Aşksız İnsanlar - Oktay Akbal Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Aşksız İnsanlar kimin eseri? Aşksız İnsanlar kitabının yazarı kimdir? Aşksız İnsanlar konusu ve anafikri nedir? Aşksız İnsanlar kitabı ne anlatıyor? Aşksız İnsanlar PDF indirme linki var mı? Aşksız İnsanlar kitabının yazarı Oktay Akbal kimdir? İşte Aşksız İnsanlar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Oktay Akbal

Yayın Evi: Cumhuriyet Kitapları

İSBN: 9786054183944

Sayfa Sayısı: 250

Aşksız İnsanlar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Cumhuriyet dönemi öykümüzün büyük ustalarından Oktay Akbal, adeta içine doğduğu İkinci Dünya Savaşı yıllarının İstanbul'u, İstanbul'un küçük insanları ve o insanların kocaman iç dünyaları ile okuru tanıştırıyor ve alıp götürüyor..

(Arka Kapak)

Aşksız İnsanlar Alıntıları - Sözleri

  • "Birine güvenirsiniz o da güveninizi kırar."
  • Bütün düşüncelerim, bütün hayallerim yalnız senin içindi. Bir roman anlatacak kadar doluydum.
  • ''Ve bir gün geldi ki, gökyüzü bana daha karanlık, yağmur daha can sıkıcı, sokaklar fuzulî görünmeye başladı. Sokak dönemeçleri bana bir şey anlatmıyor, film afişleri bir mana ifade etmiyordu.''
  • ''...Barış insanları artık uçup gitmiş, içimizden yerine konulamaz bir şey kopmuştu...''
  • Bu gece yeryüzünde benden daha dertli, daha yalnız bir insan olamazdı. derdim neydi, ne düşünüyordum, niye yalnızdım?bunlar bir sigara içimi zaman boyunca düşünülemeyen, yalnız sızısı hissedilen birtakım şeylerdi. üstelik gök yıldızlarla doluydu, ay tabak büyüklüğünde Süleymaniye minarelerin arasında beliriyordu. iskelenin tenhalığı tam benim içindi sanki.
  • “Bir insanı seven, onun gülüşü, ağlayışı, adım atışı ile ilgilenen yeryüzü sakinleri” müspet kimselerdir. Onlar bu dünyanın daha iyi olmasını isterler ve onun güzel olması için çalışırlar.
  • "Aşksız bir insan nasıl yaşar, nasıl yer, nasıl dolaşır, neler düşünür diye merak ederdim. Herhalde böyle bir insan şehrin uçsuz bucaksız caddelerinde gölgesini arkasına takarak gezmez, Unkapanı Köprüsü'nden mavnaları seyretmez, parklarda avarelikten hoşlanmaz, aşk filmlerini sevmezdi. O, işini gücünü bilen, caddelerde hep hızlı hızlı koşan, tramvayları doldurup taşıran, ayakları çıplak çocuklara sadaka vermeyen bir insandı. Yalnız kendi içinde yaşar, başka birşey bilmezdi."
  • Seni sevmiyorum artık Yalana dolana baktık Ele nispet gülüşler Günü dolmuş vaatler Bana uymaz git yazık Ben yokluklardan Tüm zorluklardan Dipsiz yalnızlıktan Kıvranıp dururken Sen sensiz kaldın Mehtabı hiçe saydın Gün ortası güneşlere Hasret bıraktın Yok kal deme bana Boşuna yalvarışlar Canıma dokunmuyor Ne söylesen zaten Hiç gözüme bakma Yaramaz çırpınışlar Şimdiye kadar söylemekte Geç kaldım aslen Seni sevmiyorum artık Yalana dolana baktık Ele nispet gülüşler Günü dolmuş vaatler Bana uymaz git yazık Seni sevmiyorum artık Çamura pasa bulaştık Gözü dönmüş kavgalar Boyu aşmış dalgalar Benisarmaz git yazık Yok kal deme bana Boşuna yalvarışlar Canıma dokunmuyor Ne söylesen zaten Hiç gözüme bakma Yaramaz çırpınışlar Şimdiye kadar…
  • O, Balat'ta oturuyordu. Her sokağında yüzlerce çocuğun sabahtan akşama kadar oynadığı, pencerelerden çifter çifter kadın ve kız başı sarkan, İspanyol tangolarının söylendiği, dünyanın en bol çocuklu mahallelerinden birine oturuyordu.

Aşksız İnsanlar İncelemesi - Şahsi Yorumlar

“ seni hayallerimden çıkarmak, aşktan uzak bir hikaye yazmak istedim. bir ağaçlı yolu düşündüm ama o ağaçların gölgesinde sen yürüyordun. şehrin karanlık gecelerini yaşatan bir hikayeye başladım, o siyahlık içinde sen belirdin. yalnız kendimden bahsetmeye çalıştım, ilk cümleye adını yazdım.” bu bitpazarı mucizesi benim için harika bir keşfe sebep oldu. çünkü bu zamana kadar çok öneri dinlememe rağmen, oktay akbal‘a hiç rastlamamıştım. öyküleri Sait faik tarzında ama daha az deniz ve balık içeriyor ve daha çok aşk… çok severek okuduğum bir eser oldu (Bürde)

Aslına bakarsanız ilk kez Oktay Akbal'ın bir eserini okudum. Fakat kitabı bitirdikten sonraki hislerim ve düşüncelerim çerçevesinde söyleyebilirim ki; son olmayacak. Hasan Ali Toptaş'ı bilirsiniz. Kendisinin eserlerinde daimi bir sohbet ve samimiyet havası vardır. Aynı şeyi Oktay Akbal'ın bu eserinde de hissettim. Edebi bir hava içerisinde anılarımızı birbirimize anlatıyormuşuz fakat ilk sıra Oktay Akbal'ınmış gibiydi. Bu gergin günlerde hüzünlü bir havaya sahip olmasına rağmen bu kısa ve sevimli kitap bana nefes oldu diyebilirim. Herkese tavsiye ederim. (Yağmurmuş)

Bazen ne okuyacağıma karar veremeyince kütüphaneme gidip rafları karıştırıyorum. Canımı en çok sıkan şeylerden biri orada yarıda bıraktığım ve bu yüzden hikâyelerinin geri kalanını ve nihayetini bilemediğim eserleri görmek oluyor..meselâ Murakamiler, meselâ Orhan Pamuklar, Yaşar Kemaller, ya da çok severek başladığım ama işte sonra bıraktığım Ursula K. Le Guinler...dün gece de aynı şey oldu, bari uyumadan birkaç sayfa okusam diye rafları dolaşırken elim Oktay Akbal'ın çok seneler önce aldığım bu kitabına dokundu. Elime aldım kitabı, sayfaları çevirdim. En sevdiğim şeylerden biri sararmış sayfalardır. Akbal'ın kitabı sararmış sayfalarıyla beni çağırıyordu...ben de davete icabet ettim. Kimbilir neden senelerce okumamış ve onu rafların arkalarında bir yerlere öylesine sıkıştırıvermiştim? Az önce kitabı ara ara, kısa uykularla dinlene dinlene bitirdim. Çok beğendim Oktay Akbal'ın bu eserini. Bu kısa hikâyeler kitabın sararmış sayfalarıyla birbirine öylesine uyuyor ki... Yazar bize kısa kısa bir çok hikâyeyle hem 70 sene önce gencecik bir yazarın sevinçlerini, acılarını anlatıyor; hem de bizi kendisiyle beraber farklı semtlerde, bulvarlarda, otobüs duraklarında, parklarda dolaşmaya çağırıyor. Akbal'ın hikâyelerinde Sait Faik havası seziliyor; aynı onunki gibi bir insan sevgisi, hayat sevgisi seziliyor. Sait Faik hikâyelerin birinde, biz kelimelerin üzerinden geçerken kendi hikâyesini yazıyor üstelik. Bütün hikâyelerde şehrin kalabalığını, adlarını sanlarını bilmediğimiz insanları görüyor, onları takip ediyor, merak ediyor ve hep beraber koca bir hikâyenin içerisinde dönüp duruyoruz. Yazarın üslûbu kesinlikle çok güzel, çok lezzetli, edebî; hayali ya da gerçek olsun her kelimesini samimiyetle yazan bir yazar Oktay Akbal. Hikâyelerde olaylar yok gibi, ama hisler, duygular sürekli, hep beraber akıyor, bir an olsun durmuyor, sürekli olarak o duygu akışına dahil ediliyoruz. Böyle yaparak Akbal bizi bir yandan yolda yürürken kimlerin aşksız insanlar olduğunu yüzlerinden hallerinden tahmin etmeye, bir yandan hayata olan tepkisini ve küskünlüğünü evinin dış yüzeyini bir gazete manşeti gibi kullanarak gösteren bir emekliyle beraber hayata bakmaya, bir yandan yeni kiraladığı dairesine çıkarken apartmanda elektrik olmadığı için yüzünü göremediği bir kadına gönlü kayan bir gence duygudaş olmaya çağırıyor; bizler de Akbal'la beraber şehrin çeşitli sokaklarında binalara, özellikle de akşamları ya da geceleri bakıp hikâyelerini hissetmeye çalışıyor ya da en sevdiğim hikâyesinde olduğu gibi ücra bir köşedeki bir otobüs durağının duvarına hayattan çektiklerini, acılarını gizli gizli yazan, yazar için adı sanı bilinmeyen ama artık dost kabul edilen bir gizli şairi bulmak, ona rastlamak için umutla o durakta bekliyoruz... Bu güzel, ince; edebiyatla, hayatla dolu eseri herkese öneriyorum. (CemCBG)

Aşksız İnsanlar PDF indirme linki var mı?

Oktay Akbal - Aşksız İnsanlar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Aşksız İnsanlar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Oktay Akbal Kimdir?

Oktay Akbal (d. 20 Nisan 1923, İstanbul) Türk gazeteci, yazar. Cumhuriyet gazetesinde Evet/Hayır adlı köşenin yazarıdır.

20 Nisan 1923 tarihinde İstanbul'da doğdu. Avukat Salih Şehabettin Bey'in oğlu, ilk gerçekçi Türk romancılardan Ebubekir Hâzım Tepeyran'ın ana tarafından torunudur.

Kumkapı'daki Saint Benoit Fransız Lisesi'nde başladığı ortaöğrenimini, 1942 yılında İstiklal Lisesi'nde bitirdi. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk (1944) ve Edebiyat (1946) fakültelerine devam etti, ancak yüksek öğrenimini yarıda bırakarak kendini yazarlığa verdi. 1943 ve 1944 yıllarında Servet-i Fünun Uyanış dergisinde sekreterlik, 1947 ve 1951 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu'nda memurluk yaptı. Fakat yaşamını asıl anlamda gazetecilik yaparak kazanmıştır.

1939 ve 1940 yıllarında Yeni Sabah ve İkdam gazetelerinde çevirileri ve öyküleri yayımlanmıştır. 1944 ve 1946 yılları arasında Vakit gazetesinde eleştiriler ve tanıtma yazıları yazmıştır. Büyük Doğu dergisinde her hafta Dünya Fikir Sanat Hareketleri sütununu yazmış, 1951 ve 1956 yılları arasında Vatan gazetesinde, düzeltmen, sekreter ve yazı işleri müdürü olarak çalışmıştır. 1956'da köşe yazarlığına başlamıştır. 1985 yılından itibaren Hürriyet gazetesi için köşe yazarlığı yapan Akbal, daha sonra Milliyet gazetesinde çalışmıştır. Halen Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığına devam etmektedir.

Öykü yazmaya ilkokul yıllarında başladı. Çeşitli çocuk dergilerinde öyküleri yayımlandı. 1939'da, henüz lise öğrencisiyken yazdığı bir öykünün İkdam gazetesinde yayımlanmasıyla edebiyat dünyasına girdi. İkdam ve Yeni Sabah gazetelerinde hemen her gün bir öyküsü; Bin Bir Roman, Çocuk Haftası, Yıldız gibi gazete ve dergilerde yazıları, öyküleri ve çevirileri yayımlandı. Akbal'ın asıl anlamda öyküye yönelmesi Sait Faik'in Semaver adlı kitabını okumasından sonra başlamıştır.

Servet-i Fünun Uyanış dergisinde çalıştığı sıralarda başlayan eski yeni tartışmalarının ve yeni edebiyatın içinde yer alan Akbal'ın sanatında böylece asıl edebiyatçı dönemi açılmıştır. Kendi yaşam deneyimlerinden, çocukluk anılarından yola çıkan, küçük kent insanını da gözardı etmeyen duygulu öyküler yazmaya başlamıştır. Bunlar toplumsal olaylarla ilgili gözlemlere değil, anılara ya da düşlere dayalı, içe dönük hikâyelerdir. Akbal hikâyeleri, Behçet Necatigil'in deyişiyle "Konulu hikâyeler değil de, belli konular çevresinde oluşan anılar toplamıdır". Yazın çevrelerinde geniş ve olumlu yankı yapan Önce Ekmekler Bozuldu adlı ilk kitabını 1946'da çıkarmıştır. Onu, 1949'da Aşksız İnsanlar izlemiştir.

Garipler Sokağı ve Bizans Definesi adlı kitapları Rusçaya; Dondurmalı Sinema Sırpçaya çevrildi. Suçumuz İnsan Olmak adlı kitabı Erdoğan Tokatlı yönetiminde 1986 yılında filme çekildi.

Oktay Akbal Kitapları - Eserleri

  • Suçumuz İnsan Olmak
  • Hiroşima'lar Olmasın
  • Önce Ekmekler Bozuldu
  • İnsan Bir Ormandır
  • Garipler Sokağı
  • Düş Ekmeği
  • Yalnızlık Bana Yasak
  • Aşksız İnsanlar
  • Ey Gece Kapını Üstüme Kapat
  • Batık Bir Gemi
  • İstinye Suları
  • Karşı Kıyılar
  • Bir de Simit Ağacı Olaydı
  • Yazmak Yaşamak
  • Şairlere Ölüm Yok
  • Atatürk Yaşadı mı?
  • İlkyaz Devrimi
  • Anılarda Görmek
  • Hey! Vapurlar, Trenler
  • Anı Değil Yaşam
  • Kırmızı Yoyo
  • Dondurmalı Sinema
  • Geçmişin Kuşları
  • Tarzan Öldü
  • Yeryüzü Korkusu
  • Berber Aynası
  • Atatürkçülük Savaşı
  • Yaşasın Edebiyat
  • Atatürk Bir Gün Gelecek
  • Lunapark
  • Sözcüklerle Yolculuk
  • Selimiye Bir Yokuştur
  • Bulutun Rengi
  • Yaşam Bir Uzlaşmadır
  • Kanatlı Sözler Uçar mı?
  • Bizans Definesi
  • Hücrede Karmen
  • Ölümsüz oyun
  • Susmak Mı Konuşmak Mı?
  • Gençler Bize Bakıyor
  • Cüce Çeşme Sokağı Nerede?
  • Önce Şiir Vardı
  • Zaman Sensin
  • Yeşil Ev
  • Konumuz Edebiyat
  • Bayraklı Kapı
  • Kırmızı Tenteli Tramvay
  • Yaşayıp Görmek
  • Yazar Bir Tanıktır
  • Şair Dostlarım
  • İkisi
  • Yüzyıldır Umutsuzluk
  • İki Çocuk
  • Güzel Düşlerin Sonu
  • Hücrede Karmen
  • Şairlerim ve Ben
  • Akşam Kuşları
  • İki Roman: Suçumuz İnsan Olmak - İnsan Bir Ormandır
  • Şarkılarına Kadar Mahzun
  • Temmuz Serçesi
  • 80’lerde Bir Yazar
  • Yaşamı Yeniden Kurmak
  • Anılarda Görmek
  • Dünyaya Açılmak
  • Yarınlar Hesap Sorar

Oktay Akbal Alıntıları - Sözleri

  • Elindeki oyuncaklarla yetinmeyen çocuk gibiydi. Her oyuncak onu bir yanda beklesin, o istediği zaman onları bıraktığı köşede bulsun istiyordu. Ama bu oyuncaklar insandılar. Kırıldıkları zaman ne yapıştırılabilir, ne de tamir edebilirlerdi. O da bol bol oynadı. Tüketti hepsini. (Bulutun Rengi)
  • SON YERİNE Zulmün her türlüsü Kötü kardeşler Hiçbiri İnsana göre değil Ağaç dikmek sabahları uyanmak iyi İyi hayvanlara bakmak çiçekleri sulamak Rahatsalar uyuyan insanların soluğunu dinlemek iyi İyi hürlüğü düşünmek Yaşamak onun için Bütün gün çalışmak onun için iyi Bütün çocukların uyuyuşu uyanışı iyi Zulmün her türlüsü kötü. (Yaşayıp Görmek)
  • Onu iki adim ötesinde değil, yillarin gerisinde kalmis bir bakisla seyretmek isterdi. (Bulutun Rengi)
  • ''...Barış insanları artık uçup gitmiş, içimizden yerine konulamaz bir şey kopmuştu...'' (Aşksız İnsanlar)
  • Geçmişte yaşamaktan, gerçekte yaşamaz olur kişi. (İnsan Bir Ormandır)
  • Bazı insanlar nasıl eskiyorlar Kapkara kesiliyorlar konuşurken Zift kuyusuna düşmüş gibi beyinleri Dediklerini anlamaya çalışırken Yüzlerine bakamıyorsunuz Gömüt kokuyor hep söyledikleri. (Atatürk Bir Gün Gelecek)
  • "İnsanın büyüklüğü insana karşı, kendine, kendi benzerine, insanoğlu denen yaratığa karşı duyduğu sevgidedir. Önce ilgilenmektir sevgi, kendi dışında başka bir insanın da önemini, değerini kabullenmektir." (Ölümsüz oyun)
  • "Zaman sensin sevgilim." (Hücrede Karmen)
  • Genç insanların bakışları dünyayı daha büyük, daha geniş,daha güzel görür.Yaşlandıkça ölçüler küçülüyor,bakışlar çirkinliği daha çok görüyor,neredeyse çirkinliği,kötülüğü arıyor. (Kırmızı Yoyo)
  • Kaç gece o uzaktaki insanı yanı başımda sanmış, ona ellerimi uzatmıştım. (İkisi)
  • Onların mutluluğu, mutluluğu, mutlu olmayı düşünmemelerinden doğan bir şeydi. Yaşamı, insanları olduğu gibi kabul etmelerindendi. Böyle bir endişeyi hiç duymamalarındandı. Ben hiçbir zaman mutluluğa karışamayacağımı anlıyordum. (Berber Aynası)
  • İşte gazeteler... Koalisyon hazırlığı. Yok çatıyı çatıyorlarmış! Temeli ne zaman attılar ki çatıyı çatsınlar? Çatı dedikleri bakanlıkların paylaşılması! Doğrusu bu sıcakta böyle konular hiç çekilmiyor. Bir süre ara vermelilerdi hükümet kurma işlerine, pazarlıklarına, hesaplarına... Eylüle kadar Meclis'i tatil etmeli, Demirel gidip denize girsin, serinlesin, şöyle azıcık düşünsün tek başına, birşeyler okusun, içi açılsın, dünyası değişsin. Yalnız o mu? Kişi, hep aynı hava, aynı konular içinde yoğruldu mu, insanlıktan çıkar... Gazete bile okumak istemiyorum. Hele bu parti, hükümet, bakan, başbakan sözlerini duymak!.. Bana öyle geliyor ki bir kısır döngüde gidip geliyoruz. Bir batakta bir adım atıp sonra bacağımızı o çamur yığınından kurtarmak için çabalıyoruz. Hep aynı batak, hep aynı çamur! Seçim dediler, oy verdik, seçtik, yine olmadı. Birbirleriyle geçinemedikleri için seçime gidelim diyenler şimdi sarmaşıp öpüşüyorlar! Çatıyı kuracaklar mı bugünlerde? Belki de yarın kuracaklar. Ama temelsiz yapılar çürük olur uydurma çatılarsa ilk esintide yıkılır. Kapattım daktiloyu, gazeteleri bir yana bıraktım. En iyisi bir roman okumak. Pencereden Marmara'ya bakarak. Bir de sabah çayı... Unutmak, unutabilmek her şeyi. Bir kıyıda, bir orman serinliğinde, bir ağaç altında olmak... Yaşamı duymayı öğrenmemiz gerek. Boş boşuna yaşıyoruz böyle konular arasında! Bir serçe bile bizden daha anlamlı yaşıyor, duyuyor kendini, varlığını. Biz pencereden, bir kıyıdan doyasıya bakamıyoruz doğaya. Güzellikler hep bizim dışımızda! Gereğinden çok bırakmışız kendimizi bu dünyanın gelip geçici işlerine. Türkeş şu kadar bakanlık istedi, Erbakan bu kadar gibi sözler boş yere yoruyor kafamızı!... Bu sabah bir serçe duyurdu bana doğanın, yaşamın anlamını. Odamdaki kısacık konukluğu aldı beni yeni duyarlıklara götürdü. Yazabilseydi, belki de böyle bir bildiri bırakırdı bana. Doğayı duy, yaşamı duy, kendini içinde bulunduğun anın güzelliklerine bırak derdi. Galiba dedi de... O gözgöze geldiğimiz an duydum bunu. Bu yüzden bıraktım gazeteleri, kitapları, daktiloyu, politikayı, Demireli bilmem kimi bilmem neyi... Çok uzun değil bu yaşam, bu yeryüzünden geçişimiz... Belirli bir sürece sıkışmışız hepimiz. Şu kadar yıl bu kadar yıl! Sonra herşey bomboş olacak, hiç yaşamamış gibi olacağız. Bizden öncekiler gibi, bizden sonrakiler gibi... Yaşamalı, duymalı doğayı, tatmalı güzellikleri, yaşamak, duymak, tatmak için yaratmalı yeni güzellikleri yeni anlamları... (Karşı Kıyılar)
  • Ama istese de istemese de yorgun düşmüştü hayatın zorluklarıyla. (Suçumuz İnsan Olmak)
  • Dudaklarının ucunda yalanları Damarlarında kan, etlerinde şehvet Kin, garez, hırs, hiddet Allahım, sen yaratmadın insanları. (Hücrede Karmen)
  • Hitler'ler, Mussolini'ler birer anı oldu artık. Yaşadıkları günlerde herkesin korktuğu, ürktüğü kişiler yıllar sonra nasıl da gülünç, zavallı, acınacak kişiler oldular! Bir Atatürk'ü düşünün, bir de bunları... Aradaki ayrım öyle büyük ki! Bunlar zaman içinde toz olup uçacaklar, Atatürk ise zamanların derinliğince yaşayacak. (Yazmak Yaşamak)
  • Her resimle birlikte içimden hem gülmek, hem de ağlamak geliyor, yüreğimde bir ağırlık duyuyorum. Bir resmin karşısında ağlamak gülünçtür diyorum, gülüyorum, ama bu gülüş ağlamaktan beter. (İkisi)
  • (...)şiir yazan insanlar, bu dünyanın en iyi insanları mıdır? Şair, en dürüst, en sağlam, en güvenilir kişi midir? Soyut olarak öyle de, somut olarak pek de öyle değil… Nice şair tanıdım katı yürekli, acımasız, hoşgörüsüz… Üstelik de içlerinde kıyıcı olanları da vardı. Ermiş kişiliğine yakın bir tek şaire hanım su yorum. Ziya Osman Saba… Biraz da Behçet Necatigil. Tahir Alangu pek bu kanıda değildi. “O öyle görünür, ama…” der susardı. Ne var ki, Necatigil’in şiirleriyle kişiliği güzel bir uyumu yansıtır. Böyle bir şaire bir sokak adını vermeyen katı yüreklileri gözümün önüne getirmeye çalıştım birden. Olmadı. Yaşamlarında bir tek dize ezberlememiş, bir tek şiir okumamış insanlardan başka ne beklenir ki! ( Kendi Kendime - 1986 ) (Ey Gece Kapını Üstüme Kapat)
  • "...kaynaşan Bir türlü durulmayan bir yeryüzü." (Zaman Sensin)
  • Beni düşünüyor dedi kadın. Acaba seviyor muydu hâlâ? Muhakkak. Onu unutmazdı. Olamazdı bu. Seviyordu hep on, on iki yıl öncesi gibi. (Bulutun Rengi)
  • Her işimize bir özel çıkar düşüncesi karışıyor. Kolaylıkla sınıf geçmek, yorulmadan okul bitirmek, bol aylıklı bir işe geçip oturmak... (Atatürkçülük Savaşı)