Apo ve PKK - Mehmet Ali Birand Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Apo ve PKK kimin eseri? Apo ve PKK kitabının yazarı kimdir? Apo ve PKK konusu ve anafikri nedir? Apo ve PKK kitabı ne anlatıyor? Apo ve PKK kitabının yazarı Mehmet Ali Birand kimdir? İşte Apo ve PKK kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Mehmet Ali Birand

Yayın Evi: Milliyet

İSBN: 9789755061108

Sayfa Sayısı: 291

Apo ve PKK Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bir tek amacım var. O da, Kürt sorunu ile PKK örgütünün gelişmesine, birbirini nasıl etkilediklerine ışık tutabilmektir. Bu kitabı 4 yılda tamamlayabildim.Öncelikle, Kürt sorununun Türkiye’de nasıl geliştiği, hangi aşamalardan geçtiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Devleti yönetenlerin nasıl bir yaklaşım uyguladıklarını inceledim, 1940-1950’lerde görev almış insanlarla konuştum.

Kürt sorununun Türkiye’deki gelişmesini sağlıklı şekilde görebilmek için, aynı sorunun bölgedeki (Irak, İran ve Suriye) gelişmesinin de ele alınması kaçınılmazdı. Bundan dolayı ben de diğer Kürt liderlerle uzun görüşmeler yaptım. Washington, Londra, Bonn ve Paris’teki resmi ve resmi olmayan kaynaklardan diğer Batılı ülkelerin tutumuyla ilgili bilgiler topladım.

Nihayet, PKK’nın gelişmesini de Abdullah Öcalan ile önce 1988’de Bekaa vadisindeki kampında, 1991’de Şam’daki evinde gerçekleştirdiğim söyleşilere dayandırdım. PKK hareketinin yaratıcısı ve tek yönlendiricisi konumundaki APO sadece kendini değil, aynı zamanda örgütün geçtiği tüm aşamaları son derece ayrıntılı biçimde anlattı. Başka Kürt örgütlerle ve diğer ülkelerle ilişkilerini ve onlar hakkındaki değerlendirmelerini de verdi. Sonunda ne istediğini ortaya koydu... (Önsözden)

Not: Kitabın künye bilgilerinin yer aldığı ilk iki sayfa eksiktir.

Apo ve PKK Alıntıları - Sözleri

  • - Gençliğinizde çok çekingen bir insan tablosu çiziyorsunuz. Peki, na­sıl oluyor da, son derece girginlik (liderlik) gerektiren bir örgütü kurabili­yor ve başına geçebiliyorsunuz? "Baştan beri büyük çelişki burada zaten. Bu büyük çelişki örgütlen­meye götürüyor. İkisi içiçe. Bütün ilişkilere yüksek değer biçiyorsun, noksanlığını gidermek zorunda kalıyorsun."
  • Temel hedef, kimsenin birbirine karışmaması ve herkesin kendi işle­vini yapmasıydı. Kürt gruplar arasındaki en önemli sorun da budur. Hiçbir zaman birleşmemişler ve ortak bir politika yürütememişlerdir. İranlı Kürtler Iraklı Kürtlere ters bakarlar, birinin diğerinin işine karışmasını istemezler. Mesut Barzani temelde Türkiye'yi üzerine saldırtmamaya daima özen göstermiştir. Babası gibi, Türkiye ile iyi geçinmek ve ilk aşamada Irak'taki yönetimle sorununu çözene kadar Ankara'dan darbe yememeye dikkat sarfetmek istemiştir.
  • Türkiye'nin birçok yöresinde Nevruz törenlerle kutlanırken Şırnak , Cizre , Van , Siirt ve Batman 'da isyan havası esti. Çatışmalarda biri polis 24 kişi öldü. Güvenlik kuvvetleriyle çatışanlar bu kez gösterici halk değil, PKK militanlarıydı. Şırnak'ta uzun namlu­lu silahların kullanıldığı çatışma tam 20 saat sürdü. Şırnak valisi Mustafa Malay, "Tamamen bir savaş içindeyiz" dedi.
  • - Mesud Barzani ile ilişkileri nasıl bir çizgi gösterdi? lrak'a küçük bir grup olarak gelmişlerdi. Sonradan büyüdüler... Me­sud Barzani ile de 1986 sonunda ilişkilerini kestiler. 1987'de tamamen bitti. Barzani, PKK'yı sözlerinde durmamakla suçladı. Apo da Barzani'yi Türkiye ile gizli müzakereye girmekle suçladı. Mesud'un PKK'yı topraklarından çıkarma yönünde söz verdiğini ileri sürdü. Buna karşı da Türk­lerin Barzani'ye saldırmayacağı sözü verdiğini ileri sürdü. Mesud bunun üzerine, PKK'nın topraklarından çıkması emrini verdi. Bütün parti üyelerine köylülere de, PKK'nın hiçbir üyesine yardım etmemeleri, köylerine almamalarını söyledi.
  • PKK ve APO tamamıyla bir sır idi. Sadece köy basıyorlar ve yok oluyorlardı. 1984'e kadar Güneydoğu'da "Apocular" adıyla anılan bir grubun bu­lunduğu bilinirdi. Gazeteler, daha çok kulaktan dolma bilgilerle, Apo'cu­ların adı birer hırsız, iyi örgütlenmiş bir haydut grubu olduğunu anlatırlardı. Aslında bu bilgilerin büyük bir bölümü de, çeşitli Kürt derneklerden veya gruplardan gelirdi. Apo'cular arada bir banka soyarlar , karayolunu kesip otobüs yolcula­rının paralarını alırlar veya yükte hafif pahada ağır malları götürürlerdi. Apo'cuların birer haydut olduğu söylentisinin yayılmasıı güvenlik kuvvetlerinin de işine gelirdi. Bu şekilde adi suçlu peşinde koşmanın rahatlığı içinde işlerine devam ediyorlardı. Oysa Apo'cuların gerçekte hırsız olmadıkları , onun ötesinde bir işlerin döndüğü hissediliyor ancak ne oldukları na tam teşhis konamadığından kimse ağzını açıp düzeltmeye kalkamıyordu. 15 Ağustos 1984 günü, aynı anda iki ilçeye birden yapılan koordineli saldırı, her şeyi değiştiriverdi. İşin şakası olmadığı, PKK'nın amacının bambaşka olduğu kamuoyuna yansıdı.
  • lrak hükümetinin Kürtlere verdiği hiçbir sözü tutmaması üzerine a­yaklanan Barzan aşireti, karşısında önce Irak ordusunu, ardından da İngi­liz uçaklarını bulur. Büyük bölümü Türkiye' ye kaçarak canını kurtarır. Bu olaylar 1945 yılına kadar sürer. Asıl büyük savaş 7 Ağustos 1945'ıe yine Irak ve İngiliz kuvvetlerinin Barzan' lara son bir ders verme amacıyla hareketlenmesiyle çıkar. Molla Mustafa Barzani'nin giderek egemenliğini yaygınlaştırması ve bölgedeki kontrolü arttırması üzerine 30 bin asker, 12 bin polis ve 25 av­cı uçağı 5 köyü yok eder, 50 köyü de yakar. İngilizlerin bu harekata katıl­masının nedeni petrol bölgelerinin Kürtlerin eline geçmesini engellemek­tir. Barzani bu savaşta ölümden kıl payı ile kurtulup, Türkiye üzerinden İran'a geçer. Orada Irak ve İranlı 150 Kürt şefi ve Kadı Muhammet ile birlikte KÜRT DEMOKRATİK PARTl (KDP) kurulur.
  • "... daha ne doğru dürüst karakollar yapılmış, ne haberleşme ağı kurulmuş, ne de helikopterler bugünkü gibi devreye sokulmuştu ... lşin ciddiyetini 1986'nın sonundan itibaren anlamaya başladık. O zamana kadar sert tep­kilerle işin altından kalkabileceğimizi sanıyorduk..."
  • "Bize en çabuk ve iyi uyum sağlayanlar tam cahil olanlar. Hiç okuma yazma bilmeden gelenlere çok kısa sürede eğitim veriyoruz. Neyi, nasıl ve ne zaman yapması gerektiğini öğretiyoruz. Zira bir şeyler öğrenmişler ancak tam anlamıyla öğrenemediklerinden dolayı karıştırıyorlar... Asıl zorlanmamız lise mezunlarında oluyor. Zira onlar her şeyi kendilerinin daha iyi bildikleri kanısındalar. Carıklı erkan-ı-harp diye nitelendirilenlerden oluyorlar. Üniversite mezunlarında bu sorun daha da artıyor. Adamlarla neredeyse mücadele edeceğiz. Bu nedenle biz eğitilmiş değil, daha çok eğitilmemiş ve bizim kendi başımıza eğitebileceklerimizi tercih ediyoruz."
  • "- Birçok değerle oynama var orada. Çok hayasız, uyumsuz, seviyesiz, bırak komünizmi , sosyalizmi, bir aydın onuru ile bile bağdaşmayacak bir davranış. - TKP'ye çok tepki gösteriyorrsunuz. Niçin? TKP size zamanında des­tek vermedi mi? - Yok. Hep karşı çıktı. Baştan itibaren çok şiddetli bir çekişme vardır. Çok sorumsuz bir gruptur. Bir defa 70 direnişçimize saldırdılar. TKP'nin o yıllardaki gelişmesi, son derece saldırgandır. Küfür ettiler, her biri birer kahraman olan bu değerleri, maceracı, goşist, provakatör gibi kelimelerle nitelendirdiler. Bu da bizim baştan (onlara karşı) tavır almamızı açtı..."
  • "Siz Kürt sorununa böylesine sırt çevirdikçe, Suriye'nin İran ve I­rak' ın etkinliği artıyor. Onlar sizinle oynuyorlar , farkında değil misiniz? Eğer siz Kürtlere sahip çıksanız, bütün bu ülkeler sizin elinize bakacaklar ve sizin oyuncağınız olacaklar."
  • Kürt sorununun sadece güvenlik önlemleriyle çözümlenemeyeceğini en iyi bilenlerin başında da yine askerler gelmektedir. Ancak onlara bir görev verilmiştir. PKK terörünü durdurmaları istenmektedir. Türk subayı, düzenli bir ordunun halktan belirli bir destek alan gerilla ile başa çıkma­sının imkansız derecede güç olduğunu bilmektedir. Ancak artık geri çe­kilmesine de imkan yoktur. Ordunun sinirliliği işte bundan kaynaklanıyor. Bir yandan, verilen emri yerine getirmesi gerekli. Aksi halde prestiji yok olacak. Türk toplumunun gözündeki yeri sarsılacak. Öte yandan, ne eğitimi ne de düzeni verilen görevle bağdaşmakta ...

Apo ve PKK İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bu kitapta 90’lı yıllarda Lübnan/Bekaa da Öcalanla görüşüp ordaki gözlemlerini kaleme alan M.Ali Birand, her ne kadar tarafsızlık sözü ile yola çıksa da taraflı bir dil ile kaleme almış. Tabi dönemin siyasi atmosferi de bunda etkili olmuştur. Kitabı okuyunca daha çok düşmanını tanıyıp çözmek isteyen, yer yer ondan biraz abartı ile ürken ve kısmen devletin görevlendirdiği gazeteci olduğunu düşünmeden edemedim. (Liberta Sahaf)

90'ların o büyük çatışma ortamında böyle bir kitap çıkabilmiş. içeriğinden bağımsız konuşuyorum. öyle çok cesur bir kitap filan değil aslında. gayet orta yolcu klasik bir birand kitabı. ama insan yine de bugüne bakıp kederleniyor biraz. sanki o yıllar hiç yaşanmamış gibi bir zaman dilimindeyiz. eski ve artık bayatlamış söylemler sanki yeni bir şeymişçesine dolaşıma sokuluyor. müthiş bir vasatlık ve cehalet. bu kitap beni sadece öfkelendirdi bu sebeple. öyle pek bilmediğim bir şeye rastlamadım. a tek bir şey: youtube'da dolaşımda olan öcalan birand röportajı'nda apo'nun sürekli burnunu çekmesinin sebebi öyle koko filan değilmiş. röportajdan bir kaç gün önce, suriye polisince göz altına alınmış ve orada nezle olmuş. bundan dolayı yani (Baba)

Kitabın Yazarı Mehmet Ali Birand Kimdir?

Mehmet Ali Birand (d. 9 Aralık 1941; Beyoğlu, İstanbul - ö. 17 Ocak 2013, İstanbul), Türk gazeteci, yazar, köşe yazarı, haber sunucusu, televizyon yapımcısı.

İlk yılları

Mürvet ve İzzet Birand'ın oğlu olan 9 Aralık 1941 gecesi Alman Hastanesi'nde dünyaya geldi. Birand'ın kökeni Elazığ'ın Palu ilçesine dayanmaktadır ve Kürt kökenlidir. Birand, iki yaşındayken babasını kalp krizi nedeniyle kaybetti. İlkokulu Erenköy Zihnipaşa'da tamamladı ve 1955'te Galatasaray Lisesi'nde okumaya başladı. Bu okula, Dışişleri Bakanlığında "küçük bir diplomat" olan dayısının maddi yardımlarıyla gitti. Liseyi 1962'te bitirdi. İstanbul Üniversitesi Filoloji Fakültesinde Fransızca bölümüne girerek eğitimini sürdürdü fakat maddi sorunlardan dolayı devam edemedi.

Kariyeri

Mesleğe 1964 yılının Temmuz ayında Abdi İpekçi'nin vasıtasıyla Milliyet gazetesinde başladı. 1971'de evlendikten sonra 500 dolar maaşla Brüksel'de Milliyet için çalışmaya başladı ve burada yirmi yıl çalıştı. 1974 Kıbrıs Harekatı'nın meydana gelmesiyle sürekli Washington, Atina, Strasbourg'a (Avrupa Konseyi için) gider oldu. Abdi İpekçi'den sonra kısa bir dönem Milliyet'in genel yayın yönetmenliğini yaptı.

1985 yılında TRT 1'de 32. Gün adlı bir aylık haber programı yapmaya başladı. Programda uluslararası ilişkileri ele aldı ve yabancı devlet adamlarını konuk etti. Birand, programı, Avrupa televizyonlarında gördüklerini örnek alarak ve izlediklerinden esinlenerek yaptı. 32. Gün'ün beğenilmesiyle Birand, oldukça tanındı. Can Dündar, Mithat Bereket, Çiğdem Anat, Ali Kırca, Deniz Arman, Cüneyt Özdemir, Rıdvan Akar, Musa Çözen, Talip Korkmaz, Sacit Baydar başta olmak üzere birçok muhabir, kameraman ve teknisyen program için çalıştı.

1986 yılında Sovyetler Birliği yetkililerini ve Milliyet'i ikna edip, Moskova'da da büro açtı. 1988'de Lübnan'ın Beka vadisindeki PKK kampında Abdullah Öcalan ile röportaj yaptı. Bu röportaj, Türkiye'de Öcalan ile yapılan ilk röportajdı ve basılması sonrası Milliyet gazetesi toplatıldı ve yayımlanması yasaklandı. Daha sonraki yıllarda çeşitli belgeseller çekti.

1991 yılının Haziran ayında Birand, ailesiyle birlikte Türkiye'ye geri döndü. İstanbul'a yerleştikten sonra Milliyet'ten Sabah'a geçti ve 32. Gün programını TRT'den Show TV'ye taşıdı. Fakat 28 Şubat sonrası Sabah'tan kovuldu ve Show TV'deki programı da durduruldu. 1997'de Aydın Doğan, kendisine CNN Türk'ün kuruluşunda görev verdi ve bu dönem, Posta gazetesinde yazmaya başladı. CNN Türk'te Manşet adlı günlük siyasi bir talk show yaptı. 2005'te Kanal D Ana Haber Bülteni'nin Genel Yayın Yönetmeni ve bültenin anchor'u oldu. Ocak 2009 hem CNN Türk'ü, hem de Kanal D'nin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlendi.

Tartışmalar

Adı, 1996-1997 yıllarında 28 Şubat sürecinde "andıç" adlı belgede geçti. TRT için 32. Gün programını hazırladığı dönemde sahtecilik ve dolandırıcılık iddiası ile hakkında açılan kamu davasından yargılandı ve hüküm giydi. Olayı ortaya çıkaran TRT Teftiş Kurulu raporunda Birand'ın kurumu uğrattığı zarar: 2 milyon Belçika Frangı, 4 milyon 650 bin İtalyan Lireti, 104.100 Fransız Frangı, 34.600 ABD Doları, 28.400 İngiliz Sterlini, 35.360 Avusturya Şilini, 1.558 Alman Markı, 310 İsviçre Frangı olarak belirlenmiştir. Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesi'nin Esas 1994/1315 sayılı kararıyla TRT`yi dolandırmaktan 11 ay 20 gün hapis cezası almıştır. Cezası Yargıtay tarafından da onanan Birand, TRT'nin zararını geri ödemiş ve aldığı hapis cezası paraya çevirilmiştir. Hakkında aynı suçtan açılan ikinci bir davada, mahkemece suçu sabit görülmekle birlikte zaman aşımı nedeniyle dava düşmüştür.

Kişisel hayatı ve ölümü

Milliyet'te çalışırken karşılaştığı Cemre ile evlendi ve evli çift, evlilik sonrası Brüksel'e giderek burada yirmi yıl yaşadı. Çiftin Umur Ali adında bir oğlu oldu. Birand ayrıca Fransızca ve İngilizce bilmekteydi ve aynı zamanda Belçika vatandaşıydı.

Bir süre önce pankreas kanserine yakalanan Mehmet Ali Birand, hastalığı ile ilgili bir seri ameliyat geçirmiş ve kemoterapi görmüştü. Tedavisinin bir parçası olarak safra kesesindeki stentlerin değiştirilmesi için gittiği İstanbul Amerikan Hastanesi'nde yapılan ameliyat sonrasında 17 Ocak 2013 tarihinde yoğun bakımda hayatını yitirmiştir. Sabah saatlerinde medya tarafından verilen ölüm haberi, oğlu ve tedavi gördüğü hastane tarafından yalanlanmış ve Birand'ın yoğun bakım altında olduğu açıklanmıştır. Ancak oğlu Umur Birand saat 19.00'a doğru yaptığı basın açıklaması ile Birand'ın, 18.29 sıralarında vefat ettiğini açıklamıştır.

Mehmet Ali Birand Kitapları - Eserleri

  • Demirkırat
  • 12 Mart/İhtilalin Pençesinde Demokrasi
  • The Özal: Bir Davanın Öyküsü
  • Son Darbe: 28 Şubat
  • 12 Mart
  • 12 Eylül Türkiyenin Miladı

  • 12 Eylül Saat 4.00
  • Emret Komutanım
  • Apo ve PKK
  • 30 Sıcak Gün
  • Diyet
  • 32. Gün
  • Türkiye’nin Ortak Pazar Macerası

  • 32.gün 10 yılın perde arkası
  • 31 Temmuz 1959’dan 17 Aralık 2004’eTürkiye’nin Büyük Avrupa Kavgası
  • Türkiye'nin Avrupa Macerası 1959-1999
  • Bir Pazar Hikayesi

Mehmet Ali Birand Alıntıları - Sözleri

  • Hiçbir şey dünkü gazete kadar eski olamaz ! (32. Gün)
  • İnsanların olduğu gibi toplumların da tarihlerinde dönüm noktaları vardır.Bu dönüm noktaları bazen sessizce, kendiliğinden çalar kapıyı, bazen de korkunç bir gök gürlemesi gibi patlar. (Demirkırat)
  • Darağacındakiler hayata asılırlar. Asanlar ölüme gömülürler. (12 Mart)
  • Kürt sorununun sadece güvenlik önlemleriyle çözümlenemeyeceğini en iyi bilenlerin başında da yine askerler gelmektedir. Ancak onlara bir görev verilmiştir. PKK terörünü durdurmaları istenmektedir. Türk subayı, düzenli bir ordunun halktan belirli bir destek alan gerilla ile başa çıkma­sının imkansız derecede güç olduğunu bilmektedir. Ancak artık geri çe­kilmesine de imkan yoktur. Ordunun sinirliliği işte bundan kaynaklanıyor. Bir yandan, verilen emri yerine getirmesi gerekli. Aksi halde prestiji yok olacak. Türk toplumunun gözündeki yeri sarsılacak. Öte yandan, ne eğitimi ne de düzeni verilen görevle bağdaşmakta ... (Apo ve PKK)
  • Şevket Kazan (RP kocaeli milletvekili): Erbakan Hoca’nın bir ifadesi var: “Bizim İnanlarımız var, diğer partilerin seçmenleri var.” (Son Darbe: 28 Şubat)
  • 1966 yılının 19 Mayıs törenlerinde her şeyden çok genç kızların mini şortları konuşuldu. Tutucu çevreler, kızların şortla gösteri yapmasına karşı çıkıyordu. Aslında şortların boyları öncedeki yıllardakinin aynıydı. Ne uzamış ne kısalmıştı. Törenlerde de hiçbir değişiklik yoktu. Değişen, ülkedeki dinci güçlerin seslerini yükseltmeye başlamalarıydı. (12 Mart)

  • “Bir ihtilalci müzakereye girdiği andan itibaren kaybetmiştir. Kendi iç dünyasında evvela anlaşmazlığa düşmüştür. Kendi kafasında kargaşaya düşen bir lider, sağlam karar veremez.” (12 Mart/İhtilalin Pençesinde Demokrasi)
  • ..Belçikalıların ne denli büyük bir yanlış yaptıklarını anladım . Bize İranlı müslüman diye gönderdikleri adamın adı Yezidyan dı ve su katılmamış bir Ermeni’ydi. (32. Gün)
  • - Mesud Barzani ile ilişkileri nasıl bir çizgi gösterdi? lrak'a küçük bir grup olarak gelmişlerdi. Sonradan büyüdüler... Me­sud Barzani ile de 1986 sonunda ilişkilerini kestiler. 1987'de tamamen bitti. Barzani, PKK'yı sözlerinde durmamakla suçladı. Apo da Barzani'yi Türkiye ile gizli müzakereye girmekle suçladı. Mesud'un PKK'yı topraklarından çıkarma yönünde söz verdiğini ileri sürdü. Buna karşı da Türk­lerin Barzani'ye saldırmayacağı sözü verdiğini ileri sürdü. Mesud bunun üzerine, PKK'nın topraklarından çıkması emrini verdi. Bütün parti üyelerine köylülere de, PKK'nın hiçbir üyesine yardım etmemeleri, köylerine almamalarını söyledi. (Apo ve PKK)
  • "Şah'ın ordusu her yıl ilkbahar ve sonbaharda sistematik şekilde Kürtleri bombalar, dirençlerini kırmaya çalışırdı. Hatta bu bombardımanlar sırasında durum önceden Türkiye'ye bildirilir ve bir yandan İran uçaklarının yanlışlıkla Türk hudutlarını geçmeleri halinde yaratabilecekleri sakıncalar önlenmeye, öte yandan da Türkiye'nin hudutları kapaması halinde, canlarını kurtarmak için Türkiye'deki akrabalarının yanına sığınacak olanların bu girişimleri engellenmeye çalışılırdı. (Türkiye İran ile hudutlarını etkin biçimde kapayamadığından dolayı, Şa'a yollanan yanıt bazen “önlem alındığı”, bazen de “kapatılamadığı” şeklinde olurdu. Türkiye bombardımanlar döneminde Kürt grupların, hududu geçmesine genellikle göz yumar, ancak gözetimini de artırırdı.) Şah'ın Kürtlere yaptığı baskı mevsimlik bombardımanlarla kalsa yine de iyiydi. Örneğin, herhangi bir Kürt'ün bölgesinden ayrılıp Tahran'da iş araması, bulması, arayıp bulsa dahi çalışması olanaksızdı. İşi veren de alan da kısa sürede cezasını bulurdu. Gaddarcasına bir ezme, bezdirme ve öldürme kampanyası sürdürülürdü. İşte böyle bir ortam içinde sıkışmış Kürtler de yıllar boyunca aralarındaki dayanışmayı ellerinden geldiğince artırmış, doğu veya batı gözetmeksizin nereden bulurlarsa silah alıp güçlenmişlerdi. Bölgede çıkarı olan tüm ülkelerin Kurt unsurunu görmezlikten gelmeleri söz konusu değildi. Aksine, ister Sovyetler Birliği olsun, ister Amerika veya Batı Avrupa olsun, hatta Libya, bu bölgede kendilerinden yana bir KÜRDİSTAN kurulmasına yardım etmek, hiç değilse böyle bir olayın dışında kalmamak isterler. Bu nedenle de Kürt hareketini para veya silahla daima desteklerler. Her birinin de kendi görüşü paralelinde bir Kürt politikası vardır." (12 Eylül Saat 4.00)
  • Bir gün, Kara - Hava - Denizci subayların bulundukları bir toplantıda sohbet ediyorduk. Karacı bir dostumuz gelişmeler hakkında ve Türkiye ile ilgili görüşlerini açıklıyordu. Denizci dostumuz -sonradan çok da iyi arkadaş olduklarını öğrendim- durdu ve «...Oğlum, sen yanlış vapura binmişsin.» dedi. Önce hiçbir şey anlamadım, merak edip sorunca bunun bir deyim olduğunu ve Ada'ya (O zaman Deniz Harp Okulu Heybeliada'daydı.) giden vapura bineceğine, Çengelköy'e (Kuleli Askeri Lisesi'nin bulunduğu yer.) giden vapura bindiğini, yanlış kuvvet seçtiğini söylermiş... Denizciler için, beğendikleri, sevdikleri Karacıya en büyük övgü buymuş. Karacı subay arkadaşlarını fazla katı ve tutucu bulurlar. Disiplin anlayışları da biraz farklıdır. (Emret Komutanım)
  • Çin yanlıları, Türkiye İşçi Köylü Parti'sinde örgütlüydü. Yasal olan bu partinin genel başkanı Doğu Perinçek'ti. TİKP, günlük Aydınlık gazetesini yayımlıyordu. Bu gruba Çin yanlısı denilmesinin nedeni de Mao Zedung'un görüşlerine duydukları saygıydı. Yine aynı şekilde Kamboçya'da Kızıl Khmerleri sosyalist bir hareket olarak tanımlıyorlafı. Aydınlık gazetesinde yapılan yayınlar nedeniyle diğer sol gruplar TİKP'lileri "ihbarcı" olarak niteliyordu. (12 Eylül Türkiyenin Miladı)
  • Yabancıların karşılaştıkları en büyük güçlük dil oluyor. Ancak özel kursları izledikten sonra, anlayabilecek duruma giriyorlar. Zaten öğretmenler de bu handikapı düşünerek gerektiğinde fazla yüklenmiyorlar ve yardımcı oluyorlar. Yabancılar bazı derslere sokulmuyor. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çok can alıcı konularının tartışıldığı «gizli» sayılan bilgilerin konuşulduğu dersler sadece Türk subaylarına açık oluyor. Bu uygulama bize özgü değil. Örneğin, İngiliz veya Amerikan Askeri Akademilerinde de, Türk subayları bazı derslere gizlilik nedeniyle alınmaz. Güney Korelilerle, Pakistanlıların Türk Akademisinden mezun olmaktan dolayı ülkelerinde bir üstünlükleri oluyor. Türkiye'de eğitim görmüş olmak onlara bir başkalık kazandırıyor. Amerikalıların subay yollamaları ise, daha fazla o genç adamın Türkiye üzerinde uzmanlaşması amacından kaynaklanıyor. Karargahlarında komutanları tarafından seçilip, önce Türkçe kurslarda hazırlanan Amerikalılar, Akademinin uzunca bir süredir gedikli müşterileri arasına giriyorlar. Genelde de, bir süre sonra Türkiye'de görevlendiriliyorlar. JUSMATT'da olsun, bizdeki Amerikan tesislerinde olsun, kazandıkları Türkçe ve daha da önemlisi Akademideki arkadaşlıkları, kendilerine önemli bir avantaj sağlıyor. (Emret Komutanım)

  • "30 yıllık devlet tecrübem bana, rejim ne olursa olsun devlet idare edebilmek için mutlaka disiplin ve otoritenin gerektiğini öğretti. Bizim şimdiye kadar kurabildiğimiz koa­lisyonlar, disiplin ve otoriteyi sağlamakta yeterli olamadılar... Sayın Ecevit de, Sayın Demirel de denedi. Bu nedenle istik­rarlı, sürekli bir hükümete bu devletin ihtiyacı büyüktür. İstik­rarın başlıca şartı da, memlekette huzur ve sükunu sağlayabilmektir. Bunun için de terörü geride bırakmaya mecburuz." (12 Eylül Saat 4.00)
  • Demirel' e gore, hukumet Amerika tarafindan dusurulmustu. Erbakan' a gore, "Kukreyen Musluman Turkiye' yi istemeyenler, hukumeti sabote etmisti." Turkes' e gore, "Titreyip kendine gelecek olan buyuk Turkiye' den korkan dis gucler ve onlarin icerdeki yardakcilarinin isiydi" bu sonuc. Hic biri " Acaba biz ne tur hata ettik?" diyemedi. Neyin "Diyet" ini odediklerinin olsun farkina varamadilar... (Diyet)
  • "Efendim Özal bir havalara girmişti. Hem komünist, hem sosyal demokrat, hem sağcı her şey oluyordu. Nereden oy gelecekse oyum diyordu. Ben de kızıyordum bu ne biçim particilik diye, her şeye benim diyor. Oy gelecek şeye benim diyor diye kızıyordum açık oturumda." (12 Eylül Türkiyenin Miladı)
  • (...) en ağır sözleri söyleyenler daha sonra Sayın Çiller'in kabinesinde bakan oldular. Türk siyasetinin böyle ilginç anlarını, sahnelerini yaşadık o dönemde. (Son Darbe: 28 Şubat)
  • 12 Mart rejimi bir kasırga gibiydi. O kasırga solu ezdi geçti. Ülkede sol görüşlü olanlara karşı büyük bir tutuklama ve gözaltı kampanyası başladı. İşkenceli sorgular insanları dehşete düşürdü. (12 Eylül Türkiyenin Miladı)
  • Sivil toplum olarak bizler her şeyden önce, Türkiye'nin ve Demokrasinin gerçek sahibi olduğumuza inanmak ve ona göre hareket etmek zorundayız. Zaman zaman bazı sivil kesitler zora geldikçe müdahale bekler, hatta kışkırtır ve davetiye çıkartırsa, bu kısır döngüden kurtulamayız. Adeta askeri müdahaleye alışmış, altından kalkamadığı sorunlar çıktığında «Asker gelip düzeltsin» yaklaşımıyla hareket etmek ülkemize ilerde çok pahalıya mal olacaktır. Dikkat edilecek olursa, askeri müdahalelerin tümü, sivil kesimin bıraktığı büyük boşluğun ordu tarafından doldurulması ile gerçekleşmiştir. Siyasi alanda içinden çıkılamayacak kilitlenmeler de olsa, büyük ekonomik ve sosyal çalkantılar da çıksa, 12 Eylül öncesi durumun tam aksine, çözümün askeri müdahaleden değil, demokratik sistem içinde Büyük Millet Meclisi'nden geçmesi gerektiğini bilmemiz ve benimsememiz gerekmektedir. (Emret Komutanım)
  • ...adeta "hücum" emri verilmişti. Çorum'da 18 kişinin öldürülmesi üzerine 50 tanka bindirilmiş askeri birlikler yola çıkarılırken Fatsa olayları pat­lak veriyordu. Çorum'daki gelişmeleri izlemeye giden Milliyet gazetesi muhabiri, kentin sınırında silahlı komandolar tara­fından durdurulup, kimliği öğrenilince geldiği arabaya tıkılıp kovalanıyor, kent adeta sağın kurtarılmış bölgesi ilan edili­yordu.... Fatsa ise solun kurtarılmış bölgesi oluyor, ardından hem Tunceli hem de Fatsa'daki aramaya suratları maskeli sivil komandoların da katılması, olayların boyutunu ve tepki­leri artırıyordu. ... Durum ancak, sokağa çıkma yasağı konularak önlenebi­liyordu. (12 Eylül Saat 4.00)