Aşka Dair Nesirler - Ümit Yaşar Oğuzcan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Aşka Dair Nesirler kimin eseri? Aşka Dair Nesirler kitabının yazarı kimdir? Aşka Dair Nesirler konusu ve anafikri nedir? Aşka Dair Nesirler kitabı ne anlatıyor? Aşka Dair Nesirler PDF indirme linki var mı? Aşka Dair Nesirler kitabının yazarı Ümit Yaşar Oğuzcan kimdir? İşte Aşka Dair Nesirler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ümit Yaşar Oğuzcan
Yayın Evi: Everest Yayınları
İSBN: 9789752895249
Sayfa Sayısı: 277
Aşka Dair Nesirler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Gelme diyecektim, geldim. İyi ettim geldiğine. Nerdeyiz? Bir şehir yanıyor, dikkat et. Tutuşabiliriz, işte ilk ateş gözlerine düştü, sonra dudaklarına, saçlarının arasına kıvılcımlar doldu ışıl ışıl.
Yanıyorsun, yanıyorum, yanıyoruz.
Aramakla yetinsek bunlar gelmeyecekti başımıza. Yine de memnunum. İyi ettin geldiğine. Taş olup kalmaktansa, ağaç olup yanmak iyi. Ellerini ver, ellerini. Öpüşmeye susadım. Tırnak uçlarından öpmeye başlayacağım seni. Titreme, yanıyorsun.
Aşka Dair Nesirler Alıntıları - Sözleri
- "Gittiğine inanmıyorum. Gel demeyeceğim."
- Kadındın, ama önce insan. Güzeldin, ama önce iyiydin...
- Gittiğine inanmıyorum. Gel demeyeceğim.
- Anlamıyor musun? Gökyüzü güneş olsa Sensiz karanlıktayım
- " Ölümlerden beter, yalnızlığımız. "
- "Bütün ışıkları kaldırıp attım bir yana Anlamıyor musun Gökyüzü güneş olsa Sensiz karanlıktayım.."
- Gittiğine inanmıyorum. Gel demeyeceğim.
- Hani o iki kişilik dünyalar bizimdi Hani sen iyiydin Halden anlardın Hani sen git demeyecektin bana Ve ben her şeye rağmen gelecektim..
- "Bir insan tarafımız olacaktı. Aradık üç gün üç gece, Bulamadık..."
- "Bütün mevsimleri bir günde, bütün yılları bir mevsimde yaşamaya razıyım seninle.."
Aşka Dair Nesirler İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Çok mu anlam yüklüyorum bu tarz kitaplara diye düşünüyorum bazen? Bu tarz kitapları okurken ister istemez aralanıyor yüreğimin kapıları ve o aralığı fırsat belleyen satırlar, savunmasız yakaladıkları yüreğime hoyratça saldırıyorlar... :) Her okuduğum satırda acaba kaç sevdalı yüreğin hislerinin telafuzu olmuştur ve kaç, yüreği yaralıya merhem olmuştur bu satırlar diye düşündürdü bana yazarımız. Kim bilir belki de hiç aşkı yaşamamış kaç okuyucuyu heyecanlandırmıştır... Şiirler ve mektuplardan oluşan iki bölümden oluşuyor kitabımız. ilk kez Ümit Yaşar kitabı okudum ve hem şiirler hem de mektuplar bölümünde "Ah be Ümit ağabey böylesi sevmek kaldı mı acaba?" diye sormadan edemedim. Sonra dedim ki ; sevmek kendini keşfetmekmiş diyor Ümit ağabeyimiz, bütün güzel şeyler keşfedilmeyi beklemiyor mu zaten? Kendini aşkına adamış bir adamın yüreğindekilerin kıyıya vurmuş halidir bu kitap. Sevenin sevdiğine dil dökümüdür. Son olarak sevginin/ sevmenin ne "olmadığı" üzerinden aslında ne "olduğunu" anlatan bir alıntıyı da bırakıyorum buraya... " Sevgi tartılamaz, sevgi ölçülemez. Sevgi; gram değildir, mesafe değildir. Derinlik sanırsınız, yüksekliktir o. Sevgi; dudak değildir, göz değildir, saç değildir. Sandalye değildir sevgi, yatak değildir, çarşaf değildir. İçki değildir, içemezsiniz fakat her şeyden güzeldir sarhoşluğu. Geçip karşısına seyredemezsiniz, manzara değildir, tablo değildir, heykel değildir. Okuyamazsınız, kitap değildir. Bilmece değildir, çözemezsiniz. İstesenizde içinizden atamazsınız, kan değildir, kesip damarınızı akıtamazsınız. Siz ağladıkça o güçlenir içinizde. Akmaz, gözyaşı değildir. Kuş değildir uçmaz, çiçek değildir koklanmaz. Bitmez, çile değildir. Ne desen o değildir sevmek. " (Elif)
Şiir nispeten uzak olduğum bir kulvar edebiyatta her ne kadar son zamanlarda ilgim artmış olsa da. Bunu da şuna bağlıyorum: biz insanlar, düz bir çizgi üzerinde yol aldığımızı sanıyor olsak da, bu çizgi üzerinde süreç içinde kırılmalar meydana gelir ve çoğu zaman farkında bile olmadan ya da üzerinden çok uzun zaman geçmeden bu kırılmaların farkına bile varmayız. Bir gün, bizi de sürükleyerek akıp geçen hayatın kenarına kısa süreli bile olsa çıktığımızda, dönüp geçmişe bakarız ve o an fark ederiz ki, eski ben ile yeni ben bambaşkadır! Sanki yer yarılmış, daha doğru ifadeyle yer billurlaşmış ve ayaklarımızın altında eski ben, şimdiki bene bakmaktadır, şimdiki ben de ona... Bu travmatik ve trajik durum, insan ruhunu cendereye alarak, ona sık sık dünden bugüne davranışlarının muhasebesini yapmaya zorlar. Bu da bir kimlik karmaşasına sebebiyet verir: Ben kimim? Aşkı da bu açıdan ele alabiliriz pekala, çünkü aşık olmadan önceki halimiz ile aşık olan halimiz birbirinden çoğu zaman bambaşkadır. En mantıklı insanı bile aşk, mantıksız kılabilir ya da en realist insanı bir romantik ruh haline büründürebilir. Zaten aşkın olayı da tam olarak budur: ayaklarınızın altındaki toprakta çöküntüler oluşturup sizi içine düşürmek. Düştüğünüz bu yerde bulunduğunuz, uzunluğu kişiden kişiye değişen süre zarfında, gerçek hayattan kopuk olduğunuz için mantıklı ya da realist olduğunuzda size uzak gelen kararları aldırır, aklınızdan hiç geçmeyeceğiniz tercihleri yaptırarak hayatınızda değişiklikler meydana getirir. Schopenhauer ya da evrimsel açıdan yaklaşılacak olursa, kör istencin ya da soyun devamı için bunlar yaşanır. Tabi, aşık olup da çocuk yapmayan çiftleri düşünecek olursak, insan denilen ne olduğunu en başta kendisinin bile anlayamadığı canlının kör istence ya da evrime bir çalım atarak büyük bir soru işaretini büyük bir bomba olarak onların ortasına bıraktığını da düşünebiliriz. Bilimsel terminolojide soyut her şeyi somuta indirgeyerek açıklamaya çalışmak temel olduğundan dolayı aşkı birtakım hormonlarla açıklamak revaçtadır. Bunların aksini iddia ederek sahte bilimci bir tavır tanınacak değilim, ben sadece birtakım hormonlar salgılandığı için aşk diye adlandırılan duygu durumunu yaşadığımıza fazla odaklanırken olayın indirgenemez bir boyutunun da olabileceği ihtimalini es geçtiğimizi söyleyeceğim. Mesela herkes hayatının bir anında aşık olur, ancak kimisi aşıkken şiir yazar, beste yapar, oldukça yaratıcı sürprizler planlar ya da oturur sadece ağlar. Ancak benim odaklanmak istediğim husus sanatsal boyutu. Tabi ki, bir Antik Yunanlı gibi bu durumdaki insanların esinlerini Musalar'dan aldığını iddia etmeyeceğim, buna karşın bu esinleri salt hormonlara ya da sinirsel aktivitelere de indirgeyebileceğimizi de söyleyemeyeceğim. Eğer böyle ise, gerekli teçhizatlar ve imkanlar çerçevesinde herhangi bir insana hormon takviyesi yapılıp ve uygun sinirsel aktiviteler düzenlendiğinde, bu insandan bir Goethe ya da bir Charles Baudelaire ya da incelemesini yapmakta olduğum Ümit Yaşar Oğuzcan yaratabiliriz demek olur, yani bu isimlerin ortaya çıkardığı eserleri olduğu gibi ya da çok benzer şekilde üretmesi beklenmelidir. Bilmiyorum belki gelecekte bu da yapılır ama henüz bilim bu kadar ilerlemedi. Ben burada kısaca şunu anlatmak istiyorum, bilim yolumuzu aydınlatan bir nevi Prometheus'un Tanrılardan çaldığı bir ateş, ancak ona insana dair her bir zerreyi mükemmel derecede aydınlatmış şekilde bakmak hata olacaktır. Bilhassa sanatsal konularda… İşte, ister hormonların bir ürünü olsun isterse Eros'un okunun ucunda bulunuyor olsun, aşk, sanatsal aktivitenin ilk hareket ettiricisine verilmiş bir isimdir en başta zannımca. Hal böyleyken onun gerçekten olup olmamasını bilim insanları deney tüplerinde inceleye dursunlar, biz ufak da Ümit Yaşar Oğuzcan'ın dizelerine bakalım. Aşk bir açıdan bir güç ilişkisi: iki taraf da sahip olmak ister, hem de farazi konuşalım, erkek kadına, kadının kendi bedeni ve ruhu üzerindeki hakkını bile gasp etmek ister, ve aynı şey kadın için de geçerli. Bu noktada 'ne tarafa baksam güç istencini görüyorum' diyerek aklıma gelen Nietzsche'yi de anmazsam olmaz. Tabi, her genelleme yanlıştır bu da dahil sözüne binaen, bu tonu düşük ya da çok az olan aşk ilişkileri de mevcuttur. Ümit Yaşar Oğuzcan'ın şu cümleleri bize, bu nadir rastlanan ilişkilerin anahtarını verebilir: "Bütün insanlar aldanıyormuş, sürekli bir aldanmaymış yaşamak... Ne çıkar? Ben artık aldanmak istemiyorum ya! Sen ona bak... Onun için seni erişemeyeceğin bir yere çıkarmayacağım, olduğun gibi seviyorum seni. Olmanı istediğim gibi değil! Hiç olamayacağın gibi değil. Nerdeysen orda dur. Nasılsan öyle kal." (s.145/On Altıncı Mektup) "Dudaklarından yalnız aşkın hazzını değil, dostluğun doyulmaz içkisini de içmeliyim ... Dudaklarım kurudu bak! Bir yudum su ver güzelliğinin pınarından. Acıktım dersem iyiliğinle doyur beni. Üşüyorsam; yalnız dostluğunun ateşinde ısınsın ellerim." (s.144/On Beşinci Mektup) "Kadındın, ama önce insandın. Güzeldin, ama önce iyiydin." (s.133/On Üçüncü Mektup) Öte yandan aşk, insanın Dionysos tarafı da diyebiliriz; her insan zaman zaman uçarılık yapmak ister, gerçeklik bağından sıyrılıp sanrılara kendini bırakmak, aklını bir an için kaybedip veya askıya alıp, bu durumun hazzını yaşamayı arzular. Benzer hisleri yüksek adrenalin barındıran aktivitelerde, tiyatro, sinema ya da bir kitapta da yaşayabiliriz. Yani aşk kavramını salt iki insanın birbirlerine duydukları bir ilişki boyutu olarak ele almak da çok doğru değildir. Akıl boyutunda az kalmanın da çok kalmanın da kendine göre zararları vardır. Az kalırsak, 21. yüzyılda yeni bir Ortaçağ yaşayabiliriz; çok kalırsak da robot olup çıkar, can sıkıntısının içine hapsoluruz ve can sıkıntısı ki insana en akla gelmeyecek şeyleri yaptırabilir; belki uzun süre boyunca her bir adımını mantıklı atmış bir adamdır çılgınlığa namzet kişimiz, ancak can sıkıntısı öyle derinden öyle sabırla birikir ki, hiç beklenmedik bir anda bir yanardağ gibi lavlarını dışarı püskürtür. Bu nedenle ölçüsünde yaşanan aşk, insanın dengesini sağlayan temel aktörlerden birini teşkil eder. Tabi aşkın söz konusu olduğu yerde dengenin varlığı biraz kulağa garip geliyor, farkındayım, zira aşk bizi çoğu kez açılmayacak kapıların önünde saatler boyu beklemeye zorlar. Sanki bir sadist gibi bize en çok acı veren insanlara yöneltir, bu esnada gözümüzü kör eder ve yanımızdan geçip giden ve aslında birlikte yaşasak daha mutlu olabileceğimiz insanları fark etmememize neden olur. Aşkın bu haline yüzlerce satır örnek verilebilir. Ama ben burada bitireyim. Aşk, insanın yalnızlık korkusuna verdiği bir isimdir. Üç beş saatlik ya da üç beş günlük bir yalnız başına kalma halinden bahsetmiyorum, ömür boyu yapayalnız kalmaktan, evinin duvarlarının dile gelmeye başladığı acıklı zor durumdan bahsediyorum. İnsan böyle kalmaktansa en sevmediği insanı bile yanında ister, sabahtan akşama kadar kavga da edecek olsa ister, şimdi her gün sokakta, apartmanda ya da ekranlarda sürekli kavga eden, birbirlerinden nefret eden çiftlere yeniden bakın, belki onlar birbirlerinin son çare olarak yanlarında istedikleri düşmanlarıdır. "İçimde çalkalanan bir dünya Kulaklarımda karanlığın uğultusu Ve gözbebeklerimde korkuların en büyüğü Bir büyük dünyada yalnız kalmak korkusu Ölürsem korkudan öleceğim" (s.90) Aslında daha uzun uzun aşk hakkında şeyler yazılabilir ama ben burada bitirmek istiyorum, yazının bütünlüğüne daha fazla zarar vermeden. Kapanışı da Ümit Yaşar Oğuzcan'dan yapayım: "Güzelliğin bir şiir gibi yerleşmiş hafızama." (s.219) "Güzelliğinin yağmuru altında yürüyorum günlerdir." (s.232) Başta söyleyeceğimi unutkanlıktan şimdi söyleyeyim: Ümit Yaşar Oğuzcan'ı okurken, insanın hiç aklında yokken, tutup rastgele birine aşık olası gelir. Keyifli okumalar.. (Kaan)
Bir alıntıya denk gelip, bu kitabı kesinlikle almalıyım demiştim. Beğenerek okudum gerçektende, belki de şuanki hisslerime ve düşüncelerime hitap ettiği içindir. Ümit yaşar oğuzcan diyor ki: "Tarifi olmayan tek şeydir sensizlik", o kadar sensizim ki kitabın her bir kelimesi yüreğime dokunuyor.. Kısacası Kitap iki bölümden oluşuyor; başta şiirlerle ve sonrası yazılan ve sahibini bekleyen onca mektuplar.. Herkese hitap edebilcek bir kitap olduğunu düşünüyorum, okunmaya değer. (Ebru Özenir)
Aşka Dair Nesirler PDF indirme linki var mı?
Ümit Yaşar Oğuzcan - Aşka Dair Nesirler kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Aşka Dair Nesirler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ümit Yaşar Oğuzcan Kimdir?
Ümit Yaşar Oğuzcan, (22 Ağustos 1926, Tarsus - 4 Kasım 1984), Türk şair.
22 Ağustos 1926 tarihinde Tarsus’ta doğdu. Eskişehir Ticaret Lisesi’ni bitirdi (1946). Türkiye İş Bankası’na girerek Adana, Ankara ve İstanbul’da çalıştı. Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısı görevinde iken, hizmette otuz yılını doldurunca kendi isteğiyle emekliye ayrıldı (Haziran 1977). İstanbul’da kendi adını taşıyan bir sanat galerisi kurdu.
Şiire 1940’da Yedigün şairleri arasında başlayan; 1975’te 33 şiir, 4 düzyazı kitabı, 13 antoloji ve biyografik eser, toplam 50 kitap çıkarmış bulunan, şiir plakları, şarkı sözleri ve yergileriyle tanınan Oğuzcan, günümüzün en popüler şairlerinden biridir. Genellikle Faruk Nafiz Çamlıbel duyarlılığında ve aşk, ayrılık, özlem temaları ekseninde çoğalttığı şiirini, 1973’te büyük oğlu Vedat’ın ölmesi üzerine, hayatın boşluğu, ölüm ve acı gibi derinliklere, öz ve biçim yoğunlaştırmalarına yöneltti. Şairlik başarısını, daha etkili, aruzla yazdığı rubailerinde gösterdi.
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Ümit_Yaşar_Oğuzcan
Ümit Yaşar Oğuzcan Kitapları - Eserleri
- Şiir Denizi 1
- Şiir Denizi 2
- Aşka Dair Nesirler
- Anılar Düşünceler
- Taşlamalar Hicivler 1
- Taşlamalar Hicivler 2
- Rubailer Dörtlükler
- Beni Unutma
- Acılar Denizi
- Garip Şiirler Antolojisi
- Bir Gün Anlarsın
- Sevenler Ölmez
- Çigan Gözler
- İki Kişiye Bir Dunya Sahibini Arıyan Mektuplar
- Yüz Yıl Yanarım Yanmayı Öğrendimse
- Göbek Davası
- Karanlığın Gözleri
- Sözüm Meclisten Dışarı Yergiler
- Şiirimizde İstanbul
- Şairlerin Seçtikleri
- Yeni Dünya Rekoru
- Akıllı Maymunlar
- Deniz Musikisi
- Aşkmıydı O
- Seninle Ölmek İstiyorum
- Üstüme Varma İstanbul
- Halktan Yana
- Toprak Olana Kadar
- Sahibini Arayan Mektuplar
- Avrupa Görmüş Adam
- En Eski Yalnızlığımdır Aşk Benim
- Şiirimizde Ayrılık
- Biraz Kül Biraz Duman
- Aşık Veysel
- Mihriban'a Şiirler, Mektuplar
- Yalan Bitti
- Taşlar ve Başlar Yeni Aşk Şiirleri İle
- Hüzün Şarkıları
- Sen Aşk Nedir Bilmezdin
- Aşkımızın Son Çarşambası
- Sadrazamın Sol Kulağı
- Önce Sen Sonra Sen
- Ben Seni Sevdim Mi
- Şiirle 40 Yıl
- Şiirimizde Aşk ve Kadın
- Ötesi Yok - Rubailer
Ümit Yaşar Oğuzcan Alıntıları - Sözleri
- Umman arayıp, damlayı bulmak ne acı (Rubailer Dörtlükler)
- SU GAZELİ Köylüsü, taşralısı, eski İstanbullusu İnim inim inliyor bütün İstanbullu su Muslukların ağzını bıçak açmıyor şimdi Bir damla suya hasret çeşmelerin borusu Aylar var ki evlerde hayal oldu yıkanmak Herkesin yüreğinde murdar ölmek korkusu Su pompası bozulmuş, yedeği de yokmuş, ya Duyan diyor: - Allahım bu ne gaflet uykusu Sular İdaresi mi? Yoksa Belediye mi? Söyleyin de bilelim kim bunun sorumlusu Pislikten geçilmiyor bu güzel kentte gayrı Hastalığın her biri kurmuş bir yere pusu Çanları tehlikenin çalıyor ya, duyan yok Her evde saldırmaya hazır mikrop ordusu Yağmurlar yeterince yağmazsa; bu gidişle Olacağız cümlemiz bir ahret yolcusu Köylüsü, taşralısı, eski İstanbullusu İnim inim inliyor bütün İstanbullu su BURASI İSTANBUL ŞEHRİ Burası İstanbul şehri Koca Fatih'in yüzyıllar önce fetheyleyip Türklüğe armağan ettiği şehir O yüzden bir çağı değiştiren Avrupa'yla Asya'yı birleştiren İlk görenin başını döndüren Kanını tutuşturan Ve bağrından nice şairler yetiştiren Bi mislü baha İstanbul'u Nedim'in Fikret'in bin kocadan arta kalan bakiresi Yahya Kemal'in hayal şehri, Aziz İstanbul'u Sait Faik' in ömür boyu yazdığı O güzelim insanlar beldesi Orhan Veli'nin gözleri kapalı dinlediği şehir Şimdi bir yığın çaresiz ve fakir İnsanın doldurduğu Dinmeyen gürültülerin Başlara sürekli bir çekiç gibi vurduğu Tüm insanları sinir hastası Yaşanmaz şehir, unutulmuş şehir Her semtinde gecekonduların mantar gibi bittiği İnsanlarının birbirine savaş ilan ettiği Hor görülmüş şehir, yorulmuş şehir Hoyrat ellerce Ta canevinden vurulmuş şehir BU ŞEHRİ STAMBUL Kİ... Yüzyıllar önce "Bu şehr-i Stambul ki bi mislü bahadır Demiş Şair Nedim Efendi Üstelik "Bir sengine yekpare Acem mülkünü feda eylemiş Şimdi gel gör bakalım Neresi bi mislü bahadır Artık bu şehirde yaşamak Dayanılmaz bir ezadır Delik deşik caddeleriyle Çamur deryası sokaklarıyla Bu şehirde yürümek bile İnsanoğluna bir cezadır Kuyruklar ki uzayıp gider Dükkanların önünde Seyri dahi akıllara sezadır Arama o eski İstanbul efendisini Bulamazsın O, yüzyıllar öncesi görülmüş bir rüyadır Şimdi, şöyle bir çıkıp dolaşırsan En çok duyacağın sözcük Ya "çüştür, ya "ohadır Yanmaz elektrikler günde on saat Musluk akmaz Sorarsın: "Bu ne biçim su Bu nasıl ziyadır? Sis' i Tevfik Fikret' e göre "Bir zulmeti beyzadır Ama, sen bir de İstanbullulara sor O nasıl bir beladır (Şiirimizde İstanbul)
- dinmeyen gürültülerin başlara sürekli bir çekiç gibi vurduğu tüm insanları sinir hastası yaşanmaz şehir (Sözüm Meclisten Dışarı Yergiler)
- Birkaç ünüversite bitiren aç geziyor. (Taşlamalar Hicivler 1)
- Hani o iki kişilik dünyalar bizimdi Hani sen iyiydin Halden anlardın Hani sen git demeyecektin bana Ve ben her şeye rağmen gelecektim.. (Aşka Dair Nesirler)
- Şair, her yerde her zaman şiiri yaşayan kişidir. Bir bakıma yaşamıyla şiiri birbirine karıştırmıştır, ayrılamaz. Öyle ki yürürken, çalışırken, dinlenirken, düşünürken, soluk alırken öncelikle şiirdir yaşadığı şairin. (Anılar Düşünceler)
- Durup durup sebepsiz yere ağladığın oluyor mu Gözyaşların bir sel misali boşanıyor mu gözlerinden (Toprak Olana Kadar)
- Bir kez kimi sevdiyse unutmaz bu yürek Devran kiri, nisyan pası tutmaz bu yürek Birgün o muhabbetten eser kalmazsa Ancak o zaman bir daha atmaz bu yürek. (Yüz Yıl Yanarım Yanmayı Öğrendimse)
- Deli eden insanı zaman değil, Zamanı unutmamak kahrıdır! (Beni Unutma)
- her türlü rezalet yoktur işsizlik, sefalet yoktur bu yurtta cehalet yoktur diyenler yalan söylüyor (Sözüm Meclisten Dışarı Yergiler)
- İŞSİZ GEMİ - Yahya Kemal'in Sessiz Gemisine benzetme - Artık demir almak günü gelmişse iktidardan Onlar ki ne serden geçerler ne de yardan Sallanır bu kalkışta tekmeler ve tokatlar Hiçbiri bilmez her seçim millete neye patlar Yoklamada kaybeden bu sonuçtan elemli Günlerce genel Merkeze gider gözleri nemli Biçare adaylar üzülmeyin ne son seçimdir bu Nice üyelikler var, ne de son geçimdir bu Zavallı seçmenler yolunuzu nafile bekler Bilmez ki dört seneden önce gelmeyecekler Seçilenler memnun ki maaşıyla işinden Birçok seneler geçse ayrılamaz peşinden (Taşlar ve Başlar Yeni Aşk Şiirleri İle)
- Gözlerimiz kapalı doğduğumuzdan başka Ömür boyu işimiz körebelik değil mi? Şimdi fazla üzmüyor beni kekemeliğim Yaşamak da bir çeşit kekemelik değil mi? (Taşlar ve Başlar Yeni Aşk Şiirleri İle)
- Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. (İki Kişiye Bir Dunya Sahibini Arıyan Mektuplar)
- Gözlerine baktığım zaman susmanın bir sebebi olmalı. Bana kendini anlat. Korkularını, dileklerini söyle bana. Aşktan ne bekliyorsun? Dostluk mu? Al, istediğin kadar..Yüreğimi apaçık önüne seriyorum işte! Orada sevdiğin, istediğin ne varsa al, senin olsun. Sana arzularımın ötesinden sesleniyorum. (Sahibini Arayan Mektuplar)
- Korkma! Yalnız geldin, yalnız gideceksin... Hüzün şarkıları yalnızlığında başladı, yalnızlığında bitecek. (Hüzün Şarkıları)
- ".. Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var ! Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin....!"(^^).. (Şiir Denizi 2)
- Pederin bir gafleti Ebenin marifeti Verdiler emaneti Çıka geldik dünyaya. Nerde şekermiş, balmış Acılar bize kalmış Var'ları eller almış Yoka geldik dünyaya. Bugün yarın kaygısı Yarın ölmek korkusu Galiba en doğrusu Şaka geldik dünyaya. (Taşlar ve Başlar Yeni Aşk Şiirleri İle)
- "Bütün ışıkları kaldırıp attım bir yana Anlamıyor musun Gökyüzü güneş olsa Sensiz karanlıktayım.." (Aşka Dair Nesirler)
- Görünüşe aldanma, meziyetler sahtedir Bugün iyi sandığın vaziyetler sahtedir Gösterişten ibaret bizde hayırseverlik Gördüğün şaşaalı hamiyetler sahtedir Güvenme bu dünyada kendinden başkasına Tedbirler kafi değil, emniyetler sahtedir Kapladı memleketi her türlü sahtekarlık Sadece fertler değil, cemiyetler sahtedir Her kalpte gizli niyet, her yüzde bir maske var Samimiyetler yalan, resmiyetler sahtedir Arama, hiç kalmadı sahte olmayan bir şey Kemiyetler sahtedir, keyfiyetler sahtedir Sen paradan haber ver, her belgeyi alırsın Diplomalar, pasolar, ehliyetler sahtedir (Taşlamalar Hicivler 1)
- "Anlamıyor musun?!.. Gökyüzü güneş olsa, sensiz karanlıktayım." (Karanlığın Gözleri)