Aydınlanmanın Diyalektiği - Theodor W. Adorno Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Aydınlanmanın Diyalektiği kimin eseri? Aydınlanmanın Diyalektiği kitabının yazarı kimdir? Aydınlanmanın Diyalektiği konusu ve anafikri nedir? Aydınlanmanın Diyalektiği kitabı ne anlatıyor? Aydınlanmanın Diyalektiği PDF indirme linki var mı? Aydınlanmanın Diyalektiği kitabının yazarı Theodor W. Adorno kimdir? İşte Aydınlanmanın Diyalektiği kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Theodor W. Adorno
Yazar: Max Horkheimer
Çevirmen: Elif Öztarhan
Çevirmen: Nihat Ülner
Orijinal Adı: Diyalektik der Aufklärung: Philosophische Fragmente
Yayın Evi: Kabalcı Yayınevi
İSBN: 9789759971687
Sayfa Sayısı: 390
Aydınlanmanın Diyalektiği Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Aydınlanma'nın Diyalektiği Frankfurt Okulunun en etkili olmuş yayınıdır. II. Dünya Savaşı sırasında yazılmış ve bir süre gizlice çoğaltıldıktan sonra 1947'de Hollanda'da kitap olarak basılmıştır. Yazarlar Önsözde niyetlerini şöyle açıklarlar: "Aslında amacımız, insanlığın gerçekten insani bir duruma ulaşmak yerine, neden yeni bir tür barbarlığa battığını anlamaktan fazlası değildi." Ama kitap bütün bunların da ötesine geçer. Batı tarihinin doğuşunu ve öznelliğin, mitlerde temsil edildiği üzere, doğaya karşı mücadelede kendisini tanımlamasını, günümüzün en tehdit edici deneyimleriyle bağlantılandırır. Pratik hayattan koparılmış bilim, biçimselleştirilmiş bir ahlak, eğlence kültürünün güdümleyici doğası ve paranoit davranış yapısı, saldırgan bir antisemitizmin Aydınlanmanın sınırlarını belirlediğini iddia eder. Yazarlara göre bu öz-yıkımsal eğilim en baştan beri aydınlanmada içkin olarak vardı; yani Nasyonal Sosyalist dehşet modern tarihten bir sapma olmayıp, Batı uygarlığının en temel özelliklerinin ifadesiydi. Adorno-Horkheimer'e göre Batı aklının bu öz-yıkımı, toplum ile doğaya egemen olmanın tarihsel diyalektiğinden kaynaklanmaktadır. Bu ayrımı ideoloji haline getiren Aydınlanmanın izini söylencesel kökenlerine kadar sürerler. "Mit zaten Aydınlanmadır ve Aydınlanma mitolojiye geri dönmektedir." Bu paradoks Aydınlanmanın Diyalektiği'nin temel tezidir.
(Tanıtım Bülteninden)
Aydınlanmanın Diyalektiği Alıntıları - Sözleri
- Egemenliğin bedeli,insanların egemenlik altına aldıkları nesnelere yabancılaşmalarından ibaret değildir: Zihnin olgusallaşmasıyla bireyin kendisi ve diğer bireylerle olan ilişkileri de büyülenmiştir. Birey,ondan nesnel olarak beklenen alışılmış tepki ve işlevlerin kesişme noktası olana dek küçülür. Animizm şeylere ruh vermiş,endüstriyalizm ise ruhları olgusallaştırmıştır. Kendi kendine işleyen ekonomik aygıt,topyekûn planlamaya geçmeden önce bile metaların insan davranışlarını belirleyen değerlerle bezenmelerini sağlar. Serbest takasın sonunda,metalar fetiş olmanın dışındaki tüm ekonomik niteliklerini yitirdiğinden bu yana meta fetişizmi toplumsal yaşamın tüm alanlarına felç gibi inmeye devam ediyor. Seri üretimin kültürü ve sayısız faili aracılığıyla norm haline getirilen davranış biçimleri bireye yegane doğal,saygıdeğer,mantıklı davranış biçimi olarak dayatılır.
- Bağlayıcılığı bakımından en katı fiyat mekanizmalarından hiç de geri kalmayan bir bileşke olan genel müdürlerin bilinçli kararları,kapitalizmin kadim değer yasasını hayata geçirir ve böylece onun yazgısını varacağı yere götürür. Hükmedenler kendi budalaca planlarını kimi zaman nesnel zorunluluk olarak tanımlasalar bile böyle bir nesnel zorunluluğa inanmazlar. Dünya tarihinin mühendisleri rolünü oynarlar. Yalnızca hükmedilenler yaşam standartlarında belirlenen her artışla kendilerini daha aciz kılan gelişmeleri dokunulmaz bir zorunluluk olarak kabul ederler. Makineleri işletmek için hâlâ gereksinim duyulanların geçimlerinin,çalışma sürelerinin asgari biçimde karşılanması toplumun efendilerinin bir buyruğuna bakar. Bundan sonra artakalan gereksiz insanlar,o devasa kitle,sistemin büyük planlarına malzeme olarak bugün yarın hizmet edecek yedek muhafızlar olarak eğitilirler. Bu kitleler işsizler ordusu olarak beslenir.
- Sistem ile düşünüş arasında uyum yaratamayan bir düşünme,yalıtılmış görsel izlenimlere ters düşmenin ötesinde gerçek praksisle de çatışır. Beklentiler gerçekleşmemekle kalmaz,bir de beklenmeyen şeyler oluverir:köprü çöker,ekin sararıp solar,tıp insanları hasta eder. Sistematik düşünme eksikliğini ve mantığa nasıl ters düşüldüğünü en belirgin biçimde gösteren kıvılcım kaçıp giden algı değil,ani ölümdür.
- Eğlenme, yani kültür endüstrisinin tüm ögeleri endüstrinin kendisinden çok önce de vardı. Şimdi bunlar yukarıdan ele geçirilip zamanımızla aynı düzeye getiriliyor. Kültür endüstrisi eskiden çoğunlukla hantalca gerçekleşen, sanatın tüketim alemine yerleştirilmesini canlı bir biçimde gerçekleştirmek ve bu yerleştirmeyi ilke düzeyine yükseltmekle; eğlenmeyi sıkıcı naifliğinden arındınp metaların niteliklerini geliştirmekle övünebilir. Kültür endüstrisi bütünselleştikçe ve her outsider'ı {dışlanan] gitgide daha acımasız bir biçimde iflasa ya da büyük şirketlere katılmaya zorladıkça daha incelikli, düzeyli bir hale geldi ve sonunda Beethoven ve Casino de Paris'nin sentezini gerçekleştirmeyi becerdi. Çifte bir zaferdir bu: dışarıda hakikat olarak sildiği her şeyi içeride yalan olarak keyfince yeniden-üretebilir. Eğlence anlamında "hafif' sanat bir soysuzlaşma biçimi değildir.
- Aklın kim tarafından kullanıldığına bakılmadığı sürece,akıl tahakküme dolayımdan daha az yakın değildir;bireylerin ve grupların konumlanışına bağlı olarak barış ya da savaşı,hoşgörü ya da baskıyı mevcut durum olarak gösterir. Akıl asıl hedefleri ya doğanın zihin üzerindeki gücü olarak ya da kendi başına yasalar koymasına bir engel olarak ifşa eder. Bu yüzden de akıl,olduğu haliyle bir biçim olarak her türden doğal çıkarın hizmetindedir. Düşünme bütünüyle bir organ haline gelir ve doğaya geri döner. Nasıl tüm doğa toplumun gözünde bir malzemeyse,hükmedenler için de insanlar malzeme haline gelir.
- İdeoloji olarak aşk rekabet halindeki eşlerin nefretini örtbas etmek zorunda kaldıkça,aşk üzerindeki yasak da gitgide kuvvetlendi. Takas dünyasında daha fazla veren kişi haksızdır; ama seven her zaman daha çok sevendir. Seven özverisinden ötürü yüceltilirken,bir yandan da gerekli özveriyi göstermekten kaçınmasın diye kıskançlıkla denetlenir. Özellikle sevgi söz konusu olduğunda,seven haksız bir konuma itilip cezalandırılır. Sevgisinin de kanıtladığı gibi,sevenin kendi ve başkaları üzerinde egemenlik kurmaktan aciz olması tatminin ondan esirgemesi için yeterli bir nedendir. Toplumla birlikte yalnızlık da kendisini genişletilmiş olarak yeniden üretir. Bu mekanizma hissiyatın en ince dallarına dek yerleşir:insan bir şekilde ötekine ulaşabilsin diye sevginin kendisi öylesine soğukluğa sürüklenir ki,sonunda gerçekleştiği anda parçalanır.
- Akıl amaçsız bir amaçsallığa dönüşmüş ve tam da bu yüzden her türden amaca hazır hale gelmiştir. Kendisine doğrultulmuş bir plandır akıl. Totaliter devlet ulusları kullanır olmuştur. "Prens şöyle yanıtlar "der Sade, "Yönetenler nüfusu denetlemeli,korktuğunda onları yok edecek ya da gerekli gördüğünde sayılarını arttıracak gerekli araçları elinde bulundurmalıdır. Yönetenlerin çıkar ve tutkularından, ve söylediğimiz gibi,bizim gücümüzü artırmak için yeteri kadar gücün bahşedildiği sınıfın çıkar ve tutkularından başka hiçbir şey hükümetin adaletini dengelememelidir." Prens aklın (Ratio) en korkunç biçimi olan emperyalizmin izleyegeldiği yola işaret eder.
- Biraz da hayatın iyi taraflarından söz edemez misin? Sonsuz burukluğun yerine sevgiyi ilke olarak ilan etmenin bir yolu yok mudur? -Hakikat için tek bir ifade vardır: o da haksızlığı reddeden düşüncedir.
- Her kurban bir restorasyondur ve bu restorasyon,içinde yapıldığı tarihsel gerçeklik tarafından yalancı çıkarılır. Kurbana duyulan o saygın inanç olasılıkla çok önce beyinlere kazınmış bir şemaya dayanır. Bu şemaya göre,boyunduruk altına alınanlar haksızlığa dayanabilmek için,kendilerine yapılan haksızlığın aynısını kendilerine bir daha yaparlar. Kurban,günümüz mitologlarının ona atfettiği,yalnızca geçici olarak kesintiye uğramış dolaysız iletişimi,temsili iade etme sayesinde kurtarmaz. Kurban kurumunun kendisi tarihsel bir facianın işareti,insanlarla doğanın eşit ölçüde maruz kaldığı bir tahakküm edimidir.
- Kültür endüstrisi döngülerden; annelerin her şeye rağmen hala çocuk doğurmalarına, çarkların her şeye rağmen durmamasına haklı olarak duyulan hayretten beslenir. Var olan koşulların değişmezliği, bu sayede pekişir. Chaplin'in Hitler üzerine filminin sonunda dalgalanan başaklar, o sırada duyulmakta olan antifaşist özgürlük konuşmasını boşa çıkarır. Bu başaklar, Ufa'nın kamptaki günlerini yaz rüzgarında filme aldığı Alman kızın uzun san saçlarına benzer. Toplumun egemenlik düzenekleri tarafından toplumun iyileştirici antitezi olarak sunulan doğa, iyileştirilemez toplumun içine çekilip fahiş bir fiyata satılır. Ağaçların yeşil, gökyüzünün mavi olduğuna ve bulutların havada süzüldüğüne ilişkin görkemli imgesel güvenceler aslında fabrika bacalarıyla benzin istasyonlarının şifre programlarıdır. Öte yandan çarklar ve makine parçalan alabildiğine parlak görünmelidir ki, onlar da böyle bir ağaç ve bulut ruhu taşıyor görünsün. Böylece doğa ve teknik çürümeye, liberal toplumun günümüz insanının belleğindeki sahte imgesine karşı seferber edilir; bugünün insanının yaptığı gibi aseksüel açık hava banyoları yapmak yerine güya insanlar bunaltıcı pelüşlü odalarda boş boş otururlar veya zaten bulundukları yerden hiçbir farkı olmayan uzak yerlere roket hızıyla uçmak varken tarihöncesi Benz modellerindeki arızalarla ugraşırlar. Dev endüstriyel birliklerin girişimciliğe karşı zaferi, kültür endüstrisi tarafından girişimciliğin ebedi niteliğine kanıt diye gösterilir. Çoktan yenilgiye uğratılmış düşünen özne olan düşmana karşı savaşılır. Almanya'da dar görüşlülere düşman Hans Sonnenstöger'ina dirilişi ve Life with Father'ın karşısında duyulan huzur aynı zihniyetin ürünleridir.
- Kültür endüstrisinin vaat edecekleri azaldıkça, yaşama anlamlı bir açıklama getirebilmek için sunabildikleri azaldıkça yaydığı ideolojinin içi de boşalır. Toplumun uyumu ve iyilikseverliği gibi soyut idealler bile evrensel reklam çağında fazla somut sayılır. İnsanlar soyutlamanın kendisini bir satış tanıtımı olarak tanımlamayı öğrendiler. Salt hakikate dayanan bir dil yalnızca, insanın aslında peşinde olduğu ticari amaca bir an önce varmak için sabırsızlığını arttırır. Araç olmayan söz anlamsız görünür, diğeri de kurmaca, hakikat dışı. Değer yargıları ya reklam ya da boş laf olarak algılanır. Ama bu yolla belirsiz bir yüküm süzlüğe sürüklenen ideoloji ne saydamlaşır ne de zayıflar. İdeolojinin tam da bu belirsizliği, doğrulanamayan şeylere bağlanma konusunda gösterdiği yarı-bilimsel isteksizlik bir hükmetme aracı işlevi görür. ideoloji, olanın vurgulu ve sistemli duyuruluşuna dönüşür. Kültür endüstrisi, tutanakların anlatım biçimini benimseme ve böylece mevcut olanın çürütülemez peygamberi olma eğilimindedir. Yoğunluklarıyla idrakı engelleyen görünüşleri birebir tekrarlayarak, açıkça görünen yanlış bilgilendirme ile belirgin hakikatin sarp kayalıkları arasında ustaca manevra yapar ve kesintisizce her yerde var olan görünüşler dünyasını ideal olarak belirler.
- İnsan ya aldatmaya başvuracak ya da yok olacaktı. Aldatma aklın kendi tikelliğini ele veren lekesiydi. Bu yüzden evrensel toplumsallaşma,dünya gezgini Odysseus ve tek kişilik fabrikatör Robinson Crusoe 'nun taslağını yaptğı gibi,en baştan beri var olan ve burjuva çağının sonunda da gözle görülür hale gelen mutlak yalnızlığı içerir. Radikal toplumsallaşma radikal yabancılaşma demektir. Odysseus da Robinson da bütünsellikle uğraşır: ilki bütünü boydan boya ölçmeye yönelirken,sonraki onu yaratır. Her ikisi de bunları öteki insanlardan tümüyle uzakta yaparlar. Öteki insanlar onlar için sadece yabancılaşmış biçimde düşman ya da dayanak noktasıdır,ama hep birer araç,birer şeydirler.
- Torquemada,Luther,Muhammet gibi daha yeni bir çağın militan din temsilcileri,inanç aracılığıyla tin ile var oluşu uzlaştırdıklarını iddia ettiler. Ne ki inanç kendi eksikliğini gösteren bir kavramdır: Eğer inancın bilgiye karşıt olduğu ya da tersine bilgiyle bağdaştığı sürekli vurgulanmazsa;inanç,inanç olarak yok olur. İnancın daima bilginin kısıtlanmasına gereksinim duyması kendisinin de kısıtlı kalmasına neden olur. İnanç,inancın kendisini aşan hakikat ilkesi olmadan varlığını sürdüremez.
- Bir şeyin keyfini sürmek bir putlaştırmayı da ele verir: keyif insanın kendisini bir Ötekine teslim etmesidir. Aslında doğa keyfin ne olduğunu bilmez: o bir şeyi gereksinimlerin giderilmesinden öteye götürmez. Yüceltilmemiş duygulanımlar yüceltilmişlerden daha az olmamak üzere, her tür haz toplumsal bir nitelik taşır. Hazlann kökeni yabancılaşmadır. Bir yasağı bilmeden çiğnemenin verdiği keyif bile uygarlıktan, katı düzenden kaynaklanır; ancak böyle bir düzenin içinde var olan keyif doğaya karşı kendisini koruyan düzenden doğaya geri dönmeyi özler. Keyfin büyüsü ancak, bir düş insanı çalışma cebrinden ya da bireyin belirli bir toplumsal işleve ve sonunda bir benliğe bağlılığından koparıp; egemenliğin ve terbiye etmenin olmadığı tarihöncesine götürdüğünde duyumsanır.
Aydınlanmanın Diyalektiği İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Durup dururken, sabahın köründe bir insan ne diye kitap şikayeti yazmak ister ki? Kitap incelemesi yazmak varken hem de. "Sabahın köründe" yazmışım, o da önemli bak. Yapısalcılar olsaydı kafayı buna takardılar. Neden "sabahın körü mesela?" Haksız sayılmazlar, güneş tepedeyken yazmadığım için art niyetli bile sayılabilirim. Zaten "durup dururken" diye de eklemişim cümle başına. O da yalan. Üzerinden yirmi iki gün geçti. Yirmi iki gündür "yahu bu kitap ne anlatıyor" diye sorup duruyorum. Hayır yani, lisanstayken de okumuş olmasaydım hak verirdim de, iki oldu bu. Müstakil olarak sor, neyi dert ettiklerini, nelerden yana gamlanıp ellerinde olsaydı neleri tuzla buz edeceklerini anlatayım. Gerçi bu da herkes gibi bir sayfayı geçmeyecek, içerisinde de bolca "modernizm", "popüler kültür", "Frankfurt Okulu" olan cümleleri içerir ya neyse. Belki arada bir kültürel şizofreni deyip yakayı kurtarırım da yine yetmez. Zaten ne söylediğini de anlamıyorum kitabın. Sayfalarca ilerleyip bir şeylerin oturduğunu zannettiğim her an çok fiyakalı yanılıyorum ya Hu! Öyle böyle değil! Bereket ki kitabı Saussure okumamış. Her cümleye, her kavrama, her anlama kafayı takıp dururdu muhtemelen. Yok efendim şu kavramın sunduğu anlam keyfidirden tutun, konuşulan her şey bireyin seçerek konuştuğu soyut dil repertuarıdıra kadar... Derken, Saussure biterdi de kitap bitmezdi. Bitmiyor zaten. Anlaşılmıyor da. Anlaşılmayan çok şey var hem. Mesela Kızılderililer, Amerikalılara biz buralarda yaşamaktan sıkıldık, alın biraz da siz sefasını sürün mü dediler? Sanmam. Onlar da bir şekilde maruz kalan diğer herkes gibi kan kusa kusa maruz kaldılar. Ne diyorum? Bu dönem büyük bir ihtimalle Aydınlanmanın Diyalektiği’ni ana kaynak olarak ele alacağız, okuyup anlamaya, üzerinde derli toplu tartışmalara başlayacağız. Ciddi anlamda dilinden, üslubundan yana mağdur olduğumu hissettiğim kitaplardan oldu. Bachelard’ın Bilimsel Zihnin Oluşumu da böyleydi de neyse ki o birkaç ısrardan sonra gardını indirdi. Bu mu? Hak getire! Sadece ben muzdarip olsam yine neyse, birkaç kişi bir araya gelip dernek kuracağız. Allah’tan lisans boyunca tuttuğum notlar olduğu gibi duruyor da meseleyi oralardan tamamlıyorum. Neyse, Horkheimer ve Adorno beyler, bizi ancak ısrar paklar. Bir süre daha sizi anlamakta güçlük çeker, sonra belki yola gelirim. Ekonomi ve sınıfı yan yana görünce derhal Marksist izaha girişmek nasıl ki çiğnenmesi günah olan bir norma dönüştüyse muhtemelen sizin için de “okurken değil ama dinlerken haklılar adamlar” derim. Bir de hâlâ umudum var, bir gün imam sorarsa “insanlığa çok şey kattılar, iyi bilirdik” diyeceğim. (Hüseyin HAKAN)
Aydınlanma: Çok akıcı yazılmış , rahat ve seri okunabile bir kitap. bugün de güncelliğini koruyan olgu aydınlanmanın bizzat karşısında durduğu batıl inanç sisteminin ya da mitlerin ta kendisine dönüşmesidir anlatılan , anlatılmak istenen. Kendimce güçlü hatta acımasız akıl eleştirilerinden biri olarak kabul ediyorum. Şöyle ki; Aydınlanmanın ileri sürdüğü gibi akıl sadece özgürleşme ve ilerleme değildir. Akıl aynı zamanda iktidar ve egemenliktir. (Viyan)
Aydınlanmanın Diyalektiği PDF indirme linki var mı?
Theodor W. Adorno - Aydınlanmanın Diyalektiği kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Aydınlanmanın Diyalektiği PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Theodor W. Adorno Kimdir?
Theodor W. Adorno (Theodor Ludwig Wiesengrund-Adorno), 11 Eylül 1903 yılında Frankfurt am Main'de doğmuş ve 6 Ağustos 1969'da İsviçre Visp, Visp, Valais, İsviçre'de bir klinikte hayata gözlerini yummuş Alman felsefeci, toplumbilimci, bestekâr ve müzikbilimci.
Adorno, sosyoloji ve felsefe profesörüydü. Aynı zamanda kompozitörlük de yapan bir müzikolog ve eleştirmendi. Düşüncelerinin ağırlık noktası toplumsal kritiğin bütününü oluşturduğundan bir toplum bilimci olarak da anılır. Nesnel olanın özdeşleşmesindeki "düşüncenin ilk ortaya çıkış formu" onun ideoloji kritiğinin diyalektini temsil ederken aracı olmaya çalışarak paylaştığı görünen dolaysızlığın ki bütün aşamalarında yine kendine dağılan değişkenliği, doğru düzleminde aracısız olarak varlığını kabullenmeliydi. Sanki kendi içinde, mantık sınırlarını aşmadan gelinen felsefik bir kritik noktada istençle yoğrulmuş, geriye bakmadan objektif verilerle beslenerek sakinleştirici özellik taşıyan bir denemeyi, düşüncenin asıl çıktığı yerin dışına taşırmak gibi
Bir filozof ve toplum bilimci olarak Adorno'nun, Institut für Sozialforschung (Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Frankfurt Okulu) 1950'lerdeki totaliter antisemitizm ve üniversite öğrenci hareketinin kültürel kimliği ve kritiği bağlamında bütün nesnelliğinde objektifleştrmeye çalıştığı "Vatandaşlığın körleşen birlikteliği"ndeki değerlendirmesi günümüzde önemini hâlâ yitirmemiş olması açısından önemlidir.
Diyalektik der Aufklärung (Aydınlanmanın Diyalektiği), Philosophische Fragmente (Felsefik Parçalar), 1947, Max Horkheimer ile beraber yapılmış, kültür endüstrisi üzerine başlık taşır, Minima Moralia Reflexionen aus dem beschädigten Leben 1951 (Asgari Etik, hasar görmüş yaşamdan yansımalar), Ästhetische Theorie (Estetik Teorisi) 1970 posthum, Modern Müziğin Felsefesi 1949, Otoriter Kişilik, (Adorno yönetiminde bir çalışma grubu tarafından 1950'de hazırlanmıştır), Negative Dialektik (Negatif Diyalektik) 1966'da yayınlanmış başlıca eserleridir.
Theodor W. Adorno Kitapları - Eserleri
- Kültür Endüstrisi - Kültür Yönetimi
- Aydınlanmanın Diyalektiği
- Sosyolojik Açılımlar
- Teori ve Pratik Üzerine Bir Tartışma (1956)
- Minima Moralia
- Ahlak Felsefesinin Sorunları
- Sahicilik Jargonu
- Otoritaryen Kişilik Üstüne
- Toplum Üzerine Yazılar
- Edebiyat Yazıları
- Walter Benjamin Üzerine
- Ernst Bloch’la Söyleşiler
- Rüya Kayıtları
- Estetik ve Politika
- Negatif Diyalektik
- Metafizik - Kavram ve Sorunlar
- Müzik Yazıları
- Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri
- The Culture Industry
Theodor W. Adorno Alıntıları - Sözleri
- İlgi duyduğu şeyden mahrum bırakılmış kişi kızgınlıkla kendini ilgilendirmeyen işlere karışır; herhangi bir dahli olmaması gereken konulara dair malumatla haset içinde mest olur. (Sahicilik Jargonu)
- Psikoloji, felaketleri düşleyenin onları arzuladığını bilir. Ama niye o kadar açgözlü bir hevesle gelip onu buluyorlardır? (Minima Moralia)
- Ay geceleri, insan her şeyi o kadar karanlık görmesin diye parlar. (Ahlak Felsefesinin Sorunları)
- .. müphemlik en sevdiği felsefe tarafından lanetlenen bir dilsel tavrın aracıdır. (Sahicilik Jargonu)
- Propaganda yoluyla olan her şey belirsiz ve kuşkuludur. (Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri)
- Şurası muhakkak ki, nasyonal sosyalizmin kararlı düşmanları olup bitenlerden ta başından beri kesinlikle haberdardılar. (Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri)
- “Aşağıya doğru otorite, yukarıya doğru sorumluluk." (Toplum Üzerine Yazılar)
- Nazi Almanyası’nda şu yorum sık sık işitilmekteydi: “ Führer bu yapılanları bilmiyor” -toplama kampları söz konusu olduğunda bile. (Otoritaryen Kişilik Üstüne)
- İlk olarak doğanın determinizminin bütüncül olduğunu, yani doğadaki her şeyin yasalara uygun olarak neden-sonuç tarafından belirlendiğini varsayalım. Bu durumda Kant'ın ahlak yasasının bir veri, bir buyruk, kendini bize karşı konmaz biçimde dayatan bir şey olduğu iddiasının kendisi — bu aynı formülle dile getirmeme izin verecek olursanız— derinden ahlakdışı olacaktır. Ahlakdışı olacaktır çünkü insanlardan, ampirik varlıklar oldukları için muhtemelen karşılayamayacakları taleplerde bulunacaktır. Burada Kant, psikolojik paralojizmlere yönelik eleştirisinde ruhun temel belirleyenlerini ampirik-olmayan bir şeye dönüştürecek rasyonel bir ruh teorisi önermek yerine, ruhun, zaman ve mekân dünyasına gömülü olduğu sürece ampirik bir fenomen olduğunda ısrar etmiştir. Platon'un tersine Kant ruhun bir parçasının doğal dünyanın parçası olmaksızın var olabileceğini kabul etmemiştir. Bilimsel yöntemin bir savunucusu olarak Kant ruhun bilime, dolayısıyla da psikolojiye ve neden-sonuç yasalarına tabi olmayan herhangi bir parçası olabileceğini kabul edemezdi. Örneğin, varsayalım ki Kant bir düşünce psikolojisi gibi bir şey kurmak, yani öznenin en üst mantıksal davranış tarzlarını (bu davranış tarzları da insan öznesinin dış dünyaya verdiği gerçek tepkileri içerir) koşullayan psikolojik etkenleri incelemek istemiş olsun. Bu durumda ruhun bir yetisini veya gücünü pozitif olarak verili ve dünyada mevcut bir şey olarak tanımlayıp onu yine de kavranabilir dünyaya aitmiş gibi göstermeyi reddederdi. Eğer bu iki alemin birbirlerine uzlaştırılamaz şekilde karşıt oldukları doğruysa, o zaman ahlak yasasını bir veri olarak koyutlayarak insanlığa talepleri daha en baştan onun gücünün ötesinde olacak bir yük yüklemiş olurdu. Bu aşırı talebin bizatihi Kant için etiğin tepe noktası, (yunanca kelime) ; olan şeyle, yani aklın kendisiyle pek de bağdaşmayan bir tür akıldışılık olacağını da eklemek isterim. (Ahlak Felsefesinin Sorunları)
- "Bir zamanlar miadını doldurmuş gibi görünen felsefe bugün hâlâ yaşıyor çünkü onu gerçekleştirme fırsatı kaçırıldı." (Negatif Diyalektik)
- İsimlerden söz etmek, sorunlardan söz etmekten daha kolaydır. (Otoritaryen Kişilik Üstüne)
- "Her yerde benzerlikler görmek, her şeyi aynı kılmak, zayıf gözlerin işaretidir."*** (Toplum Üzerine Yazılar)
- Bir şeyin keyfini sürmek bir putlaştırmayı da ele verir: keyif insanın kendisini bir Ötekine teslim etmesidir. Aslında doğa keyfin ne olduğunu bilmez: o bir şeyi gereksinimlerin giderilmesinden öteye götürmez. Yüceltilmemiş duygulanımlar yüceltilmişlerden daha az olmamak üzere, her tür haz toplumsal bir nitelik taşır. Hazlann kökeni yabancılaşmadır. Bir yasağı bilmeden çiğnemenin verdiği keyif bile uygarlıktan, katı düzenden kaynaklanır; ancak böyle bir düzenin içinde var olan keyif doğaya karşı kendisini koruyan düzenden doğaya geri dönmeyi özler. Keyfin büyüsü ancak, bir düş insanı çalışma cebrinden ya da bireyin belirli bir toplumsal işleve ve sonunda bir benliğe bağlılığından koparıp; egemenliğin ve terbiye etmenin olmadığı tarihöncesine götürdüğünde duyumsanır. (Aydınlanmanın Diyalektiği)
- Eğlence, özel sektör tarafından ödenen reklam sloganlarından da çok tekrarlayarak kitlelerin zihninden sildiği yüksek değerlerin yerini alır ve idealler arasında kendine bir yer açar. (Kültür Endüstrisi - Kültür Yönetimi)
- Modern faşizm bir kitle tabanı olmaksızın düşünülemeyeceğinden, onun gelecekteki muhtemel izleyicilerinin iç dokusu hala can alıcı önemini korur ve aslında sorunun öznel yönünü dikkate almayan hiçbir savunma “gerçekçi” olmaz. (Otoritaryen Kişilik Üstüne)
- "Bir gün gelecek, kültür endüstrisinin yarattığı çöp yığınına ve daha ciddi endüstrilerin sunduğu o acınası 'yüksek kaliteli' mallara insanların ihtiyacı olmadığı anlaşılıverecek." (Edebiyat Yazıları)
- Kant'ı ahlaki olanın apaçık olduğunu söylüyormuş gibi yorumlamak da mümkündür. Kant'ın Fichte'nin bilgi teorisine gösterdiği bütün dirence rağmen, Fichte'nin öğretisinin bu veçhesine itirazı yoktu bence. Zaten tarihsel bir olgu olarak böyle bir itirazda bulunmuş olduğunu da görmedim, duymadım. Bilgi ile erdemin bu özdeşliğinin sorunlu yanı — bunu "yüreğin soyluluğuna" bağlamak gibi bir niyetim olmasa da bunu ifade etmek gerekli bana kalırsa— ahlaki eylemdeki tayin edici bir unsurun ortadan kalkmasıdır kuşkusuz. Bu unsur da ahlaki bilinçten ahlaki eyleme geçiştir. Nitekim ahlakın akılla özdeşleştirilmesine yönelik esaslı itirazlardan biri, doğru bilince sahip olmamın hiçbir biçimde bu doğru bilince uyumlu olarak davranmamı gerektirmediğidir. Üstelik, toplumda belli bireylerin çıkar ve amaçları ile bir bütün olarak toplumun çıkar ve amaçları arasında bir antagonizma geliştikçe böyle dolaysız bir özdeşlik varsaymak da güçleşir. (Ahlak Felsefesinin Sorunları)
- doğal değil, toplumsal olarak üretilen ve pekiştirilen bir niteliktir aptallık. (Minima Moralia)
- Mutluluğu sadece somut iktidarın bir ifadesi olarak anlamlandırabilenler, diğerlerinin tümüyle soyut olan özgürleşme hakkını esirgerler. (Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri)
- düşüncelerimi öyle düzenlemeliyim ki, önce en basit ve bilinmesi en kolay nesnelerden başlayıp adım adım, deyim yerindeyse kerteli bir şekilde ilerleyerek daha karmaşık ve bileşik olanlara yükseleyim (Edebiyat Yazıları)