Büyük Gözaltı - Çetin Altan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Büyük Gözaltı kimin eseri? Büyük Gözaltı kitabının yazarı kimdir? Büyük Gözaltı konusu ve anafikri nedir? Büyük Gözaltı kitabı ne anlatıyor? Büyük Gözaltı kitabının yazarı Çetin Altan kimdir? İşte Büyük Gözaltı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Çetin Altan

Yayın Evi: İnkılap Kitabevi

İSBN: 9789751014597

Sayfa Sayısı: 280

Büyük Gözaltı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

1973 Orhan Kemal Roman Ödülünü kazanan ve pek çok dile çevrilen Büyük Gözaltı bir Fransız eleştirmenine göre 'kişisel bir serüvenin ötesinde, her çeşit baskıya özel bir eğilimi olan bir toplumun öyküsüdür. Türk toplumunun öyküsüdür. Türk toplumunun bunalımını saptayıp aktaran, toplumsal yönlerinin zenginliği ve roman mimarisinin sağlamlığı ile dikkat çeken bir eserdir bu.

Büyük Gözaltı Alıntıları - Sözleri

  • Güneş vuruyor denize. Parçalanmış bir aynada kırılan sert ışıkların gözleri kamaştıran kıpırtılı şavkı. Demir bir yatak var odada, bir masa, bir demir iskemle. Bir de uzaktan görünen deniz, bir de giden vapurlar, gelen vapurlar. Oyuncak vapurlar. Bir de gök. Bir de güneşin denizde kırılan ışıkları...
  • Elektrik yoktu o zamanlar. Anne diye bir kadın dolaşırdı evin içinde, babaanne diye bir ihtiyar, baba diye bir adam, bir de Sadakat diye bir evlatlık...
  • - Niye öldürdün, diyordu. Büyük olduğu ve beni döveceğini söylediği için öldürmüştüm. Hoş ben öldürmeden önce de zaten ölüydü. Yaşadığı yoktu ki... Üç beş kuruş almaya çalışan bir işçi parçasıydı.
  • Beynim bütün ilişkisini koparmıştı dünyadan, ne yaşamın tadı, ne ölümün korkusu... Tam bir duygusuzluk içinde, tam anlamıyla taş kesilmiş gidiyordum. Beynim birden uyanır, birden eski anılara döner, birden yeniden dünyaya bağlanırsa diye ödüm kopuyordu. Ve ölmeden ölmüş, öyle gidiyordum ölüme. Anısız, duygusuz, düşüncesiz, bomboş, tıpkı bir ceset gibi...
  • Anlamsızlığın anlamını soruyorlardı bana, yahut anlamın anlamsızlığını...
  • Sert fırtınalarla, dev dalgaların içini oyuk oyuk ettiği haşin bir kaya gibiydi babaanne. Öpmesini öğrenmeden unutmuş, ağlamasını kimseye göstermeden bir ayıp kuyusuna atıp boğmuştu.
  • Ama aslında ben onları seviyordum. Kimbilir belki onlar da beni seviyorlardı. Ne çare ki ne onlar bana bu sevgiyi gösterebileceklerdi, ne de ben onlara...
  • O kadar uzak ve o kadar ılık görünürdü ki genç kadın siluetleri, akıp giden arabaların, tramvayların arasındaki yalnızlığımda yüreğim burkulur, gitgide koyulaşan bir sevgili özlemi yakar eritirdi içimi. Kimi görsem deliler gibi sevecektim. Ama kimse yoktu ki…
  • Hayatında gözaltından kurtulduğun hiç oldu mu? Bir karanlık odada bile, dudak dudağa olduğun sırada bile, biri gözetlemiyor mu seni ve sen gözetlemiyor musun kendi kendini.
  • Kimi görsem deliler gibi sevecektim. Ama kimse yoktu ki...
  • Bu anlatılmaz ve anlaşılmaz garip özlem ve titreşimlerde kaybetmişim bütün çocukluğumu. Kimbilir belki de hayatımın büyük bir parçasını. Belki bir enayi, bir salak, belki de serseri bir duygusal gibi...
  • Ve artık bitiyordu işte her şey. Nu tuhaf, birden bir kayıtsızlık çökmüştü içime. Hani sanki hoşnuttum her şeyin bitmesinden. Adeta özlüyordum o korktuğum çukuru. "Oh" diyeceğim tek yer orasıymış gibi geliyordu artık.
  • Beni o odaya kilitledi paşa baba. Hâlâ o odadayım. Çıkamadığım o oda. Çıkamadığım bu oda. Çıkamadığım odalar. Hepsi aynı oda...
  • Doluverdi gözlerim, bir hıçkırıkla göğsüm kabardı indi. Birisine sarılarak, başımı göğsüne bastıra bastıra ağlamak istiyordum. Ama başımı bastırarak ağlayacağım bir göğüs yoktu. Uzayda yerçekimsiz kalmış gibiydim.
  • Sonra dönüp bana sorarlardı: - Seni de dövdü mü yine? Bu da onların işbirliği teklifiydi. Sevdiği zamanlarda bile: - Hayır dövmedi, sevdi, diyemezdim. Omuz silkerdim. Dövdü sansınlar da, daha bir yakınlık göstersinler diye... Öylesine açtım ki yakınlıkla şefkate...

Büyük Gözaltı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

1973 Orhan Kemal Roman Ödülü kazanan roman yazarın 72 de yayımlanan ilk romanı. Aynı zamanda 12 Mart sonrası yayımlanan ilk 12 Mart romanı olma özelliği de taşıyor. Yazar 12 Mart döneminde yaşadığı bir gözaltı sürecinden esinlenerek bu romanı yazmış. 1971 deki askeri darbenin sonrasındaki kaosun anlatıldığı kitap , kitap kahramanının geçmiş ve günümüz arasındaki gelgitlerle yaşam boyu nasıl gözaltından geçmiş olduğunu anlatıyor. Bu nedenle otobiyografik bir roman olma özelliği taşıyor. Roman karakterinin ismi verilmemiş, romandaki kişi gözaltına neden alındığını bilmiyor, gözaltı sürecinde kendisine kimi öldürdüğü soruluyor. Birini hatta birden çok kişiyi öldürdüğü doğru. Fakat öldürdüğü kişiler kendisine kötü davranan ailesi ve çevresindeki kişiler. İşkence odasındaki gözaltı sürecinden geçmişe giderek bir çocuğun hayal dünyasında yakın çevresini öldürmesinden bahsedilmiş. Ve bu öldürmelerle Haksız gözaltılardan , hukuksuz işlemlerden, keyfi tutuklanmalara atıfta bulunuyor yazar. Romanın başından sonuna kadar soru işareti olan roman kahramanının kimi öldürdüğü kitabın sonunda açıklığa kavuşuyor. Avucunda ipek böceği kozası ile gelen sorgucunun ' bunu kim öldürdü ' diye sorması ve roman kahramanının ' onu ben öldürdüm , kumaş dokunabilmesi için koza içindeki ipek böceğini öldürmesinin gerekli olduğunu' demesi kıtabin en can alıcı kısmı bence. 12 Mart döneminde yapılan gözaltıların sebebinin ne kadar mantıksız ve hukuksuz olduğu başka türlü anlatilamazdi. (Ömer)

Yüz karası Altan Kardeşler var. Onlara değinmeyeceğim. Onların babasını okuyacağız bugün. • Özellikle son 10-12 yıldır ülkemizdeki ‘fıkra’ yazarlığı tamamen tükenmiş durumda. Çetin Altan bu geleneğin son temsilcilerindendi kanımca. 2015’te göç etti. Bizler de oğullarından kaynaklı korkup anamadık. Neyse. • Bu onun ilk eseri. Aslında ilk romanı. Çünkü eserin yayımlandığı 1972 yılına dek çeyrek asırlık bir gazete serüveni var Çetin Altan’ın. Yayımlandığı yıl ertesi Orhan Kemal Roman Ödülü’ne de layık görülüyor. • Otobiyografik bir ürün. Fakat büyük olmak da burada saklı işte. Kişisel serüvenine ‘okuyucuyu’ dahil edebilmek. Ediyor. • 12 Mart sonrası yayımlanması elbette o sürece birçok gönderme içeriyor. Çocukluk travmaları, yer yer cinsellik, aile yaşamı, mapushaneler ve şiddet. Ya da korku. Buyurun. (Adem Kara)

Çetin Altan'ın 1972'de yazmış olduğu ilk romanı. Babamın kitaplığında kitabın hem de ilk baskısını bulduğumda okuyayım dedim. İyi ki de demişim. Her ne kadar Altan'ın politik savruluşlarını benimsemesem de yazarlık gücünü çok beğendim. Gözaltına alınıp hücreye konulan ve akıbeti hakkında görevliler tarafından bilinçli bir şekilde belirsiz duygulara sürüklenen bir kişinin (yazarın kendisi) o hücrede yaşadıkları ile çocukluğu ve ilk gençliği sırasındaki anıları/ travmaları olağanüstü bir ustalıkla içiçe geçirilerek anlatılmış. 47 yıl önce yazılmış lakin duru ve yaşayan bir dille.. (Chilekesh)

Büyük Gözaltı PDF indirme linki var mı?

Çetin Altan - Büyük Gözaltı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Büyük Gözaltı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Çetin Altan Kimdir?

Çetin Altan (d. 22 Haziran 1927, İstanbul ö.22 Ekim 2015, İstanbul), Türk yazar, gazeteci, köşe yazarı, oyun yazarı ve eski milletvekilidir. 22 Haziran 1927'de İstanbul'da doğdu. Dedesinin babası Kırım'dan göç eden arabacı Ahmet Qıpçaqskiy, dedesi Tatar Hasan Paşa idi. Babası hukukçu Halit bey, annesi Nurhayat hanımdır. Galatasaray Lisesi'ni, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1943-1944'de Çınaraltı, Varlık, İstanbul ve Kaynak'da şiirleri ve düz yazıları çıktı. İlk kitabı Üçüncü Mevki 1946'da yayınlandı. Ulus gazetesinde muhabir olarak başladığı gazeteciliğe Hür Ses'de fıkra yazarlığı ile devam etti. Daha sonra Halkçı, Tan, Akşam, Milliyet, Yeni Ortam, Hürriyet, Güneş gazetelerinde ve Çarşaf dergisinde köşe yazıları yazdı. 1959 yılında Abdi İpekçi'nin teklifi üzerine Peyami Safa'nın (1899 - 1961) yerine Milliyet gazetesinde yazmaya başlamıştır. Daha sonra Devrim, Akşam, Hürriyet, Güneş, Sabah, Milliyet gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Dünyanın en çok köşe yazısı yazmış yazarlarındandır. Çetin Altan 1965-1969 arasında Türkiye İşçi Partisi'nden milletvekilliği yaptı. Önce dokunulmazlığı kaldırılan, sonra da iade edilen ilk milletvekilidir. Bu dönemdeki anılarını "Ben Milletvekiliyken" adıyla kitaplaştırdı. 1960'lı ve 1970'li yıllardaki köşeyazıları, Taş, Sömürücülerle Savaş, Suçlanan Yazılar, 'Kahrolsun Komünizm' Diye Diye, Onlar Uyanırken, Kopuk Kopuk, Geçip Giderken, Gölgelerin Gölgesi, Şeytanın Aynaları, Bir Yumak İnsan (1978 Türk Dil Kurumu Ödülü), Nar Çekirdekleri adlı kitaplarda toplandı. Bu yıllarda gerçekleşen 27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 askeri darbelerini destekledi. 9 Mart 1971 darbe teşebbüsünü destekleyen "Devrim" gazetesi mensubu olduğu gerekçesiyle, bu "Milli Demokratik Devrim" darbesi planlarına karşı çıkan zamanın 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün tarafından tutuklanarak sorguya çekildi. Altan'ın dört romanı vardır: Büyük Gözaltı (1973 Orhan Kemal Ödülü), Bir Avuç Gökyüzü, Viski ve Küçük Bahçe. Dördü de Fransızcaya çevrilen bu eserlerden Büyük Gözaltı İsveçce, Yunanca, Bulgarca ve İspanyolca; Bir Avuç Gökyüzü ise İspanyolca ve Romence dillerinde yayınlandı. Büyük Gözaltı Fransız liselerinde seçmeli ders kitabı olarak okutuldu. Yazarın tümü oynanmış oyunlarından basılı olanlar; Çemberler, Mor Defter, Suçlular, Dilekçe ve Tahtaravalli, basılmamış olanlar ise, Beybaba, Yedinci Köpek, Islıkçı ve Telefon Kimin İçin Çalıyor'dur. Kavak Yelleri ve Kasırgalar'da çocukluk anılarını anlatan Altan'ın Aşk Sanat ve Servet ve Atatürk'ün Sosyal Görüşleri adlı iki incelemesi vardır. Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri ile Türk yazınında pek az denenmiş olan polisiye türünde eser veren yazar Zurnada Peşrev Olmaz'da mizahi yazılarını topladı. 2027 Yılının Anıları ise onun fütürist bir çalışmasıdır. Çok yönlü bir yazar olan Altan'ın gezi yazıları Al İşte İstanbul ve Bir Uçtan Bir Uca adlarıyla yayınlandı. Tarihinin Saklanan Yüzü ise onun Osmanlı tarihi üzerine yaptığı bir araştırmadır. Tüm yapıtlarından örneklerin toplandığı "Seçmeler" 1992'de yayımlandı. 1997'de Seçmeler genişletilerek Dünyada Bırakılmış Mektuplar adıyla tekrarlandı. Son 15 yılın günlük gazete yazıları da Şeytanın Gör Dediği kitabıyla okuyucuya ulaştı. Yazar son olarak çocuklar için özel bir yapıtı gerçekleştirdi, Alfabe. Elli yıllık yazı yaşamında yazılarından ötürü pek çok kez mahkemeye verilen Altan hakkında ağır cezada 300'den fazla dava açıldı. 1972 yılında gözaltı süresi 24 saat olmasına karşın 15 gün gözaltında tutuldu. Üç kez tutuklandı, iki kez mahkûm oldu ve iki yıl cezaevinde yattı. Son olarak hakkında 159. Maddeye dayanılarak açılan davada tek celsede beraat etti. Çetin Altan köşe yazılarına Milliyet gazetesinde devam ediyor. Oğulları Ahmet Altan ve Mehmet Altan’dır. Kızı Zeynep Bakan'dır. Hayat hikâyesi, 1998 yılında eşi Solmaz Kâmuran tarafından İpek Böceği Cinayeti adlı kitapta kaleme alınmıştır.

Çetin Altan Kitapları - Eserleri

  • Bir Avuç Gökyüzü
  • Büyük Gözaltı
  • Viski
  • Tarihin Saklanan Yüzü
  • Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri
  • Ben Milletvekili İken
  • Küçük Bahçe
  • Şeytanın Gör Dediği
  • Kadın, Işık ve Ateş
  • Zurnada Peşrev Olmaz
  • Gölgelerin Gölgesi
  • Onlar Uyanırken
  • Bir Yumak İnsan
  • Kavak Yelleri ve Kasırgalar
  • Yeryüzü Tanrıçaları
  • Kullar ve Sultanlar
  • Kahrolsun Komünizm Diye Diye Globalleşme
  • Nar Çekirdekleri
  • Kral Öldü Yaşasın Kral 2027 Yılının Anıları
  • Kopuk Kopuk
  • Aşk, Sanat ve Servet
  • Kalem Bahçelerinden Yedi Hayat
  • 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10
  • İyi Ki Şu Köyceğiz Var
  • Geçip Giderken
  • Atatürk'ün Sosyal Görüşleri
  • Dünyada Bırakılmış Mektuplar
  • Enseyi Karartmayın
  • Uçuk
  • 2027 Yılının Anıları
  • Şeytanın Aynaları
  • Öldürülmüş Şehzadeler ve Devrilmiş Padişahlar
  • Trapez
  • Suçlanan Yazılar
  • Sömürücülerle Savaş
  • Bir Yumak İnsan
  • Bir Uçtan Bir Uca / Al İşte İstanbul (2 Kitap)
  • Çemberler
  • Suçlular
  • Alfabe
  • Tarihin Saklanan Yüzü
  • Toplu Oyunları 1
  • Bütün Tiyatro Eserleri

Çetin Altan Alıntıları - Sözleri

  • Tarihi genellikle bir tiyatro sahnesine benzetirler. Aktörlerinin, aktrislerinin, figüranlarının, sonunun ne olduğunu kendilerinin de bilmedikleri bir oyunu oynadıktan sonra kaybolup gittikleri bir tiyatro sahnesine... (Tarihin Saklanan Yüzü)
  • İran-Irak savaşında yüz binler ölürken Salvador Dali'nin tablolarıyla ilgilenmeyi anlamsız mı buluyorsunuz; yoksa Salvador Dali'nin tablolarıyla ilgilenmek dururken, böyle bir savaşın sürdürüp götürülmesini mi? (Uçuk)
  • Devletin temeline dinamit koymak ne demektir. Maydanoz ortada dururken, kalkıp nane yemektir. (Zurnada Peşrev Olmaz)
  • Sorun belirli bir kompozisyonun bilincine sahipken onun istemlerini özgürce yerine getirememekti... Örneğin düşündüklerini söyleyememek, belirli bir çalışma ortamı bulamamak, acıkınca karnını doyuramamak, arzulanınca sevişememekti. (Küçük Bahçe)
  • Zaten onlar için yaşam göğüslemesi gereken bir can sıkıntısından ibaretti ... (Kavak Yelleri ve Kasırgalar)
  • Doluverdi gözlerim, bir hıçkırıkla göğsüm kabardı indi. Birisine sarılarak, başımı göğsüne bastıra bastıra ağlamak istiyordum. Ama başımı bastırarak ağlayacağım bir göğüs yoktu. Uzayda yerçekimsiz kalmış gibiydim. (Büyük Gözaltı)

  • Yalnız söz aramızda ben vaktiyle okullarda derslere çalışıp sınıfları sonuna dek geçtim ama yaşamın ne zorluğunu yenebildim, ne katılığını, ne de acımasızlığını. Boyuna işsiz kaldım, borç harç içinde yaşadım, mahkemelerden de başımı alamadım.. Anlaşılan babam pek iyi öğretememiş bana yaşamın ne olduğunu. Yaşamın ne olduğunu iyi öğrenemediğim için de yaşamla aramda bir uyum sağlayamadım. Yahut belki de zekâm, enerjim, kültür donatımım ve kavrama hızım yeterli değildi. Olsun ben yine de yaşamın ne olduğunu anlatıp duruyorum bizim çocuklara. Sıkıla patlaya nezaketen dinliyorlar.. (Zurnada Peşrev Olmaz)
  • Biliyorum en kolayı uydurmaktır yazarlıkta (Kopuk Kopuk)
  • Yaşasın vatan, yaşasın hürriyet, yaşasın lider! Böyle büyük davalar uğruna bizim gibilerin harcanmasından ne çıkar. Parti kazanacak, lider kazanacak ya. Yeter bu kadarı. Bir hayat hiçbir şey değildir. Amaaa hiçbir şey de bir hayat değildir. (Trapez)
  • Fevzi Çakmak da, bizim Göztepe'deki köşkün sokağında, eskiden Cemal Paşa'ya ait olan köşkte oturuyordu. Arnavut kaldırımı olan sokağın, sadece onun köşk kapısına kadar olan bölümü asfaltlanmış olduğu için, bunu dedemin ölmüş olmasına bağlıyor, -Dedem sağ olsa, asfalt bizim bahçe kapısının önünden de geçerdi, diyordum. Aynı sokakta oturan iki paşadan biri öldüğü için, asfalt sağ kalanın önüne kadar yapılmıştı. Bu görüşümü annem de paylaşıyordu, babam ise merhum kayınpederi yanında kendi öneminin küçümsenmesini tam benimseyemediğinden, -Belediye reisiyle konuştum, asfalt tamamlanacak, diyordu... ... ... Oysa asfalt ancak yirmi yıl sonra tamamlandı. Mareşal de, babam da öldükten sonra... (Kavak Yelleri ve Kasırgalar)
  • Ege köylerindeki kahvelere de,henüz kadın değilse bile,bilardo girmeye başladı. (Kral Öldü Yaşasın Kral 2027 Yılının Anıları)
  • "İnsan gücünü aşan ve sonu gelmeyen görünmez trajedilerin zincirlerini kuşaktan kuşağa boyunlarında taşıyıp, sessiz sedasız kahırlar zakkumunda eriyen kadınlar.." (Kadın, Işık ve Ateş)
  • Elektrik yoktu o zamanlar. Anne diye bir kadın dolaşırdı evin içinde, babaanne diye bir ihtiyar, baba diye bir adam, bir de Sadakat diye bir evlatlık... (Büyük Gözaltı)

  • Yedi milyon yıl önce ilk insan, dört ayak yürümekten vaz geçip iki ayağı üstüne kalktığı zaman, doğayla tersliğe düşmüş. Ayağa kalkan dişilerin de üretim organları yukarı çekilip daraldığından, yüz binlerce yıl boyunca ölüp gitmişler doğum yaparken.. Ve sonra ayağa kalkan dişilerin doğurma sürelerinde yavaş yavaş bir kısalma olmuş. Örneğin daha önceleri bir yıl olan gebelik on bir aya; on bir ay on aya; on ay dokuz aya inmiş. Yani dişiler bir savunma refleksiyle ,erken doğuma yönlenmişler. Ancak vaktinden erken doğan bebekler doğar doğmaz yürüyüp koşup kendi kendilerini yetiştirme olanağından yoksun kaldıkları için, çaresiz anneleri ,daha çok sahip çıkmaya ve bakmaya başlamış onlara.. Ne var ki, erken doğum yapan dişinin, güçsüz doğan bebeğine bakma zorunluluğu, bu kez de dişinin avlanmaya gitmesini engellemiş. Ve dişi bir erkeğe muhtaç olmuş... Erkeği kendine bağlı tutup karnını doyura bilmek için de ,başlamış kendini her an sevişmeye hazır tutmaya.. O yüzden de yılın her gününde sevişmeye hazır olan tek dişi, insanın dişisi. (Enseyi Karartmayın)
  • 'Varlıklı olmak' da bazen aradığını bulmaya yetmez, 'var olmak' için sıradanlığın dışına çıkmayı göze almak da... (Aşk, Sanat ve Servet)
  • "Bütün nesiller yanımdan kahkahalar ve şarkılarla geçip gidiyor ve ben dünyanın nimetlerine hâlâ bir dilenci gözüyle kenardan bakıp durmaktayım. Komadı gitti bu devlet bizi adem yerine." Ahmet Haşim (Kalem Bahçelerinden Yedi Hayat)
  • Payesiz insanları, toplumun verdiği maskeleri yere çalmış insanları severim ben.Kadın kadındır, erkek erkek ve kimse polis,avukat ve doktor değildir. (Toplu Oyunları 1)
  • Sonra iki elimi pantolonumun cebine sokup bütün şarkıları deneseydim ıslıkla aya karşı..Dünyevi şeyler uğramasaydı semtime. (Geçip Giderken)
  • Yumurtam olsun rafa Bütçeyi kaldır rafa Avucunu yala dur Sende varken bu kafa. (Zurnada Peşrev Olmaz)
  • Mektup alırsın, her taraf gül gülistan Derken cenaze geçer, her taraf zindan Mümkün olsa da insan, her zaman gülebilse. Olmasa her neşenin sonunda hüzün. Acısı da tatlısı da ömrümüzün Çok pahalıya oturur üstümüze. Cahit Sıtkı Tarancı (Dünyada Bırakılmış Mektuplar)