Bir İdam Mahkumunun Son Günü - Victor Hugo Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Bir İdam Mahkumunun Son Günü kimin eseri? Bir İdam Mahkumunun Son Günü kitabının yazarı kimdir? Bir İdam Mahkumunun Son Günü konusu ve anafikri nedir? Bir İdam Mahkumunun Son Günü kitabı ne anlatıyor? Bir İdam Mahkumunun Son Günü kitabının yazarı Victor Hugo kimdir? İşte Bir İdam Mahkumunun Son Günü kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Victor Hugo
Çevirmen: Volkan Yalçıntoklu
Orijinal Adı: Le Dernier Jour D'un Condamne
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9786053609902
Sayfa Sayısı: 131
Bir İdam Mahkumunun Son Günü Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Bir İdam Mahkumunun Son Günü ise “Bir kitap okudum ve hayatım değişti.” cümlesi, tüm mecazlardan sıyrılıp gerçek bir anlama bürünüyor. Ölümsüz yazar Victor Hugo’nun 1829 yılında kaleme aldığı roman, yazarın Paris’teki ünlü Greve Meydanı’nda gerçekleştirilen bir idama tanıklık etmesinden ilham alıyor.
Bir İdam Mahkumunun Son Günü, 19’uncu yüzyıl Fransa’sını gerçekçi bir biçimde yansıtması bakımından tarihi ve toplumsal bir kaynak olarak değerlendiriliyor. Yazarın henüz 27 yaşındayken takma bir adla yayımladığı eser, döneminin siyasi ve sosyolojik yapısına bir eleştiri niteliği taşıyor.
Bir İdam Mahkumunun Son Günü Alıntıları - Sözleri
- Kuşkusuz pek çok kitabın toplumsal düzeni yıkıcı etkileri var.
- "Bir kadın bazen vicdan demektir."
- "Bir kadın bazen vicdan demektir. "
- "Çünkü, itiraf edeyim, hâlâ umutluydum... Şimdi Tanrı' ya şükür, hiç umudum kalmadı. "
- Çünkü, itiraf edeyim, hala umutluydum... Şimdi Tanrı' ya şükür, hiç umudum kalmadı.
- •İnsanların hepsi belirsiz bir süre için ertelenen ölüm cezasına mahkûmdurlar•
- "Ve yine de sefil yasalar ve sefil insanlar , ben kötü biri değildim ! "
- "İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri bir saç teliyle koparabileceğini sanır. "
Bir İdam Mahkumunun Son Günü İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bir İdam Mahkumunun Son Günü: • "Bu Cellatlar Çok İyi Yürekli İnsanlar" spoiler! Giyotin, kulağa oldukça ürkütücü geliyor ki öyle de olmalı. Bir dakika aynı isimli bir yarışma programı vardı, bir televizyon programı neden bir ölüm makinesi ile anılmak istendi asla anlamadım tıpkı insanların her gün neden daha fazla ölüm istemesini anlamadığım gibi. Bazı kaynaklar giyotinin Fransız Devrimi ile adını duyurduğunu, bir doktor ve meclis üyesi olan Joseph-Ignace Guillotin tarafından tasarlandığını ve adını buradan aldığını, bazı kaynaklar ise ilk kez Fransa'da değil İngiltere'de kullanıldığını ve sanılanın aksine yaratıcısının Guillotin değil Fransız Cerrahlar Sekreteri Dr. Antoine Louis olduğunu belirtiyor ama kitap ilk seçenek üzerinde duruyor. Komiktir ki giyotin ile idam cezalarının daha "insancıl" infaz edilmesi amaçlanıyor. İdam çok insancıl bu sebeple uygulanması da tabi ki kendisini aşmamalıdır. Kitapta, modern sayılan bu ölüm makinesinin ceza uygulanırken insanlık dışı olayların nasıl sahnelendiği hep birlikte göreceğiz. Not: Dr. Guillotin, aletin ve idam şeklinin kendi soyadıyla anılmasından rahatsız olur ve soyadını değiştirir. Yazarın 1829 yılında yani 27 yaşındayken maruz kaldığı baskılar yüzünden takma ad ile, Paris Greve Meydanı'nda gördüğü ve çok derinden etkilendiği idamın üzerine yazdığı kitabın bir manifesto niteliğindeki önsözünde anlatılan önemli bilgiler üzerinde duralım. Ele alınan ilk konu yazarın kitabı yazma amacıdır. Kitap, şu anki ve gelecekteki bütün suçlular için genel ve kalıcı bir savunma. 'Asıl temyiz mahkemesi olan halkın' önünde insan haklarının savunulmasının ve dile getirilmesinin doruk noktasını temsil eden bir savunma. Bir suçlunun mahkemeye değil giyotin sehpasına, hâkimin önüne değil celladın önüne yerleştirilen ölüm kalım meselesini ele alan bir savunma. Fransa'da idam cezaları bağırılarak ilan edilir ve broşürler satılırdı. Bu broşürlerde idamın saati, yeri, suçlunun kim olduğu gibi bilgiler yer alırdı. Broşür satanların elde ettiği kazançla ilgili yazar: "Kanla kirlenmiş bu paradan daha iğrenç bir şey düşünebiliyor musunuz?" diyerek bunun ne kadar korkunç olduğunu ifade ediyor. Bilindiği gibi Victor Hugo idama karşıydı ve bu düşüncesini muhakkak okunması gereken bu cümleler ile etkili bir şekilde anlatıyor: "Yargılayanlar ve mahkûm edenler ölüm cezasının toplumdan kendisine zarar veren ve daha sonra da zarar verebilecek olan birini uzaklaştırmanın önemi nedeniyle gerekli olduğunu söylüyorlar. Sadece bu söz konusu olsaydı, müebbet hapis cezası yetecekti. Öldürmek neye yarar? Hapishaneden kaçılabileceğini söyleyerek itiraz edeceksiniz, öyle değil mi? Nöbetçileriniz görevlerini iyi yapsınlar. Demir parmaklıkların sağlamlığına güvenmiyorsanız, hayvanat bahçelerini açmaya nasıl cesaret ediyorsunuz? Zindancının yeterli olduğu yerde cellata gerek yoktur. İnfazların gösteri haline dönüşmesinin beklenen etkiyi yaratmadığını, halkı eğitmediğini, içindeki bütün duyarlılığı ve erdemi yok ettiğini ileri sürüyoruz. Bu infaz kime örnek olur? Bu adamın boynunu kestiğiniz darbenin sadece onu öldürdüğünü, babasının, annesinin, çocuklarının bu durumdan hiç etkilenmeyeceğini mi sanıyorsunuz? Hayır, onun kellesini uçururken bütün ailesini de öldürüyorsunuz. Ve yine masumları yok ediyorsunuz. Size bütün bu adamların yaşamasının bize ne zararının dokunacağını soruyorum. Fransa'da herkesin solumasına yetecek kadar hava yok mu?" Kitap, önsözden sonra 'TRAJEDİ HAKKINDA BİR KOMEDİ' bölümü ile devam ediyor. Bu 3.baskıda da yer alan diyalog türündeki önsöz. Burada toplumun cellatlık görevini esere yönelttiği siyasi, ahlâki ve edebi eleştiriler ile nasıl yerine getirdiğini görüyoruz. Bakınız burada çok absürt bir duruma tanıklık ediyoruz. Giyotinli idamlar, idam yerine toplanan kalabalığın popüler bir eğlencesiydi hatta anne babalar çocuklarını da izlemeleri için getirirlerdi. 1984 kitabından da hatırlarsınız çocuklar idamı izlemeye gitmek için adeta ebeveynlerini tehdit ederdi. Korkunç.. İdam o kadar çok tekrarlanıyordu ki halk için sıkıcı hale geldi. Şimdi burada asıl değinmek istediğim konu şu: Dönemin insanları Victor Hugo ve Bir İdam Mahkûmunun Son Günü eserini eleştirirken yazarın kötü yürekli biri olduğunu hatta mahkûm edilmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Kitabın ise iğrenç, insanı hasta eden, kâbus görmeye sebep olan, dehşet verici, naif duygulara engel olan, korkunç etkiler yaratan, toplumsal düzeni yıkıcı etkiye sahip olduğuna dair cümleler sarf ediyorlar.Asıl dehşet verici olan bu cümleler ve insanlar. Bunu kanıtlar nitelikte cümleler sunmak istiyorum iki konuşmacıdan. 1. Konuşmacı: "Ahlâki değerlerin her geçen gün yozlaştığını kabul etmek gerekir. Tanrım, ne iğrenç bir düşünce! İnfaz gününü, ölüme mahkûm olmuş bir adamın fiziki acılarını, yaşadığı manevi işkenceleri, tek birini bile atlamadan araştırmak, çözümlemek! Bu acımasızlık değil mi?" 2. Konuşmacı: "Kimsenin okuyucusuna yaşanan fiziki acıyı aktarmaya hakkı yok. Bu roman tüylerinizi diken diken ediyor. Okuduktan sonra iki gün yataktan kalkamadım." Şimdi önce kitap ile ilgili konuşmalarının üzerinde durmak istiyorum. Kitapların çok korkunç etkiler yarattığı ve baş ağrıtacak olması konusunda hemfikiriz ama idama karşı olmayanlar için. İğrenç, hasta eden, kabûs görmeye sebep olan, dehşet verici, korkunç, toplumu yıkıcı etkiye sahip olan "giyotinli idamlar" değil bu kitap! İdamı duyurmak, insanların temyiz mahkemesi görevini üstlenirken suçlu bulunan kişiyi savunması için bilinçlendirmek, yaşadığı acıyı insanlara aktarabilmek için onca eleştiriye maruz kalmak, suçlanmak.. İdam çok olağan fakat bunlarkorkunç tabi.. Giyotinli idamlar gerçekleştirilirken çoğu idam mahkûmunun boynu 5 ya da 6 kez giyotin indirilerek kesildi, mahkûmlar bu durumda bile bir ümit bağışlanacağını düşündü ama insanlar hatta çocuklar bunu alkışladı. Şimdi hangisi daha korkunç? İdama karşı gelen Victor Hugo mu daha cesaretli yoksa idamı, acıyı, korkuyu zevk alarak izleyen halk mı? Çok farklı olan bu kitabın roman kısmına geçtiğimizde Victor Hugo kasten işlemediği bir cinayet ile suçlanan, giyotinli idama mahkum edilen kahramanımız üzerinden idamın kişide yarattığı ruhsal sancıyı teferruatlı olarak anlatıp okuyucuya o manevi acıyı etkileyici bir şekilde hissettiriyor. 5 haftadır tutuklu olan kahramanımız yokluğunda verilen idam kararına hiçbir tepki veremiyor fakat bir çocuk ellerini çırparak 6 hafta (temyizin sonuçlanma süresi) sonra gerçekleşecek giyotinli gösteriyi sevinç ile karşılıyor. Kana susayan bir toplumun kana susayan çocukları.. Mahkûm hücresine geçiyor, yaşadıklarını ilerde bu ölümcül sistemde fark olması için yazmaya karar veriyor ve artık yaşananları kendi ağzından okuyoruz. Unutmadan Paris'te insanlar 5 frank karşılığında tıpkı bir hayvanı izler gibi mahkûmları izleyebiliyorlardı. Dehşet verici. İnsanlar, maskeli şeytanlar.. Hasta olan ve asıl iyileştirilmesi gerekenler. Örnek olsun bu idam örnek! Yarın aynı gösteriyi sunacak olanlar bugün gülerek izlesin. Belki de gösteriyi izlemeden, bu zevki tadamadan ölecekler ve bu bir gösteri olacak. Kahramanımız ya da ölüm cezalı kahramanımız hapishaneye girdiği andan itibaren kurtulacağını düşünüyor, hayal kuruyor, kaçmayı düşünüyor fakat asla kaçma girişiminde bulunmuyor ümit ediyor sadece ümit ediyor ama ümit yokken ümit etmek insanı öldürür. Bu gecikmeli ve daha acılı bir ölüm demek. Ve işte o gün geldi! Geldi o gün! İşte şimdi bir idam mahkûmunun son gününü okuyoruz, bu andan itibaren.. Hapishanede geçen 5 ay ve temyizin kararı değiştirmeyeceğini bile bile geçen 6 ayın sonu. Ümit ederek, korkarak, dehşet içinde.. Ya şimdi bulanıklaşmış bakışlar, soğuk ter, çatlayacak kadar ağrıyan şakaklar, kulakta yankılanan vızıltılar.. Modern ölümün etkileri. Kararın kesinleşmesiyle her birinin içinde bir hapishane barındıran görevlilerin idamı iyice hissettiren iyi davranma saçmalığı. "Nasılsa ölecek" Hâlâ kaçmak için düşüncelerini zorluyor fakat hayır asla kaçma girişiminde bulunmuyor bu bir kabulleniş, bırakılmışlık. İçeri bir idam mahkûmunun daha girdiğini görüyoruz 6 hafta sonra gerçekleşecek bir gösteri daha demek bu. Hikayesini okurken toplumun kişiyi suça nasıl teşvik ettiğini, kişinin hayata yeniden başlamak için asla bir şans vermediğini, idama adım adım nasıl ittiğini görüyoruz yine. Daha çocukken başlayan bir hayatta kalma çabası.. Karnını doyurmakiçin ekmek çalan bir çocuğu suçlamak mümkün mü? Bu size de yine Victor Hugo'nun Sefiller eserinde yer verdiği "14 yaşımdayken karnımı doyurmak için bir parça ekmek çaldığımda beni zindana attılar ve orada tam 6 ay bedava ekmek verdiler. Hayatın adaleti budur." cümlesini hatırlatmıyor mu? Adalet aynı adalet. Son 6 saat, düşünün 6 saat sonra yoksunuz bunun bilincindesiniz bu farkındalık kişiyi çıldırtır. Ölüme hazırlıklı olunur mu? Livaneli Sevdalım Hayat eserinde kendisine yapılacak işkenceden önce arkadaşlarının onu hazırlamak için neler yaptıklarını anlattıklarını belirtiyor. O koğuştan her gün birini çağırdıklarında kendi isminin söyleneceği korkusu ile beklerken işkenceden daha fazla acı çektiğini ifade ediyor. Beklemek cehennemdir, ümidi ve ızdırabı aynı anda barındıran bir cehennem. Size tüm eseri en etkili şekilde anlatacak cümleleri kahramanın ağzından aktarıyorum: "Korkulacak bir şey olmadığını, acı çekilmediğini, sakin bir ölüm olduğunu, ölümün böylece kolaylaştırdığını söylüyorlar. Hey! Peki ya 6 haftalık bu can çekişmeye, gün boyunca süren bu iniltiye ne demeli? Çok yavaş ve çok hızlı geçen o telafisi imkansız son günün endişelerine ne demeli? Giyotin sehpasına çıkan o ızdırap merdivenine ne demeli? Onlara göre bunlar acı çekmek anlamına gelmiyor. Bunlar kanın damla damla tükendiği, zihnin düşünceden düşünceye sönüp gittiği aynı çırpınışlar değil mi? Üstelik acı çekilmediğinden eminler mi? Bunu onlara kim söyledi? Kesik bir başın sepetten kanlar içinde çıkıp halka: Acı hissedilmiyor! dediğini duyan oldu mu? Yanlarına gelip: Güzel bir icat. Ona özen gösterin. Çok iyi bir düzenek diye teşekkür eden ölüler oldu mu? Bir an bile olsa kendilerini giyotin sehpasına çıktığında ağır bıçağın etini ısırdığı, sinirlerini kopardığı, omurgasını parçaladığı birinin yerine koydular mı? Ama nedir ki? Yarım saniye! Acı yok olup gidiyor.. Dehşet verici!" Kan içici kalabalığın karşısına çıkma vakti.. "Ve yine de sefil yasalar ve insanlar, ben kötü biri değildim!" Kitabın sonunda kahramanımızın cezası infaz edildi mi edilmedi mi bilmiyoruz fakat son 1 yıldır çok fazla acı çektiğinden eminiz. İdam çözüm değildir, suçlu bulunan kişi iyileştirilip topluma kazandırılmalıdır. Suç, türüne göre farklı yaptırımlar gerektiren bir eylemdir. Bazı işlenen ağır suçlar vardır ki kişi iyileştirilemediği gibi zarar da verir bu kişiler toplumdan soyutlanmalıdır fakat taksirli suçlar gibi suçlar için ön görülen cezanın amacı kesinlikle kişiyi topluma kazandırmak olmalıdır. İyilik, güzellik ve kitap ile kalın.. (Eski)
Şükrü Erbaş bir şiirinde, “Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür? Bilmek bütün acıların anasıdır.” der. Kitabı okurken bu dizeleri hissettim. (berfin)
Ölümü beklemek de ölüm gibidir!: İncelemeyi yazarken çok karmaşık duygular içerisindeyim. Bir türlü nereden başlayacağıma karar veremedim. Yaklaşık 1, 1,5 saattir düşüncelerimi toplamaya, incelemeye nasıl başlamam gerektiğini düşünüyorum. Artık nasıl olacaksa olsun deyip başlamaya karar verdim. İdam... Çoğunlukla Asya'da hala devam ettiriliyor. Türkiye'de ise 1984 yılında yargıya konulup 2004 yılında kaldırılmıştır. Kitabın adından da anlaşılacağı üzere bir idam mahkumunun son gününü anlatıyor. Öleceğimiz günü bilseydik ne hissederdik? Peki ya her geçirdiğimiz günü bir hücrede ve ölüme adım adım yaklaştığımızı bilseydik... Hayatımızın tüm anlarının bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçmesini izleseydik... Kitabı okurken karakterle birlikte yaşıyorsunuz o anı. O korkunca siz de korkuyorsunuz onunla. Sonra sevdiği kişiler, anılar geliyor gözünün önüne onları düşünüyor, geride bırakacağı insanları. Kitap âdeta idama bir başkaldırı, bir isyan niteliğinde. Ölüme giden bu yolculukta mahkûmun neler çektiğine şahit ediyor bizi. İdam edileceği son günün gecesinde kızını getiriyorlar ona. O kısmı okuduğunuzda kanınız donuyor. Kitapta şöyle diyor ama hatırladığım kadarıyla yazacağım eksik ya da fazla olursa af buyurun. "Şu an bana teselli verecek tek kişi o. Ama o bunun farkında değil." Buradan bayağı etkileniyorsunuz kızıyla konuşmasında. Neden idam edileceğini bilmesek de acıyorsunuz, çünkü siz de o mahkûmla birlikte idam edileceksiniz. Ve sadece idam edilecek mahkûmun değil, tüm herkesin, içinde yazarın da bulunduğu bir serzeniş var kitapta. Okudukça empati duygunuz gelişiyor. Olaylara dışarıdan değil de içeriden de bakmayı öğreniyorsunuz. Tıpkı bir mahkûmun gözünden bakması gibi. Kitabı okurken hep ikilemde kaldım. Acaba idam olmalı mı yoksa olmamalı mı diye. Kitabı okurken vazgeçip, bırakınca olmalı diye düşündüğümü hatırlıyorum sadece. Ve hâlâ ikilemdeyim. Doğrusu nedir bilemiyorum, karar vermek zor bu konuda. İncelemeyi bir alıntıyla noktalamak istedim. "Şimdi ise tutsağım. Bir hücrede prangaya vurulmuş bedenim. Ruhum tek bir düşünceye hapsedilmiş. Korkunç, acımasız, yürek yakan bir düşünce. Artık önümde tek bir düşünce, tek bir yargı, tek bir gerçek var: idama mahkum olmak! Ne yaparsam yapayım bu iğrenç düşünce burada, yanımda, uzaklaşmayan kurşundan bir hayalet gibi. Benim gibi sefil bir insanın bütün hayallerini, umutlarını altüst ediyor. Gözlerimi kapatmak, başımı çevirmek istediğimde buz gibi elleriyle beni sarsıyor. ..." "Bu cellatlar çok iyi yürekli insanlar." Victor HUGO (N.)
Kitabın Yazarı Victor Hugo Kimdir?
Victor Hugo 26 Şubat 1802'de Fransa'da doğdu. Liseyi bitirdikten sonra kendini tümüyle edebiyata adadı. 1824 yılında Fransız coşumcularının (romantikler) yayın organı olan La Muse Française dergisini kurdu. Cenacle adını taşıyan coşumcu sanatçılar çevresinin üyesi ve onun odak noktası oldu. 1830-1843 arasında en verimli dönemlerinden birini yaşadı. Romanları, tiyatro yapıtları ve şiirleriyle başarıdan başarıya koştu. 1831'de Notre Dame de Paris (Paris'in Notredame Kilisesi) adlı büyük romanını yayımladı. 1841 yılında Fransız Akademisi'ne üye seçildi. Çok sevdiği kızı Leopoldine'nin 1843'de kazayla boğularak ölmesi üzerine 1852'ye dek yeni yapıt vermedi. 1848 Devrimleri'nden sonra parlemento üyeliğine seçildi. 3. Napoleon'un hükümet darbesini engellemeye çalıştı, başaramayınca 1851 yılında Belçika'ya kaçmak zorunda kaldı.
Ateşli bir demokrasi ve cumhuriyet yanlısı olarak imparatorluk rejimini eleştiren yapıtlar yazdı. 1855-1870 arasını küçük bir İngiliz adası olan Guernsey'de geçirdi. O dönem yazarlığının en üretken yılları olmuştur. 1862 yılında başyapıtı olan Les Misérables (Sefiller) adlı romanını yayımladı. Bunu 1866'da Les Travailleurs de la Mer (Deniz İşçileri) ve aynı yıl L'Homme qui Rit (Gülen Adam) gibi önemli romanları izledi.
Fransa'da Cumhuriyet yeniden kurulunca Paris'e döndü. Ulusal Meclise seçildi. Artık Fransa'nın en gözde kişilerinden biriydi. Paris Komünü'nün ezilmesinden sonra komüncülerin bağışlanması için çok uğraştıysa da sonuç alamadı. Giderek siyasal ve toplumsal yaşamdan elini eteğini çekti.
1885 yılında ölüm döşeğinde iken; "Tanrı'ya inanıyorum, ahirete inanıyorum; fakat hiçbir kilise papazını başımda istemiyorum. Beni seven bütün dünya insanlarının gönülden dualarını bekliyorum. Bu benim için kafidir." diyerek 22 Mayıs 1885 yılında hayata gözlerini yummuştur.
Victor Hugo Kitapları - Eserleri
- Sefiller (2 Cilt Takım)
- Notre Dame'ın Kamburu
- Bir İdam Mahkumunun Son Günü
- Nişanlıya Mektuplar 1820-1822
- 1793 Devrimi
- Hernani
- Tapner Davası
- Seçme Şiirler
- Küçük Gavroş
- Bug-Jargal
- Gördüklerim İşittiklerim
- Bir Nutuk Bir Mektup
- Denizde Gece
- Les Contemplations
- Şairin Görevi
- Şeytanın Kemanı
- Sefiller - Goriot Baba
- Notre Dame'ın Kamburu - Eugenie Grandet
- Robin Hood - Sefiller
- Ruy Blas
- Deniz İşçileri
- Marion de Lorme
- Anılar
- Kozet
- Claude Gueux
- Bir İdam Mahkumunun Son Günü ve Claude Gueux
- 1871 Paris Komünü Günleri
- Aforizmalar
- Gülen Adam
- Sefiller 2. Cilt
- Mary Tudor
- Sefiller 3. Cilt
- Sefiller 4. Cilt
- Sefiller 5. Cilt
- Küçük Erkekler - Notre Dame 'in Kamburu
- Claude Gueux
Victor Hugo Alıntıları - Sözleri
- MEZAR VE GÜL “Senin gibi bir aşk çiçeği ne yapar Seher vakti yağdığında yağmurlar?” Diye sordu mezar güle "Ya senin o kuyu gibi ağzına Düşen insan ne yapar daha sonra?” Diye sordu ona gül de “Ey karanlık mezar, ambar ve bal Kokusuna döner o damlacıklar Anladın mı beni şimdi?” Mezar da dedi ki “ey dertli çiçek Melek olup göklerde süzülecek İçime düşen her kişi” (Denizde Gece)
- Ne yana baksam, kendimi yapayalnız görüyorum. (Nişanlıya Mektuplar 1820-1822)
- Bu hep böyle olmuştur. Ünlü olma, düşmanı ve sevmeyeni olmadan olmuyor. (Claude Gueux)
- “…İndi mən doğrudan da, koram. Əvvəl mən gecənin nə olduğunu bilmirdim. Gecə ayrılıqdır”. (Gülen Adam)
- Mutluluk, herkesi mutlu görmek ister. (Sefiller 5. Cilt)
- "Ana baba sevgisi tatmadan, ot gibi yaşıyordu çocuk. Sevilmediğine üzülmüyordu. Zaten bir ana babanın nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu ki!" (Küçük Gavroş)
- "İnsanların hayatını kurtarıp sonra unutuyorsunuz! Yazık, yazık! Oysa onlar sizi her zaman hatırlıyorlar." (Kozet)
- "Tanrı aşkına acı bana! Bir kadını sevmek! Üstelik papaz olmak!..." (Notre Dame'ın Kamburu - Eugenie Grandet)
- ''Böylece yiğit Türkler geleneksel giysilerini, insan giysilerinin bu en güzel ve en gösterişlisini bir kenara attılar , ve bizim giysilerimizi yalan yanlış benzetlemeye başladılar. Türklerin bizden fazla bir şeyleri, güzellikleri vardı; biz onlara kendi çirkinliğimizi vermeyi başardık. Bizim uygarlık taslayan bilgiçlerimiz ise buna ilerleme adını veriyorlar. '' (Anılar)
- "Tıpkı bir sürgün gibiyim." (Nişanlıya Mektuplar 1820-1822)
- "Bir günlük mutluluk, mutsuz bir yaşamdan çok daha değerlidir." (Nişanlıya Mektuplar 1820-1822)
- "Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç..." . (Sefiller (2 Cilt Takım))
- Mantıksız ceza, suçu suçun üstüne mühürlemek ve perçinlemektir... (Claude Gueux)
- Duygulara kelimeler yetmiyor (Bir İdam Mahkumunun Son Günü ve Claude Gueux)
- "Bu adam o kadının var olduğunun farkına vardığı ve o kadın bu adamın orada olduğunu görmediği andan itibaren, felaket artık kaçınılmazdır." (Gördüklerim İşittiklerim)
- "Hayat böyledir işte. İnsana hep en iyi dostları çelme takar." (Notre Dame'ın Kamburu - Eugenie Grandet)
- Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenlere ne yazık! Ölüm her şeyi yok edecek. Ruhları sevmeyi deneyin, onlara yeniden kavuşursunuz. (Sefiller (2 Cilt Takım))
- Sokak çocuğu demek Paris demektir, Paris demek dünya demektir. (Sefiller 3. Cilt)
- Efendilerin nefreti kölelerin tutkusundan her zaman daha fazla olur... (Claude Gueux)
- Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç. (Sefiller (2 Cilt Takım))