Bir Dünyanın Eşiğinde - Cemil Meriç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Bir Dünyanın Eşiğinde kimin eseri? Bir Dünyanın Eşiğinde kitabının yazarı kimdir? Bir Dünyanın Eşiğinde konusu ve anafikri nedir? Bir Dünyanın Eşiğinde kitabı ne anlatıyor? Bir Dünyanın Eşiğinde kitabının yazarı Cemil Meriç kimdir? İşte Bir Dünyanın Eşiğinde kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Cemil Meriç

Yayın Evi: İletişim Yayınevi

İSBN: 9789754703672

Sayfa Sayısı: 431

Bir Dünyanın Eşiğinde Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Cemil Meriç'in ilk telif eseri ve yazarın düşünce serüveninde bir dönüm noktası. Avrupa dışı kültürler ve Doğu, yazarın "tecessüslerin coğrafyasına" Hint'le, Hint Edebiyatı çalışmasıyla girdi. "Olemp'i ararken Himalaya çıkmıştı" karşısına. Kitap, alışılmış edebiyat tarihi ve incelemesi kalıbına uymaz. Meriç'in Doğu'yu ve "mazlum medeniyetler"i Türkiye'nin düşünce gündemine sokma çabasının ilk ifadesi, hatta manifestosudur: "Hint, bir kitabın ilk cümlesi. Onu sizler için yazdım."

(Tanıtım Bülteninden)

Bir Dünyanın Eşiğinde Alıntıları - Sözleri

  • Pervane bilmeden ateşe atar kendini. Balık oltayı fark etmediği için yeme koşar. Biz arzuların felaketle örülü bir ağ olduğunu biliriz, ama uzaklaşmayız onlardan. Ne korkunç gaflet!
  • Fethedilecek tek ülke var: kendin.
  • "Rastgelelik yok kâinatta... Yaptığımız her hareket, gelecek hayatlarımızın kaderini çizmekte."
  • Yaşamak fetihten fethe koşmaktır.
  • Naz tuza benzer, çoğu zarar, azı karar.
  • Sevdiğim bir başkasına tutkun. O bahtiyar rakip de başka bir dilberin esiri. Bana da sevmediğim bir kadın âşık. Sevdiğime de, sevdiğimin sevdiğine de, beni sevene de, aşk Tanrı'sına da, kendime de yuhhh!
  • Biz de bir gün mutluluğa ereceğiz. Haksızlık nasıl olsa cezalandırılacak, fazilet mükâfatsız kalmayacak.
  • Bitip tükenmeyen bir çile, ömrümüz.
  • Hep aynı kahramanlar, hep aynı macera. Değişen yalnız göğün pırıltısı, kucağında yaşanan toprağın renkleri. Anlatan ölmüş, ama hikâyeler kelebekler gibi ülkeden ülkeye uçmuş.
  • Herkesin dileği, töresi başka... Ah araba bozulsa der tamirci. Hekim hastaların çoğalmasını ister.
  • Hakikata binbir yoldan varılır. Her yol hak. Hepimiz düşe kalka hakikatı arayan bir yolcuyuz, hoşgörmek ne kelime, kim kimi hoşgörecek?... Müslüman oldu, hıristiyan oldu, nihayet anladı ki Tanrı ne camide, ne kilisede, Tanrı kalbimizdedir.
  • İnsanın ruhu tek, tecellisi binbir. Güzellik biteviyelikte değil, ahenkte. Kişiliğimizi kaybetmeyelim, ama her millete de saygı gösterelim.
  • Duymasını bilen için, her saniye, ilk doğandan son can veren'e kadar bütün varlığıyla şarkılarıyla örülü.

Bir Dünyanın Eşiğinde İncelemesi - Şahsi Yorumlar

"Tanımıyoruz Hint'i. O ülkeye en büyük hükümdarını armağan eden Türk, Hint'i tanımıyor. El Birûni'ye rağmen tanımıyoruz Hint'i. Tanımıyoruz Hint'i. Tasavvufun ana kaynağı olan Hint'i tanımıyoruz. Tanımıyoruz Hint'i. Kanuni devrinde yazılan ve Osmanlıca'dan Avrupa dillerine en fazla çevirilen Hümayunnâme'ye rağmen tanımıyoruz. Binbir Gece'ye, Binbir Gün'e, Tutinâme'ye, Ramayana'ya, Kelile ve Dimne'ye rağmen tanımıyoruz." (Jurnal 1, s.147-148). Hint Edebiyatına ömrünü vakfeden Cemil Meriç, fazlasıyla zengin yeni bir dünyayla tanıştırıyor bizi. Okuyucu kitabı okumaya başladığı esnada gerçekten de fazlasıyla derin ve farklı bir dünyanın eşiğinden içeri adım atmakta olduğunu fark ediyor. Eser genel olarak iki kitabı kapsıyor. Ilk kitapta Hint dünyasına ait pek çok düşüncenin Hellenizm'e maledildiğinden fakat bu düşüncelerin aslında Hint'e ait olduğundan bahsediyor yazar. Hint dünyasına duyulan hayranlığın pek çok devirde devam ettiğini fakat Roma İmparatorluğu'nun yıkılışının ardından bu hayranlığın arka plânda kaldığını görüyoruz satırlarda. Hint düşüncesinin Batı tarafından kimi zaman anlaşılıp kimi zaman anlaşılmadığını, anlaşıldığı dönemlerde de sırf Batı'nın çıkarına hizmet etsin diye anlaşıldığını gözler önüne sermiş yazar. Ardından Hint dünyasına karşı duyulan hayranlığın pek çok Avrupalıyı bizzat o topraklara ziyarete yönlendirdiğini öğreniyoruz. Bu ziyaretler pek çok unsurun keşfine ve bir o kadar da eserin yazılmasına sebebiyet vermiş. Bunların yanı sıra ülkeyi menfi amaçlarla ziyaret eden ve sömürge haline getiren İngiltere çıkıyor karşımıza. Yazar Hindistan'ın özünün kaybettirilmeye çalışıldığına dair çarpıcı bir örnek sunuyor okuyucuya. Her ne kadar uygulamaya geçilememiş dahi olsa Tac Mahal'in yıktırılıp, mermerlerinin açık arttırmayla satılmasının düşünüldüğünü ifade ediyor. İlk kitapta üzerinde durulan bir başka konu ise Almanya'nın Hint dünyasına olan düşkünlüğü ve bunun sebepleri. Hegel, Marx, Schopenhauer gibi isimlerin Hint'e dair verdikleri eserler de bu durumu kanıtlar niteliktedir. Hatta Rusya'da Hint'e duyulan hayranlığı ifade eden ilginç bir anektod çıkıyor karşımıza. Genç Gandi'nin Tolstoy'a yazdığı mektubu "şakirdiniz" diyerek bitirmesi daha önce karşılaşmadığım bir bilgiydi. İkinci kitaba geldiğimizde ise Doğu dünyası olarak Hint dünyasını yeterince tanımadığımızdan yakınıyor Cemil Meriç, karşımızda El Biruni gibi bir rehber varken hâlâ bu dünyayı tanımayışımızdan. Bu düşüncesini şu sözlerle dile getiriyor; "Ülkeler de kitaplara benzer. Onlarda aradığımızı buluruz. Abdülhak Hamit Bombay'a giderken en çok hindistan cevizi ağaçlarını merak ediyordu, Şair Azam'ın mektuplarında Hint şiirinden, Hint düşüncesinden tek pırıltı yok. Aydınlarımızın tecessüsü hiçbir zaman Himalaya zirvelerine yükselemedi. Rıza Tevfik'in tasavvuf bilgisi İran sınırlarını aşmaz. Süleyman Nazif'e göre, bir miskinler tekkesidir Hint." Ilerleyen sayfalarda ise Hint Edebiyatı'nı yansıtan kutsal kitaplar, destanlar, şiirler, tiyatro eserleri, hikâyeler, masallar ve romanlar hakkında doyurucu bilgilere ve örneklere rastlıyoruz. Hint şiirinin bir güzelliģi değil, bütün güzelliği seven bir kültür olduğunu ögrenirken, diğer yandan hikâye konusunda Batıya kıyasla hikâyenin vermek istediği mesajın ön plânda tutulduğunu görüyoruz. Ayrıca Hint Edebiyatı'nda roman konusunda çok az örnek olduğu da yazarın okuyucuya verdiği bilgilerden biri. İkinci kitabın ikinci bölümünde ise Hint dünyasına ait Yeni Hint Dilleri Edebiyatı ve Dravit Edebiyatı'na dair açıklamalara rastlıyoruz. Üçüncü bölümde de gerek Vedalardan, Upanişadlardan ve daha pek çok Hint eserlerinden kısımlara yer verilmiş. Kitabın sonunda ise Hint dünyasının kısa ve kronolojik bir tarihi, 2 harita ve kitabın içerisinde yer alan yabancı kavramlara dair bir sözlük yer alıyor. Eser Hint dünyasını her yönüyle tanımak isteyenler için biçilmiş bir kaftan. Her ne kadar eserin içerisinde fazlaca yer alan eser ve şahıs isimleri zihin karışıklığına sebep olsa da bilgi edinmek açısından doyurucu. Kitabın hoşuma gitmeyen yönü kısımların dağınık olarak ele alınmış olmasıydı. Zira bazı kısımlar daha önde olması gerekirken alakası olmayan bölümler altında yer alıyor. Bu durum da okuyucunun konudan kopmasına sebep oluyor. Yeni bir kültürün unsurları keşfe çıkıldığı için yabancı kavramlar ve öğretiler çok fazla. Kitabın sonunda yer alan sözlük bu açıdan faydalı bir ek olmuş. Dikkatimi çeken yönlerden biri ise Hint'e dair verilen bütün bilgilerde Avrupalı kaynaklara atıf yapılmış olması. Görüyoruz ki Cemil Meriç'in 48 yılını verdiği bu eser aslında Batı'ya karşı Hint dünyasının bünyesinde barındırdığı saklı güzellikleri ortaya çıkarma çabasının bir ürünü. Fazlasıyla zengin unsurlara sahip bu kültürü tanımak isteyenlerin hazmederek okuyabileceği kaliteli bir eser. (Şeyma Öztürk)

“Mihi canto et musis”: Kitap kitaba götürür, bu kitap Hindistan'a.. Bu dolu dolu yolculukta bana rehberlik eden Cemil Meriç, gidiş dönüş ve mükemmel anlatımıyla Himalaya zirvesinde bir macera yaşattı bana... Ayaklarında demir çarığı, elinde demir asası, düşüncenin ve şiirin cangıllarında dolaşa dolaşa... onu sizler için yazacağım, okursanız birkaç cümle daha yazarım, okursanız, yani severseniz. Buyrun... Bu yolculuğa başlarken, kendim için şarkılar söyledim. Kendim ve rehberim için.. Ama daha şarkılar söylerken, bir ilham perisi kulağıma fısıldadı:"CM dedi, bütün birikimi, bütün çalışması, bütün anlama cehdi, aylarca süren okumalar, yıllar boyu şekillenen düşünceler sonucu vardığı hükümleri, “cüruflarından” temizledikten, elması kömürden ayırıp yonttuktan, işledikten sonra, kadife bir mahfaza içinde okuyucusuna sunan bir kuyumcu, bir sanatkâr. Öğretmek endişesinden çok öğrendiğini, özümsediğini, biraz da gururla, bazen kibirle çağdaşlarının “suratına fırlatan” mağrur bir yazar. Karşımızda, ürperten, coşturan, tedirgin eden nefis bir üslup, imbikten geçirilmişcesine damıtılmış bilgi damlaları, inci taneleri gibi, pırıl pırıl. Bazen bir kolye oluşturuyor bu inciler, bazen de taneler darmadağın, bu darmadağınlık içinde şaşkın ve biraz da çaresiz, her bir inciyi hayranlıkla seyrederken bütünü göremeyebiliyorsunuz." Cümle cümle gizem.. Hayret ve hayranlık.. Daha yolculuğun ilk başında cesaretimi kırmıştı bu peri. Ama olsundu. Ciddi bi merak ve deli sorular çoğalmış beni rahatsız ediyordu. Napmaliydim? İyisi mi susup sessizce ilerlemeli miydim onunla, yoksa başlamadan bitirmeli miydim bu serüveni? Bilmiyordum. Devam ettik yolculuğa.. Birşeyler söylüyordu en son. Anlayamıyordum. Merak içindeydim Musa gibi, O ise sabırla devam ediyordu Hızır gibi. Ve Hükmün hikmeti sonlarda belli olacaktı. Sabır. Seni kendime yakın bulmasam, yoldaş seçmezdim, diyordu. Oysa onun bilgi birikimi, araştırmaları, kafasında oluşturduğu planları ve en önemlisi hayat tecrübesi.. bunların hepsine yabancıydım. Bu Derin adam, daha da meraklandiriyordu beni. Ve yenik düşüp, tekrar sormuştum. Sabırsızlık. “Derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi kavradığımız anda derin bir düşünceye sahip olmaktır, kendi içine, kendi kalbine inmektir. Nesneleri bulutlar arkasından görürüz. Düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır” Artık beni sorulara ve düşünmeye hapsetmişti bu cevap. Avazim çıktığı kadar susmuştum. Teslimiyet. Hürriyet aşkını doruklarında yaşayan irade, arayışında olduğu hazineyi, güneşin bir başak misali yükselip dünyayı aydınlattığı toprakta bulmuştu. Şöyle diyordu: "her inanca söz hakkı tanıyan bir ülke olduğu için ikinci vatanım oldu. Bu kitapta rüyaları ve realitesiyle bütün Hint var... yani bütün insan." Her arayanin bulmadığı ama her bulanin aradığı bu gezegende, Olemp'te aradığımı Hint'te buldum. O ülke düşünce hürriyetinin vatanıdır... Hint’ten tesamuhu öğrendim, düşüncenin gökkuşağını bütün renkleriyle sevmeyi öğrendim, peşin hükümlerin mahpesinden kaçmayı, hakikatin çeşitli yönlerine eğilmeyi, hayatın her tecellisine saygı beslemeyi öğrendim. Hint bir çağrıdır, güzele, sonsuza, hoşgörüye çağrı “eşref saati” yakalayamamış bu tedirgin rehber, gezginini bulamamaktan, anlaşılamamaktan hep şikâyetçiydi. Her kitap bir davetti onun için. Kimi, nereye davet ediyorsun, kaç kişi okudu bu davetiyeyi, kaç kişi okuyacak?” diyordu. Davetine icabet edilmeyecek kaygısı vardı sanki onda. Neyse, devam etmiştik.. İnançları, Düşüncesi, Edebiyatı ile Hint'i anlatmıştı bana.Sanskrit Edebiyatı ve Orta Hint Dillerini, Brahmanizmin Kutsal Metinlerini, VEDALAR’IN ALACA KARANLIĞINDA, İlahiler Çağını Upanisadlari Brahmaları Sutraları HİND’İN ÜÇ BÜYÜK TANRISI; Brahma,Vişnu ve Şiva'yı TANRISI OLM AYAN İKİ DİN; Cainizm ve Budizm'i Ve Trajedisi Olmayan Sahnelerle, şiir, tiyatro ve masallar ile Hint'i anlatmıştı.. O coğrafyaya dört yılını sayfa sayfa, harf harf işlemişti. Hint, onun rüyaları, hicranları.. Onun türbesi, o gün ziyaretçisi yoktu,peki bugün ziyaretçisi olacak mı? (GONCA)

Bizim için çok önemli bir yere sahip olan Cemil Meriç Hoca'yı her Türk gencinin tanıması gerektiğini düşünenlerden biriyim. Düşünceleri ve hayatındaki zorluklara rağmen (ki onun için gözlerinin görmemesi bir zorluk oluşturmamış) yine de büyük eserler veren ve karınca gibi çalışan büyük Türk mütefekkiridir. Çok beğendim bir sözünü paylaşmak isterim. Der ki "Zavallı Türk aydını… Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarının takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır." (Mehmet Ali Mengüloğlu)

Kitabın Yazarı Cemil Meriç Kimdir?

Hüseyin Cemil Meriç (12 Aralık 1916, Reyhanlı - ö. 13 Haziran 1987, İstanbul), Türk yazar, şair ve düşünür.

Meriç’ten önce bir dönem, Şaman ve Yılmaz soyadlarını kullandı. Rumeli’den göçen bir ailenin çocuğudur. İlk ve ortaokulu Reyhanlı Rüştiyesinde(1928) tamamladı. Burada Arapça, Fransızca, Kur’an, tecvîd (Kur’an-ı Kerim’I uygun telâffuzla okuma), ahlâk okudu. Buradaki Türkçe öğretmeni yarım düzine şiir kitabı olan Ömer Halim Bey’di. Sonradan adı Fransız Lisesi (Lycéed’Antioche) olan Antakya Sultanisi’nde okudu, “benim üniversitem” diye andığı bu lisede Fransız ve yerli hocalardan özel dersler aldı. Ali İlmî Fânî’nın kılavuzluğunda Divan edebiyatının sihirli dünyasını burada keşfetti. Yine burada Bazantey’den Fransız edebiyatı tarihi okudu. 1936’da İstanbul’a giderek bir yıl Pertevniyal Lisesine devam etti. Buradaki öğretmenleri arasında Nurullah Ataç ve Reşat Ekrem Koçu da vardır. Bu arada Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi ile tanıştı. 1937’de kısa süre İskenderun’un bir köyünde öğretmenlik

yaptı, İskenderun Tercüme Bürosuna sınavla reis muavini oldu, bu işe beş ay devam etti. 1938’de Fransızlar tarafından Aktepe’ye nahiye müdürü tayin edildi, yirmi gün sonra işine son verildi. 1939’da iki ay hapis yattı, hakkında açılan dava beraatle sonuçlandı. 1940’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümünde bir süre okudu. Ancak üniversiteden çok kütüphanelere devam ettiği için bu bölümü bitiremedi. Birkaç yıl sonra aynı fakültenin Fransız Filolojisi Bölümünden mezun oldu (1944). Tayin edildiği Elazığ Lisesi öğretmenliğinden (1942-45) sonra hayatını kalemiyle kazanmaya başladı. 1946’da

sınavla İstanbul Üniversitesine Fransızca okutmanı olarak (1946-74) girdi. Bu arada bir yıl İstanbul Işık Lisesinde öğretmenlik (1952-53) yaptı. 1974’te emekliye ayrıldı.

Cemil Meriç, 1954’te görme yetisinin zayıflaması üzerine geçirdiği bir dizi ameliyat

sonucunda gözlerini kaybetti. Hayatının geri kalan kısmını bu şekilde geçirdi. Bundan sonraki dönemde okuma ve yazma konusunda yakın çevresinden yardım aldı. 1974 yılında emekliye ayrılınca tüm zamanını eserlerine ayırdı. 1942’de evlendiği Fevziye Menteşoğlu’ndan Mahmut Ali ve Ümit (Meriç Yazan) adlı iki çocuğu oldu. 1984’te geçirdiği beyin kanaması sonucu felç oldu, sıkıntılı ve uzun bir hastalık döneminden sonra vefat etti. Karacaahmet Mezarlığında toprağa verildi.

İlk manzumesini on bir yaşında iken yazdı. Yayımlanan ilk yazısı “Geç Kalmış Bir Muhasebe”, "Yenigün" (23.9.1933) gazetesindedir. Ciddi anlamda ilk yazısı “Honoré de Balzac”, "İnsan" dergisinde (1941) yayımlandı. Aruz ve hece ölçüsüyle şiirler de yazmış olan Cemil Meriç, çok iyi özümsediği Batı düşüncesi ile Türkiye'nin batılaşması konularını incelediği eserleriyle tanındı. Batılı fikir ve sanat adamlarının adeta resmî geçitte olduğu eserlerinde Türk aydınlarının “müstağrib”leşmesini büyük bir yetkinlikle eleştirir, önce kendi kültürlerini tanımalarını ister. Yazılarında düşünür, sosyolog yanı ağır basar. Özellikle kullandığı bazı kelimeler mülkiyetine geçmiş gibidir. Kendisine has coşkulu üslubu ve temiz Türkçesi ile kırk kadar gazete, dergi ve ansiklopedi de yüzlerce makale yayımladı. Yazı ve çevirileri başlıca; İnsan, Amaç, 19. Asır, Gün, Yeni İnsan, Hisar (Fildişi Kuleden başlığı ile 1980'e kadar sürekli), Hareket, Yirminci Asır, Yurt ve Dünya, Yücel, Dönem, Çağrı, Türk Edebiyatı, Doğuş Edebiyat, Kubbealtı Akademi, Pınar, Köprü, Gerçek, Millî Eğitim ve Kültür gibi dergiler ile Yeni Devir (1980), Orta Doğu gazetelerinde yer aldı. Düşünce ve yazı hayatının en verimli yıllarında (1954’ten itibaren) gözleri görmüyordu. Okumalarına kızı yazar Ümit Meriç ve öğrencileri yardımcı oldu. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de maddeler yazdı. Umrandan

Uygarlığa adlı kitabıyla 1974 yılında ve Kırk Ambar adlı kitabıyla 1980 yılında Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü aldı. 1981 yılında Türkiye Yazarlar Birliğinin Üstün Hizmet Ödülünü Mehmet Kaplan ve Emin Bilgiç ile paylaştı. 1982’de Kayseri Sanatçılar Derneği'nden inceleme dalında ödül aldı. 1986 yılında Kültürden İrfana adlı eseriyle aynı kuruluşun fikir dalı ödülünü kazandı.

Cemil Meriç Kitapları - Eserleri

  • Jurnal
  • Kültürden İrfana
  • Mağaradakiler
  • Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb
  • Umrandan Uygarlığa
  • Bu Ülke

  • Bir Dünyanın Eşiğinde
  • Işık Doğudan Gelir
  • Sosyoloji Notları ve Konferanslar
  • Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist
  • Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık
  • Jurnal
  • Bir Facianın Hikayesi

Cemil Meriç Alıntıları - Sözleri

  • Klasik denilenlerin çoğu unutulup gitmiş zamanla. Klasiklerin en büyükleri yaşadıkları dönemde anlaşılmayanlar. (Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb)
  •  Kimse ne olduğumuzu bilmez, nasıl göründüğümüzü bilir. (Umrandan Uygarlığa)
  • ... bireycilik şaşkınlıkların ve hataların kaynağıdır. (Işık Doğudan Gelir)
  • Ve dünya bir gözyaşı vadisi, bir vehim, bir rüya... (Umrandan Uygarlığa)
  • servet her olayın can damarı hiçbir şey yapmazsanız zengin değilsiniz herkesin emeli zengin olmak yeteneğinde ahlakın da ölçüsü para (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
  • İnsana, doğru yolu gösterecek iki kılavuz: imanla ilim. (Işık Doğudan Gelir)

  • |Ne yazık ki, deva illetten daha vahimdir. (Bir Facianın Hikayesi)
  • “Vaktiyle bütün insanların kolayca kavradığı hakikatleri anlayamaz olmuşuz yavaş yavaş. İlâhi hikmet unutulmuş.” (Bir Facianın Hikayesi)
  • Mümin Tanrısıyla gönül gönüledir. (Bir Facianın Hikayesi)
  • Ne acılar kelimeye aktarılabilir, ne sevinçler. Güneş altında söylenmeyen ne kaldı?  (Jurnal)
  • Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın çocuğu için hem sütanne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır. (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
  • Sevdiğim bir başkasına tutkun. O bahtiyar rakip de başka bir dilberin esiri. Bana da sevmediğim bir kadın âşık. Sevdiğime de, sevdiğimin sevdiğine de, beni sevene de, aşk Tanrı'sına da, kendime de yuhhh! (Bir Dünyanın Eşiğinde)
  • sonra seni hatırlıyorum. birden zindanım aydınlanıyor. kuşlar cıvıldıyor içimde. (Jurnal)

  • Ölmek, unutulmaktır. Hatırlandıkça yaşıyoruz. (Jurnal)
  • Ne ararsan bulunur,derde devadan gayrı.” (Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb)
  • Saint Simon, o güne kadar bir fakirler yığını olarak ele alınan işçi sınıfına sosyal bir kişilik kazandırır. Artık fakir yok, fakir işçi var. Fakir kilisede avlusundan çıkmış, keşkülünü fırlatmış, çalışan bir insan olmuştur. Yoksuldur ama çalışmak isteyen bir yoksul. Ve çalıştığı halde fakir kaldığı için ahlak ve iktisat açısından ilgiye değer. Yoksuldur çünkü ya hakkı olan ücreti alamıyordur ya da işsizdir. Saint Simon iktisada yeni bir vazife yükler: fakirleri göz önünde bulundurarak toplumu yeni baştan düzenlemek. Çoğunluk ön plana geçiyordur artık. Bakışlar ücret verenden ücret alana, topraktan fabrikaya, çiftçiden demirciye çevirilir. (Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist)
  • “Aydın yanarak da aydınlatabilir, ama yıldızlaşacağını bilirse yanar, bir kova suyla söndürülen yangın olmak hazindir.” (Sosyoloji Notları ve Konferanslar)
  • Bugünkü sömürgeleştirme, 14. asırda doğdu. İki ihtiyacın çocuğudur: Baharat ve altın. (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
  • Şairin dediği gibi “Güleriz ağlanacak halimize”. (Jurnal)
  • kitapları oldukları gibi saklamak ve gelecek nesillere aktarmak büyük bir titizlik ve sadakatle sürdürülen bir iş olmuştur. (Işık Doğudan Gelir)