Bakmak - Sevgi Soysal Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Bakmak kimin eseri? Bakmak kitabının yazarı kimdir? Bakmak konusu ve anafikri nedir? Bakmak kitabı ne anlatıyor? Bakmak PDF indirme linki var mı? Bakmak kitabının yazarı Sevgi Soysal kimdir? İşte Bakmak kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Sevgi Soysal

Yayın Evi: İletişim Yayınları

İSBN: 9789750502132

Sayfa Sayısı: 181

Bakmak Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Sevgi Soysal'ın ilk kitabı Tutkulu Perçem, 1962 yılında yayımlandı. Teyzesi Rosel'in kişiliğinden yola çıkarak yazdığı Tante Rosa (1968), farklı üslubuyla edebiyat çevrelerini şaşırttı. Kadın-erkek ilişkilerini ve evlilik temasını işlediği ilk romanı Yürümek'le (1970) TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü'nü kazandı. Hapishanede yazdığı Yenişehir'de Bir Öğle Vakti adlı romanıyla 1974 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazandı. Adana'da sürgünde bulunan bir kadının başından geçen olaylar etrafında 12 Mart'ı eleştirdiği romanı Şafak, 1975'te yayımlandı. Politika gazetesinde tefrika edilen cezaevi anıları Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu başlığıyla kitaplaştırıldı (1976). Hastalık izlenimlerini ve 12 Mart sonrası değişimi anlatan öykülerini topladığı Barış Adlı Çocuk 1976'da yayımlandı. Son romanı Hoşgeldin Ölüm'ü tamamlayamadan, 22 Kasım 1976'da öldü. Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde yazdığı yazılar, Bakmak (1977) adlı kitapta toplandı. 

Tutkulu Perçem'den Hoşgeldin Ölüm'e uzanan yazarlık çizgisinde kişisel tedirginlikler, yerini siyasal ve toplumsal olanın, en çok da kadın olmanın, sorgulayıcı bir gözle mercek altına alınışına bırakır. Soysal, o dönemde genelde katı bir anlayışla algılanan birey-toplum çatışmalarını, "canlı" insan ilişkileri örneğinde yaşar kılar. "Düzenin", sadece rejim düzleminde değil, gündelik hayat düzlemindeki tahripkarlığını ve "anlamsızlığını", ince bir alaycılıkla resmeder. Bu canlılık ve candanlıktır, hayat çizgisiyle yazarlığı birbirine paralel gelişen Sevgi Soysal'ın eserlerini kalıcı kılan.

Bakmak Alıntıları - Sözleri

  • "Gençlik" sözcüğünü pek seven büyüklerimiz, yöneticilerimiz, gençleri sevmiyorlar, çünkü onlara emek vermiyorlar, daha güzel insanların oluşumuna hiçbir katkıda bulunmuyorlar. Çünkü gençliği sevmek, "gençliğe hitabe" yazmak değildir. Gençliği sevmek, onların spordan bilime kendi başlarına harikalar yaratmalarını bekleyip, arada sırada gerçekleşiveren bu harikalarla övünmek değildir. Gençliği sevmek, devlet kesesinden yapılanlar karşılığında ondan kendi hoşunuza giden şeyleri bellemesini, sizin kafanızı ve gönlünüzü hoş edecek davranışlarda bulunmasını istemek değildir. Gençliği sevmek, boşa tükettiğiniz ve bir mirasyedi gibi harcadığınız umutlardan hicap duymadan ondan "ümit" olmayı beklemeye kalkışmak değildir. Gençliği sevmek, ekonomisinden trafiğine, imarından planına, yönetiminden çarşı pazarına kadar tam bir keşmekeş ve anarşi içine soktuğunuz bu düzene başkaldırdığı zaman, ona "Anarşist!" demek değildir. Ne onun hayatının, ne de hayatın daha güzel olması için hiç emek vermeden "Ey Türk Gençliği!" demek değildir gençliği sevmek. Hiçbiri hiçbiri değildir. Hadi itiraf edin, gençliği hiç mi hiç sevmediğinizi. Ve siz "agucuk" deyince o "gugucuk" yapmıyor diye onu bu yüzden copladığınızı, kanına, canına girdiğinizi itiraf edin! Ve analara, işte en çok bu yüzden hırçınlaşıp kinlendiğinizi, itiraf edin! Edin de olsun bitsin! Merak etmeyin, analar işkence yapmaz.
  • Sünnetçiler o değerli parçayı kestiklerinde çocuğun başına toplanan millet, «oldu da bitti maşallah» diye boşuna mı bağırıyor? Anaların doğuştan paşa oğlanları, has paşa oluyorlar. Tam erkek ve tam paşa oluyorlar, ufacık bir deri parçası kesilince organlarından. Pelerinler, yaldızlı şapkalar az bile. Böylece oğlan çocuğu, sünnet olmakla olup bitiyor, bebekliğinden beri kendisini üstün insan yapan organı, son bir rötuşla adam ediyor sahibini. Sünnet olmuş çocuğa, anası, babası bütün büyükleri, boşuna mı «Sen artık adam oldun, ona göre» diyorlar. Böylece oğlanlar, adamlıkla organları arasındaki bağlantıyı ufak yaştan öğrenmiş oluyorlar. Eh bu bilinç düzeyine ulaşmış bir oğlan çocuğunu, bir de lise sıralarında dürtmeğe ne gerek var? Çocukların çoğu bunu bildiklerinden midir nedir, ders dinlemek yerine arka sıralarda organ yarışması yaparlar.
  • Ama vergi yolsuzluğunu mu kurcaladın, hemen soy sop ve kan, kafa ve de tas denetçilerinin hışmına uğrarsın. "Sizi Türk olmayanlar sizi kanı bozuklar sizi."
  • Fikre tahammülsüzlüğün en belirgin örneği, yayın organlarını tahribe kalkışmaktır.
  • Biz analara çok önem veren bir toplumuz. Bunu anlamak da son derece kolaydır. Herhangi bir mahalle arasında top oynayan, itişip kakışan veledlere kulak verin yeter. Her an birbirlerinin anasına söverler. «Ulan ananı siktirme şimdi.» «Anasını siktiğimin >> «Ulan şimdi ananı sikecem »
  • Boş verin be analar! Erkeklik sizde kalsın. Varsın, devleti ve milleti ve esir Türkler'i ve de dünya Türklüğu'nü korumakla meşgul büyük erkeklerimiz sizleri ellerinin tersiyle geri çevirsinler. Varsın büyükelçilere, resepsiyonlara, dünyanın önemli erkeklerine açıladuran salonlar, sizin dertlerinizi dinlemeye gelince kapanadursun. Varsın basınından parlamentosuna, işçi sendikalarından hükümetine, çok erkek bir toplum çocuklarınızın can güvenligine yan çizerken, sizler tek başınıza, her şeyi göze alarak, çocuklarınız için, yalnız kendi çocuklarınız değil, bu yurdun kıyıma terk edilmiş bütün gençleri için kendinizi siper ededurun. Cesaret sizin, yigitlik sizin. Siz doğumu bilirsiniz, kimi erkekler bir burun kanamasına yataklara düşerken, doğumu bilen siz analar, hayatı da bilirsiniz. Onun için varın; erkekliği ocak ve hayat söndürmeye, zürriyetsizliğe, iyi, güzel ve umut olan ne varsa yok etmeye dönüştürenlerin, canlarınızın canını almaya kalkanların, doğanın en haklı savaşıyla üstlerine üstlerine varın!
  • Kaba kuvvetten başka, kahpelikten ve şirretlikten başka silahları olmayanlar, bir fikre bağlılığın yeryüzündeki bütün şiddet kabalıklarını ve kahpeliklerini aşan bir kudret ifadesi olduğunu bilmezler. Korku fikrin değil, kabalığın omuzdaşı, kahpelik fikir savaşının değil korkunun temel taşıdır.
  • Tam Meşrutiyet'te de, kocaman bir çukur açmışlar, ne bir levha, ne de uyarıcı bir şey. Tam bana göre. Takım tamam olsun diye, arada da havadan helikopterlerle bir iki tuğla atsalar, sokak macerası daha da heyecan verici olacak. Sokak, sokak değil memlekette. Metrekarede en az sekiz engel düşüyor adam başına. Çukurlar, kazıklar, tümsekler. Dalgınlara hayat yok canım.
  • -Nereye Payidar nereye? -Tazıyla kaplumbağanın yarış pistinde, eşit şartlarla koşturulduğu, yerli ve milli olimpiyata.
  • "Öyle ya, şu memlekette engelsiz bir şey yapmak mümkün mü? Hayatımız hayat değil, engelli koşu."
  • Niçin geriye dönüp bakmak; geriye dönüp bakınca arkada önemli bir şey bulmak istiyoruz?"
  • Bütün kadınları, birer birer ne demek, dörder dörder eve kapatmak için Müslüman kardeşlerimizden yardım isteyelim. TRT de bu konuda bir film yaptı mı, tamam. Filmin adı da kolay: “Paralar cebe, kadınlar eve.”
  • Üniversiteye girip hayata atılacaklar. Ne var ki, ortada bütün çocuklarına, aynı şefkatle kollarını açmış bekleyen bir hayat yok
  • Şu memlekette engelsiz bir şey yapmak mümkün mü? Hayatımız hayat değil, engelli koşu.
  • "Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak" diye marşımsı bir türkü var, içimi karartıyor. Ankara'yla ilgili çoğu şey gibi. Ankara'nın taşına bakmayıp da nesine bakacağız? Meret şehir değil ki, baştan başa taş. Sağa bak taş, televizyona bak taş.

Bakmak İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Yoluna Taş Koydular, Işığın Yayılmasın Diye: 12 Mart muhtırası ve akabindeki insanlık dışı gelişmelerden nasibini almış yazarlardan biri de Sevgi Soysal’dır. O dönem TRT’de görev alan Soysal, baskılardan dolayı TRT’deki görevinden ayrılmış, müstehcen olduğu bahanesiyle kitapları yasak kitaplar arasına girmiş ve son olarak da hapse düşmüştür. Akabinde yazmayı hiç bırakmayan Soysal’ın yaşamı hapislerde, sürgünlerde geçmiştir, hatta evliliğini de hapiste yapmak zorunda kalmıştır. 12 Mart’tan sonra Sosyal’ın kalemi toplumsal ve politik konulara daha çok değinmiş, belki de şartlar onu buraya kanalize etmiştir. Soysal’ın romanlarında, öykülerinde ve köşe yazılarında özenle işlediği temalar kadın-erkek ilişkileri, geleneklerin absürtlüğü ve dolayısıyla eşitsizliğe nasıl zemin hazırladığı, politikacıların dalaverelerle yeniliklerden ve gençlerden nasıl korktukları ve korktukları için şiddetten de geri durmadıklarıdır. Bu bakımdan Soysal’ın toplumsal gerçekçi bir yazar olduğu pekala söylenebilir. Ayrıca, o dönem her ne kadar gündem konusu olmasa da, yazdıkları ve yazdıklarıyla toplumsal farkındalık oluşturmak istediği konuların başında, toplumda kadının yeri ve statüsü konusu gelir. Bu nedenle, kendi döneminde her ne kadar anlaşılmasa da günümüzdeki feminizm tartışmalarını önceden tespit etmesi bakımından öncü ve çağdaş bir yazar denebilir. 1936 yılında doğan ve 1976 yılında meme kanserinden vefat eden Soysal, görece genç yaşta aramızdan ayrılmasına rağmen oldukça üretken bir yaşantı geçirmiştir ve döneminde de önde gelen, göz önünde bir simadır. Ancak sanıyorum ki toplumsal ve politik görüşleri politikanın kıskacından kurtulamamış ve bu nedenle yıllarca ismi unutulmaya çalışılmıştır. Yakın bir dönemde, öz kızının çabalarıyla Soysal’ın kitapları İletişim Yayınları’ndan tekrar basıldığı zaman anlaşıldı ki, tüm engelleme girişimlerine rağmen Soysal’ın kalemi halk nezdinde hâlâ önemli bir karşılık bulmakta. İnsan sormadan edemiyor, acaba 40 yaşında ölmeseydi daha ne yapıtlar kaleme alırdı? (Özkan Eken)

70'ler Türkiye'sinin siyasi atmosferinde kaleme alınan ve merkezine (siyasi sebeplerle kanları akıtılan ve geriye cansız bedenleri bırakılan) gençleri koyan Soysal'a göre "bakmak", olanlara karşı kayıtsız kalmanın (yahut görmezden gelmenin) politik bir eylemsizliğidir. Gençlerin sokaklarda öldürüldüğü ve her gün en az bir ailenin yuvasına ateş düştüğü kaos ortamında siyasiler, duruma barışçıl yollarla müdahale etmek yerine, nasıl olur da görmezden gelebilirlerdi? Bırakın "bakmak"ı, siyasal partiler, kendi destekçisi olan gençlerin, ateşe körükle gitmelerine sebep olmadılar mı? Yazılan bu metinlerin askeri darbeden önce olduğunu ve dolayısıyla eleştirilerin koalisyon hükumetlerine olduğunu belirtmek istiyorum. Fakat bu cümleden de askeri darbenin eylemli bir farkındalık olduğu şeklinde çarpıtılmış bir düşüncenin asla çıkarılmaması gerekir, zira askeri darbe siyasi çatışmaları yok ettiği gibi birçok genci de işkenceyle yok etmiştir. Ayrıca hiçbir askeri darbenin (ya da teşebbüsün) nihai amacı, "bakmak"ı aşıp düzeni geri getirmek değildir. Benim 'birçok genci de işkenceyle öldürdüğü' şeklinde kastettiğim, bilhassa 12 Eylül darbesi olsa da, metinlerin yazıldığı tarih 12 Eylül öncesiydi. Soysal, bazı metinlerde 12 Mart muhtırasına yönelik eleştiriler de yapmaktadır. Soysal'ın "Politika" gazetesine verdiği bu kısa yazılar, dönemin siyasilerini eleştirmenin yanı sıra; toplumdaki cinsiyet eşitsizliklerinden tutun, eğitim sistemindeki "at yarışına hazırlar gibi yetiştirme" mantığına kadar birçok sorunu başarıyla tenkit ediyor. (Yusuf Bozdağ)

Sevgi Soysal ne yazsa ben okurum sanırım, o kadar çok seviyorum, o kadar çok seviyorum ki, anlatamam. Zekiliği, alaycılığı, anlatımı, cesareti vb. hepsinde kendimi buluyorum. Keşke tanışma imkanım olsaydı kendisiyle, beraber Ankara’da dolaşmayı, sohbet etmeyi çok isterdim. Kitaba gelince; daha önce yayımlanmış siyasi yazılarının bir kitapta toplanmış hali. Belki kimsenin değinemeyeceği, cesaret bulamayacağı konularda, cesurca yazmış hepsini. Hem de en güzeli acı bir alayla yazmış bütün bunları. Ah güzel kadın, iyi ki tanıdım seni (Elif Özkaya)

Bakmak PDF indirme linki var mı?

Sevgi Soysal - Bakmak kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Bakmak PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Sevgi Soysal Kimdir?

Sevgi Soysal (d. 30 Eylül 1936, İstanbul - ö. 22 Kasım 1976, İstanbul) Türk yazar. Aslen Selanik'li mimar-bürokrat bir babayla Alman bir annenin altı çocuğundan üçüncüsü olarak büyüyen Sevgi Yenen, 1952'de Ankara Kız Lisesi'ni bitirdi. Bir süre Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Arkeoloji okudu.

1956 yılında şair ve çevirmen Özdemir Nutku ile evlendi, birlikte Almanya'ya gittiler. Göttingen Üniversitesi'nde arkeoloji ve tiyatro dersleri izledi. 1958'de Türkiye'ye döndü ve Korkut adını verdikleri bir oğlu oldu. 1960 ile 1961 tarihlerinde Ankara'da Alman Kültür Merkezi ve İrtibat Bürosu'nda ve Ankara Radyosu'nda çalıştı. Bu dönemde, toplum karşısında bireyin tedirginliğini öne çıkaran ''yeni gerçeklik'' akımından izler taşıyan öykü ve yazıları Dost, Yelken,Ataç, Yeditepe ve Değişim dergilerinde yayımlandı. 

1961'de Ankara Meydan Sahnesi'nde Haldun Dormen'in yönettiği Zafer Madalyası adlı oyunda tek kadın rolünü oynadı. İlk öykü kitabı Tutkulu Perçem, 1962 yılında yayımlandı. Zafer Madalyası oyununda tanıştığı Başar Sabuncu ile 1965'te evlendi. Aynı yıl TRT'de program uzmanı olarak çalışmaya başladı. 1965-1969 yılları arasında Papirüs ve Yeni Dergi'de öyküleri yayımlandı. Bu arada tezini vererek arkeoloji diplomasını aldı. Teyzesi Rosel'in kişiliğinden yola çıkarak, birbirine bağlı öykülerden oluşan Tante Rosa'yı yazdı. Kadın-erkek ilişkisi ve evlilik temasını işlediği ilk romanı Yürümek'le TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü'nü kazandı.

12 Mart dönemi, Sevgi Soysal'ın hayatı ve yazarlığı üzerinde derin izler bırakan bir dönem oldu. Yürümek, müstehcenlik gerekçesiyle toplatıldı ve Sevgi Soysal, kısa bir tutukluluk ardından TRT'den ayrılmak zorunda kaldı. Anayasa profesörü Mümtaz Soysal'la, Soysal'ın komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklu kaldığı Mamak Cezaevi'nde evlendi. Siyasal nedenlerle tekrar tutuklandı ve sekiz ay Yıldırım Bölge'de, iki buçuk ay da sürgüne gönderildiği Adana'da kaldı. Cezaevinde yazdığı Yenişehir'de Bir Öğle Vakti adlı romanıyla 1974 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı'nı kazandı. Kızları Defne Aralık 1973'te, Funda ise Mart 1975'te doğdu. Adana'da sürgünde bulunan bir kadının başından geçen olaylar etrafında 12 Mart'ı eleştirdiği romanı Şafak, 1975'te yayımlandı. Bu dönemde Anka Haber Ajansı ve Sosyalist Kültür Derneği'nin kuruluşunda rol aldı. Politika gazetesinde tefrika edilen cezaevi anıları Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu başlığıyla kitaplaştırıldı (1976).

Yakalandığı kanser hastalığı nedeniyle 1975 sonbaharında bir göğsü alındı. Hastalık izlenimlerini ve 12 Mart sonrası değişimi anlatan öykülerini topladığı Barış Adlı Çocuk, 1976'da yayımlandı. Eylül 1976'da bir ameliyat daha geçirdi ve tedavi için eşiyle birlikte Londra'ya gitti. Üzerinde çalıştığı son romanı Hoşgeldin Ölüm'ü tamamlayamadan 22 Kasım 1976'da İstanbul'da 40 yaşında öldü. Yeni Ortam ve Politika gazetelerine yazdığı yazılar, Bakmak (1977) adlı kitapta toplandı.

Sevgi Soysal Kitapları - Eserleri

  • Tante Rosa
  • Yenişehir'de Bir Öğle Vakti
  • Yürümek
  • Şafak
  • Tutkulu Perçem
  • Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu
  • Barış Adlı Çocuk
  • Hoş Geldin Ölüm - Tutkulu Perçem
  • Bakmak
  • Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm
  • Venüslü Kadınların Serüvenleri
  • Türkiye'nin Kalbi, Kabul Günleri
  • Tekliğin Türküsü

Sevgi Soysal Alıntıları - Sözleri

  • Kim aynadaki görüntüsünü usanmadan seyredebilir? Kim kendi sesini dinleyebilir saatlerce çıldırmadan? (Yürümek)
  • Boş verin be analar! Erkeklik sizde kalsın. Varsın, devleti ve milleti ve esir Türkler'i ve de dünya Türklüğu'nü korumakla meşgul büyük erkeklerimiz sizleri ellerinin tersiyle geri çevirsinler. Varsın büyükelçilere, resepsiyonlara, dünyanın önemli erkeklerine açıladuran salonlar, sizin dertlerinizi dinlemeye gelince kapanadursun. Varsın basınından parlamentosuna, işçi sendikalarından hükümetine, çok erkek bir toplum çocuklarınızın can güvenligine yan çizerken, sizler tek başınıza, her şeyi göze alarak, çocuklarınız için, yalnız kendi çocuklarınız değil, bu yurdun kıyıma terk edilmiş bütün gençleri için kendinizi siper ededurun. Cesaret sizin, yigitlik sizin. Siz doğumu bilirsiniz, kimi erkekler bir burun kanamasına yataklara düşerken, doğumu bilen siz analar, hayatı da bilirsiniz. Onun için varın; erkekliği ocak ve hayat söndürmeye, zürriyetsizliğe, iyi, güzel ve umut olan ne varsa yok etmeye dönüştürenlerin, canlarınızın canını almaya kalkanların, doğanın en haklı savaşıyla üstlerine üstlerine varın! (Bakmak)
  • Biz terbiye gördük. Nasılsın, denince, iyiyim dememiz bundan. (Barış Adlı Çocuk)
  • Yeni yılı kutluyorlar... Niçin kutlamasınlar yeni yılı, en az eskisi kadar rahat geçirmeyi garantiye aldılarsa? (Türkiye'nin Kalbi, Kabul Günleri)
  • Ama vergi yolsuzluğunu mu kurcaladın, hemen soy sop ve kan, kafa ve de tas denetçilerinin hışmına uğrarsın. "Sizi Türk olmayanlar sizi kanı bozuklar sizi." (Bakmak)
  • Ama olamaz. Eğer ölüm varsa, daha güzel bir hayatın, daha uygar insanların, daha insanca kuracakları bir hayatın gereği için var. Yoksa ölüm, insanlar arasındaki kavgayı, bir insan ömrü içinde aşamadıkları sevgisizliği, çirkinliği daha kötü bir dünyaya aktarmak isteyenler için değildir. (Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm)
  • “Emir demiri, ticaret ve kâr emiri keser” diyen kimdi? Behice Hanım mıydı? Hatırlamıyorum. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
  • Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar çok alıştım ki. Ve her şeyin yeniden bir bir var olmasına o kadar alışığım ki. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
  • Benim seçtiğim tutukluluk, yine de özgürlük demektir. Ötekini ortadan kaldırmayan, ama benim düşünceme göre ötekini içeren bir özgürlüktür (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
  • Bir soluk almaya gelmiştim buraya. İçimde, bir köşemde gizli bir soluğu almaya. (Tutkulu Perçem)
  • Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi. (Şafak)
  • Sokağa çıkılmaz oldu artık. Her yerde haksızlık. Her yerde edepsizlik. (Yenişehir'de Bir Öğle Vakti)
  • Bilip unuttuğu en kurtarıcı, en iyi edici sese döndü. Sese sarıldı, sesle örttü çıplaklığını. (Yürümek)
  • "Yıkanık suyum benim. Evreni senden görmek istiyorum. O zaman gördüğüm evren değil sensin çünkü, yalnızca sen, sen sen!" (Yürümek)
  • Tarafsız radyo; yayın yaptığı ülkenin sorunlarına, gerçeklerine, faydasına yönelen, sorunların çözümü ve toplumun faydası tarafında olan; bu görevi bilimsel ve bilinçli bir tarafsızlıkla gerçekleştiren radyodur. (Venüslü Kadınların Serüvenleri)
  • 1. Erkek: O günlerden bu yana avlarımızı sapan yerine okla vurmayı, mağaralarda değil kulübelerde oturmayı, avlanmadığımız eti ısıtıp yemeyi, karanlık gecelerde ateş yakmayı öğrendik. 1. Kadın: Bizleri saymayı öğrenemediniz ama. (Venüslü Kadınların Serüvenleri)
  • Gün batımlarını sevmem. Güneş bütün görkemiyle üstüme abanıyormuşçasına ezilir içim. Güneşin batışıyla birlikte içimin de kararması gerekirmiş gibi kasvetlenirim. Aydınlıkla karanlık arasındaki bu geçiş dönemi boyunca sürer bu kasvet. Açıklık yerde, güneş batarken toprağa kavuşuyormuş gibi görünür, oysa yoktur böyle bir kavuşma, güneş o bize kavuşma noktası gibi görünen yerde de, en az bizim olduğumuz yerdeki kadar uzaktadır, belki budur çoğu kişiye yalnızlık duygusu veren. (Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu)
  • İkinci Dünya Savaşı'ndan sakat olarak dönüp genç yaşta ölen büyük Alman yazarı Wolfgang Borchert boşuna mı sesleniyordu analara: "Hayır deyin analar, bir gün çocuklarınızı savaşa sürmek isteyenlere hayır deyin!" (Radyo Konuşmaları - Hoş Geldin Ölüm)
  • "Ne güzel suçluyuz biz hepimiz." (Tutkulu Perçem)
  • Bir güneş batımı gelirdi sonra. Bir güneş batımı vardı bu kentin, yalnızlığımı kalabalıklardan alır, geri verirdi. (Tutkulu Perçem)