin benden. Topu topu on beş gün kaldım orada. Sovyet Yazarlar Birliği'nin özel çağrılısı olarak gittim, on beş gün süresince nerede neyi görmek istedimse gördüm, anlamaya çalıştım.
Bu kısa süre içinde Sovyetler Birliği'ni gördüğümü elbette söyleyemem. O ülkeyi anlatacak kadar anladığımı da söyleyemem. On beş günden bende kalanları birilerine anlatmak, yaşadığım güzellikleri birileriyle paylaşmak istedim.
Allı Turnam bu işte.
Allı Turnam Alıntıları - Sözleri
- Nâzım Hikmet, Aziz Nesin ve devrim. Bu üç adın, bu üç büyük kavramın bir araya gelmiş olması, bir raslantı değildir.
- Dostoyevski, elli dokuz yaşında öldüğünde, Anna otuz üç yaşındaymış. (...) «Dostoyevski çok daha önce ölürdü. Onu bu kadar yaşatan Anna’dır,» diyorlar. Otuz üç yaşındayken dul kalan Anna Grigoriyevna, oldukça güzel bir kadınmış. Ama bir daha evlenmemiş. Niye evlenmediğini soranlara şu karşılığı verirmiş: «Dostoyevski öldü. Tolstoy ise evli. Başka da evlenecek adam yok ki.»
- Ancak şunu belirtmekte yarar var: Sovyetler Birliği’nde bütün kitaplar kapışılıyor. Kitap yetişmiyor. Yayımlanacak kitaplar bir, birbuçuk yıl öncesinden duyuruluyor. Okurlar, kitabevlerine gidip adlarını yazdırıyorlar, kitabı almak için sıraya giriyorlar. Böyle önceden sıraya girmedikçe, yeni çıkan bir kitabı edinmek oldukça güç oluyor. Kitaplar öylesine ucuz ki. Herkes, okumaya öylesine düşkün ki.
- bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrı nda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasapana koşulan
- Benim o yaralı, ulu ozanımı barındıran bu ülkede, şimdi de bu salonda, bir başka büyük Türk yazarı için düzenlenmiş bir yaşgünü törenine tanık oluyorum. Çok heyecanlıyım. Bağışlayın. Çünkü ilk kez Nâzım Hikmet’in bu kadar yakınında oldum. İlk kez Aziz Nesin için konuşuyorum. Ve bunları, devrim yapmış bir büyük ülkenin başkentinde yapıyorum. Nâzım Hikmet, Aziz Nesin ve devrim. Bu üç adın, bu üç büyük kavramın bir araya gelmiş olması, bir raslantı değildir.»
- Soruyorum «Anaları babaları mı gelip alırlar çocukları yuvadan?» «Hayır,» diyor kesinlikle. «Olmaz öyle şey» «Neden?» «Anasız babasız çocuklarımız da var yuvada. Bu kimsesiz yavruları üzmek istemeyiz. Hakkımız yok buna. Anası babası olmayan çocukları incitmemek için, çocukları evlerine biz göndeririz. Analar babalar gelmez buraya.» Hiç sesimi çıkarmıyorum, öylesine haklı ki.
- Otuz üç yaşındayken dul kalan Anna oldukça güzel bir kadınmış. Ama bir daha evlenmemiş. Niye evlenmediğini soranlara şu karşılığı verirmis: «Dostoyevski öldü. Tolstoy ise evli. Başka da evlenecek adam yok ki.
- Lenin’in ölüm tarihi yok. Sovyetler Birliği’nde hiçbir yerde Lenin’in ölümü belirtilmiyor. Lenin, her gün, her zaman aralarında çünkü. Lenin gerçekten yaşıyor. Moskova’da, Kızıl Alan’daki Lenin’in ünlü mezarı önünde kuyruk olmuş bekleyen insanları gözlerimle görmesem, inanmazdım. O kuyruk hiç bitmiyordu. Moskova’daki ünlü Lenin Müzesi’nin içi de insanla doluydu. Her saat başında gösterilen yarım saatlik belgesel Lenin filmini de, tıka basa dolu bir salonda izlemiştim. O filmde de Lenin’in ölümü işlenmemişti. Lenin için ölüm yoktu çünkü. O her an aralarında yaşıyordu.
- Kentin dış kesimlerine yaklaştıkça, bizdeki gibi, yapılar küçülüp seyrekleşmiyor. Sovyetler Birliği’nde gördüğüm hiçbir kentte böyle bir şeye rastlamadım. ‘Kenar mahalle’, 'Kenar semt’ diye bir olgu yok. ‘Gecekondu’ diye bir kavram kalmamış. Yok böyle şeyler. Kent, merkezde nasılsa öylece genişleyip gidiyor ve birden bitiveriyor
- Dostoyevski’nin oturduğu bütün evlerin iki ortak özelliği varmış. Nedense yazar, yaşamak için hep kösebaslarındaki yapıları seçermiş. Kesinlikle de, evlerin pencerelerinden biri bir kiliseye bakarmış
- Soruyorum. Anlatıyor: «Büyük Devrimin olduğu 1917 yılında bu bölgelerde hayat çok kötüydü. Büyük açlık vardı. Rusya’nın oralarda devrim olduğunu duymuştuk. Pek yoksulduk. O yıl ürün yok denecek kadar azdı. Çok kurak bir yıldı. Köyümüze ‘Baylar’ (ağalar) geldi. Elimizdeki ürünü de aldılar, gittiler. Tüm aç kaldık. Sonra devrim buralara da geldi. Kurtulduk.»
- Gece saat 23 oldu mu, Sovyetler Birliğinde her yer kapanıyor; içkili içkisiz lokantalar, eğlence yerleri, her yer. Ama sokaklar insan dolu. Sevişen kumrular gibi, çift çift. Çevirmenim Vera Feonova, oracıkta bir fıkra anlatıyor: Bir yabancı, geceyarısı inmiş Moskova’ya. Aramış aramış, açık bir eğlence yeri bulamamış. Saat 23’ü geçiyormuş. Yoldan geçen birini çevirmiş, sormuş: «En yakın eğlence yeri nerede!» Moskovalının karşılığı çok güzel: «Helsinki’de.»
- Ama güzel yurdumun anasını bellemeye çalışan yerli ve yabancı düşmanları yine görmezden geldiler. Yurdumun yoksul, dertli kadınları, iyi ki bütün bunları görmediler, bilmediler.
- Moskova’nın o ünlü kitabevinde Dostoyevski’nin ancak bir tek kitabına rastlamıştım: ‘Suç ve Ceza’, öbür kitapları yoktu. Nedenini sormuştum. Basılır basılmaz iki gün içinde tükeniyormuş. İki yılda bir, bütün eserlerinin yeni basımları yapılıyormuş, ama ancak iki üç gün kalabiliyormuş piyasada, hemen tükeniyormuş. Hem de her yeni basımın sayısı en azından iki yüz bin olduğu halde.
- Çantamı açıp yurdumdan getirdiğim rakı şişesini aciyorum, şamfıstığı çıkarıyorum. Rakımıza da, samfistığımıza da bayılıyorlar. Ben de onların votkasina bayılıyorum. Bardaklarımızı tokuşturup içkilerimizi yudumluyoruz.
Allı Turnam İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Sovyetler'e yolculuk: Erdal Öz 'ü Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının ardından yayınladığı kitap/gulunun-soldugu-aksam--1352 ile tanıyoruz. Deniz'lerin ne amaçla ortaya çıktıklarını, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak neleri kendilerine dert ettiğini, birebir onun kaleminden okuduk. O, bir ölçüde devrimci gençliğin en yakın tanıklarındandi. Cezaevinden tahliye olduğu zaman üzülen kaç kişi tanıyorsunuz? Biri Erdal Öz. Çünkü, Deniz ve arkadaşlarına doyamadan ayrılmak zorunda kaldığını itiraf ediyor. Yine 12 Mart iskencecilerini deşifre ettiği kitap/yaralisin--1354 romanı. İrfan Uçar ile simgelesmis bir romandır. Okurken çok zorlandığımız kitaplardan biridir. İnsanin insana yaptığı zulümu anlatır bu kitapta. Mutlaka okumalısınız, eğer okumadiysaniz. Çünkü, şunu anlıyorusunuz. Bundan elli yıl önce, bu ülkede Atatürk devrimlerini alaşağı etmek isteyen faşist bir güruh, her türlü devlet desteğine sahip, hatta devlet adına bu çocukları öldürmekten zevk alan, karşılarında bir avuç devrimci. Yine, işte bu zulüm içindeki kısa öyküler. kitap/kanayan--1718 . İçinde Deniz'in en etkilendiği Ernesto öyküsü. Allı Turnam ise Erdal Öz'un 1975 yılında Sovyetler Birliği'ne yaptığı seyahatin satırlara dökülmüş metnini oluşturuyor. Yazarlar Birliği sendikasınin davetiyle, Cengiz Aytmatov, Oljas suleymanov ve Kaltas'in evsahipliğinde. Bu anıları iki bölüme ayırabiliriz. İlk bölümde Sovyetler Birliği'nin devrim sayesindeki kazanımlarını okuyoruz. Sağlık, eğitim, tarım ve sanayide aldıkları uzun ve etkili yol. Örneğin, insanlar kendilerine ait bir evleri, arabaları, yazlıkları olsun istemiyorlar. Bunu lüks görüyorlar. Çünkü herşey o kadar ucuz ve kaliteli ki gerek görmüyorlar. Konut hakkı devlet tarafından güvenceye alınmış. Sağlık ve eğitim ücretsiz. Ürettiklerini paylaşma hazzı onları mutlu ediyor. Kooperatifler, devlet çiftlikleri... Ürettiklerini nasıl satacaklar derdi yok. Devlet gelip, alıyor. Vesaire, vesaire. Bunlar sosyal devlet olmanın şartları aslında. Olması gereken bu. Bize tuhaf geliyor, alınamadığimiz için. Lenin sevgileri inanılmaz. Aldıkları havayi bile ona borçlu olmanın sevgisi bu. Keşke bizde aldığımız havayı borçlu olduğumuz liderimize bu saygıyı gösterebilmek ulus olarak. Savaş onları darmadağın etmiş. Tam 27 milyon kayıp. Kadınlar birer nefer, tıpkı bizim ninelerimiz gibi. Düşünün ki , oniki onuc yaşındaki kızlar bile cephede. Hiç unutmuyorlar o günleri. Bunun ötesinde inanılmaz okur yazarlar. Piyasaya çıkacak kitaplara bir yıl önce kayıt yaptiriyorsunuz. Çıkınca sizi arıyorlar, gidip alıyorsunuz. Bedavada biraz pahalı. Piyasada kitap yok. yazar/fyodor-dostoyevski ler kapış kapış. Bir dip not, Stalin basmamis bilinen bu yazarları. Malum sebeple. Dostoyevski müzesinde ilginç anılar. Sonra Nazım. Bir kere bizden daha iyi tanıyorlar Nazım Hikmet'i. O sizin değil, hepimizin şairi diyorlar. Ben de oturduğum yerde gururlaniyorum, Türkçe'nin en büyük şairi ile ilgili sözleri duyunca. Nazım Hikmet'in en yakın dostu ve Nazım uzmanı Ekber Babayev'den bu anılar. Son kısım Aziz Nesin doğumgünü dolayısıyla hazırlanan etkinlikten anılardan oluşuyor. yazar/aziz-nesin 'i de analım bu sebeple. Tabii, 75'ten beri çok şey değişti. Komünizm yıkıldı, bir sürü devlet türedi. Bu anlatılanlar belki de mazide kaldı. Onların durumu bizden daha beter belki. Ama 75 Sovyetler'i de böyleymiş. yazar/thomas-more 'un Ütopyasina yakın. Son bir soru da ortaya sorayım. Bilmiyorum çünkü nedenini. Bugünkü St. Petersburg şehri, meşhur neva nehri üzerindeki, çar petro'ya atifla Petrograd, sonra Petersburg, devrimden sonra Leningrad, sonra tekrar Petersburg. Yukarıda methettik, ama acaba onlar da lenin'i mi silmek istiyorlar? Tavsiye ederim, bir solukta bitiyor zaten.. Ani kitaplari beni hiç hayal kırıklığına uğratmadi.. (Barış)
'Allı Turnam' ile ilgili yorumuma geçmeden önce Erdal Öz'den bahsetmek istiyorum. 2006 yılında aramızdan ayrılan Erdal Öz, Can Yayınlarını kurarak Türk Edebiyatına yazarlığının yanında yayıncılık konusunda da hep saygı ile anılacak bir miras bırakmıştır. Dünya Edebiyatından yapılan kaliteli çevirileri ve Türk Edebiyatından basımını yaptıkları kitapların kaliteli baskıları ile Can Yayınları tüm kitapseverlerin gönlünde ayrı bir yer edinmiştir. Bu açıdan Erdal Öz çok özel bir kişiliktir. Saygı ile anıyorum kendisini. Allı Turnam kitabına gelince; kitap ilk baskısını 1976 yılında yapmış. Benim okuduğum 1980 basımı ve 125 sayfa. Başka baskı yaptı mı bilmiyorum ama 2006 yılında 'Bir Gün Yine Allı Turnam' adıyla yeniden basılmış. 'Allı Turnam', Erdal Öz'ün Sovyet Yazarlar Birliği'nin davetlisi olarak gittiği Sovyetler Birliği'nde kaldığı on beş günün izlenimlerinin bir anlatısı. Aralarında Petersburg, Moskova, Alma-Ata, Bakû gibi çeşitli kentlerde gördüklerini, duyduklarını öykü tadında anlatmış... Ben keyifle ve biraz da imrenerek okudum. Okunası bir kitap. (Zeki Erdem)
Her yolcunun valizi kontrolden geçerek veriliyor ama bazı önemli!! kişiler daha uçaktan iner inmez kontola tabi olmadan alıp ayrılabiliyor Herkes eşit ama bazıları daha eşit !!! Sovyet Rusyaya övgüler dizilmiş bir kitap. Yazar o kadar etkilenmiş ki öve öve bitirememiş. Ama eşitlik kavramı anlatılırken bazılarının daha eşit olduğu aşikar çıkıyor ortaya (Şizofrenin Güncesi)
Kitabın Yazarı Erdal Öz Kimdir?
Erdal Öz, 26 Mart 1935'te Sivas, Yıldızeli'nde doğdu. Devlet memuru olan babasıyla birlikte Türkiye'nin değişik yerlerini dolaştı. Tokat Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi'nde başladığı Hukuk eğitimini, Ankara Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. Türk Dil Kurumu Yayın Kolu'nda, Türk Sinematek Derneği Ankara Şubesi'nde çalıştı. Sergi Kitabevi'ni kurdu. 12 Mart 1971 müdahalesiyle başlayan ara rejim döneminde siyasal görüşlerinden dolayı üç kez tutuklandı ama yargılanma sonucunda aklandı. İstanbul'da üniversite çevresindeki arkadaşlarıyla a dergisini çıkardı. İlk öykü kitabı Yorgunlar'a (1960) dergisi yayınları arasında çıktı. İlk romanı Odalarda, aynı yıl Varlık Yayınları'nca yayımlandı. 1975-1981 yılları arasında Cem Yayınevi'nin Arkadaş Kitaplar adlı çocuk edebiyatı dizisini yönetti. 1981'de Can Yayınları'nı kurdu. Çok sayıda yazarı Türk edebiyatına kazandırmanın yanı sıra dünya edebiyatını saygın yazarlarının kitaplarını yayımladı.
Edebiyat yaşamına şiirle başlayan Erdal Öz'ün Rasgele başlıklı şiiri, Kaynak dergisinde çıktı (1952). Yağmurlu Hikâye adlı öyküsü, Seçilmiş Hikâyeler dergisinde yayımlandı (1954). Varlık, Yenilik, Yeditepe, Pazar Postası, a, Değişim, Emek, Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde çeşitli öykü ve eleştirileri çıktı.
Erdal Öz, yapıtlarında toplum yaşamının bireyin iç dünyasındaki etkilerini duygusal bir üslupla dile getirdi. 1970 sonrasında toplumsal gerçekçi çizgiye yöneldi. 1970'lerde ve 80'lerde yayımladığı yapıtlarında 12 Mart döneminin hukuk dışı uygulamaları ve baskılarıyla karşılaşan tutukluların yaşantılarından kesitler verdi. Bireyin baskı, korku ve acı karşısındaki yalnızlığını, ezikliğini, direncini, umudunu etkin bir duyarlılık çerçevesinde işledi. Bunun başarılı bir örneği olan Yaralısın (1974) adlı romanıyla Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazandı. Kanayan (1973) adlı öykü kitabında; Deniz Gezmiş Anlatıyor (1976) ve Gülünün Solduğu Akşam (1986) adlı anı-romanlarında Deniz Gezmiş ile arkadaşlarının idam kararı öncesi ve sonrasını, kendi izlenimlerini de katarak anlattı. Gülünün Solduğu Akşam'a girmeyen notlar ve izlenimlerini 2003'te Defterimde Kuş Sesleri kitabında topladı. SSCB gezisini içeren Allı Turnam (1977), 1998'de Bir Gün Yine Allı Turnam adıyla yeniden yayımlandı. Dedem Korkut Öyküleri (1979), Beyaz Yele (1981), Alçacıktan Kar Yağar (1982) ve Babam Resim Yaptı (2003) adlı çocuk kitaplarını çıkardı. Havada Kar Sesi Var adlı öykü kitabı, 1987'de basıldı. Sular Ne Güzelse adlı kitabıyla 1998 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Cam Kırıkları adlı yapıtıyla 2001 Sedat Simavi Öykü Ödülü'nü aldı.
Erdal Öz'ü 6 Mayıs 2006'da yitirdik.
Erdal Öz Kitapları - Eserleri
- Gülünün Solduğu Akşam
- Yaralısın
- Deniz Gezmiş Anlatıyor
- Kanayan
- Defterimde Kuş Sesleri
- Cam Kırıkları
- Odalarda
- Havada Kar Sesi Var
- Sular Ne Güzelse
- Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen!
- Yarın, Nasıl Bir Gün Olacaksın?
- Yorgunlar
- Kırmızı Balon
- Bir Gün Yine Allı Turnam
- Allı Turnam
- Babam Resim Yaptı
- Dedem Korkut Öyküleri
- Düşünüyorum da, Müthiş Bir Şey!
- Alçacıktan Kar Yağar
- İki Deniz Öyküsü
- Gülünün Solduğu Akşam
- Sığırcıklar
Erdal Öz Alıntıları - Sözleri
- Bu dört duvar arasında en büyük düşmanının duygu olduğunu çok iyi biliyordu artık; ama onsuz, duygusuz kalmayı başaramamıştı hâlâ. (Kanayan)
- Aydınlıkçılar birer birer getiriliyorlar. Oral Çalışlar geldi, Gün Zileli geldi. Daha sonra da Doğu Perinçek. (Defterimde Kuş Sesleri)
- Küçük insanların umutlanışı büyük oluyor. (Yarın, Nasıl Bir Gün Olacaksın?)
- "Bir insan olarak, karşındaki insanın insanlıktan bunca uzaklaşmasını şaşkınlıkla izliyorsun. Duygu muygu hiç yok." (Gülünün Solduğu Akşam)
- Denizleri hep sevdim ben, suları hep sevdim; seni denizler, sular gibi sevdim; sular ne güzelse seni öyle sevdim. (Sular Ne Güzelse)
- imam falan gelirse dua mua etmek için, siktir edeceğim. (Deniz Gezmiş Anlatıyor)
- İşte açıkça söylüyorum: Ülkemin bugün içinde bulunduğu durumdan utanç duyuyorum. (Düşünüyorum da, Müthiş Bir Şey!)
- Ancak şunu belirtmekte yarar var: Sovyetler Birliği’nde bütün kitaplar kapışılıyor. Kitap yetişmiyor. Yayımlanacak kitaplar bir, birbuçuk yıl öncesinden duyuruluyor. Okurlar, kitabevlerine gidip adlarını yazdırıyorlar, kitabı almak için sıraya giriyorlar. Böyle önceden sıraya girmedikçe, yeni çıkan bir kitabı edinmek oldukça güç oluyor. Kitaplar öylesine ucuz ki. Herkes, okumaya öylesine düşkün ki. (Allı Turnam)
- Burada ölen yalnızca benim bedenimdir, ki zaten ölümlüydü, ölecekti.. (Gülünün Solduğu Akşam)
- Hiç sevmemiştim hukuku. Bu ülkede hukukun yürümediğini, yaşadığım sıkıntılı dönemlerde, hukukun üstünlüğünün değil, hukukun nasıl alçakça kullanıldığının yakın tanığı olmuştum. (Cam Kırıkları)
- Bu kere gülüyordun. Ama niçin bu kadar güzel gülüyordun? Sen kocaman bir yasaksın.. (Yorgunlar)
- Nedir sanatçı? Bir büyük sancıyı içinde duyan insandır. (Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen!)
- Benim o yaralı, ulu ozanımı barındıran bu ülkede, şimdi de bu salonda, bir başka büyük Türk yazarı için düzenlenmiş bir yaşgünü törenine tanık oluyorum. Çok heyecanlıyım. Bağışlayın. Çünkü ilk kez Nâzım Hikmet’in bu kadar yakınında oldum. İlk kez Aziz Nesin için konuşuyorum. Ve bunları, devrim yapmış bir büyük ülkenin başkentinde yapıyorum. Nâzım Hikmet, Aziz Nesin ve devrim. Bu üç adın, bu üç büyük kavramın bir araya gelmiş olması, bir raslantı değildir.» (Allı Turnam)
- "Suratında, kitapları kavrayan elinde, elini cebine sokuşunda, duruşunda, kendine güvenen ama hiç de rahat olmayan kıvançsız bir diklik, öyle bakıyor gözlük camlarındaki koyu yeşil akşama." (Düşünüyorum da, Müthiş Bir Şey!)
- Yazmak korkutuyor beni. Çünkü herkesin olabiliyor sözcükler. (Yıl 1959. "Sözcük" diyor Adnan. Demek "kelime" karşılığı olarak gelip oturmuş yazı diline "sözcük") Yalnız benim olabilmeleri için ne yapmalıyım, bilemiyorum. Elbette herkes gibi ben de onları yığının içinden avuçlayacağım. Bu avuçlamaya kadar her şey yolunda gider her zaman. Bütün iş, avucunun içindekileri ortaya döküp sıraya koymaya, eğitmeye başladığında olup bitiyor. Bu öyle bir sıraya koyuş, öylesine bir eğitim olmalı ki, o bir avuç, bir daha eski, ortadaki yığına dönememeli. (Düşünüyorum da, Müthiş Bir Şey!)
- Yorgunsun...Yaralısın da... (Yaralısın)
- Bütün bu insanların içlerinde, eksilen, yok olan, yiten bir şey vardı. Balonlarla birlikte uçup giden bir şey. (Kırmızı Balon)
- Altı aşçı dükkânı Üstü horhor çeşmesi (Alçacıktan Kar Yağar)
- Parasını aldı mı doğruca sinemanın üstündeki kitapçıya gider, borcunu öderdi. Tek düşkün olduğu şey kitaptı. Eve gelir gelmez odasına kapanır, okurdu. (Kanayan)
- Demokrasiyi yakalamış ve gelişmiş ülkelerin karşısında, ezik, boynu bükük, ilkel bir topluluğun üyeleri olmaktan sıkıldık. Dünyanın karşısına, başı dik, ülkesiyle, devletiyle övünen insanlar olarak çıkmak istiyoruz artık. Bu ülkeyi, çocuklarımıza, bir bütün olarak, güzelliklerle, insan haklarıyla, özgürlüklerle donatılmış, demokrat, uygar, örnek bir ülke olarak bırakmak istiyoruz. (Düşünüyorum da, Müthiş Bir Şey!)