Aziz Bey Hadisesi - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Aziz Bey Hadisesi kimin eseri? Aziz Bey Hadisesi kitabının yazarı kimdir? Aziz Bey Hadisesi konusu ve anafikri nedir? Aziz Bey Hadisesi kitabı ne anlatıyor? Aziz Bey Hadisesi PDF indirme linki var mı? Aziz Bey Hadisesi kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Aziz Bey Hadisesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Ayfer Tunç

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750721762

Sayfa Sayısı: 88

Aziz Bey Hadisesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Güneşten ağır ağır gölgeye çekilir gibi, pek de anlamadan akşam olur gibi, ışıklı, neşeli bir yüzden kederlere geçti Aziz Bey. Kederli bir mazisi oldu. Burnu havada, başı dikti hep. Başka türlü yaşamayı beceremediyse de, o gece, Haliç’in kirli sularına bakarken anladı ki hep öyle, burnu dik yaşadığını sanmış. Oysa şiddetle yanılmış. Ve yine anladı ki hayatı tümüyle bir yanılgıymış.

Aziz Bey, Tunç’un insan olmaktan doğan zaaf ve yanılgılar nedeniyle yaralanmış, boşa geçmiş hayatlar üzerine yapılandırdığı öykü evreninin en hüzünlü, en gerçek kişisi. Bazı okurlara, meyhanelerde benzerini aratacak kadar kanlı canlı ama mahzun gelen Aziz Bey’in öyküsünü okurken, bir hikâye kişisinin varlığını çok yakınınızda hissedeceksiniz.

Ayfer Tunç’un, edebiyatımızdaki en ustalıkla çizilmiş karakterlerden birini yarattığı Aziz Bey Hadisesi, son yıllarda yazılmış en sarsıcı metinlerden. Her geçen yıl daha çok okunuyor, daha çok tartışılıyor.

Aziz Bey Hadisesi Alıntıları - Sözleri

  • Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz.
  • Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar.
  • İnsan birini sevmeli hem de çok sev­meliydi.
  • Devamlı çatık kaşlar, yemek tuz­lu diye, gömlek ütüsüz diye, ekmek bayat diye durmadan masaya inen bir yumruk, her vesileyle azarlayan davudi bir ses ...
  • Uyumak ve uyandığında hayatının acı veren safhasının hiç olmamış olduğunu görmek istemişti. Ömrünü pişmanlıkların damgaladığı bir yığın insan gibi...
  • Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar.
  • İnsan birini sevmeli hem de çok sevmeliydi.
  • Ne gelmişti ki başına? Hepsi hepsi yanlış yaşanmış bir aşktı işte. Kimin hayatında yanlış yaşanmış bir aşk yoktu ki?
  • Yine hicran ile gün bitti, güneş hattı gönül. Yazık, ümit seni bir gün daha aldattı gönül..
  • Ama bilmiyordu ki vücudun ruha ihanet etmediği anlar pek azdır. Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır; ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar.
  • İnsan birini sevmeli, hem de çok sevmeliydi.
  • Kimin hayatında yanlış yaşanmış bir aşk yoktu ki?
  • “Değerini geç anladığı bu varlığı kaybetmekten çok korkuyordu.Hep aynı şarkı geçiyordu aklından. Geç buldum, çabuk kaybettim hicran oldu hayat bana.”
  • Kimin hayatında yanlış yaşanmış bir aşk yoktu ki?
  • Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır; ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar.

Aziz Bey Hadisesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Hey Benim Paşa Gönlüm yılları çürüttün mü: Kitaba ismini veren hikaye ile birlikte 6 öyküden oluşan Ayfer Tunç kitabı. Öyküler sırasıyla; Aziz Bey Hadisesi,Kadın Hikayeleri Yüzünden, Soğuk Geçen Bir Kış, Kar Yolcusu,Mikail’in Kalbi Durdu, Kırmızı Azap.. Aziz Bey Hadisesi neredeyse 88 sayfalık kitabın yarısını oluşturuyor.Yani en uzun öykü bu.Ben zannediyordum ki sadece bu öyküden ibaret bir kitap ,bir sohbet esnasında burada çok popüler bir kitap olduğu için uzun zamandır uzak kalmayı tercih ettiğim bu Ayfer Tunç kitabı’nın içinde başka öykülerde var ve okumaya karar verdim. Başka insanların bana bu şekilde yansımasından nefret ediyorum ama toplumun bir parçası olduğumu çarpıcı bir şekilde tekrar tekrar anlamış oluyorum.Yani bu kitabı okumakta geç kaldım demeye getiriyorum:)) Ayfer Tunç öykülerini yazarken kahramanlarının duygularını en çok anlatmayı seçtiği yöntem alegorik yöntem.Bu anlatım tarzını çok seviyorum ben.Gözlemci yönü kuvvetli bir yazar olmakla beraber gördüğünü dışından en güçlü ifadelerle anlatabilecek kadar da türkçeyi güçlü kullanıyor. Öyküler’in herbirini bitirdiğinizde aslında hepimizin yaşayabileceği hayat versiyonları olduğunu düşünürken bulabilirsiniz kendinizi…Çünkü insan zaaf ve yanılgılarla dolu bir mahluk.. Öyküler içerisinde bol bol ruh durumu tahlilleri,tüm yönleriyle ele alınmış yalnızlık duygusu,insanların değer görme,değer verme duyguları ifrat ve tefrit noktalarına ulaşınca sönen hayatlar,çürüyen ömürler,sapkınlıklar… Ayfer Tunç kitapları bir takım kadın günleri,ya da cemaat toplantılarında okutuluyor mu acaba, tam böyle ortamlar için bir kitap bu öyküler özellikle.. Öyküleri okurken okuyucuların neler düşündüğünü hep merak ettim bu kitap için..Aziz Bey için mesela,Semiramis için,Mikail için,Eşber ve Fidan için.. Eğer bu öykü kahramanlarına bir çeşit acıma,yargılama ve kibir duyguları ile baktıysanız ya da bakacaksanız size söyleyim,dümdüz hayatların yaşandığı sokakların insanısınız,hayatınız düz bir çizgi üzerinde gelmiş ve gidiyor demektir. Bir arkadaşım bir insanın yaşayabileceği en büyük felaketlerden birini yaşadı ve şöyle dedi; ‘ Ben hiç bu tür hatalar yapmam bunu,şunu asla yapmam derdim ama uzun zaman hem de haz alarak kendimi yaparken buldum ve şimdi düşünüyorum ki benim bu dersi almam karşıdan baktığım insanları hakkıyla ve tüm içyüzünü kendimden bilerek yaşayarak anlamam gerekiyormuş.’ Sessizce bu içsel mahkemeyi dinledim ben de.. İnsanız ve mümkün her şey ..Vedat Milör bugün bir lokanta’dan video paylaşmış..Asla bir daha gidip yemem dediğim lokantaya geldim yiyorum diyor:))) Vedat Milor gerçi bu,yemek olsun yeter ki:)) ahahah kendimi ne de güzel eğlendiriyorum…. Öyküler akıcı,gerçekçi,güzel bir türkçe ile kaleme alınmış keyifle okunacak bir kitap be tavsiye ederim.. Kitabın sonunda eğer kırklarınızdaysanız hemen bitiminde şu güzel Zerrin Özer şarkısını da dinleyebilirsiniz.Yemekten kırkbeş dakika sonra içilen türk kahvesi etkisi yaratıyor kitap okuması bittikten sonra.. Babay:) https://youtu.be/K1qfeVeGnDg (Umay Han)

Ah Aziz Bey ah! Ne vardı bu kadar inatçı, dediğim dedik, burnu havada, bencil ve umursamaz olacak? Böyle davranınca sana daha mı çok "erkek" dediler? Yoksa daha mı güçlü göründün, daha mı mücadeleci oldun hayata karşı? Peki başı dik bir yaşam uğruna kaybettiklerine değdi mi? Yaşayamadığın hayatın, sevgini gösteremediğin karın, evi terk edince vefat eden annen sana hiç mi pişmanlık yaşatmadı? Aziz Bey, ömrü yanılgılarla dolu bir şekilde geçen, hayatın zamanlamasını bir türlü doğru yapamayan bir insan. Onun dramı genç yaşta Maryam isimli kıza aşık olmakla başlar. Bu aşk öylesine gözünü kör eder ki, evini terk eder ve Maryam'ın peşinden gider. Annesi Aziz Bey'in evi terk ettiği o gün vefat eder. Peşinden gittiği Maryam ise zamanla onu sessizce ve umursamaz bir şekilde terk eder. Akabinde Aziz Bey, dedesinden kalan tamburu çalması ile şöhreti yakalar ve bu esnada "hayatını birleştireceği" Vuslat'ı tanır. Vuslat gibi "silik" bir kadınla evlenmesini ise yazarımız Ayfer Tunç şu sözlerle ifade eder: "Aşık olacak, kapris çekecek, ortak hayatlarını bitmeyen istekler manzumesine çevirecek bir kadının gönlünü eyleyecek hali de, arzusu da yoktu. Öylesine bencil düşünceler içindeydi ki ancak Vuslat gibi sessiz, silik, dikkatle bakılmadıkça görülmeyen, varlığına ihtiyaç duyulmadıkça ortaya çıkmayan, o konuşursa dinleyen, sorarsa cevap veren, kısacası hayatını alabildiğine kolaylaştıracak bir kadınla yaşayabileceğini düşünüyor, dahası böyle bir kadın istiyordu." (Sayfa 59) Bu yazdığım alıntıyı okumadan geçmeyin lütfen. Hatta lütfen çok dikkatlice okuyun. Çevremizde böylesine "silik" kadınlar, böylesine silik kadınlarla evlenerek kendi hayatını kolaylaştırmak amacıyla hareket eden "bencil" erkekler var. Peki böyle bir evlilik, mutlu bir evlilik ortaya çıkarır mı? Bir kadın onun ruhundan anlamayan ve sadece kendi rahatını düşünen bir erkekle mutlu olabilir mi? Peki bir erkek hayatını mutsuz bir zindanın içerisine hapsettiği bir kadından onu mutlu etmesini bekleyebilir mi? İşte bana göre kitabın en vurucu kısımları Aziz Bey'in Vuslat ile evliliğinin işlendiği kısımlardı. Gerçekten de çok etkileyici ve gerçekçi cümleler vardı. Ayfer Tunç'un cesur ve hayatla iç içe bir kalemi olduğunu da işlediği bu konuyla açıkça görüyoruz. Kitabın ilgimi çeken bir diğer kısmı ise, Aziz Bey'in zamanla babasına çok benzediğini fark ettiği kısımlardı. Aziz Bey'in babası, annesini hor gören, onu mutlu edemeyen, gereksiz yerlerde yumruğunu masaya vuran, sert mizaçlı ve hırçın ruhlu bir adam. Aziz Bey ise pek tabii onun gibi bir adam olmak istemiyor; fakat zamanla babası gibi bir adam olduğunu fark ediyor. Peki bu fark ediş, geç kalan bir fark ediş olabilir mi? Ah Aziz Bey ah, yine mi geç kaldın hayata? Bazen böyle kitapların ülkedeki bütün erkeklere okutulmasını istiyorum. Okutulsun ki, hiçbir erkek eşini sırf "silik" olduğu için ve ezmek için kendisine eş olarak seçmesin. Okutulsun ki, "erkek" olmanın ne demek olmadığı anlaşılsın. Okutulsun ki, insanlar mutlu bir hayata geç kalmasın... (Semih Doğan)

Yine ve yeniden aşkı gömdüğümüz bir incelemeden merhabalar: Aşk mı yanılgı mı? Yoksa aşkın kendisi mi bir yanılgı? Aşk bir hastalıktır cemiyet-i 1K, hem de sinsi bir hastalık. Öyle ki, hastalığa yakalandığını anlarsın ama iyileşmek istemezsin, hasta olmak hoşuna gider ve bu hastalık bir gün mutlaka sona erer. Asıl ağrıyı ise hastalık sona erince çekmeye başlarsın ama bazılarımız öyle bir mazoşisttir ki o acıyı çekmekten de hoşlanır. Aşık insanın bütün duyuları farklı bir sistemde çalışmaya başlar. Gördüğünü duyduğunu kendi istediği gibi yorumlar. Bazen gerçeklerin farkını varır ama inatla varmamış gibi yapar. Aşk bir kandırmacadır. Başkasının değil ama, bizzat kişinin kendini kandırmasıdır. Sevilenin hiç mi hiç suçu yoktur bu aldatmacada. Ne yaparsa seven yapar kendine. Aziz Bey aşk hastalığına yakalanıp yanlış kararlar vermiş sonra da bu kararların ceremesini çekmiş, dik başlı, inatçı, dediğim dedik bir adam. Bir kıza aşık olup, peşinden dilini yolunu bilmediği bir memlekete gidecek kadar fedakar ama aşkının tek taraflı olduğunu anlayamayacak kadar da aklı havada. Aşık olduğu kadın yani Maryam aşık olmayıp bir erkeğin kendisine duyduğu aşktan haz alan, onu peşinden başka memlekete sürükleyecek kudrette olmanın gururunu yaşayan bir kadın. Aşk acısı çekenler varsa aranızda mutlaka kurmuştur şu cümleyi, “Eğer bir gün biri beni bu kadar severse, ben asla ona böyle aşk acısı yaşatmayacağım.” Ve bu cümleyi kuranlar bir gün mutlaka aynı acıları başkasına da yaşatırlar. Aşık olunan insan acımasız olur, büyük bir gücü ele geçirmişliğin gururu vardır üzerinde. Sadisttir aşık olunan. Tehlikelidir. Uzak durulması gerekir. Kimseye bu kontrolsüz gücü vermemelidir. Aziz Bey bu gücü Maryam’a, Vuslat da Aziz Beye vermiş ve bedelini çok ağır ödemiştir. Bir de bu kırılmayan döngü meselesi vardır. Anne babalarıyla sorun yaşayanlar nedense ilerde anne babası gibi olur, onların hayatını yaşarlar. Ve aynı sorunu kendi evlatlarına da yaşatırlar. Bu zincir nesillerce uç uca eklenerek devam eder. Ta ki halkalardan biri bu döngüyü kırana dek. Aziz Bey kıramayan, şikayet edip yine de zincire hizmet edenlerdendir. Bu hikaye hüzünlü bir hikayedir. Ayfer Tunç’un kalemiyle yeni tanıştım ve de çok sevdim. Edebi dil ve kurgu muazzamdı. Mutlaka yeni bir kitabını okumak isterim. Çok başarılı çağdaş Türk yazarlarımız olduğunun farkındayım fakat nedense daha çok klasik okumalar yapıyorum. İhsan Oktay Anar da yeni tanıştığım ve çok sevdiğim çağdaş ve de en önemlisi Türk yazarlardandır. Siz de en başarılı bulduğunuz çağdaş Türk yazarlarının kimler olduğunu söyleyebilir ve bana öneride bulunabilirsiniz. Bir dahaki incelemede görüşmek üzere, kanalıma abone olmayı unutmayın, hoşçakalın. İncelemeye dair; gonderi/131077719 (Miss Nobody)

Aziz Bey Hadisesi PDF indirme linki var mı?

Ayfer Tunç - Aziz Bey Hadisesi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Aziz Bey Hadisesi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?

Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.

1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.

Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri

  • Suzan Defter
  • Aziz Bey Hadisesi
  • Yeşil Peri Gecesi
  • Kapak Kızı
  • Dünya Ağrısı
  • Osman
  • Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
  • Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
  • Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
  • Evvelotel - Saklı
  • Ömür Diyorlar Buna
  • Kırmızı Azap
  • Mağara Arkadaşları
  • Taş - Kağıt - Makas
  • Memleket Hikayeleri
  • Saklı
  • Harflere Bölünmüş Zaman
  • İkiyüzlü Cinsellik

Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri

  • Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
  • ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
  • Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
  • Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
  • Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
  • Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
  • Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
  • Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
  • "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
  • Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
  • Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
  • "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
  • “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
  • Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
  • “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)