Bütün Kadınların Kafası Karışıktır - Ece Temelkuran Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Bütün Kadınların Kafası Karışıktır kimin eseri? Bütün Kadınların Kafası Karışıktır kitabının yazarı kimdir? Bütün Kadınların Kafası Karışıktır konusu ve anafikri nedir? Bütün Kadınların Kafası Karışıktır kitabı ne anlatıyor? Bütün Kadınların Kafası Karışıktır kitabının yazarı Ece Temelkuran kimdir? İşte Bütün Kadınların Kafası Karışıktır kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Ece Temelkuran

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750733086

Sayfa Sayısı: 112

Bütün Kadınların Kafası Karışıktır Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

hiçbir kadının bütünlüklü bir öyküsü olamayacağını düşünüyorum durmadan, çünkü bütünü, bizlerde bir bütün olarak yola çıkanlar, parçalara böldüler, sonra onlarda bölündü, öykülerimizi artık kuramıyoruz, hiçbirimizin serim, düğüm ve sonucu olamadı.

Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’da EceTemelkuran, kadınların küçük, komik, bölük pörçük öykülerini anlatıyor.

Herkesin kendi bölük pörçük öykülerinden parçalar eklendikçe genişleyen ve insan olmanın çekirdeğine doğru yola çıkarken mizahını kaybetmeyen bir şiirli metin…

Bütün Kadınların Kafası Karışıktır Alıntıları - Sözleri

  • Biz ölünce, siz susuyorsunuz ya, biz ondan ölüyoruz işte, ölünce biz, karşısında durup susacağınız kimse olmayacak...
  • ... âşık olmak, biraz iyidir, çoğu kötüdür.
  • Öyle çok sustular ki, artık yok oldum...
  • O gün öldüm. Artık hiçbir soruyu yanıtlamayan bir gülümsemeydim...
  • Oysa bilirsiniz, her öykü biraz yanlış adrese gi­der. Acıyı, yine acı çekme yeteneği olanlar duyar.
  • "Yaşamak, eskimektir" dediğim ilk gün, beklenmedik bir şey olmayacağını da fark etmiştim.
  • "Artık herkes kendine, rotasını farelerin çizdiği bir hayalet gemi bulsun. "
  • Kadın hep, en önemli yerini unuttuğu komik bir öyküyü arar. Aslında her öykü, bir tür terk edilmeyle başlar...
  • Garip bir gülme kaplar göğsünüzü. Çünkü acı öyle büyüktür ki, bedeninizi kaplar. Bedeniniz acı olur. Acı yabancı değildir, batmaz. Gülersiniz. Gülüyorum. Bütün gizlenmiş, yatıştırılmış, bütün yasaklanmış gülmelerimi gülüyorum...
  • Mektuplar yazdık hep, bir de uçlarını içimize döndürdüğümüz şiirler. Şiirleri, bedenlerimize saplamaya çalıştık. Oysa onlar, çoktan peltekleşmişti. uçları yoktu...
  • Hani bazen olur ya, ağlamak yetmez. Ağlamanın hiçbir türlüsü yetmez. Bağırmak da yetmez. Çekip gitmeye bile gerek yoktur...
  • "Kafamın içinde, aklımı kaçırma duygusu dolanıp duruyor Deniz.Bunu sana anlatamıyorum.Hiç anlatamıyorum.Çünkü sen, \sağlamsın/"
  • "...dünyayı anlamaya çalışıyorum.Ve pek tabii ki, anlayamıyorum"
  • Benim ölüm ve acı üzerine sıkıntılı şiirlerimi kim okumak isteyebilir ki? Ben, ne papatyaları anlatabiliyorum senin gibi, ne de devrimi. Ben, acıyla meşgulüm...

Bütün Kadınların Kafası Karışıktır İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Janya'nın da kafası karışık...: "Hiç kimsenin sevmediği kadınlar var dünyada. Bunu anlayabilir miyiz ..? " gonderi/128960392 Kitapta beni en çok düşündüren cümle "anlayabilir miyiz ..? oldu. Sahiden anlıyor muyuz ? Sevilmeyen kadınlar sevilmediklerini biliyorlar mı ? Yoksa onlarda mı bekledikleri sevgiyi görmeyince kendilerine sevgisizliği layık görüyorlar..? Düşündük mü ..? Düşünüyor muyuz ..? [Düşünmemeye on dakika ara verelim , tekrar düşünürüz :) ] ----------- "Hep böyle olmaz mı ? Erkekleri bırakıp mutfağa gitmez miyiz ? Vatanımıza , doğal ortamımıza dönmenin huzuru... " Bu incelemeyi kaleme alırken bende doğal ortamım (mutfakta) yazıyordum. Ortamımda ne kadar da Ronahi'yim. Kendim olduğumu düşünürken bir o kadar da kafam karışık, galiba kitap/butun-kadinlarin-kafasi-karisiktir--147590. Galiba demişken size Janya ve Zeynep'in çocukken kitapta geçen bir anısından söz edeyim; " Ama yapmadım ki öğretmenim. Ben onun kokulu silgisini almadım. Hem herkese yaymış , Gürkan bana aşıkmış diye. Yalan söylüyor.ama öğretmenim , siz hep onun tarafını tutuyorsunuz. Hep ben suçluymuşum gibi... ...kokulu silgisini alıp , beş parçaya böldüğümü bugün bile anımsıyorum. Garip bir öç alma duygusuyla ve silgiyi tanınmayacak biçime getirmeyi de akıl ederek , silgiyi çaldım, Zeynep'in parmakları incecik. Hem tırnaklarını yemediği için hep temizler. Zeynep'in çorapları ve tırnakları hiç kirlenmiyor. Önlüğü de hiç yırtılmıyor. (* Janya : yazar/rnas-jiyan ' ın kitap/janya--66924 şiir kitabında "Janya " adlı bir kadın karakteri doğrur , kitabının adını da Janya koyar. Bu kitapta sevilen Zeynep'e karşı sevilmeyi bekleyen, kafası karışık isimsiz bir kadın o. O karaktere " Janya " ismini verdim. Zeynep'e direnen , yaşama ,kendine direnen o kadın satır satır ölüyordu/ öldürülüyordu. Rênas onca kurduğu cümleden sonra "fermo janya êdî tu dikarî xwe bikujî! ... / Buyur Janya öldürebilirsin artık kendini!…" dememiş miydi? Şair sevdiği kadının ölümünü, kadının ellerinden olmasını ister. Sevmek , sevdiğinin uğruna duygularını feda etmek değil miydi? Ama kadın ölmekte... İsimsiz bir kadın ile Janya farklı kitaplarda aynı kaderi paylaştılar. Belki de yazar bu yüzden hepimizi birbirine benzetir. İsimlerimizle birçok anlamı ifade ederken , görünüşümüzle ise hiçliği simgeliyoruz...) Düşündük mü ? Sizi çok mu yordum ? Eh biraz yorulun ama :) "Bütün Kadınların Kafası Karışıktır " derken 'bütün' kelimesini kulanan Ece ablaya katılıyorum ( Yazara abla diyesim tutu..! ) Çünkü mutfakta yemek masasında yazı yazarken demliğin çiçekleri dikkatimi çekiyor , sonra salondan 'demli çay yok mu ? ' diye sesler geliyor. E benim kafam niye karışmasın ki dimi ? Hatta bu satırları okurken 'yaw ne yazmış bu, kafam karıştı ' demeniz de bir kafa karışıklığı değil mi ..? "Karışımlardan" biraz söz edeyim (Kimya dersinin konusu bu arada!) -Karışımlar : Yapılarında farklı cins atom veya molekül vardır. Fiziksel yollarla ayrıştırılabilirler. Demem şu ki ; her kadının kafası karışa karışa bir karışıma döndüğüne göre ve bu karışımın içinde de atomlar olduğuna göre bu kadın düşünce karışıklığı, yaşamın yapı taşları olabilirler. Değerlendirmek istiyorsakta ilk işimiz onları " her haliyle " sevmektir. Ne çok fazla egolu Zeynepler doğururuz ne de ölmek istemeyen Janyaları bilerek öldürürüz... Benim zaten kafam karışık, günde binlerce düşünceyi düşünürüm. Kitabın adı ve içeriği de karşık bir şey, kafasını daha iyi karıştırarak eğlenmek isteyenlerin kitabı diyebilirim... Okumak isteyen buyursun , ha bide Janya'yı okumayı da unutmayalım. Ben çoğu kez kadınları şairlerde ve şiirlerde saklı bulmuşumdur. Ahmed Arif'in Leyla'sı gibi... Çoğunlukla kafanızın içini karıştırın... ------ Janya şiirinin Kürtçe ve Türkçesi yorumda (Ronahî)

Merhaba 'bütün kafası karışık kadınlar' ve diğerleri, Yaz tatili ile sorumluluklarımın azalması ile bir okuma düzeni oluşturdum kendim için, Nisan ayından beri düzenli okumalar yapıyorum. Okuma düzeniminde herhangi bir bağlı kaldığım liste bulunmuyor; önceki ayda ya da öncesinde okuduğum yazarların kitapları, sosyal medya ya da yakın arkadaşlarımdan önerilen kitapları okuyorum. Buna göre yaptığım bir liste var elbette, esneyebilen bir liste. O haftanın yoğunluğuna göre düzenlemeler eklemeler yapıyorum. Geçtiğimiz haftadan itibaren bu düzenlemelere çokça ihtiyacım var, haftanın 5 günü 8 saatten mesai yaptığım 1.5*2*5'ten yolda zaman harcadığım bir zorunlu stajım var. Bu ayın okuma planına son dakikadan giren arkadaş tavsiyesi kitabım: Ece Temelkuran'ın Bütün Kadınların Kafası Karışıktır oldu. Bu okuduğum ikinci Ece Temelkuran kitabım. İlki 2015 yılında okuduğum Devir kitabı idi, çokça beğendiğim bir kitap olmuştu. Ankara'da Kuğulu Park ve çevresinde geçen devrim'den bahseden küçük güzel ayrıntılarla dolu gerçekçi(?) bir romandı. O kitabından sonra çeşitli dergilere yazdığı yazılarıı okudum. Birkaç gün önce bir arkadaşım sen seversin diye önerdiğinde Devir'deki dili aklıma geldi ve çok araştırma yapmadan okumaya başladım. İlk başlarda pek anlayamadan okusam da sayfalar ilerledikçe Temelkuran'ın ne anlatmak istediğini anladım sanırım. Kadın olmaktan, insan olmaktan, delirmeden ayakta kalmaktan bahsediyor kitapta. Aklımda kalan not aldığım birkaç konudan bahsedeceğim: Akıl bölümünde idam'dan bahsediyor yazarımız, daha açıklayıcı tabirle, idam hakkında beyin fırtınası diyebileceğimiz bir konuşma yapan kadını canlandırıyor. Konuşma sırasında gömleğinden, eteğinden, ona bakışlardan rahatsız oluyor. Sahnede ona mantıklı konuşan, fikir belirten bir insan olarak bakılmadığının farkında, bunu engelemek için bir daha kazak giyeceğim, etek giymeyeceğim diye kendine ket vuruyor. Bunun üzerine ne denir ki? Aynı bölümde idam'dan bahsederken, idam asıl cezayı ölene mi yoksa ölenin ailesine mi keser? diye soruyor. Ölen kişinin ailesi bu acı, ötekileştirme ile karşı karşıya kalıyor. Devletin amacı olan vergi veren, sorumluluk sahibi vatandaşlardan biri azalmış oluyor. Devlet neden yanlış yapan vatandaşlarını yetiştirmek yerine öldürmeyi tercih ediyor? Bir başka bölümde de baba'nın evde acı veren'i annenin de acı çekmeyi, kabullenmeyi öğreten mi olduğunu sorguluyor. Anne-baba figürlerinin yanısıra eş-hayat arkadaşı- figüründen de bahsediyor, onları irdeliyor. Benim için okuma serüveninin değişik olduğu farklı bir kitaptı. Temelkuran'ın diğer kitaplarını da okumak isterim. Bir başka kitap incelemesinde görüşmek üzere! (ms.toprak)

Ece Temelkuran'ın anlatım tarzı oldukça farklı, kendisinin anlatım tarzı içinse şu açıklamayı yapmıştır : "Kimsenin içine girmek için anlatmıyorum ben. Akıp gitsin de istemiyorum.Boğazınızda kalmalı. Dilimin tutuk müziği, itmeli. Akıp gidiciliğin uyuyan ritmi değil uygun olan,biz ölüyoruz. Size bunu anlatıyorum. akıp gitmesi gerekmiyor. Bu dilin, hep tökezleyip düşmesi gerekiyor. Çünkü biz, tökezleyip düşüyoruz." Anlatım tarzına benim yorumum ise tamamen kafası karışık birinin düşüncelerini okuyorsunuz, delirmek isteyen birinin. Sanki sizinle sohbet ediyor gibi, aklına ne geliyorsa direkt yazılmış ve düzenlenmemiş. Bir olaydan diğerine atlamak, bir cümleden diğerine atlamak çok kolay. Eğer sohbet havasında ve yahut olay örgüsüz anlatımdan hoşlanmıyorsanız, çok fazla benzetmeler var (elleri kadere benzetme gibi) hoşlanmıyorsanız tavsiye etmem, ona göre almalısınız. Ben okurken düşündürmeye teşvik ettiği için beğenmiştim. Kendisinin 1996 yılında yazdığı bu kitap için de "Bugün yazsam o şekilde yazmazdım" demiştir, kendisi de anlatımını eleştirmiştir sonradan. Onun dışında kadının hep bir rolünün olması ve onu oynamasının gerekliliğini kitap farklı bir şekilde anlatmıştır. Birçok okurun beğendiği gibi ölüm ve idam hakkında yaptığı yorumları çok beğendim. Aşağı bırakıyorum : (Bu ciddiyette - önemli bir konuda - bile toplumsal normlar gereği kılık kıyafetinde kendine suç bulması kadın olmanın zorluklarındandır.) 1) Ölüm, başlı başına bir son olarak cezanın, iyileştirme işlevini yerine getiremez. Kaldı ki, devlet babanın "iyi vatandaşlar" istediğini düşünürsek, ölüm cezası onun için de pek "verimli" bir yöntem sayılmaz . (Verilen cezanın sadece kişiyi değil, en çok sevdiklerini cezalandırmak olduğunu da dile getirir.) 2) "Devlet baba, bu yöntemle itaatkar olmayan oğlunu sonsuza dek evlatlıktan reddeder. Ölüm cezası, bu yanıyla da devlet kavramının içindeki eril yanı ortaya koyar. Çünkü anne, ko­şulsuz sevginin simgesi olmasına karşın baba, yalnız iyi ve doğru olan oğlunu sever." Mavi sakal benzetmesini beğendim, karılarını öldüren Mavi sakal ve hayatlarımızı çalan mavi sakallar... " Dolayısiyla artık, bay mavi sakal'la evlendirilmiştim. madem girmeyecektim, 41. odanın anahtarını niye verdi bana? - girmeyeceğimiz onca odanın anahtarını niye verdiler bize?- Ben de yapılması gerekeni yaptım: bütün odaları dolaştım." Mavi sakal, 17. Yüzyılda yaşamış ve korkunç simalı bir adamdır. Evlendiği üç karısı da ortadan gizemli bir şekilde kaybolur ve herkes ondan çekinerek evlenmek istemez. Her karısına bir anahtar vererek bir odayı açmamasını söyler, son karısı da açar ve diğer eşlerinin cesetlerini görür. Ağabeylerini çağırması ile mavi sakal öldürülür. Gerçek bir hikaye mi masal mı tartışmalı ama Ece hanımın kitapta bunu iyi bir şekilde kullanması ve açılmaması gereken bir oda yaratma fikrini beğendim. İYİ OKUMALAR DİLERİM... (Meltem)

Kitabın Yazarı Ece Temelkuran Kimdir?

1991 yılında Bornova Anadolu Lisesi'ni, 1995 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1993 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. İlk yazıları Patika dergisi'nde yayınlandı.

Kadın hareketi, siyasi tutuklu ve hükümlüler, Güneydoğu sorunu üzerine çalıştı, röportajlar yaptı. Almanya'da kadın hareketi üzerine bir araştırma yaptı. Ardından avukatlık ruhsatnamesini aldı ancak bu mesleği henüz icra etmedi. Yurtiçinde ve dışında çeşitli dergilerde yazılar yazdı, CNN Türk'te muhabirlik yaptı. Dünya Sosyal Forum sürecini izlemek için 2003'te Brezilya'ya, 2004'te Hindistan'a gitti. Venezüella'daki sosyalist devrimini ve Arjantin'de ekonomik krizden sonra oluşan halk hareketini inceledi. Bu harekete ilişkin yazıları "Buenos Aires'te Son Tango" adı altında yazı dizisi olarak Milliyet'te yayınlandı. Milliyet gazetesinde "Kıyıdan" adlı köşesinde yazdı. Habertürk Gazetesi'nde 8 Şubat 2010 gününden itibaren yazmaya başlayan Temelkuran'ın yazı günleri Pazartesi, Çarşamba ve Cumartesi oldu. Ancak 4 Ocak 2012 tarihinde Temelkuran'ın işine son verildi.

Her yıl Dünya Sosyal Forumu'nu yerinde izlemeye devam ediyor.

Ece Temelkuran, Aslı Erdoğan, Ümit Kıvanç, Bejan Matur, Beliz Güçbilmez, Murat Uyurkulak ve Şamil Yılmaz ile birlikte Son Bir Kez oyununun yedi yazarından biridir.

17 Ekim 2010 tarihinden itibaren Habertürk TV kanalında her pazar yayınlanmaya başlanan "Kıyıdan" adlı bir programı hazırlayıp sundu.

Girişimci ve yazar Metin Solmaz ile 1996 yılında evlenip 1998 yılında boşanmıştır. Bir suikaste kurban giden Uğur Mumcu ile CHP İzmir Milletvekili, TBMM Başkan Yardımcısı Güldal Mumcuçiftinin oğlu Özgür Mumcu ile 2007 yılında evlenip 2009 yılında boşanmıştır. (Özgür Mumcu, Sorbonne Üniversitesi’nde hukuk doktorası yapmış ve şu anda Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesinde asistanlık yapmaktadır.) Ece Temelkuran, film yönetmeni İnan Temelkuran'ın ablasıdır.

Ece Temelkuran Kitapları - Eserleri

  • Kayda Geçsin
  • Muz Sesleri
  • Ağrı'nın Derinliği
  • Biz Burda Devrim Yapıyoruz Sinyorita
  • Düğümlere Üfleyen Kadınlar
  • Bütün Kadınların Kafası Karışıktır

  • İç Kitabı
  • Kıyı Kitabı
  • İkinci Yarısı
  • İçeriden - Kıyıdan Konuşmalar
  • Dışarıdan - Kıyıdan Konuşmalar
  • Devir
  • Ne Anlatayım Ben Sana!

  • Oğlum Kızım Devletim
  • Kahramanlar Kitabı
  • İyilik Güzellik
  • Olmayan Kuşlar Ansiklopedisi
  • The Insane And The Melancholy
  • How to Lose a Country : The 7 Steps from Democracy to Dictatorship
  • Bu da Geçer

  • Hepberaber Kalpsiz Bir Dünyaya İnat

Ece Temelkuran Alıntıları - Sözleri

  • Her kuş her insana bir parça uçmak hediye eder çünkü. (Olmayan Kuşlar Ansiklopedisi)
  • Türklerden acılarının tanınmasını, tarihin kabul edilmesini beklemeyen bir tek Ermeni bulamazsınız. Dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız bunu. Ermenistan'da da. Ama Türkiye bu ihtiyacımızı 'milliyetçilik' olarak göstermeye çalışıyor, toprak istediğimizi, bu yüzden soykırım konusunda sert politikalar güttüğümüzü düşünüyor. Bunlara inanıyorsunuz, çünkü başka bir şey duyma şansınız yok." Siyaset Ağrı’nın Derinliği, Ece Temelkuran (Ağrı'nın Derinliği)
  • "Direniyor olmak, bunca acıya karşın ayakta duruyor olmak, onlara bile şaşırtıcı geliyordu. " (Oğlum Kızım Devletim)
  • "Biz namuslu yaşadık Tilda. İyi insanlar olduk." Bu, en uzun cümlesidir Türkçe'nin. Yaşar Kemal'in ölen eşi Tilda'nın mezarı başında söylediği. En uzun romandan daha uzun, en ağırından daha taş. (Dışarıdan - Kıyıdan Konuşmalar)
  • Ağırlık yapmayan her şey hafif değildir aslında. (Kıyı Kitabı)
  • Bizim işçi kesimi gibi. Toplu sözleşme yapılıncaya kadar Kızılay Meydan'ında devrimcidir, hıyarla domatesi alıp piknik yapar gibi eylem yapar. Toplu sözleşme yapıldıktan sonra Kızılay'da bir tek işçi göremezsin. (Ne Anlatayım Ben Sana!)

  • Dünya artık ne yapacağını bilmeyen bir dükkân ve üzerinde "Patron çıldırdı!" yazıyor. (Hepberaber Kalpsiz Bir Dünyaya İnat)
  • "Kayda geçsin" çünkü; bu zamanlar o zamanlar. (Kayda Geçsin)
  • Biz ölünce, siz susuyorsunuz ya, biz ondan ölüyoruz işte, ölünce biz, karşısında durup susacağınız kimse olmayacak... (Bütün Kadınların Kafası Karışıktır)
  • "Hep bir kuş ölümüyle biter Kalp ve kanat eksiltmelerinin sonu.." (Kıyı Kitabı)
  • Hicret, yalnız evdeki zalimden kaçmak için değil, ruhumuzun derinliklerine ulaşmak için de yapılır. (Kayda Geçsin)
  • Kendi dinamiğini taşa çarpa çarpa çoğaltan, ezene karşı bir feryat bu! (Ne Anlatayım Ben Sana!)
  • Seslerimizden daha yüksek yaptılar sarayların duvarlarını (Bu da Geçer)

  • Bu ülkenin derhal ve hızla sevilmeye ihtiyacı var. Bu halkın derhal ve hızla kendi kendini sevmesi, kendini bilmesi gerekir. Çünkü bu ülke, evde bulgur kaynatırken dolar kuru kovalayan adamlardan, televizyonda yaratılan mafya tiplerine benzemeye çalışan genç çocuklardan, işyerlerinde, koydukları seccadelerle vicdanlı olduğunu gösterip kurnaz tüccarlık yapan "Müslüman işadamlarından", ülkesini sevdiğini söyleyip genç çocukların üzerine çullanan milliyetçilerden, kadınlarını çok sevdiğini söyleyip öldüren adamlardan ibaret değildir. Bütün bu boz bulanık kalabalık içinde bir şeyin uykuya yatmış olması, uyandırılmayı bekliyor olması gerekir. (Biz Burda Devrim Yapıyoruz Sinyorita)
  • "...Biz, dünyanın geri kalanı gibi insanları masumlar ve suçlular diye ikiye ayırmıyoruz. Washington'dan, IMF'den söz ediyorsunuz... Bizim bunlara öfkelenmeye vaktimiz yok. Biz burada devrim yapıyoruz Sinyorita!" (Biz Burda Devrim Yapıyoruz Sinyorita)
  • Benim ülkemde de camilerin minareleriyle devletin diktiği seküler anıtların boylarının birbirini geçmemesine azami özen gösterilir. Hatta bu yüzden İstanbul'da sırf yüzlerce yıllık camilerin minarelerini gölgeleyebilsin hırsıyla görülmemiş çirkininde Atatürk anıtları inşa edildi son yıllarda. (Muz Sesleri)
  • Aşağılananların failini kurtarıcısı olarak selamladığı bir dünya. (How to Lose a Country : The 7 Steps from Democracy to Dictatorship)
  • İnsan ancak sevilince öğreniyor kendini sevmeyi. (Düğümlere Üfleyen Kadınlar)
  • İnsanın da eşyanın da huylusu güzel. :) (İyilik Güzellik)
  • "İnsan nasıl sevmeli ülkesini? Düğünlerde sıkılan kurşunlarla çocuklar öldüğünde mesela... Bir grup insan toplanıp üç-beş genci düşüncelerini açıkladıkları için linç etmeye kalktığında... Gecekondu yıkımlarında yoksul bir adam, çocuğunu pencereden tek kolundan sarkıttığında... Yalınayak gezen çocukları hastayken, kapıcı gidip kendine son model bir cep telefonu aldığında... Kızlarını sokağa çıktığı için kafasına kurşun sıkarak öldüren babalar, erkek kardeşler, taşra şehirlerinin hemen dışındaki otellerde başkalarının kızlarıyla para verip seviştiğinde... Bir öğretmen öğrencisini döverek öldürdüğünde... Bilmedikleri bir dilde ezberledikleri dualarla adamlar, yaktıklarında çocukları... Askerler, cezaevlerinde açlık grevi yapan kendi yaşlarındaki gençleri yakmaya,yıkmaya gönderildiklerinde ve yanık kızlar kameralara bağırdığında, ertesi gün kimsenin sesi çıkmadığında... Kadınlar sokaklarda sezonu açılmış av hayvanları gibi ürkek yürüdüklerinde,tecavüze uğradıklarında,katlediklerinde..." (Biz Burda Devrim Yapıyoruz Sinyorita)