Arap Milliyetçiliği ve Türkler - İlhan Arsel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Arap Milliyetçiliği ve Türkler kimin eseri? Arap Milliyetçiliği ve Türkler kitabının yazarı kimdir? Arap Milliyetçiliği ve Türkler konusu ve anafikri nedir? Arap Milliyetçiliği ve Türkler kitabı ne anlatıyor? Arap Milliyetçiliği ve Türkler PDF indirme linki var mı? Arap Milliyetçiliği ve Türkler kitabının yazarı İlhan Arsel kimdir? İşte Arap Milliyetçiliği ve Türkler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: İlhan Arsel

Yayın Evi: Kaynak Yayınları

İSBN: 9789753432405

Sayfa Sayısı: 616

Arap Milliyetçiliği ve Türkler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bu kitabın asıl amacı, bir yandan Arap ve İslam geriliklerinin sorumluluğunu Türklere yükleyen Arap milliyetçisinin yalanlarını (ki bu yalanlar arasında İslam'ın özünün "mükemmel" olduğu fakat Türkler yüzünden bozulduğu ve Arap'ın yarattığı İslam medeniyetinin Türkler yüzünden sona erdiği gibi ya da buna benzer olanları vardır) yanıtlarken, diğer yandan bu yalanların Türk toplumu üzerinde oluşturduğu sonuçları gözler önüne sermektir.

Arsel kitabında, Türklerin İslam'a girişinden bu yana, yani bin yılı aşkın süre boyunca hiç el atılmamış bazı dinsel sorunları ilk kez sorguluyor.

Arap Milliyetçiliği ve Türkler Alıntıları - Sözleri

  • Rönesans demek akılcılığa dönüş ve bilimsel ve ahlaksal gerçeklere din verileriyle değil akıl rehberliği ile erişebileceği fikrinin egemenliği demektir ve işte eğer Türk'ün İslam öncesi bu nitelikleri ve özellikle akılcılığı korunabilmiş olsaydı Türk toplumu bugün muhakkak ki uygar ülkeler arasında yer almış olurdu. Oysa ki, bu ve diğer tüm niteliklerini şeriat bataklığına saplandığı andan itibaren giderek yitirmiştir.
  • Eğer Türkün din adamı biraz yurtsever, biraz milliyetperver ve biraz Türksever olmuş olsaydı her şeyden evvel Türkün öz ve güzel dilini, her ne bahane ile olursa olsun, Arapçaya ve Acemceye feda etmez, onu yaşatmaya ve geliştirmeye yardımcı olurdu
  • Çocukluğum yıllarında, havada ne zaman bir uçak görsem, kendi kendime mırıldanır olduğum şarkının anlamını eleştirirdim: 'Ey Büyük Tanrım, İngilizi kahret!' Zamanla öğrendim ki, bu sözler bize Memlükler devrinden kalmadır... dedelerim... buna benzer bir bedduayı vaktiyle Türklere karşı ederlermiş: 'Ey Tanrım... Sen Türkün belasını ver!' Benim mınldandığım şarkı, eskiden kalma bir formülün yeni bir duyguya uygulanış şekli olmaktaydı..." Cemal Abdülnasır
  • "... Devlete en emin ve sürekli destek görevini gören şey sadece "din"dir. Hiçbir toplum servet eşitsizliği olmadan varlığını sürdüremez ve servet eşitsizliği de din olmadan sürdürülemez. Bolluk içerisinde yüzen bir kimsenin yanında açlıktan ölebilecek derecede fakir bir kişiye, eğer ortada: Tanrı bunu böyle arzuluyor; bu yeryüzü dünyasında hem zenginlerin ve hem de fakirlerin olması gerektir; fakat ileride ve ebediyetler dünyasında servet dağılımı daha başka şekilde olacaktır! Diye söyleyebilecek bir otorite olmayacak olursa, onun bu eşitsizliğe boyun eğmesi mümkün olmaz." Napolyon
  • Bilindiği gibi Haçlı Seferleri'ni durduran ve İslamı Haçlılar elinde yok olmaktan kurtaran Türklerdir. Ne var ki, Haçlı ordularına karşı savaşan ve Arabi koruyan Türk, bu hizmetlerinin karşılığını Arap ihanetine uğramakla ödemiştir; daha o zamanlar Arap, Haçlı ordularına yardımcı ve destek olmak suretiyle Türkü arkadan vurmanın yollarını bulmuştur.
  • Fakat unutmamak gerekir ki, hiçbir güç, ilkel insan ruhunu "kin ve nefret“ ya da “haset” duyguları kadar mücadeleci yapamaz, canlı tutamaz ve yine hiçbir şey ilkel toplumları, başka toplumlara karşı “düşmanlık” duygusu kadar ortak bir safta, ulusal bir birlik ve beraberlik havası içerisinde toplayamaz ve saldırgan yapamaz.
  • Bernard Lewis:Şu muhakkak ki Türkler,İslamdan önceki tarih ve geçmişleri hakkında pek az bir bağlılığa sahiptir.
  • _Kuranda, “Evlatlıklarınızın eşleriyle evlenmek caizdir.” der. _İslam, hırsızlığa ganimet der. _Arap şeriatçısı arap milliyetçisiyken, Türk şeriatçısı neden Türk düşmanı? _Araplar Osmanlı halifelerinden nefret ederken, Türk şeriatçıları arap atalarından gururla bahseder. _Arap saldırıları ve yağma ve talanları dini yaymak için değil, tıpkı haçlı seferleri gibi din adına varlık sağlamak uğrunadır. _Arap komando teşkilatının yetiştirdiği elemanlar sinsice demokratik Türkiyeyi çökertmeye çalışmaktadır. Atatürk ve uygarlık düşmanlığında birleşmeleri de bundandır. Çünkü o, Türkün kendi kendisini tanımadığından emindir. _Kuran, arap mitoloji kitabıdır. _Türkler, islamı evrensel barış ve kardeşlik dini sayıp, en son ve en mükemmel din olduğuna inanarak yanılmışlardır çünkü İslam, Arap milliyetçiliğinin maskesidir. Türkle ilgili tek kelime yoktur. Kuranı tanrı sözü diye okuyan Türk, sadece arap geleneklerini bulur. Türkçülük ile şeriatçılık bitlikte yürümez. İslamcılık ve Arapçılık birbirine öyle kenetlenmiştir ki ayırmanın imkanı yoktur. Şeriatçılarımız Arapların kuklasıdır. Türkiyedeki şeriat eğitiminin amacı Türkleri Araplaştırmaktır. İmam hatiplerde, Türk çocuğu, çöl yaşantısının insanı olarak yetiştirilmekte. Kavmi necip denen arabın neden üstün olduğunu masallarla, telkin ve tehdit edici baskıyla öğretilmekte.(İşte bu bir cinayettir) __İslam = Arapçılıktır. İnananı Araplaştırır. İnsanın tüm yaşantısı, giyimi, yemesi, içmesi, gezmesi, eğlenmesi, sevmesi, düşünmesi ve inanması ilkel bedevî ölçülerine göre ayarlanmaktadır. Araplar şeriat tuzağıyla Türkleri kendilerine köle yapıp, kendi atalarına ve tarihlerine düşman arap melezlerine dönüşmüşlerdir. Şeriat eğitiminden geçmiş Arap ve Türk, Türk düşmanlığında birleşir. Şeriatçı Türk, atalarına kendi objektif gözleriyle değil, şeriarçı arabın nefretiyle bakar. Müslüman Arap, ne kadar "milli" duygularla gururlanır ve kendi ecdadına karşı iftihar duyarsa, Müslüman Türk de aksine o kadar millilikten yoksun ve eski geçmişine karşı yabancı kalır. Ümmetçi siyasetin tuzağına düşen bir Müslüman ülke için asıl olan şey kendi milli çıkarları yerine İslam yani arap çıkarlarıdır. Türkçülük akımlarını, Arap yazarlar "dinsizlik" ve "İslama aykırılık" olarak mahkûm etmişlerdi. _İslam, Türkün geleneklerinden çıkma bir şey olmadığı İçin İslamla Türk milliyetçiliği birlikte yürümez. Araplar için mümkündür çünkü İslam, Arabın kendi geleneklerinin ürünü olarak doğmuştur. İslama yönelmekle Arap kendi özüne kavuşmuş olur. Fakat Türk İslama gömülmekle Arap geleneklerine sarılmış olacağından Araplaşır. Müslüman Arap, ne kadar "milli" duygularla gururlanır ve kendi ecdadına karşı iftihar duyarsa, Müslüman Türk de aksine o kadar millilikten yoksun ve eski geçmişine ve ecdadına karşı yabancı kalır. Müslüman Türk, Arap başarılarını zevkle okutmaktan kaçınmaz. Hele Arap halifelerinin ve yöneticilerin adaletine hayrandır. Arap zaferlerini islama hizmet sayarak gururla anlatır. _Araplar kendi milliyetçiliklerini islama uygun bulurar ama başka ülkelerin milliyetçiliklerini uygun bulmazlar onun için ezanın Türkçe okunmasını islama aykırı diyerek reddederler. Türkler müslümandır diye onları kendine yakın görmez. Biz ise Türklüğü, Arapçılığa feda etmişiz. İslamcılarımız Türkün, Türklük duygularını, Arabın çöl gelenekleriyle yozlaştırmaktadırlar. Türkün milli benliğine kavuşmasını sağlayabilecek her şeye, şeriata aykırıdır diye karşı koyar ve karşı koyarken de, Arabın aklına göre davranır. _Arap nereye gittiyse, Araplığını da beraberinde götürmüştür. Araplar için en önemli şey Arapçılık olduğu için hristiyan Araplarla da işbirliği yaparlar. Araplar kendisine hükmeden Türkün ne dilini, ne geleneklerini almış ve arapçılık sayesinde yabancı boyunduruğundan kendisini kurtarmıştır. Din kardeşi postuna bürünmüş olarak Türkü kendi amaçlarına araç etmeye çalışırlar. Türkler, öylesine Araplaştırmıştır ki, vaktiyle Türk yurtlarını işgal eden Arap ordularının, görülmedik bir vahşet ve zorbalıkla atalarımızı Müslümanlaştırmalarnı dahi haklı sayan ve muhtemelen alkışlayanlar vardır. İslam tarihi, arap savaşlarının kahramanlıklarının hikayeleriyle doludur. _Arap milliyetçiliğinin başlangıç noktası çıkarlardır. Bunun için renkten renge şekilden şekle girerler. Hitlerle komunizme karşı daha sonra komunistlerle Türklere karşı, İngilizlerle işbirliği yaparlar. _Muhammed, ilk Arap milliyetçisi olarak bilinir. Kendisini Arap ümmetine Arapça Kur'an ile gönderilmiş "peygamber" şeklinde tanımlamış ve Arapları, dil, ırk, gelenek birliği gibi unsurlar yoluyla devlet halinde toplamış. Sonra cennet ve ganimet vaatleriyle saldırgan bir ruha sahip kılarak emperyalist yönde hazırlamıştır. Hükümleri, bazı toplumları (örneğin Yahudileri) kandırmak ve kendisine bağlamak maksadıyla koymuştur. Muhammed Arap olmakla övünmüş. Arap kavmini insanlığın en üstünü ve diğer toplumların "efendisi" olarak ilan etmiş, "Kavm-i necib" olarak nitelendirmiştir. Araplar, İbrahim Peygamberin ve onun oğlu İsmail'in soyundan gelen üstün zürriyetindendirler; Arapları sevmeyi ve saygı göstermeyi İslamın adeta bir "iman şartı" haline getirmiş, gerçek Müslüman olabilmek için Arapları sevip saymak, ben arabım, kuran Arapça ve cennetin dili de Arapçadır. Arapları seven beni seviyor demektir. Arapları aşağılatan kişi müşrik sayılır; zirâ Arapları küçültmek İslâm'ı küçültmek demektir." _Muhammed; Yahudilerden ve Hıristiyanlardan edindiği bilgilerle kafasında şekillendirdiği Tanrı'yı Arap karakteriyle, zihniyetiyle, dünya ve ahlak anlayışıyla ve Arap geleneklerine bağlı olarak, Arapça konuşur göstermiştir. _1921 Arap milliyetçisi Muhammed Raşid Riza'nın Mehmet Âkife, Kur'an'ın hiçbir şekilde Türkçeye Çevrilemeyeceğini ama Kur'aıı'ı İngilizceye çeviren bir İngilize, bunda hiçbir sakınca olmadığını söylemiştir. _Al-Bazzaz, 20. yüzyılın Arap milliyetçiliğinin otoritesi şöyle der: İslam, Arabın kendi öz milli dinidir. Peygamber Araplardan seçilmiştir. Kur'an onların diliyle indirilmiştir, İslamiyet Arapların İslam öncesi geleneklerini sürdürmüştür. _Alman milliyetçiliği gibi Arap milliyetçiliği de, "üstün millet" kuramına dayatılmış ve "Arap olmayanlara husumet" duygusuyla beslenmiştir. _Yahudiler kendilerini İbrahim'in soyundan bilirler. Gerçek şudur ki, İbrahim hikayesi eski Babil'de Abarama adıyla bilinen bir çiftçinin ya da Hint efsanesinde Brahma adıyla anılan Yaratıcı'nın yaşamlarından alınmış masaldan başka bir şey değildir. _Arapçılık islamdan daha üstün diyen bazı arap yazarlar, Müslüman arap ile hristiyan arabı kaynaştıran güçtür. Al husri, Arapça konuşan halkları tek ulus olarak tanımlar. Araplardaki, arap milliyetçiliği islamdan 10 kat daha güçlüdür. İslam birliği Araplar için sonu olmayan ve çıkar sağlamayan boş bir gayrettir. Din denen şey Allah ile kişi arasındadır. Halbuki vatan, tüm toplumun sorunu demektir ve vatana bağlılık hakim olunca milliyetçiliğin gelişmesi daha sağlam bir zemine oturmuştur. Koyu şeriatçılar-meczuplar dışında kimse İslam birliğini istemiyor. Araplar Muhammedi, tanrı elçisi olarak görse de, esas itibariyle arap ırkından çıkma kahraman şeklinde kabul ederler. _Arap milliyetçileri, islam tarihine arap tarihi olarak bakar ve devleti laik şekilde yönetirler. Şeriat eskiden güçlü devletler kurmaya hizmet etmişse de çağımıza uygun değildir. Komunist, hristiyan, ateist, Müslüman Araplar arap milliyetçiliğinde birleşirlerken, türk şeriatçısı Müslüman olmayan türke düşman gözüyle bakar ve İslam öncesi türk tarihini yok sayar. _İslam öncesi arap yaşantısını ne kadar cahil diye tanımlarlarsa muhammedin yaptıklarını o derece yücelteceklerini sanmışlardır. Onun için cahiliye demişlerdir. Arap milliyetçileri ise cahiiyeyi reddeder. İslam öncesi arap tarihiyle gurur duyar çünkü bu tarih islamı doğurmuştur. İslami yazarlar, İslam sonrası gelişmeleri Allahın eseri olarak değil de, arabın İslam öncesi uygarlığının sonucu olarak görür. Medeniyet demek zengin bir dil demektir. Arap dili de İslam öncevi çok zengindir. Kadın evleneceği erkeği seçer ve boşayabilirdi. İbni hişam. Örnk. Selma bin amr. _İbn Haldun. Mukaddimede, Arap karakterini: Hırsız ve talan ruhlu, kaba ve haşin, ayağını bastığı yeri harabeye çeviren, kanun ve hukuk duygusundan yoksun, toplum düzeni duygusuna yabancı, otorite tanımaz ve anarşik ruhlu, uygarlık düşmanı ve bu nedenle insan iradesi mahsulü olan kanunlarla değil ancak gökten inme korkutucu emirlerle idare edilebilen yaratık olarak tanımlar _Bir yazar: Büyük devlet örgütü kurmakla ve fetihler yapmakla üstünlük kuran Türkler (İslama girdikten sonra) Türk asıllı olmayan öğelerden ordu ve yönetici sınıf yaratmışlardır ve bu öğeler kendilerini Türk halkına daima üstün saymışlardır. Bunlar, halkı Türk diye aşağı gören Osmanlı hanedanına bağlı kimseler olarak ve Osmanlı adıyla çağırılmışlardır." _Kanuni zamanı, Hafız Hamdi Çelebi, padişaha sunduğu bir şiirinde, özellikle Muhammed'in Türkü küçültücü sözlerinden esinlenmiş olarak,"Padişahım, Turk'ü öldür, baban alsa da. Yüce peygamber:-'Türk'ü öldürünüz, kam helâldir'- demiştir" demekle sakınca bulmamıştır. Padişah da bunu onaylamıştır. _Uzaya adam gönderme_Arap yazarları, Araplar için en büyük talihsizliğin Türklerle ilişki kurmak olduğunu söylerler. 1957 Şeyh Muhammed, Fussilet 53. ayetiyle, Rahman 33.ayetindeki hükümlerde hidrojen bombasının ve gezegenlerarası uyduların sırrının bulunduğu ve eğer Türkler gelip de Arap ülkelerini istila etmemiş olsalardı Arapların, Ruslardan ve Amerikalılardan önce uzaya adam gönderme olanağım bulmuş olabileceklerini ileri sürmüştür. _Atatürk 1923 tarihinde Konya gençleriyle yaptığı bir konuşmada: Yüzyıllar boyunca millilik bilincinden yoksun kalmışlığımızın sonuçlarını anlatırken, "Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli halklar hep milli akidelere sarılarak, milliyet ülküsünün gücüyle kendilerini kurtardılar. Biz, ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopayla içlerinden kovulunca anladık. Gücümüzün zayıfladığı anda bizi tahkir, tezlil elliler. Anladık ki, kabahatimiz, kendimizi unutmaklığımıznıış. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, önce bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen gösterelim; bilelim ki. milli benliği bulunmayan milletler başka milletlerin avıdır" demişti. _Gökten inmiş gibi gösterilen emirleri ve hükümleri kafası aydınlanmış ve cehalet uykusundan uyandırılmış insanlara kabul ettirmenin olanağı yoktur. Halkı köle gibi ve Tanrı'dan geldiği iddia olunan hükümlerle yönetmeye alışmış ve yeryüzünü halka cehennem (yoksulluk ve sabır yeri), fakat kendilerine cennet yapan Müslüman yöneticilerin en büyük huzursuzluğu elbette ki bütün bu yalanlara 'Hayır' diyebilecek kafa yapısının oluşabilmesidir. _Hiçbir ulus diğer bir ulusa oranla üstün ya da aşağı değildir. Milletleri üstün ya da geri yapan şey, ulusların kendi gayretleri ya da miskinlikleridir. Üstün diye tanınan ulusları gerçekten üstün yapan tılsım, eğitimdir, kültürdür ve akılcılıktır. Uluslar, ilahi bir gücün, keyfî iradesiyle değil, kendi çabaları ve çalışmaları, akıl yolunu seçmeleri ve müspet ilme, ahlaka yönelmeleri sayesinde gelişirler, ilerlerler ve uygarlık kademesinde yükselirler. _Osmanlılığı "Araplılık" şeklinde anlayanlar: Osmanlılığı Savunur Görünüp Araplılık Davasını Yürüten Arap: Muhammed Abduh, Celâleddin Afganî, Osmanlılığın Araplılıkla bağdaşmayacak hiçbir şey kalmamıştır artık. Osmanlılık demek, İslamın özüne dönmek dernek olduğundan, Araplar için Osmanlılığı savunmak kadar kendi çıkarlarına uygun başka bir davranış yoktur. İslamı benimsemek, Kur'an'a sarılmak, Arapçayı anadili saymak, Arap tarihini öğrenmek, Arap gelenekleri gereğince yaşamak, Arap kültürünü ve edebiyatını, her şeyini sevmek ve bilmek demektir. Araplılığı Osmanlılık kisvesi altında geliştirmek, güçlendirmek, yaşatmak için her şeyi yapmaktır. Kral Abdullah'a ve onun gibi düşünenlere göre İslamı tam olarak uyguladıkları sürece Türklerin kurduğu Osmanlı devletine bağlılık Arapların işine gelmiştir _Osmanlı Ordusundaki Arap Subayların İhaneti. Bu subayların gönlünde sadece Arap davasına hizmet hırsı yatmaktaydı. Arap subaylar orduyu parça parça ayırırlar ve içlerindeki arap ajanlar sayesinde pusuya düşürürlerdi. Bu ahad örgütüydü ve bu örgütten daha büyük olan suriyede kurulmuş bir örgüt daha vardı. Arap doktor, din adamı, öğretmen, iş adamının tek amacı din kardeşliği aldatmacasıyla Türk devletini batırmak. _Türkü küçülten ve arabi yücelten hükümler karşısında türk şeriatçısının tutumu. Yahudiyi-Arabı, üstün, Allahın seçkin kavmi sayan hükümlerine karşı ses çıkarmamıştır.Türkün dürüstlüğünü "Saflık" ve arabın kurnazlığını "Erdem" olarak Türk aleyhtarlığı şekline sokan zihniyet. Araplar, Türk hükümdarlatının kızlarıyla evlenmesi, dostluk kurmak istermiş gibi davranışları fakat türlü hile ve düzenlerle Türk hükümdarlarına oyunlar oynaması. _I. Dünya Savaşı'ndan yenik ve bitik çıkan Türkiye'nin en büyük düşmanlarının dahi yapmadıkları arsızlıkları ve toprak hırsızlıklarını Araplar yapmayı düşünmüşlerdir. Camilerde ve din okullarında din adamlarını ve parlamentoda bazı siyaset adamlarını kendi arzu ettiği şekilde konuşturarak onları kendi emellerine hizmet eder duruma getirmenin kurnazlığını keşfetmiştir. _Kur'anın "Ye'cûc-Me'cûc" diye sözünü ettiği Türklerdir. Arapların bu Türk düşmanlığı 1 400 yıl boyunca sürmüş. Arabın tarihi Türk asıllı olanları dahi kendi öz toplumuna, yani Türke karşı düşman yapmıştır. Türklere karşı zaferler kazanılmadıkça hüküm günü gelmiş olmayacaktır. Arap inançları odur ki, huzur, bolluk ve refah, Türklerin yok olmasıyla sağlanacaktır. Muhammed'in Türkler aleyhine: "Türkler size ilişmedikçe siz de onlara ilişmeyin; çünkü sizi severlerse yerler, sevmezlerse öldürürler") _Kendilerini Tanrı emri gereğince İslamı yaymak ve bunun için de savaşlar yapmakla görevli sanan Araplar, şu ya da bu suretle çeşitli uluslarla ve örneğin İranlılarla, Türklerle temasa gelmişlerdir. _Abdülhamid'in en yakın danışmanları Araplardı: Abdülhamid, Türkten çok Araplara güvenirdi. _Arapların türke ihaneti sadece bir özgürlük savaşıdır ve hoşgörülmelidir. _19. yüzyılda milliyetçilik, ilerici bir davranış anlamındaydı. Milliyetçilik, bir devletin var olabilmesi için gerekliydi. Alman birliğinin ve İtalyan birliğinin ya da Arap birliğinin kuruluşunda milliyetçiliğin rol oynadığı bilinen bir gerçektir. Yunan, Bulgar, Sırp vs. ulusal benlik şahlanmasıyla bağımsızlığa ve canlılığa yönelmişlerdir. Ulusallık duygusundan yoksun Türk toplumu ise Osmanlı devleti yönetiminde zavallı ve miskin yaşamlarını sürdürmüştür. _İngilizler Fransızları "frog" (kurbağa) diye çağırırlar, Fransızlar da İngilizleri "rozbif" kanlı et diye…. _Kaşgarlı Mahmud, Divan-i Lûgat-it-Türk adlı yapıtında Tanrı'nın Türk ulusunu kendi ordusu olarak seçtiğini ve "Bir ulusa kızarsam Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım" dediğini…. _Bin Bir Gece Masalları, Arabın Türk aleyhtarlığının kutsal kitabıdır. Bu masallarda Türk, kaba kuvvet temsilcisi, küstah, Bağdat sokaklarında, sanki halkın efendisiymiş gibi- kibirle dolaşan, Tanrı'yı ve kutsal ne varsa her şeyi hakir gören bir tiptir. Halk, Türkün merhametsiz davranışlarından yılmıştır fakat her şeye rağmen onun zekâ ve idrak yoksunluğuyla gizliden gizliye alay etmektedir. Zira Türk, bu masallara göre, kaba kuvvetle zekâ yoksunluğunu nefsinde toplamıştır. Ayağını bastığı yeri harabeye çevirir. Beyaz tenli, pembe güzel yüzlü, kumral saçlı Türk çocuğu tanımı yer almıştır. Bütün bunlar, hiç kuşkusuz kara tenli Arabın kıskandığı şeyler olmuştur. Emeviler zamanında ırta asya'da Türk ülkelerini fetheden Araplar, Türklerden köle edinme sistemini kurmuşlardır. Bu şekilde yetiştirilen Türk kölelere memlûk" (beyaz köle) adı verildi. _Tüm Araplarda bir türk nefreti vardır çünkü Türkler arapları sömürge yaparak geri bırakmışlardır. Halbuki arapları ve Türkleri geri bırakan şeriatın kendisidir. Araplar bunu kabul edemediklerinden Türkleri suçlar. _Araplar, din adına yapılan savaşları ve yağmaları "meşru", fakat bunun dışında yapılanları "gayri meşru" görmeye alışık olduklarından, Türkleri de bu değer ölçüsüne vururlar. _El-Hamîd: Türk, ömrünün günlerini atı üzerinde geçiren, insan avlamazsa vahşi hayvan avlayan, gerektiği zaman hayvanlarından birinin kanını emen, sadece et yiyen, hem çoban, hem seyis, hem cambaz, hem baytar, hem süvari olan, daima savaşan, savaşırken geri çekilmeyen ve savaşı sırf ganimet almak için yapan kimsedir. _Abû Süleyman, Türkler, aynen zenciler gibi hayvan niteliğinde şeylerdir; şu farkla ki, zenciler zayıf ve zavallı yaratıklar kategorisine sokulabilirken, Türkler, güçlü vahşi hayvanlara benzetilmelidir _Yazid b. Mazyad : Türk, ümit edilmeyecek şeye karşı ümit beslemez. İyi bilmediği şeyin hiçbir tarafını bilmez. İyi bildiği hususun tamamını sağlam yapar. Her işini bizzat kendi yapar. İçi dışı gibidir. Hiçbir sonuç çıkmayacak şeyle uğraşmaz. _Al- Mes'ûdî: Türkler güneşin batışına ve çıkışına oranla uzakta yaşadıklarından, bulundukları bölgelerde çok kar vardır ve oralarda çok soğuk yapar; bu nedenle şişman ve gevşek vücutludurlar ve kemikleri öylesine elastikidir ki, kaçarken arkalarına dönerek ok atabilirler; Mes'ûdî'ye göre Tanrı'nın üstün bir ırk olmak üzere yarattığı Sami ırkından Araplar çıkmıştır; Türkler ise, farklı bir aileden, Yafıs'ten gelmedirler. Sami, Nuh'un en sevgili oğludur; bu nedenle Tanrı'dan dileği olmuştur ki, bu oğlundan çıkma uluslar üstün nitelikte olsun. Nuh'un bu.duasını kabul eden Tanrı, tüm peygamberleri Sami ırkından çıkardı ve kitaplarım da onlar aracılığıyla yolladı." _ Al-İsrâhrî'ye göre Halifelerin Türk Köle Kullanmaları Türkün "Sadık, Cesur ve Disiplinli" Oluşundandır. İtaatkârlığın ve yersiz sadakatin öyle pek fazla övünülecek bir değeri olmadığını Arap yazarlar bilirlerdi. Onlar için övünülmesi gereken şey, belagat, talakat (güzel konuşma), bilimde (din bilgilerinde) yükselme... vb. niteliklerdi. Arapları diğer uluslara üstün sayarlarken değerleme kıstası olarak bunlara bakarlardı. _Türkler, vahşi yaratık tabiatındadır ve insanların haşin, sert yüzleri vardır ve saçları seyrektir. Yasa nedir tanımazlar, merhamet nedir bilmezler fakat iyi savaşçıdırlar. Çevrelerinde bulunan tüm ülke halklarıyla husumet ve savaş halindedirler. Ateşe taparlar ve ölülerini yakarlar. _Neyzen Tevfık'in deyişiyle, "Bir Kureyşî kîn için fedakârane" yandığımızı anlayamamış ve üstelik "Arap açmazı" yüzünden batağa saplanmış olmayı kader saymışızdır. _Çöl arabının karakter özellikleri: Hırsız, yalancı, şehvet düşkünü… _İslamda vatan yok, iman vardır. Dar-ül İslam ve darül harp vardır. İslamcılara göre milliyetçilik ve vatanseverlik, islama bağlılık duygularını sarsabilir. _1975’lerde şeriatçı türk basını, Atatürke deccal derken, ölen arap kralı faysal için nerdeyse ağıtlar yakacaktır. _1978 Erbakanın bakanı, fehim adak, kahire ziyaretinde ben türk değil, arap milliyetçisiyim demesi alkışlar toplayacaktır. _1975 Mısır başkanı Enver Vedat, rum makaryosa destek ve kardeşlik duygularını iletti. Filistin başkanı arafatın temsilcisi ebu mazer, Rumlara, biz sizi kardeş mücadeleciler sayıyoruz. Zaferiniz bizim zaferimizdir. Düşmanımız ortaktır dedi. Bizim türk şeriatçıları ise daima arabın yanında yer almıştır. _Mısır, el ezherde okuyup da arap milliyetçisi olmamak ve türk aleyhtarı duygulara sürüklenmemek imkansızdır. Araplarda dar görüşlülüğe- ezher kafalı adam derler. Osmanlıda devlet adamlarının çoğu ezherde yetiştirilirdi. _Orhun kitabelerinde, Türklerin çok hoşgörülü ve faydacı olduğu, diledikleri dine geçebildikleri ve farklılıklar yüzünden asla düşmanlık beslemedikleri anlatılır. Zerdüşt dinine, mani dinine, hristiyanlığa, yahudiliğe geçen Türkler kardeşliklerini sürdürdü. Müslüman türk ise Müslüman olmayan türkü dışladı. Şeriatçı arap ise, hristiyan Araplarla bile ittifaklar yapar çünkü önemli olan Arapçılıktır. _Selçuklu hükümdarı Keykavus, 1261 mogol istilası yüzünden bizansa sığındı ve hristiyan oldular. Gagauzlar. _Türk şeriatçısının en büyük kötülüğü, islamı türke değil, türkü islama uydurmaya çalışmasıydı. Bu yüzden türkün güzel geleneklerini, insancıl meziyetlerini yitirmiş, türke pek yabancı çöl yaşamının içinde onu çürütmüştür. _Araplar milli arap devletlerini kurarken, rusyanın Türklerin milliyetçiliğini yok etmeye çalışmasını desteklemiştir çünkü milliyetçiliğini unutan Türkler ümmetleşecek yani Araplaşacaklardır. _Kur'an'a dayalı olarak hiçbir toplum için bilimsel yönde gelişme olasılığı yoktur. l400 yıllık İslam tarihi bunun böyle olduğunun kanıtıdır. _Şeriatçılar Atatürk heykellerini put niteliğinde kabul edip kırıp atmak isterler. Oysaki Atatürk heykelleri, tarihten silinmek üzere bulunan ve ilkellikler içerisinde çırpınan Türk milletini kurtarıp uygarlık rayına yerleştiren, çok kısa bir süre içerisinde İslam ülkelerinin en önüne geçiren bir insanı minnet ve saygı ile anmak için dikilmiş şeylerdir. Hiçbirimiz Atatürk heykelinin karşısına geçip kader dilenciliği yapmayı aklımızdan geçirmeyiz; ya da 'Bizi şeytanların şerrinden koru' filan diye dua etmeyiz. Çünkü onun heykellerini 'ilah', 'put' niteliğinde görmeyiz. Oysaki bir taş parçasına ya da benzeri şeylere (putlara, ilahlara vs.) tapanlar 'felah' bulmak ve ilahi ihsanlara kavuşmak için yalvar yakar olurlar. Nitekim Kabe'deki 'Kara Taş'a dokunmak, onu öpüp okşamak, Arapların eski putperestlik döneminden kalma ve batıl inanç niteliğinde olan gelenekleridir _Yeryüzünde bir başka toplum gösterilemez ki, biz Türkler kadar öz benliğini yitirip mensup bulunduğu din içerisinde erimiş olsun. Bir başka Müslüman toplum yoktur ki, biz Türkler kadar ulusal gelenek ve niteliklerini, dilini, tarihini ve her şeyini İslâmiyet adına unutsun ve kendinden olmayan bir kılığa bürünsün. Ve üstelik bununla da kalmayıp, dini uygulayacağım diye kendi öz ceddinin ruhuna tükürsün. ______________________
  • Şeriat Eğitiminden Geçmiş Arap ve Türk, Türk Düşmanlığında Birleşir Şeriat eğitiminden geçmiş Arap milliyetçisi gibi Türkün şeriatçısının da ölçüleri, ahlak ve erdem anlayışı, İslam öncesi Türkün değer ölçülerini ve erdemlerini takdir edecek düzeyde değildir ve olamaz. Onun ölçüleri, İslam öncesi Türkün gerçek yönlerini (örneğin, akılcılığını ve kadına verdiği değeri) ortaya koyan eserlerle değil, Türkü "kâfir", "dinsiz", "yolundan çıkmış" vb. görmeye alışmış Müslüman düşünür ve yazarların yapıtlarıyla, kıstaslarıyla oluşmaktadır. Çünkü onun elinin altında, bütün yüzyıllar boyunca İslamın yetiştirdiği en ünlü kişilerin, örneğin Câhiz'lerin, Tevhidî'lerin, Mes'ûdî'lerin, Balhî'lerin, İstâhrî'lerin. Birûnî'lerin, İdrisflerin, Hamavî'lerin, Gazali'lerin, Marvazî'lerin, Cüveynî'leıin ve saymakla bitmeyecek kadar çok benzerlerinin yapıtları ve onların Türk düşmanlığını körükleyici çabalan vardır. Kafasını ve ruhunu bunlarla doyurmaktadır.81(...) Söylemeye gerek yoktur ki, bu ruhla yetişen Arap milliyetçisi (ve tabii bizim şeriatçımız) İslamın daha ilk dönemlerine rastlayan Arap fetihlerini ve bu fetihler sırasında Arabın giriştiği yağma ve talanı, din adına yapılıyor diye yerinde ve haklı, buna karşılık Türkün savunmalarını kötü gözle görecektir. Arap ordularının Türklere karşı saldırılarını, Türklerden esir almalarını, Türk ülkelerine karşı yağmalarını, "Tanrı böyle emretmiştir" diyerekten mazur ve meşru görecek, fakat Türkün karşı koymalarını yerecek ve böyle davrandı diye bir de kendi atalarını, yukarıda belirttiğimiz gibi, Belâzurî'lerin ya da Birünî'lerin ve diğerlerinin ağzıyla "kâfir", "dinsiz", "yoldan çıkmış", "imansız" vs. deyimleriyle yerden yere vuracak ve lanetleyecektir. Yine bunun gibi bizim Arap ruhlu şeriatçımız (tıpkı Arap milliyetçisi gibi) Tebriz ve Nişabur kentlerinin Türkler tarafından geri alınmasını "barbarlık" ve "vahşet" gibi şeyler olarak göstermeye çalışan Arap yazarlarla birlikte hayıflanacak ve yine kendi ecdadına sövüp sayacaktır. Başka bir deyimle, Türk kentlerinin Arap orduları tarafından fethedilmesini, yakılıp yıkılmasını ve talan olunmasını, Türk yavrularının ve kadınlarının esir alınmasını "Bunlar İslam seferleridir" diyerek alkışlayacak, buna karşın Tebriz kentinin Türkler tarafından ele geçirilmesine Zînet el-Mecalıs kitabının ünlü yazarı Niizhet ile birlikte ağlayacak ve kendi ecdadına, vaktiyle Arap saldırılarına karşı koymuş olmaları nedeniyle kızacak, Türkün savunma niteliğindeki saldırılarını, Arap şairlerle bir olup "vahşet" deyimiyle yerecektir.82 Ya da Horasan'ın Türklerden geri alınmasını alkışlayacak ve muhtemelen Türklerin İslam ordularına yenilmesini Rebî bin Emir'in ağzından zevkle dinleyecek ve Arap ordularının za- ferlerini Esad bin Musammâs gibi şairlerin mısralarında, onların ağzıyla ifade edecöktir. Hatırlatalım ki, Yakut bu olaylar vesilesiyle şöyle devam eder: "Fetih, Hicret'in 18. yılında vuku buldu. Bu konuda Rebibin Emir şöyle dedi: 'Tüm ülkeyi ele geçirinceye dek kentleri birbiri ardına zabt ederek düşmanı (Türkleri) püskürttük. Mutludur o gözler ki, bizim gibi civanmerd savaşçıların, Türkistanlı ve Kâbul'lu atlıları dağıttıklarım gördü.'"83 Ve işte bizim insanımız Yakut'un ağzından Horasan'daki Nişabur kentinin yağma ve harap edilmesini ve Türklerin yenilmesini ibretle öğrenecektir. Tekrarlamakta yarar vardır ki, bütün bu Arap saldırıları ve yağma ve talanları dini yaymak için değil, din adına varlık sağlamak uğrunadır. Daha sonraları, Hicret'in 111. yılında Ciineyd b. Abdurrahman el- Murrî'nin Beykend yakınlarında Türklere karşı kazandığı ilk zaferini ve Türk hakanının oğlunu esir alışını ezberlemekle zevk duyacak84 ya da Esed b. Abdullah'ın Hicret'in 118. yılında Türkleri feci bir mağlubiyete uğratması olayını ezberleyecektir. Arap milliyetçisi, tıpkı bizim şeriatçımız gibi, sadece Arabın askeri başarılarını ve Ttirke karşı za- ferlerini değil, aynı zamanda dalıa o zamanlar Türke karşı Arap nef- retlerini ve lanetlemelerini okuyacak ve eğittiği insanları da bu duygularla yoğuracaktır. Al-Belâzurî'den okuyoruz ki, Arabın daha o dönemlerde yaptığı şey, Türke beddua etmektir; halka vaiz verenlerin ağzından "Ey Tanrım, (Türklere) ait ne varsa her şeyi yok et, onların güçlerini çökert, üzerlerine felaket yağdır" sözleri eksik olmazdı ve bu sözleri dinleyen ce- maate, "hayır temenni et ki Tanrı onların ayaklarının altına buzlar yerleştirsin ve buz üzerine kayıp düşsünler" şeklinde dua ederlerdi.85 Buna karşılık Muaviye döneminde Sind in fethine gönderilen Ab- dullah b. Sevvâr el-Abdî'ııin Türklere karşı giriştiği saldırılar sırasında Türkler tarafından yenilmesi ve bu nedenle azledilmesi olay- larına Türk çocuğu, şeriat eğitiminden geçirilmesi sırasında, iyi bir Müslüman olarak hayıflanacak ve Arap şairlerin bu olaylar ve- silesiyle Arabi yücelten, fakat Türkü küçülten şiirlerini terennüm ede- rek yetişecektir. İşte böylece Arap milliyetçisi ve onunla birlikte şeriat eğitiminden geçen Türk yavrusu, İslamın ve Arabın bu tek yanlı tarih olayları ve öyküleriyle beslenecek, pek tabii olarak Türke (ve Türk de kendi öz ırkına ve ecdadına) karşı düşmanlık, husumet duyguları ve havası içerisinde yoğrulacaktır. İşte bu suretle Arap milliyetçisi, İslamı ve İslam tarihini kendisine araç sayarak Türk aleyhtarlığı öğesini kendi amacına uygun şekilde işleyecek ve öte yandan Türk yavrusu da şeriatçının "Benim Türklüğüm Müslümanlıkla başlar, ben Türk olmadan önce Müslümanım" uydurmalarına kurban edilecektir, bilmeyecektir ki, Arap milliyetçisi, Türk aleyhtarlığını kendi ulusal birliği için sömürmüştür, sömürmektedir ve bu sömürme yanında, Araplığını İslamın üzerinde görebilmekte ve şeriata yeğ tutabilmekte, her halükârda kendi İslam öncesi yaşantıları ve tarihiyle övünebilmektedir.
  • İslamı kendilerine sömürü aracı yapanların dayandıkları iddia odur ki; Kur'an öyle herkes tarafından anlaşılabilecek bir kitap değildir, bu kitabı ancak müstesna zeka ve bilgiye sahip olanlar anlayabilir ve ancak onlar en anlaşılır şekliyle onu halka anlatabilirler. Bu kurnaz taktik oldukça geçerli olmuş ve din adamlarının saltanatını yaratmıştır. Böylece bir yandan halkı cahil bırakmak, diğer yandan Kur'an'ın ne anlam taşıdığını açıklama yetkisini kendilerinde tutmak suretiyle halk üzerinde maddi ve manevi egemenliklerini kurabilmişlerdir.
  • "Kadeh incedir, şarap şeffaf İki şey birbirinin aynı, madde mütereddit Ve sanki ortada şarap var, şarap kadehi yok Veya sanki şarap kadehi var, şarap yok" el- Hallac
  • 1912'lerde Cemâl Paşa Arap şeyhlerini valilik konağına davet eder ve onlara Arap halklarının kalkınması ve Arap topraklarının zenginleşmesi konusunda girişmek istediği işler ve yenilikler hakkında bilgi verir. Cemâl Paşa'nın kafasında çorak arazilerin sulandırılması ve böylece verimli hale getirilmesi fikri yatmaktadır. Sir William Willcox'a hazırlattığı projeyi uygulamak düşüncesindedir. Ve bu işleri yapmak için halktan vergi almayı da düşünmez. Bilindiği gibi Arap halkları, Osmanlı devletinin tebası olmakla beraber, esasen ne vergi ve ne de başka herhangi bir mükellefiyet altına sokulmamıştır. Bu işe girişebilmek için Arap şeyhlerinden kendisine yardımcı olmalarını ister ve isterken de onlara "Hiç korkunuz ve endişeniz olmasın; size bağlı Arap halklarına herhangi bir mükellefiyet yükleyecek değilim. Onları vergi yükümü altına da sokacak değilim. Benim tek düşüncem Arap halklarını refah ve mutluluğa eriştirmektir. Sizlerden öğrenmek istediğim şey çöldeki Arap aşiretlerinin sayısıdır" der. Cemâl Paşanın bu sözlerini dinleyen Arap şeyhleri, hiçbir şey söylemeden ve başlarını öne eğerek teker teker salonu terk edip giderler.Bu sinsi tutumlarının altında ne melanet yattığını daha sonraki olaylar ortaya koyacaktır. Nitekim Cemâl Paşa'nın, gerekli bilgileri toplamak üzere Şam'a gönderdiği haberciler yola çıkıp çölü geçmeye başladıkları sırada çöldeki Araplar tarafından öldürülmüş ve vücutları paramparça edilmiştir. Arap şeyhlerinin Cemâl Paşaya verdikleri cevap budur. İzahı güç bu Arap davranışı karşısında Cemâl Paşa, girişmek istediği projeden vazgeçer. ' Bu yukardaki olay gösteriyor ki, Araplar, kendilerini uygarlık yoluna sokabilecek davranışları, şeriata körü körüne saplanmışlık nedeniyle bizzat kendileri baltalamışlar, fakat buna rağmen Türkü, kendilerine "uygarlık getirmedi" suçlamasıyla damgalamalardır. 1916 yılında Mekke Şerifi (Kral) Hüseyin'in Türkleri dinsizlikle suçlayan ve bu nedenle Arap halklarını Osmanlı devletine karşı ayaklanmaya kışkırtan bildirisi diğer bir güzel örnek olarak verilebilir. Bu bildiride Hüseyin, Suriye Valisi Cemâl Paşa'nın düzenlediği bir kongrede kadınlar bulundu ve toplantıya katıldı, söz aldı diye Osmanlı devleti yöneticilerini dinsizlikle suçlamış ve böyle bir davranışı Kur'anin Ahzâb Suresi'nin 59. ayetine aykırı bulmuş ve bu nedenle Arap halklarının şeriata aykırı hareket eden Osmanlı devletine karşı ayaklanmaya hakkı ve görevi bulunduğunu açıklamıştır.350
  • İslamın 1400 yıllık tarihi incelendikçe göze çarpan şudur ki, uygarlık ya da her türlü gelişme ancak İslami etkiden uzak kalınabildiği dönemlerde kendisini göstermiş ve İslam'a saplanıldığı an gerileme belirmiştir. İslam dünyasının 8. yüzyılın ortalarında uygarlık gelişmesine yönelebilmesi İslam'a sırt çevirebilen halifeler sayesinde olmuştur. 200 yıl kadar süren bu uygarlık İslamın özünü geçerli kılmaya hevesli çevrelerin ve bu çevreleri destekleyen halifelerin iktidara gelmeleriyle son bulmuştur. 19. yüzyılın başlarına kadar İslam ülkeleri, İslamın özüne saplı olarak gerilikler ve ilkellikler içerisinde yaşamışlardır. Batının akıl çağı sayesinde şahlanması sonucu yarattığı uygarlığın tokadını yiye yiye İslam ülkelerinden bazıları, örneğin Mısır, Türkiye vs. Batıya yönelme çabalarına sarılmışlar, fakat kendilerini şeriat hastalığından kurtaramadıkları için sağlıklı bir aşama yoluna sapamamışlardır. Sadece Türkiye, Atatürk sayesinde laiklik esasını benimseyen olmuş, şeriatı arka plana atabilmiş ve bu sayede 20-30 yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde İslam ülkelerinin en modern, en demokratik, en uygar bir ülkesi olabilmiştir. Ne hazindir ki, böylesine parlak bir başarıya erişen bu ülke dahi, Atatürk'ün ölümünden sonra tekrar şeriat bataklığına yönelmiş ve yeniden gerileme dönemine girmiştir...

Arap Milliyetçiliği ve Türkler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

"Bir tek Arap ülkesi gösterilemez ki, Türk düşmanlığı duygularıyla beslenmemiş olsun. Ve her bir Arap ülkesinde bu duygular o ülkenin liderleri elinde tam bir sömürü aracı işini görmüştür..." diyor yazar. Arapların Türkleri hiçbir zaman din kardeşi ve dost olarak görmediğini, yüzyıllarca Türklerin yönetiminde yaşamaktan duydukları nefreti, halifeliğin Türklerde olmasına duydukları hıncı, taaa 7. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar bitmeyen bir kin, nefret kustuklarını kaynakları ile okuyorsunuz kitapta. Arapların kendilerini nasıl üstün ırk olarak gördüklerini, Allah tarafından seçilmiş özel bir ırk olduklarını, Araplarda dil, ırk, kültür birliğinin, milliyetçilik unsurlarının dinden daha önemli olduğunu; ırk ve dil birliğinin olduğu Hristiyan Arapları, Arap olmayan Müslüman halklardan (Türk, Kürt, İran, Pakistan vb) nasıl daha üstün tuttuklarını, müslüman halklara karşı nasıl Hristiyan Arapları desteklediklerini görüyorsunuz. Arapların, kendilerini üstün ırk gören Yahudilerle akraba millet olmaları hiç şaşırtıcı değil. Türkler; Filistin - İsrail savaşında Arapların yanında yer alırken, Mısır, Suud, Filistin fark etmeksizin tüm Arapların Kıbrıs konusunda nasıl Türklere karşı Yunanların yanında yer aldıklarını, Yunanlılara destek mesajları yolladıklarını öğreniyorsunuz. "İslam uygarlığının Türkler tarafından yıkıldığı, İslamda kölelik diye bir kuruluş olmadığı, fakat köleliğin Türkler tarafından İslam'a sokulduğu, İslamın kadına hak ve değer tanıdığı, fakat bu hakların Türkler tarafından kaldırıldığı gibi komik ötesi iddiaların Araplar tarafından yüzlerce yıl boyunca dile getirildiğini de okuyorsunuz. (Kendilerine ait bütün bu olumsuz özellikleri Türklere atfetmeleri gerçekten komik) Türklere karşı olumsuz imajın çıkmasının batılılardan çok Araplardan olduğunu da anlıyorsunuz, hiçbir batılının Araplar kadar Türklere düşman olmadığını da. Arapların İslam adı altında Arap dili, alfabesi, kültürü, gelenek ve göreneklerini Arap olmayan uluslara nasıl dayattıklarını, İslamı Arap olmakla eşdeğer tuttuklarını ve birçok ulusu din kisvesi ile nasıl asimile ettiklerini anlıyorsunuz. Bunu da Arap milliyetçiliği ile yaptıklarını, asıl amaçlarının öteki ulusları Araplaştırmak olduğunu da. Şimdi denilebilir ki kitapta yazan iddiaların doğru olduğu ne malum? Haklısınız, yazar da onlarca yıl boyunca çeşitli ülkelerde çıkan kitap, dergi, makale vb yazıları araştırmış, okumuş ve yüzlerce kaynaktan elde ettiği bilgileri kitap, ülke, yazar ve yıl bilgileri ile kitaba eklemiş. Eh kaynakları araştırıp doğruluğunu teyit etmek de bi zahmet sizlere düşüyor. Kitapta en ilgimi çeken cümlelerden birkaçını buraya eklemek istiyorum: -Barbarlık Türkün iliklerine kadar işlemiştir... (Bir Arap atasözü) -1. Dünya Savaşı sırasında ve sonraları itibariyle Türkün en büyük düşmanları Lloyd George'lar (İngilizler) ya da Wilson'lar (Amerikalılar) ya da Clemenceau'lar (Fransızlar) değil, İbn Suud'lar, Mekke Şerifi Hüseyin'ler ve Emir Faysal'lardı.. -Arap milliyetçisi, Arap geriliklerinin nedenlerini Arapların Türklerle temas haline girmiş olmaları "talihsizliğinde" arar. (Caner Toptaş)

İşte bu kitap, Araplar ve Türkler arasındaki hukuku öyle işleyen bir yapıt ki, okur burada okuduklarını gördükçe, eğer geçmişte bu konular ile ilgilenmemişse, şoktan şoka girecektir kanımca. (Prtklccgklnys)

İslam'ın farklı kültürler üzerindeki etkileri.: Aslında İslam Orta Çağ köleci erkek toplumun kültürünün bir nokta çevresinde çivilenmesidir. Ve İslam Arap kültürüne de zarar veren ve hala zarar vermekte olan bir yapı. İslam öncesi Arap kültürü, çok tanrıcılığın getirdiği hoşgörü ile farklı fikirlere saygı üzerinedir. En büyük şairler Arap'lardan çıkmaktadır. İslam'ın farklı kültürlere saygısızlığı, sanata karşıtlığı, insana karşıtlığı, sanat ile iç içe olan Arap kültürünü yozlaştırmış ve farklı kültürlere adeta düşman yapmıştır. İslam ile iç içe yaşayan ve insandan yana olan Türk kültürü de bu durumdan etkilenmiştir. Günümüz de yaşanan olayların sebebi budur. İlhan Arsel, yaşanan bu olumsuz durumu, kendine özgü uslubu ile anlatmış. (caner akcan)

Arap Milliyetçiliği ve Türkler PDF indirme linki var mı?

İlhan Arsel - Arap Milliyetçiliği ve Türkler kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Arap Milliyetçiliği ve Türkler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı İlhan Arsel Kimdir?

Sanayici ve iş adamı Nusret Arsel'in ağabeyi İlhan Arsel, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde doktorasını yaptıktan sonra, doçent ve daha sonra profesör oldu. Otuz yıldan fazla bir süre boyunca üniversite öğretim üyeliğinde bulundu; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Anayasa Hukuku dersleri verdi. 27 Mayıs Darbesi'nin ardından yeni bir anayasa tasarısı hazırlamakla görevli on kişilik İstanbul Komisyonu'na ve daha sonra Kurucu Meclis Öntasarısı'nı oluşturan beş kişilik komisyona üye seçildi. 10 Haziran 1966 tarihinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından Cumhuriyet Senatosu'na Kontenjan Senatörü olarak seçilmiş ancak Meclise katılmadan istifa etmiştir. 1971 yılında merkezi New York'ta bulunan 'Inter-University Associate' kuruluşuna danışman ve araştırmacı olarak alındı ve bu kuruluşun kronolojik yorum esasına göre yayımladığı "Constitutions of the Countries of the World" (Dünya Ülkeleri Anayasaları) adlı 14 ciltlik yapıtın "Türkiye" ve "Belçika" bölümlerini (1971 yılı itibarıyla) hazırladı. 1975 yılında ders vermekte bulunduğu Ankara Polis Enstitüsü'nden istifa etti. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden de istifa etti. Bu tarihten itibaren araştırma ve öğretim faaliyetlerine devam etti. Özellikle bu yıllardan itibaren ölümüne dek İslam'a ve İslam peygamberine yönelik eleştirel yaklaşımını sergilediği kitapları birtakım kesimlerin şiddetli tepkisine neden oldu. Can güvenliği açısından ABD'ye yerleşti. 7 Şubat 2010 Pazar günü, Florida'da (ABD) yaşamını yitirdi.

İlhan Arsel Kitapları - Eserleri

  • Şeriat ve Kadın
  • Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı
  • Kur'an'ın Eleştirisi 1
  • Şeriat ve Kölelik
  • Müslümanlık Sınavı
  • Cahiliyye
  • Arap Milliyetçiliği ve Türkler
  • Aydın ve "Aydın"
  • Cehaletin İktidarı
  • Kur'an'ın Eleştirisi 2
  • Tevrat ve İncil'in Eleştirisi
  • Kur'an'ın Eleştirisi 3
  • Şeriat Devleti'nden Laik Cumhuriyet'e
  • Şeriat’tan Kıssa’lar (2 Cilt Birarada)
  • Din Adamları
  • Turan Dursun'a Mektuplar
  • Muhammed'e Göre ''Muhammed''
  • Şeriat ve Eşitsizlik
  • Biz Profesörler
  • Şeriat İnsan ve Akıl
  • Şeriat ve Aydınlanma
  • İslam'a Göre Diğer Dinler
  • Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük
  • Şeriat'tan Kıssa'lar
  • Kur'an'daki Tanrı
  • Kur'an'daki Kitaplılar
  • Anayasa Hukukunun Umumî Esasları - 1

İlhan Arsel Alıntıları - Sözleri

  • ''Tavaf'' etmek, kutsal sayılan bir şeyin (bir taş, bir mihrap, vs.gibi) etrafında koşarak ya da yürüyerek dönmek, dönerken de onu öpmek ya da ellemek demektir. Bu geleneğin kökeninin, İsrailoğulları'nın eski yaşamlarına indiği ve ayrıca İran, Hindistan vs. gibi yerlerde de görüldüğü bir gerçektir. Eskiden araplar, ''İbrahim'in dininin bir uygulamasıdır'' diyerek, Kâbe'deki ''al-Hacar al-Asvad'' denilen kara bir taşı tavaf ederlerdi. (Cahiliyye)
  • Siz hiç Tanrı'nın, "Ben dilediğimi Müslüman yaparım, dilediğimi kafir (ya da müşrik) kılarım; Müslüman yaptıklarımı Cennet'e alırım, kafir yaptıklarımı Cehennem'de yakarım" diyebileceğini düşünebilir misiniz? Elbette ki düşünemezsiniz, çünkü bu sözler akla ters düşen, birbirleriyle çelişkili sözlerdir. Tanrı insanı hem "kafir" yapsın ve hem de onu "kafirdir" diye cehenneme atsın! Olacak şey midir bu? Ve yine siz hiç Tanrı'nın "...Allah isteseydi puta tapmazlardı (müşrik olmazlardı)..." (En'am Suresi, ayet 106-107) diyerek insanlardan bir kısmını "müşrik" kıldığını bildirdikden sonra, müşrikler nerde görürseniz öldürün!" Diye emredebileceğini düşünebilir misiniz? Elbette ki düşünemezsiniz, çünkü bir kere aklınız size, inanç farkı nedeniyle insanların birbirilerini öldürmelerinin kebul edilemeyeceğini söyler. Öte yandan Tanrı'nın kişileri "müşrik" yaratıp, "müşriktiler" diye öldürtmesini akla ve nantığa ve Tanrı'nın "yüceliği" fikirine yatkın bulmazsınız. Ne var ki, şeriat eğtiminden geçmiş kişiler bakımından durum farklı! Çünkü onlar, bu tür buyrukları Tanrı'dan gelmiş olarak belletmişlerdir ve Tanrı'nın sözlerininde akla ve mantığa aykırılık ve çelişme diye bir şey olmayacağına inanmışlardır. Örneğin Kur'an'da şöyle yazılıdır: "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam'a açar, kimi de saptırmak isterse... Kalbini iyice daraltır (kafir yapar) ... " (En'am Suresi, ayet 125) Yine Kur'an'da şöyle buyruklar var: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." ( Tevbe Suresi, ayet 5) Şimdi tekrar soralım: Hiç Tanrı, insanı "kafir" (müşrik) yapar ve yaptıktan sonra "müşriktir" diye öldürülmesini ister mi? Yine aynı şekilde siz hiç Tanrı'nın "Ben Kur'an'ı, anlaşılsın diye apaçık bir kitap olarak indirdim" dedikten sonra, bu söylediklerini unutmuşcasına, "Kur'an'ı anlamasınlar diye onların kalplerini, kulaklarını tıkadım" diyebileceğini kabul edebilir misiniz? Elbette ki edemezsiniz, çünkü böyle bir davranışı, her şeyden önce ye akılcı düşünce ile ve sonra da "yüce" ve "adil" olarak kabul ettiğiniz Tanrı'ya yakıştıramaz, Tanrı fikriyle bağdaştıramazsınız. Oysa şeriat eğitimiyle yetiştirilen kimselere "vahiy" dir diye belletilen veriler arasında, Kur'an'ın, Tanrı tarafından "apaçık bir kitap" olmak üzere indirildiğini belirleyen hükümler yanında, yine Tanrı tarafından anlaşılmasının önlediğini bildiren hükümler vardır. Örneğin kur'an'da Tanrı'nın, "Biz, apaçık ayetler indirmişizdir; bunları inkâr edene alçaltıcı azap vardır" (Mücadele Suresi, ayet 5) Ankebut suresi'nde de benzeri şu ayet var "kur'an... ayetlerdir. Ayetlerimizi zalimlerden başka kimse inkar etmez" (Ankebut Suresi, ayet 49) ya da"... Onu akıl edesiniz (anlayasınız) diye Arapça olarak Kur'an da indirdik" (Yusuf suresi, ayet 2); "Bunları apaçık kitap ayetleridir" (Şuara Suresi, ayet 2) şeklinde konuştuğu ve üstelik de Araplardan hiç kimsenin "ben bunları anlamadım, bu nedenle ona uyumadım" diyememesi için Kur'an'ı "Arapça olarak" ve hem de çeşitli lehçelerde olmak üzere indirdiğini açıkladığı yazılıdır. (Ta-Ha Suresi, ayet 113; Meryem Suresi, ayet 97 vs.) "İşte kur'an'ı, Arapça okumak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladı ki belki sakınırlar..." (Ta-Ha Suresi, ayet 113); "Ey Muhammed. Biz Kur'an'ı inatçı milleti uyarman için senin dilinde indirerek kolaylaştırdık" (Meryem Suresi, ayet 97); Hz.Muhammed'in söylemesine göre Kur'an, çeşitli değişik konuşan Arap kabileleri anlayabilirsin diye, onların lehçesiyle (yedi lehçede) inmiştir. (Kaynak: Bkz sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Serih Tercemesi,c.11 s.229-230,:Hadis No:1766.) Ne var ki, yine bu aynı Kur'an'da Tanrı, Kur'an'ın bazı kişiler tarafından anlaşılmasını istemediği bildirir ve örneğin şöyle der: "Kur'an'ı anlarlar diye kalplerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk."(En'am Suresi, ayet 25) Derken de bu düşüncesini şu şekildeki hükümlerle pekiştirir: "Allah kimi dilerse onu saptırır, kimi dilerse onu doğru yola sokar." ( En'am Suresi, ayet 35, 39, 125) Bununla da yetinmez, birde Kuran'ı anlamasınlar diye kalplerine örtüler ve kulaklarına ağırlık koyduğu kimseleri, suçluluk onlara aitmiş gibi, cehennemlik Sayar ve şöyle der: "Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıkta kalmış sağır ve dilsizlerdir... Zalimlerdir." (En'am Suresi, ayet 27,39) Ayrıca da şöyle ekler: "Allah'ın saptırdığı kimsenin çıkar yolu olmaz." (Şura Suresi ayet 46) Görünüyor ki Muhammed'in Tanrısı, bazı kişilerin Kur'an'ı okuyup anlamalarını önlemek için onların kalplerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyar ve öylece onları saptırıyor ve sonra da bu saptırdığı kimseleri "karanlıkta kalmış, sağır ve dilsiz zalimler" olarak damgalıyor ve cehennemlik sayıyor. Bütün bunlar, şeriat eğitimi ile yetişmiş kişiler için "doğal" ve "kutsal" nitelikle şeylerdir. Fakat akılcı eğitimden geçmiş kimseler için durum farklıdır; onlar "yüce" ve "adil" olduğu söylenen bir Tanrı'dan öyle ayetlerin gelmeyeceğini düşünürler. Yine bunun gibi, siz hiç Tanrı'nın, insanları daha ana karnındayken şekillendirdiğini ve karakterlerini çizdiğini, "doğru yola soktuğunu" ya da "saptırdığını" söyledikten sonra (Şura suresi, ayet 24-31) bu söylediğini unutup " başınıza gelen herhangi bir müsibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür..." Diyerek onları sorumlu tutabileceğini kabul edebilir misiniz? Elbette ki edemezsiniz, çünkü bu çelişkili sözleri, akılcı düşünceye ve Tanrı'nın kutsallığı fikrine yatkın bulamazsınız. Ne var ki, şeriat eğitiminden geçmiş kimseler, bütün bu verileri rahatlıkla benimserler; bu hükümler de akıl dışılık ya da çelişki göremezler. Peki çoğu "Çelişme bizim düşüncelerimizdedir, Tanrı'ya göre çelişme yoktur" deyip işin içinden kolaylıkla sayılırlar. Bu tür örnekler pek çok. Sadece şunu tekrarlayalım ki, İslam şeriatı akılcı düşünceye olasılık tanımaz; her şeyi akıl dışı, çoğu kez akla ters verilerle belletir. Belletirken de şimdi düşünme gücünü körletir; daha doğrusu, insan beyninin akılcılığa ters düşen, ya da akla meydan okuyan verilerle körletir. (Şeriat İnsan ve Akıl)
  • İslamın 1400 yıllık tarihi incelendikçe göze çarpan şudur ki, uygarlık ya da her türlü gelişme ancak İslami etkiden uzak kalınabildiği dönemlerde kendisini göstermiş ve İslam'a saplanıldığı an gerileme belirmiştir. İslam dünyasının 8. yüzyılın ortalarında uygarlık gelişmesine yönelebilmesi İslam'a sırt çevirebilen halifeler sayesinde olmuştur. 200 yıl kadar süren bu uygarlık İslamın özünü geçerli kılmaya hevesli çevrelerin ve bu çevreleri destekleyen halifelerin iktidara gelmeleriyle son bulmuştur. 19. yüzyılın başlarına kadar İslam ülkeleri, İslamın özüne saplı olarak gerilikler ve ilkellikler içerisinde yaşamışlardır. Batının akıl çağı sayesinde şahlanması sonucu yarattığı uygarlığın tokadını yiye yiye İslam ülkelerinden bazıları, örneğin Mısır, Türkiye vs. Batıya yönelme çabalarına sarılmışlar, fakat kendilerini şeriat hastalığından kurtaramadıkları için sağlıklı bir aşama yoluna sapamamışlardır. Sadece Türkiye, Atatürk sayesinde laiklik esasını benimseyen olmuş, şeriatı arka plana atabilmiş ve bu sayede 20-30 yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde İslam ülkelerinin en modern, en demokratik, en uygar bir ülkesi olabilmiştir. Ne hazindir ki, böylesine parlak bir başarıya erişen bu ülke dahi, Atatürk'ün ölümünden sonra tekrar şeriat bataklığına yönelmiş ve yeniden gerileme dönemine girmiştir... (Arap Milliyetçiliği ve Türkler)
  • Kur’an, her şeyden önce Muhammed’in günlük siyasetinin ve gereksinimlerinin ürünü niteliğini taşıyan bir kitaptır. (Kur'an'ın Eleştirisi 1)
  • Mekke döneminde indiği söylenen sureler ki ilk inen surelerdir,Kur’an’ın en sonlarında yer almıştır: Örneğin, 101. sure olan Karia Suresi’nden 112. sure olan İhlas Suresi’ne kadar olan 11 sure, hepsi de ilk Mekke dönemine ait olmalarına rağmen, Kur’an’ın en sonuna yerleştirilmişlerdir. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Dünyaya uygarlık getirenler ve kentleri inşa edenler, hep bu eski putperestliğin ünlü mensupları ve yöneticileri değil midir? İnsan ruhunu ve beynini geliştirenler ve insan sağlığı için yararlı her ilmî. var edenler ve toplum yaşamlarını en iyi şekilde düzenlemek üzere idari ve siyasi kuruluşları getirenler, Eski Roma ve Yunanın hep bu putperestleri değil midir? Eğer putperestlik olmamış olsaydı, yeryüzü bomboş bir çöl olur ve ilkelliğe ve sefalete gömülmüş olarak kalırdı. (Şeriat İnsan ve Akıl)
  • "Gece bastı kara kaplı kitab oldu hâkim, Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim! Hepsi de kendisinin gittiği yol doğru sanır..." Türk toplumunun Atatürk sayesinde şeriat bataklığından çıkmış olmasından duyduğu sevinci belirtirken artık bir daha geriye dönülmemesi hususundaki dileğini de şeriatın yalanlar ve kandırmalarla dolu içyüzünü ortaya vurmak için şöyle konuşur: "Gitme maziye çıkan izbe o kanlı yoldan, Bil, muhabbetle seni karşılayan şeytandır, Aldatır lafz-ı uhuvvetle (kandırıcı sözlerle), tekin ol, kanma; Müslümanlıkta nifak (ikiyüzlülük) an'ane-i imandır (geleneksel imandır)." (Aydın ve "Aydın")
  • Kısır kadını "hayırsız" saymak ve kocasız bırakmak, en hafif deyimiyle gaddarlıktan başka bir şey değildir ve böyle bir gaddarlığı yüce ve adil bir Tanrı'ya izafe etmek mümkün değildir. (Şeriat ve Kadın)
  • "Arapları üç nedenle seviniz: çünkü ben bir Arap'ım; Çün­kü Kur'an Arapça'dır; çünkü Cennet sakinleri Arapça ko­nuşurlar." "Arapları sevmek iman ( sahibi olmak) demektir; onlardan nefret etmek imansızlık demektir; kim ki Arap'ları sever, beni seviyor demektir; kim ki Araplardan nefret eder, ben­den nefret ediyor demektir" "Arapları seviniz ve onların bekasını dileyiniz; çünkü onların varlığı Islamın ışık saçabilmesi için şart'tır; yokluğu ise lslamın zulmet'e boğulmasıdır" "Arapları yermek (eleştirmek), putperestliktir."[6] [Buhari'nin Sahih'i ya da al-Muttaki'l-Hindi'nin Kanz al-Um­mal fi sunan al-akval ya da Acluni'nin Keşfu'l-Hafa'sı ya da Ra­zi'nin e't-Tefsüru'I-Kebir gibi kaynaklara bkz.] (Şeriat ve Eşitsizlik)
  • “Fikir özgürlüğü” denen şey akılcı düşünce yoluyla oluşan bir şeydir ki, akla ters düşen konuları reddetmek anlamına gelir. Daha başka bir deyimle, aklın vahye üstünlüğü demektir. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Şeriat Eğitiminden Geçmiş Arap ve Türk, Türk Düşmanlığında Birleşir Şeriat eğitiminden geçmiş Arap milliyetçisi gibi Türkün şeriatçısının da ölçüleri, ahlak ve erdem anlayışı, İslam öncesi Türkün değer ölçülerini ve erdemlerini takdir edecek düzeyde değildir ve olamaz. Onun ölçüleri, İslam öncesi Türkün gerçek yönlerini (örneğin, akılcılığını ve kadına verdiği değeri) ortaya koyan eserlerle değil, Türkü "kâfir", "dinsiz", "yolundan çıkmış" vb. görmeye alışmış Müslüman düşünür ve yazarların yapıtlarıyla, kıstaslarıyla oluşmaktadır. Çünkü onun elinin altında, bütün yüzyıllar boyunca İslamın yetiştirdiği en ünlü kişilerin, örneğin Câhiz'lerin, Tevhidî'lerin, Mes'ûdî'lerin, Balhî'lerin, İstâhrî'lerin. Birûnî'lerin, İdrisflerin, Hamavî'lerin, Gazali'lerin, Marvazî'lerin, Cüveynî'leıin ve saymakla bitmeyecek kadar çok benzerlerinin yapıtları ve onların Türk düşmanlığını körükleyici çabalan vardır. Kafasını ve ruhunu bunlarla doyurmaktadır.81(...) Söylemeye gerek yoktur ki, bu ruhla yetişen Arap milliyetçisi (ve tabii bizim şeriatçımız) İslamın daha ilk dönemlerine rastlayan Arap fetihlerini ve bu fetihler sırasında Arabın giriştiği yağma ve talanı, din adına yapılıyor diye yerinde ve haklı, buna karşılık Türkün savunmalarını kötü gözle görecektir. Arap ordularının Türklere karşı saldırılarını, Türklerden esir almalarını, Türk ülkelerine karşı yağmalarını, "Tanrı böyle emretmiştir" diyerekten mazur ve meşru görecek, fakat Türkün karşı koymalarını yerecek ve böyle davrandı diye bir de kendi atalarını, yukarıda belirttiğimiz gibi, Belâzurî'lerin ya da Birünî'lerin ve diğerlerinin ağzıyla "kâfir", "dinsiz", "yoldan çıkmış", "imansız" vs. deyimleriyle yerden yere vuracak ve lanetleyecektir. Yine bunun gibi bizim Arap ruhlu şeriatçımız (tıpkı Arap milliyetçisi gibi) Tebriz ve Nişabur kentlerinin Türkler tarafından geri alınmasını "barbarlık" ve "vahşet" gibi şeyler olarak göstermeye çalışan Arap yazarlarla birlikte hayıflanacak ve yine kendi ecdadına sövüp sayacaktır. Başka bir deyimle, Türk kentlerinin Arap orduları tarafından fethedilmesini, yakılıp yıkılmasını ve talan olunmasını, Türk yavrularının ve kadınlarının esir alınmasını "Bunlar İslam seferleridir" diyerek alkışlayacak, buna karşın Tebriz kentinin Türkler tarafından ele geçirilmesine Zînet el-Mecalıs kitabının ünlü yazarı Niizhet ile birlikte ağlayacak ve kendi ecdadına, vaktiyle Arap saldırılarına karşı koymuş olmaları nedeniyle kızacak, Türkün savunma niteliğindeki saldırılarını, Arap şairlerle bir olup "vahşet" deyimiyle yerecektir.82 Ya da Horasan'ın Türklerden geri alınmasını alkışlayacak ve muhtemelen Türklerin İslam ordularına yenilmesini Rebî bin Emir'in ağzından zevkle dinleyecek ve Arap ordularının za- ferlerini Esad bin Musammâs gibi şairlerin mısralarında, onların ağzıyla ifade edecöktir. Hatırlatalım ki, Yakut bu olaylar vesilesiyle şöyle devam eder: "Fetih, Hicret'in 18. yılında vuku buldu. Bu konuda Rebibin Emir şöyle dedi: 'Tüm ülkeyi ele geçirinceye dek kentleri birbiri ardına zabt ederek düşmanı (Türkleri) püskürttük. Mutludur o gözler ki, bizim gibi civanmerd savaşçıların, Türkistanlı ve Kâbul'lu atlıları dağıttıklarım gördü.'"83 Ve işte bizim insanımız Yakut'un ağzından Horasan'daki Nişabur kentinin yağma ve harap edilmesini ve Türklerin yenilmesini ibretle öğrenecektir. Tekrarlamakta yarar vardır ki, bütün bu Arap saldırıları ve yağma ve talanları dini yaymak için değil, din adına varlık sağlamak uğrunadır. Daha sonraları, Hicret'in 111. yılında Ciineyd b. Abdurrahman el- Murrî'nin Beykend yakınlarında Türklere karşı kazandığı ilk zaferini ve Türk hakanının oğlunu esir alışını ezberlemekle zevk duyacak84 ya da Esed b. Abdullah'ın Hicret'in 118. yılında Türkleri feci bir mağlubiyete uğratması olayını ezberleyecektir. Arap milliyetçisi, tıpkı bizim şeriatçımız gibi, sadece Arabın askeri başarılarını ve Ttirke karşı za- ferlerini değil, aynı zamanda dalıa o zamanlar Türke karşı Arap nef- retlerini ve lanetlemelerini okuyacak ve eğittiği insanları da bu duygularla yoğuracaktır. Al-Belâzurî'den okuyoruz ki, Arabın daha o dönemlerde yaptığı şey, Türke beddua etmektir; halka vaiz verenlerin ağzından "Ey Tanrım, (Türklere) ait ne varsa her şeyi yok et, onların güçlerini çökert, üzerlerine felaket yağdır" sözleri eksik olmazdı ve bu sözleri dinleyen ce- maate, "hayır temenni et ki Tanrı onların ayaklarının altına buzlar yerleştirsin ve buz üzerine kayıp düşsünler" şeklinde dua ederlerdi.85 Buna karşılık Muaviye döneminde Sind in fethine gönderilen Ab- dullah b. Sevvâr el-Abdî'ııin Türklere karşı giriştiği saldırılar sırasında Türkler tarafından yenilmesi ve bu nedenle azledilmesi olay- larına Türk çocuğu, şeriat eğitiminden geçirilmesi sırasında, iyi bir Müslüman olarak hayıflanacak ve Arap şairlerin bu olaylar ve- silesiyle Arabi yücelten, fakat Türkü küçülten şiirlerini terennüm ede- rek yetişecektir. İşte böylece Arap milliyetçisi ve onunla birlikte şeriat eğitiminden geçen Türk yavrusu, İslamın ve Arabın bu tek yanlı tarih olayları ve öyküleriyle beslenecek, pek tabii olarak Türke (ve Türk de kendi öz ırkına ve ecdadına) karşı düşmanlık, husumet duyguları ve havası içerisinde yoğrulacaktır. İşte bu suretle Arap milliyetçisi, İslamı ve İslam tarihini kendisine araç sayarak Türk aleyhtarlığı öğesini kendi amacına uygun şekilde işleyecek ve öte yandan Türk yavrusu da şeriatçının "Benim Türklüğüm Müslümanlıkla başlar, ben Türk olmadan önce Müslümanım" uydurmalarına kurban edilecektir, bilmeyecektir ki, Arap milliyetçisi, Türk aleyhtarlığını kendi ulusal birliği için sömürmüştür, sömürmektedir ve bu sömürme yanında, Araplığını İslamın üzerinde görebilmekte ve şeriata yeğ tutabilmekte, her halükârda kendi İslam öncesi yaşantıları ve tarihiyle övünebilmektedir. (Arap Milliyetçiliği ve Türkler)
  • Tanrı, okumasız olarak tanımladığı Muhammed’e, “Oku” diye hitap etmektedir! Bütün bunlar, söz konusu sure ve ayetlerde sadece tutarsızlık ve uyumsuzluk değil, aynı zamanda Tanrı fikrini zedeleyici hususlar olduğunu ortaya koymaktadır. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Her ne kadar Osmanlı devleti 1908 Anayasa’sı (1293 Kanun-u Esâsî) ile köleliği saf dışı kılmış olmakla beraber, bu kuruluşun gerçek anlamda ortadan kalkması ve Türk topraklarından silinip atılması Atatürk’ün yarattığı Türkiye Cumhuriyeti sayesinde olmuştur. (Şeriat ve Kölelik)
  • "Sizden birinizin içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü zaman,o kişi onun her tarafını batırsın,sonra çıkarsın(atsın). Çünkü sineğin iki kanadından birinde hastalık,diğerinde de şifa vardır..." (Müslümanlık Sınavı)
  • "Ben Ademoğulları soylarının en temizinden naklonuldum. Nihayet şu içinde bulunduğum (Haşimi) camia(sından) ne­şet ettim" demiştir" [Ebu Hüreyre'nin rivayeti olan bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı... , c.IX, s.272, hadis no. 1454; ve c.X, s.42]. (Şeriat ve Eşitsizlik)
  • Yık dedim, yık, kanlı kürsiden hayır yoktur sana, Ba'dema meydan bırakma bunları tekrara Türk! Kendi mülkünde garibâne dilendin din için, Tıpkı beygirler gibi döndürdü şeyh âyin için Sırtta heybe, cerre çıktın gafleti telkıyn için, Pek fedakarane yandın bir Kureyşi kin için, Çal da söylet bunları sazındaki efkara Türk! Gönlünü dini tufeyliden temizle gün gibi, Aşka iman et de durma vuslata küskün gibi, Çektiğin âlâm-ı eyyamı unutma dün gibi, Aç gözün, çıldırma bir Leylâ için Mecnun gibi, Bir marazdır bu; de geç, âşıktaki efkâra Türk! Neyzen Tevfik ''Türk'e ikinci öğüt'' (Şeriat’tan Kıssa’lar (2 Cilt Birarada))
  • Türkiye gibi Atatürk sayesinde bu baskılardan ve dinsel bağnazlıktan kendisinin kurtarmış bir ülkede bile, bugün şeriatçıların şahlanması nedeniyle, bu Türk dışılıkla dönüş başlamıştır. Türkiye gibi laikliğe yönelememiş diğer Müslüman ülkelerde ise, bu uygulama, geçmiş yüzyılları hiç de aratmayacak şekilde sürüp gitmektedir. Hemen belirtelim ki, bu uygulamanın, söylendiği gibi ekonomik yoksulluklarla ya da geriliklerle ilgisi yoktur; sadece şeriata saplanmışlıkla ilgisi vardır. Hangi ülkede şeriat dini esas özüne en uygun şekliyle uygulanmaktadır, o ülkede kadın en insafsız "kapatılmalara" mahkum demektir. (Şeriat ve Kadın)
  • Milletçe saplandığımız kısırdöngüden, yani yüzlerce yıl süren medrese eğitiminin nasırlaştırdığı ''akılsızlık'' tan, ''hazırcılık'' tan ve ''taklitçilik'' den sıyrılmayı biz, ilk kez Atatürk'le onun getirdiği akılcı eğitimle öğrenir olmuşuzdur. (Cehaletin İktidarı)
  • "...Yalniz Allah'in dini (Islâmiyet) kalana kadar onlarla savasin..." (Kur'ân: 2 Bakara 193) (İslam'a Göre Diğer Dinler)
  • 1400 yıllık tarih içerisinde hü­kümdarların insan haklarına ve insan şahsiyetinin haysiyetine aykırı davranışları din adamı'nın tepkisine hiç bir zaman yol açmamıştir. Ak­sine din adamı iktidarın en mutlak ve en müstebid bir şekilde uygulan­ masına yardımcı olmuş, insanlarımızı da bu uygulamalara boyun eğ­dirtmiştir. Bu sayede aynı zamanda kendi saltanatının devamını da sağlamıştır . (Din Adamları)