Bir Gün Tek Başına - Vedat Türkali Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Bir Gün Tek Başına kimin eseri? Bir Gün Tek Başına kitabının yazarı kimdir? Bir Gün Tek Başına konusu ve anafikri nedir? Bir Gün Tek Başına kitabı ne anlatıyor? Bir Gün Tek Başına kitabının yazarı Vedat Türkali kimdir? İşte Bir Gün Tek Başına kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Vedat Türkali
Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları
İSBN: 9786053140177
Sayfa Sayısı: 752
Bir Gün Tek Başına Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Vedat Türkali’nin edebiyatımızda klasikleşen eseri Bir Gün Tek Başına, toplumun kargaşasında birbirlerine tutunan insanların dramını ve umudunu anlatıyor:
“Ağır ağır çıktı odadan, banyoya girdi, şofbeni yaktı, suyu açtı. Büyük bir gürültüyle akan suya baktı, elini tuttu, ılıktı tam istediği gibi. Fakat yine de bir türlü giremiyordu suyun altına. Değişmek istemiyorum da ondan. Bu suyla birlikte içindeki her şey akıp gidecek. Sonra yavaşça girdi. Hiçbir şeyin akıp gideceği yok. Ne kolay öyle! Korkaksın da ondan. Her şey hemen değişiversin istiyorsun. Sanki daha mı iyi olurdu? O zaman da peşinden koşar, bir türlü yetişemezdin. Şimdi de geri kalıyorum; bak şimdi de… Altından çekiliverdi, çok kızmıştı su. Gözlerindeki sabunları akıtmak için uzattığı eli bile zor dayanıyordu. Sende iş yok oğlum. Bu sıcak, beriki soğuk… Öteki sert, beriki yumuşak… Ömrünce sınırda kalacaksın. Sende iş yok oğlum, sende iş yok… Biraz ferahlamıştı. Şofbeni ayarladı, tekrar girdi suyun altına. Her vakit böyle olurdu. Sonunda dönüp dolaşıp kesinlikle kendini suçladı mı bitirirdi. Söyleyecek söz kalır mı? Ben, böyleyim… Bitti… Artık savunma bile boşuna. Değil mi ki değişmez… O vakit bırakırsın yaşamayı kendi yoluna, yürür gider. Sonra yine kımıldamaya başlar birikenler. Sonra yine kızgın su. Ya da bir diş ağrısı. Ola ki bazı görmeden bastığın asfalta yayılmış yemyeşil bir balgam. Bir vapurun kaçması…”
Bir Gün Tek Başına Alıntıları - Sözleri
- "En iyisi düşünmemek!.."
- "Sizin yıkılışınızı görmeden gitmeyeceğim..."
- "Ben nasıl kırgınım biliyor musun? Her şeye, herkese, başta kendime."
- En iyisi doğaya karışmak, bir kaya olmak açık deniz kıyısında!
- Ne aşağılık dünyadayız...
- Hiçbir partiden değilim. Sizden yanayım ben. Çalışan, namuslu, fakir fukaradan yanayım, işçiden yanayım.
- Demokrasi yapacaklarmış pezevenkler!... Halksız, işçisiz demokrasi olur mu be? Koyun sürüsü ettiler milleti...
- Ne aşağılık dünyadayız...
- Sadece okumaya yarıyorsa kitaptan iyi afyon yok!…
- İnsan içinde bulunduğu ortama göre insandır.
- Güzel günler gelecek. Bize de bir şeyler düşer.
- "Her yeri kaplamış bunca pisliğin rastlantısı mı olur? İyiler rastlantıdır ancak."
- Hep kendimizi sıkarak yaşıyoruz, demir kalıplar içindeyiz.
Bir Gün Tek Başına İncelemesi - Şahsi Yorumlar
"KÜÇÜK BURJUVA DUYARLILIĞI" ve TÜRKALİ'NİN ÖCALAN'A SELAMI...: Vedat Türkali’nin başyapıtı olarak gösterilen Bir Gün Tek Başına, 1960 askeri darbesine giden sürecin arka planda devam ettiği bir aşkı konu alır. Eski bir devrimci olan Kenan, bir sorgu esnasında gördüğü şiddet üzerine bu yoldan fiilen ayrılmış, peşinden evlenmiş ve bir çocuk sahibi olmuştur. Bir kitabevinde çalışmakta olup aynı zamanda eski bir öğretmendir. Kısaca dışarıda bakıldığında mutlu, huzurlu bir aile izlenimi verirler. Ancak bu görüntünün altında Kenan derin bir bunalım içindedir. Öyle ki, kendisini bir kimlik karmaşası içinde bulur. Bir devrimci midir yoksa küçük bir burjuva mı? Sadece kendi hayatına mı bakmalı yoksa toplumsal sorunlarla yakinen ilgilenmeli midir? Peki Nermin’i eskisi gibi seviyor mu yoksa bu da bir küçük burjuva duyarlılığı mıdır? Bu ve buna benzer ikilemleri bilhassa Kenan’ın içsel konuşmalarında görürüz. Kenan, açık denizde yelkensiz, pusulasız bir gemide yol alan ve her an bir buzdağına çarpabilecek müstakbel bir kazazededir. Bir açıdan İvan Gonçarov’un Oblomov’unu anımsatır ancak Oblomov, Kenan’a göre çok daha sempatik ve daha çok hayatı boşlamış bir karakterdir. Kenan, bir gün felsefe bölümünde okuyan genç bir kız olan Günsel ile tanışır ve anında aşık olur. Bir süre sonra onunla birlikte olarak eşi Nermin’i aldatır. Ancak, Kenan’ın kaybolmuş ruh hali burada da kendini bizlere gösterir: Bir yandan Günsel ile birlikte olurken akşamında Nermin’e de karşı koyamayarak, onunla da birlikte olur. Günsel, onun için sadece bir gönül ilişkisi manasına gelmemektedir, hatta ona bu kadar bağlanmasının altında bence, Kenan’a eski günlerini hatırlatması yatmaktadır. Günsel’le olunca, onun için mücadele edince, bir amaca sahip olduğu, hayatın çok daha belirli ve canlı olduğu gençlik yılları aklına gelmektedir. Kitaptaki leitmotive uygun dile getirecek olursak, Günsel’e yakın olduğu sürece “küçük burjuva duyarlılığı”ndan uzaklaşmakta ve eski devrimci günlerine dönmektedir Kenan. En azından ona yakın hissetmektedir. Buna karşın, aşkın kendisi de bir küçük burjuva duyarlılığı mıdır sorusuyla yüzleşirler. Bu noktada Günsel’in de aslında Kenan gibi kendini arayan, belirsizlik içinde yüzen bir gemicik olduğunu anlıyoruz. Bunlar yaşanırken arka planda da 1960 darbesine giden süreçten bahsedilmektedir. Ancak bunlar nispeten biraz fazla geride gitmektedir. Baba karakteri de zannımca, Vedat Türkali’nin düşüncelerini dile getiren ses olma vazifesi görüyor romanda. Romanın en sevdiğim yanı, karakterlerin içsel konuşmalarıyla çatışmalarının ve bunalımlarının okura yansıtılması oldu. Ancak bunun dışında, giderek daha çok sıkılmaya başladım, öyle ki, kitabın sonuna dair merakım da epey azaldı. Okurken bence Kenan ve Günsel’den birisi intihar edecek, diğeriyse erginleşmesini başarıyla sağlayacak dedim kendi kendime. Tabi bu tahminim doğru mu bir şey demeyeceğim. Sonuçta kitabı yarım bıraktım, daha sonra internetten tahminim doğru çıktı mı diye baktım. Türkali’nin leitmotiv olarak kullandığı “küçük burjuva duyarlılığı” lafzından bir noktadan sonra bana gına gelmeye başladı. Öyle ki, tüm o içsel konuşmalar bir noktada buraya çıkıyor, onca diyalog bir noktada buraya çıkıyor ve artık diğer sayfalardaki içsel konuşmaların veya diyalogların henüz başındayken, içimden bunların nasıl ilerleyeceğini ve nasıl noktalanacağını tahmin eder oldum ve bir elim çenemde “üff”leyerek okur hale geldim. Tutunamayanlar’ın leitmotivi Olrıc bile bir noktada okuru bu noktaya taşıyabilir; bundan dolayı bu tekniği kullanmak bence epey riskli. Bununla birlikte bence Oğuz Atay, Türkali’ye göre çok çok daha başarılı bu konuda. Bu hususta son olarak, vurgulanan sadece küçük burjuva duyarlılığı da değil, “üff ne saçma şeylerle kuşatılmışız,” gibi vurguları bizzat karakterlerin ağzından sık sık duyarız. Bence, bunu karakterlerden duymaktansa karakterlerin ruh hallerinden, bir başka karaktere olan yersiz öfkelenmelerinden, bir bakkaldan para üstünü alırken dalıp gitmesinden, sabahleyin şehrin üstünü kaplayan fabrika dumanlarından hareketle işçilerin yaşadığı zorlukların edebi bir anlatımla ortaya konmasından, işçilerdeki ve de halktaki bilinçsizliğin yarattığı sonuçları romandaki işleyişe daha organik şekilde bağlı olarak anlatılmasından ve buna benzer yol ve yöntemlerle biz okurlar, kendimiz çıkarabilmeliyiz. Öte yandan, kitabın siyasi yönünün ağırlığı fazla olduğu için verilen mesajlara da dikkat etmek gerekiyor. Dışarıdan bakan, siyasete uzak bir okur bu romanı okusa, bence, devrimcilik hakkında epey olumsuz bir izlenim edinebilir. “Türkü söylerken de emekçiydi,” benzeri pek çok diyaloğa denk gelince okurda, haliyle devrimciliğin oldukça basit, gösterişe dayanan ve adeta parka giyer gibi herkesin giyebileceği bir şey olduğu izlenimi veriliyor. Öyle ki, devrimci karakterler, devrimci gibi su içerler, devrimci gibi yemek yerler, devrimci gibi sever, devrimci gibi aldatırlar, devrimci gibi yol boyu yapıp, devrimci gibi polise bakarlar, devrimci gibi çay sigara yapıp, devrimci gibi uyurlar. Karakterlerin devrimciliğini biz okurlar, daha çok onların romanda girişecekleri eylemlerle görsek ve onların birbirleriyle olan diyaloglarında benim biraz mizahi olarak ele aldığım durumda önümüze koyulmasalar çok daha iyi olurdu. Bununla birlikte, bu ve benzeri noktalara denk gelip sayfalar geçtikçe, sanki iyi bir insan olmanın tek yolunun devrimci olmaktan geçtiği gibi bir mesajla karşı karşıya geliyoruz. Nermin gibi evine, kocasına ve evladına bağlı, düşünceli, fedakâr bir kadın sanki sırf devrimci değil diye ya da küçük burjuva duyarlılığına sahip diye kötüymüş gibi sunuluyor. Ayrıca Nermin’in, Kenan’ın isteğiyle işinden ayrılmış olduğunu da öğreniyoruz. Diğer kötü karakter diyebileceğimiz kişi, Kenan’ın arkadaşı Rasim. Bunda gerçekten kötü özellikler mevcut: kendi çıkarlarını çok önceleyip, usulsüz işler peşinde koşan biridir. Ama bence, iyi bir arkadaştır, çünkü Kenan tarafından sürekli aşağılansa da hatta zaman zaman küfür de yese hep Kenan’ın yanında duruyor. Bence Kenan gibi birine böyle bir arkadaş çok bile. Eğer Rasim, parka giyse ve sol elini yumruk yapıp havaya kaldırsa muhtemelen iyi biri olarak sunulacaktı ayrıca. Romanın dört yüz küsur sayfalarına geldiğimde Baba karakteri, mevzuyu felsefeye de getirdi, tabi olumsuz olarak. Halihazırda romandan epey sıkılmışım, artık bırakma zamanım geldiğine karar verdim. Zira, eskiden elime aldığım her kitabı ne pahasına olursa olsun bitiren bir okur olarak, yakın zamanda aldığım bir kararla artık çeşitli nedenlerle ilerlemeyen veya benim içinde ilerleyemediğim kitapları bitireceğim diye zorlamayacağım. Vedat Türkali’nin bu kitabı da maalesef bu yönde bir deneyim oldu benim için. Şunu da net ve açık şekilde söyleyeyim: kitabı beğenmeyip yarım bırakmam ve eleştirilerim sadece ve sadece romanın içeriği, verdiği mesajlar ve edebi yönü nedeniyledir. Bunu neden belirttiğimi, yazarın bazı fikirlerine değineceğim aşağıdaki kısmı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. _____ Youtube’da bir videoyu izlerken, Vedat Türkali’nin adı geçti. Video sahibi, Çözüm Süreci esnasında HDP heyetinin Öcalan ile gerçekleşen görüşmelerinin bulunduğu bir kitaptan, Öcalan’ın Türkali’ye selam yollamasını dile getirmişti. Videonun üzerine eğildiği ana konu bu olmadığı için bununla alakalı başka bir şey yoktu. Ben merak edip araştırmak istedim. Türkali de Öcalan’a yazdığı başka bir kitabını yollamış, fikirlerini öğrenmek istediğini iletmiş. Daha sonra Türkali’nin basına verdiği demeçlere bakınca, aslında çok bilindik bir şey olduğunu düşündüm ama zannımca sitede benim gibi bunları bilmeyen pek çok insan vardır. Tahminim o ki, Türkali’nin hayatına dair başka noktalar, farklı incelemelerde dile getirilmiştir, o halde ben de değinilmeyen bu yönünü aktarmış olayım. Bu noktada şunu belirteyim: Türkali’nin romancılığı farklı bir konudur, siyasi vb. fikirleri farklı… Yine, Türkali’nin edebi eserleri, onun siyasi vb. fikirleri nedeniyle bence kötülenmemelidir, hatta bu durum tüm yazarlar için geçerli olmalıdır ama maalesef bu konuda genelde tam tersi olmaktadır. Benzer şekilde bence, bir edebi eser, yazarının siyasi vb. fikirleri nedeniyle beğenilmemeli, güzellenmemelidir. Ama maalesef, toplum olarak bu ayrımları yapamıyoruz. Herkesin internetten rahatlıkla erişebileceği Türkali’nin Öcalan, PKK konularındaki bazı düşünceleri şu şekildedir: “Kürt halkı bu süreçte de başarılı olacaktır. Kürtlerin politik olarak oldukça bilinçli bir halk olduklarını düşünüyorum. Dilerim, yakın zamanda dağdaki ve sokaktaki çocuklarımız kucaklaşırlar. Gidişatın iyi olmasında, Newroz mektubundan dolayı kutladığım ve ŞU ANA KADARKİ TUTUMUNDAN DOLAYI BÜYÜK BİR SEVGİ ve SAYGI BESLEDİĞİM ABDULLAH ÖCALAN’IN da önemli bir rolü var. Özellikle Newroz mektubunda, kimi sorunlu yerlerin bulunduğunu kabul ediyorum, ama çözüm diye bir süreçten bahsediyorsak, sonuca bakmak gerekir. Onun tutumu ve söylemleri, dağları ve yolları açacak nitelikte.” http://www.agos.com.tr/tr/yazi/16375/vedat-turkali-nin-ardindan-zulmun-oldugu-yerde-direnis-de-olacak -Sırrı Süreyya kitabı Öcalan’a götürdü. Öcalan da teşekkür etmiş, sizi özlediğini söylemiş. Ne hissettiniz? Sırrı dedi ki “Kitabı elimle vereceğim, dediklerini de gelip aynen anlatacağım”. Gelecek herhalde… -Kürt hareketini hep desteklediniz. Çözüm sürecinden umutlu musunuz? Barıştan başka çaremiz yok. Evvelsi gün Remzi Kartal telefon etti. Çok iyi tanırım. Bir zamanlar Bağımsız Kürdistan hayali kurarlardı. Onlara dedim ki “Çocuklar, gerçekçi olun. Bağımsızlığınıza karşı değilim ama bugünkü dünya şartlarında Kürtlerin ve Türklerin mutlaka dayanışma görevleri var”. Türkiye Komünist Partisi 1925 Programında, “Biz büyük kitleler halinde yaşayan Kürtlere ve Lazlara, eğer isterlerse ayrı bir devlet kurma hakkını bahşederiz” diyor. Diyor ama bunu 1925’te diyor. -Peki, sizce Kürtler ayrı bir devlet kurmalı mı? En güzeli Türklerin, Kürtlerin ve Türkiye içindeki tüm halkların birlik içinde olması. Bunda büyük fayda var. Türkiye’de yüzlerce çeşit çiçek var. Ermeniler, Rumlar, Gürcüler, Arnavutlar, Yahudiler, Çingeneler… Hepsi bu toprağın insanları. Öcalan da aynı şeyi söylüyor, onu bu yüzden tutuyorum. “Hep beraberiz, birbirimizi destekleyeceğiz” diyor. -Ama tam aksine Öcalan’ın bölücü olduğu söyleniyor… Öcalan’ı batırmak için söylemedikleri adi yalan laf kalmadı. Bak kızım, bu Kemalistler çok adice bir oyun oynadılar. Kürtlerin ilk yanılgısı Diyarbakır’daki Kürt Said isyanıydı. Kürt Said, Mustafa Kemal’in hilafeti kaldırmasını isyan sebebi saydı. Siz “Ulü’l emre itaat etmediğiniz için başkaldırıyoruz” dedi. Halbuki “Biz Kürdüz, haklarımız çiğnendi” demeleri gerekirdi. Diyemediler. Kendileri de farkında değillerdi belki de… Yanlış orada başladı. Bu olaydan sonra Kemalistler kurnazlık yapıp, Kürt meselesinden söz edenleri irtica ile suçladılar. Hayır ulan, irtica değil Kürtler ayaklandı! (Elini masaya vuruyor…) Kürt ayaklanması Öcalan gibi bir adamın öncülüğüne geçince birlik beraberlik mümkün oldu. -Peki, ÖCALAN’IN ya da KÜRT HAREKETİNİN HİÇ HATASI YOK MU? BENİM CİDDİ ELEŞTİRİ YAPABİLMEM İÇİN YÖNETİCİ KADROYU TANIMAM, ONLARLA YAŞAMAM, ÖYLE DEĞERLENDİRMEM LAZIM. +++ Bu noktada ben araya girmek istiyorum. Türkali, Kemalist yönetim veya diğer Cumhuriyet yönetimlerinin ona göre hatalarını dile getirmek için Kemalist yönetim veya diğer Cumhuriyet yönetimlerini tanımak, onlarla yaşamak gereği duymuyorken; PKK için duymakta. PKK’nın ve Öcalan’ın kendisinin kabul ettiği katliamları bile birer hata olarak aklına getirmiyor veya bu yönde değerlendirme gereği duymuyor izlenimi veriyor. Örneğin, Türkali’den en azından birer hata olarak şunları ele almasını beklerdim: “Siirt'in Baykan ilçesine bağlı Derince köyünde 21 Ekim 1993'te PKK'lı teröristlerin okul bahçesinde kurşuna dizdiği 13'ü çocuk 22 kişinin acısı aradan geçen 23 yıla rağmen unutulmadı. Henüz 3 yaşında kefene sarılı bedeni kurşunlanmış küçük Serkan'ın fotoğrafını çeken gazeteciler, terörün acımasız yüzünü dünya kamuoyuna da göstermiş oldu. Terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan da bu katliamdan sonra "bebek katili" olarak hafızalara kazındı. Şırnak'a bağlı Ortabağ köyünde 22 Ocak 1987'de düğünevine bombalı saldırı düzenleyen terör örgütü PKK, 2'si çocuk, 4'ü kadın 8 kişiyi katlettikten bir gün sonra Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Gündükörte mezrasında ise 2'si bebek, 5'i çocuk 10 kişiyi katletti, 10 kişiyi de yaraladı. Mardin'in Nusaybin ilçesine bağlı Açıkyol köyüne 7 Mart 1987'de saldıran teröristler 6'sı çocuk 8 kişiyi kurşuna dizerek katliamlarına devam etti. Teröristler, Mardin'in Ömerli ilçesine bağlı Pınarcık köyüne 20 Haziran 1987'de düzenledikleri baskında 16'sı çocuk, 6'sı kadın 30 kişiyi hunharca katletti. Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Haraberk mezrasına 8 Temmuz 1987'de saldıran teröristler aynı aileden 7'si çocuk, 2'si kadın 9 kişiyi öldürdü. Aynı gün aynı saatlerde bir başka grup da Peçenek köyünü basarak, 16 kişiyi kurşuna dizdi. Şırnak'ın Çiftekavak mezrasını da basan PKK'lılar, 2'si hamile 5'i kadın, 4'ü çocuk 11 kişiyi katletti. Şırnak'ın Yağızoymak köyünde 28 Mart 1988'de teröristler 9 çobanı boğarak katletti. Örgüt, öldürdüğü çobanların köy korucusu olduklarını iddia etti. Aynı yıl Dargeçit ilçesine bağlı Sümer köyünü basan teröristler, 3 öğretmeni katletti, birini de yaraladı. Bölücü terör örgütü PKK, 1990 ve sonraki yıllarda da güvenlik gücü sivil ayrımı yapmadan katliamlarına devam etti. Elazığ'ın Kovancılar ilçesinde 21 Mart 1990'da yol kesen teröristler, 9 mühendis ve bir işçiyi kurşuna dizdi. Aynı yıl bu kez 11 Haziran'da Şırnak'ın Güçlükonak ilçesine bağlı Çevrimli köyündeki korucu evlerine saldıran teröristler, 12'si çocuk, 7'si kadın 27 kişiyi katletti.” https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/pkknin-sivil-katliamlari-hafizalardan-silinmiyor/1020357 +++ "Ben bu bloğun adaylarına çok güveniyorum. Hem Türk hem Kürt adaylarına güveniyorum. Mesela Sırrı Süreyya Önder var. Çok yiğit bir oğlan, çok namuslu bir adam. Mersin adayı Ertuğrul Kürkçü var, Akın Birdal var. Kürt adaylar içinde ise en çok Leyla Zana'ya güveniyorum. Geçenlerde Diyarbakır'ın bir köyünde 'oylarınızı gerillaya verin' demiş diye ortalığı ayağa kaldırdılar. Ya baba ben de oyumu gerillaya vereceğim. Ama gerilla ölsün öldürsün diye değil, gerilla dağdan insin, silahlar bırakılsın diye oyumu veriyorum." "Biz Abdullah Öcalan'a çok uzun süre kuşkuyla baktık. Bugünlerde Cengiz Kapmaz'ın kitabını okudum. Herkese tavsiye ederim. Öcalan'ın İmralı günlerini anlatıyor. Çok sevdiğim bir Kürt var Bodrum'da 'Sayın Öcalan' demiş diye övgüden ceza almış. Bugün o kitapta görüyoruz ki, İmralı'ya gitmeyen kalmamış. Bizden başka herkes gitmiş gelmiş meğer. Genelkurmay da MİT de, polis de gitmiş... Bunların hepsi sayın değil mi? Peki bu kadar 'sayın' olan adam 'sayın' olmayan birine neden gidiyor? Ben şimdi burada 'sayın Öcalan' desem ceza mı alacağım. Vallahi razıyım, hiç umurumda da değil. Bu devlet bu kadar saçma sapan işlere vakit ayırmamalıdır. Vallahi ayıp. Bakın bu bir fırsattır, bu adam çözebilir bunu. Ben de çözmesinden yanayım. Bugün Türkiye koşullarında bu vatanı hesaba katarak, Türkle Kürtlerin barışması için her türlü çabayı gösteren adam (Öcalan) bu. Açın okuyun. Ben uydurmuyorum bunları. Benim arkadaşım akrabam falan da değil. Gerçekçi olmak lazım. BEN BU ADAMA VATANSEVER DEMEYECEĞİM DE çözüm için mağarada titreşerek bekleyen 7 tane Kürdü öldürene, öldürme emrini veren adama mı vatansever diyeceğim? Bakın diyor ki adam (Öcalan) "Başbakan bir söz söylesin ben bütün silahlı güçleri bir yerde toplayayım." Ve bu gücü de var. Ben Öcalan'ı görmek de istedim ama izin vermediler. Diyarbakır cezaevini görmek istedim izin vermediler. Öcalan'la konuşursam bu devlet ne kaybedecek ya? 12 yıldır içerde zaten. Kimseyle bir teması yok. Buna rağmen büyük irade gösteriyor. SELAM ve SEVGİ O'NA BENDEN... 'Sayın' demiyorlarmış peki bu kadar 'sayın' olan adam niye O'na gidiyor? Ben 'sayın' değil miyim? Bu Kan bitsin, Türk Kürt birbirini öldürmesin." https://t24.com.tr/haber/vedat-turkali-ocalan-sayin-degilse-neden-ona-gidiyorlar,148884 https://youtu.be/sLjQTDJ0fm0 Vedat Türkali, "Dağdakiler terörist değil, Öcalan da terörist değil" dedi ve ekledi: "Terörizmin işe yarayacağına hiçbir zaman inanmadım. Ama Diyarbakır Cezaevi'ndeki o binbaşı üç kurşunla vuruldu. Sevindim. Çünkü hak ettiği belaya kavuştu. Bu iş sadece askerler meselesi değil. Sivil iktidar oluşuyor. Sanıyor musunuz ki en ağırını bu sivil iktidar yapmayacak! Yapacaklar tabi ki." https://www.demokrathaber.org/guncel/vedat-turkali-kemalist-rejim-cok-zalimdi-h5401.html Öcalan, geçtiğimiz günlerde AKP’nin başlattığı Kürt açılıma destek veren Vedat Türkali’ye gönderdiği mesajda şunu söyledi: “Kürtler ve Türkiye devrimci-demokratik hareketi arasındaki ilişkinin romanlaşması önemlidir. Bunu en iyi yapabileceklerden biri de Vedat Türkali’dir. Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye devrimci-demokratik hareketi çok daha önce bir araya gelmiş olsalardı, Türkiye’nin şu andaki hali çok başka olurdu. Kürt Özgürlük Hareketi’nin geldiği konum ile Türkiye devrimci-demokratik hareketinin bulunduğu konum bellidir. Bunun en canlı örneği, abidesi Vedat Türkali’dir. Kürtlerle komünistler, sosyalistler, devrimciler, demokratlar arasındaki manevi bağı, ilişkiyi, birlikteliği, umudu ve bunun gerçekleşeceğini yazabilir.” https://odatv4.com/siyaset/ocalan-baykal-komplosuna-ne-dedi-1405101200-10186 ___ Çoğunlukla insan, kendi ideolojisine yakın bulduğu yazarların olumsuz özelliklerini görmezden gelme eğilimindedir. Olumsuz diyorum, çünkü, bu özellikler veya sözler, bir başka yazarın olsa, yani kendi ideolojisinden farklı bir yazarın olsa, şiddetle karşı çıkar veya en azından görmezden gelmez. Buna çok sık şahit olabiliriz. Yakın zamanda ölüm yıldönümü nedeniyle gündeme düşen Yılmaz Güney özelinde olduğu gibi. Bir başkası, devletin hakimini öldürünce doğal olarak ayağa kalkan ve yıllar geçse bile bunu unutmayıp, tepki koyabilen insanlar, söz konusu katil, devrimci olmasıyla tanınmış ünlü biri olunca suspus oluyorlar veya onu oldukça mantıksız argümanlarla savunmaya çalışıyorlar. Bu noktada yine belirtme gereği duyuyorum, zira insanlar, başkalarını dinlerken de aşırı ideolojik yaklaşıp, dost mu düşman mı bu, ona göre davranayım tavrına sahip oluyorlar, Güney’in filmleri izlenebilinir, kitapları okunulabilinir ve bunlar beğenilebilinir ancak, sırf bu adam sol elini yumruk yaptı diye işlediği cinayetten sıyrılamaz, aklanamaz veya yaptığı diğer kötü işlerden… Öte yandan ben, Türkali’yi aşırı yanlı buluyorum bu açıklamalarında, bilhassa yukarıda ayrıca belirttiğim nedenle. Öcalan’ı bir vatansever olarak niteleyen, onu çok sevdiğini ve saydığını belirten bir kişiye de sempati duymam oldukça azalıyor. Ama bunlar benim onun kitaplarını okumama mani değil. Ben bunu daha önce defalarca başka yazarlar söz konusu olduğunda da belirtmiştim ve hala aynı noktadayım. Çünkü bir incelememde attığım başlıkta da dediğim gibi, “Edebi Laiklik”tir benim tavrım bu konuda. Buna karşın Vedat Türkali’nin başka bir eserini en azından uzun süre okumayı düşünmüyorum. Nedenleri, başlarda izah ettiğim üzere tarzını beğenmemem, edebi açıdan bana hitap etmemesi. Daha önce Fatmagül’ün Suçu Ne’yi okumuştum, o çok kötüydü. Haliyle okuma tercihimi, daha değerli yazar ve kitaplardan yana kullanacağım. Keyifli okumalar (Kaan)
Karamsarlığın , Ürkünün , Korkunun Taşlaması...: Günaydınlar kokocambolar .. Bir başka "tanıtım" yazısından daha herkeşlere merhabalar .. Lafı uzatmadan ,her zaman olduğu gibi ben yazar hakkında bir kaç kelam edeyim, sonrasında kitaptan ve geçtiği döneme dair yine bol bol konuşuruz .. Vedat Türkali olarak tanıdığımız Abdulkadir Pirhasan , Atatürk' ün Samsun' a çıkışından tam altı gün evel doğmuş bir isim .. Dar gelirli bir ailede dünyaya geliyor .. Yoksul bir çevrede oturmaktalar o günlerde .. Kendi anlatımından bildiğimiz kadarıyla "yobazlık" kertesinde muhafazakar bir baba ve onun hükmettiği bir aileye sahip .. Gün geliyor , okul çağına eriyor.. O dönemler eğitim öğretim seferberliğinin hızlı yılları.. Yalnız laik eğitim sisteminden şikayetçi olan ve oğlunun hafız olmasını isteyen baba ile o dönemlerde Kemalist olan Abdulkadir arasında soğuk rüzgarlar esmekte .. Baba her ne kadar oğlunu zorla hafız yapsa da oğul okumayı seçiyor.. Yukarda da bahsettiğim üzere yakalarına yapışan dar gelirlerinden ötürü türlü türlü işler yapmak zorunda kalıyor Vedat Türkali .. Tütüncülüğe varıncaya kadar .. Ortaokul günlerinde annesini kaybeden yazar, liseye başladığı dönemlerde ve gizliden gizliye okuduğu Nazım Hikmet şiirlerinin de etkisiyle çevresine daha farklı bir gözden bakmaya başlıyor.. Liseyi bitirip , gözünü üniversiteye diktiğinde ise artık hedefi belli .. Türkoloji okuyacak .. İstanbul Üniversitesi' nin açtığı ve sadece iki kişinin alınacağı sınavlara giriyor büyük bir ümitle .. Ve dördüncü oluyor hüsranı yaşayarak .. Hani derler ya bir kapı kapanırsa bir diğeri açılır diye .. Tesadüf bu ya , o sıralarda Savunma Bakanlığının Tıbbiye' de öğretmenlik yapmaları için çeşitli fakültelerde öğrenci okuttuğu bilgisi çalınıyor kulağına .. Yapıyor başvurusunu ve Türkolojiye kapağı atıyor.. Artık bir Türkoloji öğrencisi ama üzerinde "üniforma" olanından .. Asker oluyor sizin anlayacağınız .. Bir garip çizgi , bir garip hayat onunkisi .. Tabii 40 'lı yıllar biliyorsunuz ki Almanya ile yakınlaştığımız , turancılığın , ırkçılığın ve soy ile kan üstünlüğüne dayalı nazizm rüzgarlarının sert estiği dönemler.. Okuldaki siyasi ve genel hava da tam anlamıyla bu yönde .. Kaydını yaptıran Vedat Türkali daha ilk günlerden anlıyor ki yanlış bir seçim bu yaptığı .. Pişman oluyor olmasına ama elden ne gelir .. Lakin şans yüzüne gülüyor bir kez daha .. İlerde "Saatleri Ayarlamak için Enstitü" kuracak ve hepimizin canından çok sevdiği o MUHTEŞEM, o GADDAR , o ACIMASIZ Zombi Zarife Hala karakterine can verecek olan yazar/ahmet-hamdi-tanpinar ve profesörlerin kutbu Ordinaryus Profesör yazar/Fuad-Koprulu 'nün öğrencisi olmaya hak kazanıyor .. Eğitimin kalitesine ve o günlerde okuyan insanların şansına bir bakar mısınız ?!? Bugün bu anlattığım olay aklımızın köşesinden kuyruklu yıldız olup katrilyarlarca ışık yılı uzağımızdan dahi geçemez !! Çok şey öğreniyor haliyle onlardan .. Tabii içinde bulunduğu üniforma da sıkmaya başlıyor kendisini inceden inceye .. TKP' ye yakınlık duyuyor bu sıralarda .. Bir başka isimle karşılaşıyor tam o günlerde okuduğu kitaplarda.. Babası eski bir Kuvayı Milliyeci olan ,marksist düşüncenin ve cephenin Türkiye' de önde gelen isimlerinden biri olarak bilinen yazar/hikmet-kivilcimli ile .. Ki biz onu bu romanda "BABA" karakteri olarak okuyacağız .. Uzadığının farkındayım ama 40 'lı yıllar deyince ve bu dönemi sola yakın yazarlarımızla bir kesişim kümesine dahil ettiğinizde aklınıza anayasanın o günkü hangi maddesi geliyor? Pek tabii ki o ünlü 141 ve 142 . madde !! Kaçar mı be caniko ?!?!? =)) Hal böyle olunca 9 yıllık bir hüküm ile hapis hayatı başlıyor .. Öğretmenlik gidiyor elden .. 7. yıl şartlı tahliye ile salıyorlar kendisini .. "Ekmeğimi kazanırım emeğimle ben de!" diyor , gidiyor bir başka 141 hükümlüsünün kapısına.. Çalıyor kapıyı .. Açan yazar/Rifat-Ilgaz !!! "Gel" diyor , "seninle bir yayınevi kuralım arkadaş!" "Tamam" diyor bizimki .. Kuruyorlar "Gar Yayınevini"... Kurmaya kursunlar emmeeğ kitap/karartma-geceleri--175244 ' nden idmanlı siyasi polisimiz ve jurnalcileri huzur verir mi !? Hele de o günlerde valiz içinde yurda gomanizm sokmaya çalışırken yakalanan ve ilerde o günleri bize kitap/poliste--19515 isimli kitabıyla anlatacak olan yazar/Aziz-Nesin ' i ( BABA SAYGILAR !) enselemişlerken ?!? =)) Olmuyor uzun lafın kısası .. Napalım napalım derken ... Çirkin Kral yazar/yilmaz-guney ile yolları kesişiyor .. Güney diyor ki bizimkine , "Gel kardeşim bize senaryo yaz .. Senarist hamuru var sende." "Tamam" , diyor yine bizimki .. Ama o yıllarda Amerika'nın dümen suyuyla teeeee Korelere dek yelken açıp komunizm kovalayan ve sınıfsal tüm uyanışları , edinilmek istenen tüm çalışma ve özlük haklarını komunizm şiarıyla kovuşturan hükümet buna izin verir mi ? Başlıyor mu senaryolar takır takır sansür kuruluna takılmaya .. Bizimki "TOPLUMCU GERÇEKÇİ" bir yazar lakin iş olacak gibi değil .. İşte hepimizin bildiği yazar/Vedat-Turkali ismini o günlerde kullanmaya başlıyor .. Sansüre takılmamak adına .. Tıpkı Mehmet Nusret - Aziz Nesin , Kemal Sadık Gökçeli - yazar/yasar-kemal , Mehmet Raşit Öğütçü - yazar/orhan-kemal , İsmail Kemalettin Demir - yazar/Kemal-Tahir örneğinde olduğu gibi .. Gördüğünüz üzre gayet ironik ama sansürleyip yok etmeye çalıştıkça, Türk Edebiyatının tüm Amiral Gemilerini kendi elleriyle inşa ettiler!! =)) Neyse efenim.. Vedat Türkali uzun yıllar senaryo yazıyor.. Ta ki 1974 yılına kadar .. Sene 1974'ü gösterdiğinde ilk romanı ve tartışmasız efsanesi kitap/bir-gun-tek-basina--443 ' yı yayınlıyor .. 750 sayfa !! Dile kolay ! Türk milleti pek çok şeyle övünebilir lakin bunların arasında okuma alışkanlığı maalesef ki yok .. "Sen" , diyorlar, "aklını kaçırmışsın be adam! Bunu kimse okumaz." Bir röportajından buna verdiği cevabı aktarıyorum .. Buyrun okuyun : “Şunu vaat ediyordum, ilk elli sayfayı okuyan kitabı elinden bırakamayacak. Büyük bir iddiaydı ama bir yandan da umarım haklı çıktım derdim içimden tabi. Haklı çıktım. " Haklı çıktı !! Haklı çıktı çünkü roman büyük sükse yapıyor.. O günden bugüne dek kaç ayrı yayınevinden, kaç ayrı baskısı çıkmış .. Bendeki Ayrıntı Yayınları dahi 10. baskı ( Sizin KARALTINIZ KALKA !!! ) ..Bakın buraya kadar sürekli yazardan bahsettim .. Niye ? Niyesine yazar/yasar-kemal çok kullandığı ve kullanmayı da çok sevdiği meşhur cümlesiyle cevap versin.. "Her yazarın KENDİ ÇUKUROVASI vardır." Vedat Türkali' nin Çukurova'sı kentler .. Toplumcu gerçekçi yazarlarımızın pek çoğunun aksine köyleri değil, kentleri mesken tutmuş kendine .. Yukarda hayatına dahil olmuş tüm o saydığım değişkenler ve isimler , hatta ve hatta Tanpınar' a varıncaya kadar dahil olmuş romanlarına .. Bu romana gelecek olursak .. Öncelikle sayfa sayısı sizi KESİNLİKLE korkutmasın .. Bana güvenin !! Senarist olmasının verdiği etkiyle olguları , mekanları, kent insanının içine düştüğü buhranları diyalog ağırlıklı olarak öyle güzel anlatmış ki, okurken zihninizde biriken bu artı değerleri işlemek ya da birleştirmek zorunda dahi kalmıyorsunuz .. Olayı birebir yaşıyorsunuz.. Bu kitabı okumak tıpkı koltuğunuza kurulup , önünüzde açılan bir portaldan , bir pencereden , full hd seçeneği ile hiç ama hiçbir ayrıntıyı kaçırmaksızın Adnan Menderes dönemi Türkiye'sini izlemenizi mümkün kılıyor .. Çok iddaalı oldu di mi? Okuyacaklar , okuduktan sonra geri gelsin yorum yazsınlar.. Biliyorsunuz sizlere tanıttığım kitaplarda asla Ali yazıyor , Veli gözün kör ossun diyip ,gelip bozuyor kelli olay aktarımı yolu izlemiyorum .. Burda da romandaki 27 Mayıs Darbesi öncesi dönemde arzı endam eden buhranlı kent insanlarından oluşan cast imize göz atıp geçeceğiz .. Kısa kısa dönemsel olaylardan da örnekler vererek .. Öncelikle romanda çok zengin ve kalabalık bir kişi kadrosu var.. Ve bu şahısların hepsi ama öyle ama böyle toplumla kavgalı tiplemeler .. Dolayısıyla olay ve kişi anlatımından ziyade, diyaloglarla aktarılan bireysel bunalımlar paralelinde toplumsal bunalım anlatımı göz kırpıyor sizlere sayfaları çevirirken.. Ön planda bir aşk mevcut .. Kenan abimiz ve Günsel ablamızın içinde bulunduğu .. Tüm bunların akabinde Menderes Hükümeti'nin ve Demokrat Parti'nin akıl almaz ve gerçekten yaşanmış icraatleri var.. O dönemki Ankara - İstanbul olaylarında öğrencileri kurşun yağmuruna tutan polisin , emri veren Menderes' in yaptıkları birebir alınmış kitaba.. Bu Kenan abimiz sürekli içten patlamalı motorlar misali , pimi çekik el bombası kıvamında dolanıyor .. Toplumla olduğu gibi kendisiyle de kavgalı .. Savunduğu ideolojisine sırtını döndüğü için kendisine saygısını kaybetmiş bu karakterin yaşadığı cinnetler yer yer beni güldürmedi desem yalan olur .. Öte yandan dönem Türkiyesinde yükselen feminist değerlerin temsilcisi romandaki Günsel karakteri .. Bal kaymaklı sofraların ve öncesinde tutulan çeşme başlarının temsilcisi olan bir güruh da Kenan' ın çevresinde .. Hepsi dönemin iktidarından yanalar .. Bu bağlamda Kenan' ın kan kusturduğu karısı , kaynanası , ağız dolusu sövüp saydığı komprador burjuvazi yani yandaşların ağa babası olan çocukluk arkadaşı Rasim karakterinin ele alınış biçimi tek kelimeyle MUHTEŞEM !! Vedat Türkali zerrece acımamış !! Gelgelelim roman bambaşka bir yerde bitiyor .. Darbeden bir gün önce .. Ve yukarda saydığım kadrodan biri " kitap/bir-gun-tek-basina--443 " kalıyor.. Kaybedilenler var .. Kazanımlar var .. Bir garip gölge çöküyor üstünüze .. Rahatsız etmeyeninden.. Ama yine de karanlık .. Vedat Türkali bu romanı için şöyle demiş : "Karamsarlığın , ürkünün , korkunun taşlamasıdır bu roman. Eğer en ufak bir karamsarlık sezse idim bu romanı yazarken, yırtar atardım." Sanırım benim sizlere anlatamadığım o garip gölgeyi ancak bu kadar anlatabileceğim sizlere .. İnanılmaz uzadı bu inceleme ama son olarak "YUMRUĞU ANCAK YAZARKEN İNDİ" dedikleri Vedat Türkali' nin şu satırlarını buraya bırakmak boynumun borcu .. "Bu ülkenin yurttaşı olarak, acı çeken insanlarımız için ne yapabilirim, ülkemizi daha güzel, daha iyi günlere nasıl götürebiliriz? Temel sorunum bu oldu benim. Namuslu her yurttaşın yüreğinde olan o duyguyu içimde duydum ve bunu yerine getirmeye çalıştım ben de. Böyle bir sorumluluğu üstümde taşıyordum aslında. Çok yoksul kesimden geliyordum. Bu ülke okutmuştu beni. Üniversiteyi bitirdim bu ülkede. Evet bedava okudum…. Köyünde okul olmayan, çocuğunu okutacak, giderek doğru dürüst besleyecek gücü olmayan milyonlardan toplanan vergilerle, yoksul halkımız ödüyordu onu. Bir şansım oldu; bu bilince, çok gecikmeden kavuştum ben. Hep bu acı çeken emekçi halktan yana olmanın yollarını düşündüm daha ortaöğretim günlerinde…" CİDDEN ÇOK BÜYÜKSÜN Vedat Türkali !! Huzur içinde yat .. Not : Bu arada romanın arka planını daha iyi özümsemek adına Demirkırat belgeselinin şu iki bölümüne bakmakta kesinlikle yarar var .. https://www.youtube.com/watch?v=IVPS6KSE1GU https://www.youtube.com/watch?v=DzNr4rwXsq4 --------------------------------------- Şimdi "zurna konçertosu" : Ayrıntı Yayınları !! Ulan Ayrıntı Yayınlarııııı !! Ulan sizin boyunuz bosunuz devrile.. Atom Bombaları düşsün be sizin büronuza , matbaanıza da külleriniz göğe savrula !! Dünyanın parasını verip töbe yapmayacağım şeyi yapıp sıfır kitap aldım .. Ulan insan kitabın sırtına sürdüğü tutkaldan kısar mı ?!? O kadar mı gözünüz döndü ?!?! Meksika' da çorak ve kavrulan topraklarda fink atan cıngırdahlı yılanlara sebep ayakları yere basmasın , uf olur diye sahip olduğu civcivleri donunda besleyen Maritza Nene edasıyla gözümden sakına sakına okuduğum kitabım CORT diye ayrılıverdi .. Yok olun ulan !! (Tuco Herrera)
İncelemem Günsel'e Armağan Olsun (SPOİLER): Bu kitaba 10 verdiysem 11 olmadığı içindir. Neresinden başlasam bilemiyorum Altan. Sıkışmışlık bu kadar güzel anlatılamazdı. Bir çok güzel kitap okudum ama ilk kez kendimi kitapta izledim. Karakterlerin hepsi bir şeyler arasında sıkışmış. Kenan, yaşının geçiyor olmasının verdiği telaşla hareket ederken aile sorumlulukları ile Günsel arasında kalmış. Yalnızca onlar arasında değil halka güvenmekle halktan umudunu kesmek arasında almış. Günsel topluma duyarlı yapısı ile gençlik arzularının bencilliği arasında kalmış. Nermin zaten mıymıntı. Bir şey arasında kalabilecek, sıkışabilecek iradesi yok. Ya Türkiye? Türkiye'deki insanlar bir şeyler arasında sıkışıp kalmamış mı? Demokrat Parti'nin baskıcı otoriter yönetimiyle CHP'nin umut vaat etmeyen muhalefeti arasındalar. Türkiye sosyalist solu da sıkışmış. Demokrat Parti'den kurtulmak istiyorlar ama CHP döneminde yaşadıklarını da unutamıyorlar. Onlarla bir olsalar dert, ayrı düşseler başka dert. Toplantılarda dahi bu sıkışmışlık hissi üzerinden tartışmalar dönüyor. Kenan'a tekrar gelmek istiyorum çünkü çok iyi anlıyorum. Ben bile anlıyorum da Nermin anlamıyor: Seni sevmek başka bir şey Nermin, Uğruna dövüşmek başka. Nermin'in anlamadığı konu bu. Salt sevgi, romantizm, onaylamak... Bunlar değil Kenan'ın aradığı. Kenan, kendince devrimci yapısına uygun karakterde birisini istiyor. Kendisiyle yeri gelince tartışacak, güçlü duracak, sesi çıkacak birisi...Nermin'e görece yakınlaştığı anlar da hep Nermin'in ''hayır'' demeyi bildiği zamanlar değil mi? Gelelim Nermin'e... İnadına yapsa bu kadar denk gelmez. Sen git tam da adamın kafası karışıkken Vatan Cephesi'ne imza at, ''ilişkimize büyü yapanlar var, nazar değdi'' gibi Necati Şaşmaz'dan hallice cümleler kur. Günsel gibi enerjini topluma harcamak varken o enerjiyi kendi evinin içine hapset. Yine de sonunda biraz içim cız etti sana. Ve Günsel...Sen varken saraylar saltanatlar çöker, kan susar bir gün zulüm biter. Menekşeler de açılır üstümüzde leylaklar da güler. Bugünlerden geriye bir yarına gidenler kalır bir de Günsel gibi direnenler... Salt bir psikolojik roman değil bu kitap. Yakın döneme de ışık tutuyor. 1960 Darbesi'ne giden dönemi anlatıyor. Darbe kötü de sivil darbe iyi mi? Askeri arkaya alarak halk iradesine karşı koymak kötü de devlet olanaklarını arkaya alarak muhalifleri sindirmek demokrasi mi? Bunun demokrasi, insanlık olmadığını bilenler anlatılıyor. Turan Emeksiz'in katledilmesine değiniliyor. O katledilirken oh olsun diyenlerin partisinde ''Demokrat'' ifadesinin olmasının gülünçlüğü yazılıyor. Nitekim Kenan'ın kaderi de Demokrat Parti gibi, Menderes'in sonu gibi ilerliyor kitap boyunca. Adım adım kaçınılmaza gidiyor. Bir Mayıs akşamında, 1960 yılında... Okusam ağır mıdır, çok sayfa var diye düşünen varsa tereddüt etmesin. Küçük burjuva kaygılarınızdan kurtulup alınız :) İyi okumalar. (Yorgun demokrat)
Kitabın Yazarı Vedat Türkali Kimdir?
Vedat Türkali (doğumu. 13 Mayıs 1919, Samsun) Abdülkadir Demirkan 'ın (1950'li yıllarda Abdülkadir Pirhasan olmuştur) yazılarında kullandığı ismidir. Senarist, şair ve romancı olan Türkali, liseyi Samsun Lisesi'nde okuduktan sonra 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olmuştur. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan'la evlenmiştir.
Maltepe Askeri Lisesi ve Kuleli Askeri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1951'de siyasi eylemleri sebebiyle tutuklanmış; 9 yıl ceza almış 7 yıl sonunda koşullu olarak serbest kalmıştır. Gar Yayınları'nı Rıfat Ilgaz ile kurduktan sonra, 1960'da Dolandırıcılar Şahı ile senaristliğe başlamıştır. Senaristliğine devam eden Türkali, 1965'de yönetmenliği denemiştir.
Bir Gün Tek Başına ve Mavi Karanlık gibi romanları Türk edebiyatının en büyük eserleri arasına girmiş; daha sonra da Yeşilçam Dedikleri Türkiye ve Tek Kişilik Ölüm romanlarını da yazmıştır.
Mihri Belli'nin yakın arkadaşı ve Atıf Yılmaz'ın arkadaşı ve akrabasıdır. TKP'nin eski üyelerindendir. 2002 seçimlerinde DEHAP'dan aday olarak aktif siyasete atılmıştır.
Vedat Türkali, oyuncu Deniz Türkali ve yönetmen Barış Pirhasan'ın babası, Deniz Türkali'nin kızı şarkıcı Zeynep Casalini'nin dedesidir.
Vedat Türkali Kitapları - Eserleri
- Fatmagül'ün Suçu Ne?
- Güven - Cilt 1
- Güven - Cilt 2
- Bir Gün Tek Başına
- Mavi Karanlık
- Özgürlük İçin Kürt Yazıları
- Şeytanın Kaşık Oyunları
- Tüm Yazıları Konuşmaları
- Yalancı Tanıklar Kahvesi
- 141. Basamak
- Bu Ölü Kalkacak
- Dallar Yeşil Olmalı
- Eski Filmler
- Eski Şiirler Yeni Türküler
- Üç Film Birden
- Yeşilçam Dedikleri Türkiye
- Komünist
- Ölmedikçe
- Kayıp Romanlar
- Tek Kişilik Ölüm - Komünist
- Tüm Yazıları Konuşmaları 2
- Özgürlük İçin Kürt Yazıları 2
- Bitti Bitti Bitmedi
- Tek Kişilik Ölüm
- Bekle Bizi İstanbul Eski Şiirler Yeni Türküler
- Bu Gemi Nereye
- Yanıtlar
- Güven (4 Cilt Takım)
- Güven - Özel Baskı(Birinci Kitap)
- Güven - Özel Baskı(İkinci Kitap)
- Güven - Özel Baskı(Üçüncü Kitap)
- Güven - Özel Baskı(Dördüncü Kitap)
- Mavi Karanlık
- Eski Şiirler Yeni Türküler
- Tiyatro Oyunları
Vedat Türkali Alıntıları - Sözleri
- Kitap rüzgâr olmalı, perdeyi kaldırmalıdır. (Komünist)
- Bedenini söküp atabilseydi, yaksaydı onu, başka bir beden giyinebilseydi... (Fatmagül'ün Suçu Ne?)
- Dünyanın en acımasız canavarı yatıyor içimizde. (Mavi Karanlık)
- Evlenmek, işte böyle bir eve tıkılmak, yemek pişirip çocuk doğurmak, erkeğini beklemek, bir süre sonra da sevişmenin tadını tuzunu yitirmek olmalı. (Güven - Cilt 1)
- "Kirlendik mi, hiçbir yağmur arıtmıyor bizi!" (Mavi Karanlık)
- En güzel dünya çocuklarla delilerin dünyası ! (Tek Kişilik Ölüm)
- Nazım'ın dizelerindeki gibi. ''Nereden ,nasıl geleceğini bilmeden gelecek dehşetli güzel günlere inanıyorduk!..'' (Tek Kişilik Ölüm - Komünist)
- Enişte sözü çirkin. Keşke hiç olmasaydı Türkçede böyle bir söz daha iyiydi! (Güven - Cilt 1)
- Korkuyorum yalnızlıktan; senin olmadığın her yerde yalnızım. (Mavi Karanlık)
- "Itri'yi de dinleyeceksin,Bach'ı da .Marks'ı da bileceksin,Bedrettin 'i de . Nâzım'ın şiiri olmasa nerden bilecektik Bedrettin'i?" (Güven - Özel Baskı(Birinci Kitap))
- Bir bilsen dostunu düşmanını kardeş Bir bilsen nedendir çektiklerimiz Nasıl da başka olacak yaşamanın tadı (Bekle Bizi İstanbul Eski Şiirler Yeni Türküler)
- Yıkılamaz, görkemli sosyalist toplum, bu sindirilmiş aydınlarla, "depolitize" edilmiş emekçi sürüleriyle mi kurulacaktı? (Komünist)
- Dünya tatlı da, birbirlerine çirkin yazgılar oluşturmak için insanlar yaratıyor tatsızlıkları! (Bitti Bitti Bitmedi)
- ...yönetmen hamit akınlı ''bu ölü kalkacak''ı şehir tiyatrosu'nda sergilemek için bana başvurduğunda, elimde oyunun teksti bile yoktu. sağolsun, seçici kurul üyesi iken edinip sakladığı oyunla çalışmalara girişebilmişti sayın akınlı. oyun fatih şehir tiyatrosu'nda oldukça iyi karşılandı. yılın ikinci yarısında üsküdar şehir tiyatrosu'na geçirilince nerdeyse kapalı gişeye gidiyordu ki, bir ''ihbar'' sonucu savcılık kararıyla oyun durduruldu... ... (vedat türkali) (Bu Ölü Kalkacak)
- - Kolay ne var bu dünyada? Sen bunları kolay mı yaşadın? (Bitti Bitti Bitmedi)
- İngiliz kompradorları olan Ermeni varsılları üstüne Kürtler'in saldırtılması, kıyıma uğratılması, ittihatçılarca da benimsenip sürdürülen bir Abdülhamit kalıtıdır.. Ancak Kürtler'i sindirip yok etmenin de yollarını ararlar. I. Dünya Savaşı başlarında, Ermeni saldırısından korunması gerekçesiyle, Kürtler'i yerlerinden, yurtlarından ayırıp yoğun Türk bölgeleri arasında dağıttıkları bilinir. Bu göçlerde, açlıktan, soğuktan, hastalıktan ölenlerin sayısı belli değildir. 1920 yılındaki Koçgiri Kürt halk başkaldırısını canavarca kıyım, kırımla bastıran Sakallı Nurettin Paşa'nın "Türkiye'de Zo' diyenleri yok ettik, 'Lo' diyenleri de ben kökünden temizleyeceğim!" sözleri ulusalcılık savındaki ittihatçı kafasının göstergesi gibidir. (Özgürlük İçin Kürt Yazıları)
- ...boşuna çekilmedi bunca acılar istanbul bekle bizi... ... (eylül 1944,akşehir) (Eski Şiirler Yeni Türküler)
- Şu para denen pisliği bulanın... Kes zevzekliği de işine bak! Bin yıllardır dünyayı o pis para değiştiriyor; sövgülere şerbetli! (Yalancı Tanıklar Kahvesi)
- "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" diyor Başbakan. Desen ne olacak, demesen ne olacak. Devletin tüm önemli koltuklarını bölüşüp oturmuş faşistler. (Yalancı Tanıklar Kahvesi)
- Alıştık, dedi. Herkes kendi acısını yaşıyor sonunda.. (Kayıp Romanlar)