Cumhuriyetin Tarihi - Celaleddin Vatandaş Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Cumhuriyetin Tarihi kimin eseri? Cumhuriyetin Tarihi kitabının yazarı kimdir? Cumhuriyetin Tarihi konusu ve anafikri nedir? Cumhuriyetin Tarihi kitabı ne anlatıyor? Cumhuriyetin Tarihi PDF indirme linki var mı? Cumhuriyetin Tarihi kitabının yazarı Celaleddin Vatandaş kimdir? İşte Cumhuriyetin Tarihi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Celaleddin Vatandaş

Yayın Evi: Pınar Yayınları

İSBN: 9753522002

Sayfa Sayısı: 536

Cumhuriyetin Tarihi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bu kitap, yaşamakta olduklarımızı doğru çözümleyebilmek ve yaşayacaklarımız için isabetli bir öngörüde bulunabilmek için, yaklaşık yüz yıldır yaşadıklarımızı ortaya koyma çabasının bir ürünü olmuştur. Okuyucu bu kitapta, bugünün Türkiyesinde halkın iradesini temsil eden ve üstünde irade olamadığı ifade edilen ve kabul edilen siyasi sistem gereği böylede olması gereken Meclisin üzerinde irade olamaya çalışanların ilk örneklerini 23 Nisan 1920de faaliyetine başlayan Mecliste bulunabilir ve halkın iradesine müdahalenin Türkiyede köklü bir geleneğe sahip olduğunu görebilir; halkın iradesini ifade biçimi olan seçimlere müdahale ederek sonucu istediği gibi inşa etmeye çalışanların yaklaşık yüz yıldır devlet kurumunun önemli noktalarında yer aldıklarını fark edebilir; halkın iradesi söylemine sımsıkı sarılan ancak bu irade kendi iradesini onaylıyorsa kabul eden, yoksa halkı cahil sürüsü olarak algılayan zihniyetin sahiplerinin yine yüzyılı aşkın süredir bu ülkede iktidar oldukları tespit edilebilir; bu ülkede birilerinin ülkeyi her şeyi ile kişisel malı gibi kullanma ve yönlendirme zihniyetine sahip olduğunu fark edebilir; bütün manipülasyonlara ve yönlendirmelere rağmen, halkın iradesini biraz ortaya koyma tavrını sergilediği zaman, bunun hemen ses getirdiğinin yüzyıllık süreçte birçok örneğini bulabilirizHiç kuşkusuz Türkiyenin yakın tarihiyle ilgili sayısız denecek kadar makale ve kitap yayınlanmıştır. Bu durumda, bu çalışmanın süreci bilmeye katkısının ne olduğu sorulabilir. Böylesi haklı soruya verilebilecek en kısa cevap, çalışmanın konuyu ele ön yargılı ele almadığıdır. Bu çalışmanın herhangi bir şekilde övgü ya da sövgü amacı yoktur. Bu çalışmanın ikinci önemli özelliği, tüm süreci konu edinme gibi bir amaca sahiptir.

Cumhuriyetin Tarihi Alıntıları - Sözleri

  • Bireylerin sekülerleşmemesi, dinin bireylerin üst kimliğini oluşturmaya ve hayatlarında etkin olmaya devam etmesi, Baü’daki anlam ve biçimiyle laikleşmenin oluşmasına engel teşkil etmiştir. Çünkü, İslam, Hıristiyanlıkla kıyaslanamayacak kadar bireysel ve toplumsal hayatın içerisine köklerini salmış durumdadır. “Halka rağmen”ci programlar kadar, “İslam’a rağmen”ci programların da sorun oluşturucu olduğu görülmüştür.
  • Bu ve diğer bir çok konuda Cumhuriyet kadrolarının fikrî önderi Ziya Gökalp’in “Milli hukukun bütün dallanın dinsel etkilerden ve din adamlannın tahakkümünden tamamıyle kurtarmak”192 ideali büyük oranda gerçekleştirilmiş olur. 192 Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s. 127
  • Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası’nm Cumhuriyetin temel niteliklerini belirleyen 2. maddesine göre, Türkiye “laik bir devlet"tir. Laikliğin bu derece de ön plana çıkarılması ve her şartın ona bağlanması nedeniyle olsa gerek ki, Türkiye’de hoşa gitmeyen her şeyi laikliğe aykırı bulma ve dolayısıyla sisteme yönelik bir saldın biçiminde değerlendirme geleneği oluşmuştur. Hatta öyle ki görüşlerinde dinî unsurlar taşıyan bir partinin iktidara gelmesi ve parti liderinin başbakan olması dahi laikliğin dolayısıyla sistemin tehlikede oluşunun işareti olarak algılanır olmuştur. Bu zihniyete bağlı olarak da “laiklik karşıtı” ilan edilen her tavır ve sarf edilen her söz, laikliğin kurtarmaya yönelik bir eylem olarak değerlendirilir hale gelmiştir. Bununla ilgili olarak, kuvvet komutanlarıyla dinî özelliklere sahip bir söylemi dile getiren bir partinin başkanı olan Başbakanın birlikte yedikleri yemekte komutanlardan birisinin rakı istemesi dahi laik eylem olarak değerlendirilebilmiştir. Bu ise bazı yazarlar tarafından düşülen komikliği iğneleyen bir üslûpla ele alınmıştır. Bu konuda söz konusu durumla ilgili olarak Bekir Coşkun’un yazısı örnektir Yazı “Bir Fırt Laiklik” başlığına sahiptir ve şöyle devam eder: “Böylece rakı, laiklik ilkeleri arasında yerini aldı sayılır. Rakı içme ilkesi... Nitekim gazeteler ve TVler duyurdular; “Erbakan’a laik tavır...Paşa rakı içti.” “Şeriatçılara anlamlı cevap... Paşa garsondan rakı istedi.” “Laiklik güvencede... Paşa’ya rakı...” Biz o kadar rakı içtik birfaydası olmuş değil. Ama sevilen bir asker olan Deniz Kuvvetleri Komutam Oramiral Güven Erkaya’nın Erbakan’ın masasında rakı içmesi, rüzgârdan nem kapan Türkiye’de tabii ki önem kazanıverdi. Ne yapacaksın? Çek bir fırt laiklik. ”( Hürriyet Gazetesi, 7/8/1996)
  • Sivas Kongresi Beyannamesinde yer alan hilafet ve saltanat ağırlıklı ifadeler, Ankara’da Meclis’in açılışını haber vermek üzere Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal tarafından, illere, sancaklara, Müdafayı Hukuk merkezlerine ve belediyelere gönderilen 21 Nisan 1920 tarihli yazıda daha da yoğun bir tarzda tekrarlanır. Milli Mücadele’yi yönlendiren ideolojinin dini boyutunu göstermesi bakımından söz konusu yazının 4. maddesi oldukça önemlidir: “Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde bu günden itibaren aynı şekilde Hatm-i Şerifler indirilmesine ve Buhari-i Şerif okunmasına başlanarak, cuma günü ezandan önce minarelerde sala verilecek, hutbe okunurken, Halifemiz, Padişahımız fendimiz Hazretleri’nin mübarek adlan anılırken, Padişah Efendimiz’in yüce varlıklannın, şanlı ülkesinin ve bütün tebaasının bir an önce kurtulmaları ve saadete kavuşmaları için ayrıca dua okunacak ve cuma namazının kılınmasından sonra da hatim tamamlanarak yüce Hilâfet ve Saltanat makamı ile bütün vatan topraklarının kurtuluşu için girişilen Millî Mücadele’nin önemini ve kutsallığını, milletin her bir ferdinin, kendi vekillerinden meydana gelmiş olan bu Büyük Millet Meclisi’nin vereceği vatani görevleri yapmaya meczur olduğunu anlatan vaazlar verilecektir. Daha sonra, Halife ve Padişahımı­zın, din ve devletimizin vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dînî ve vatanî merasim yapıldıktan ve camilerden çıkıldıktan sonra, Osmanlı vilâyetlerinin her tarafında, hükümet konağına gelinerek Meclisin açılmasından dolayı resmî tebrikler yapılacaktır. Her tarafta cuma namazından önce uygun şekilde Mevlid-i Şerif okunacaktır.” | Metnin orijinali için bkz: Atatürk, Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 7, s.344, 345; Atatürk, Nutuk, C.I, s.431,432: Buraya sadeleştirilmiş hali alınmıştır. Sadeleştirilmiş metnin kaynağı olarak bkz: Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, C.1I, s. 112,113
  • “Meclis kürsüsünde birbirini takip eden Terakkiperverler ve zaman zaman bunlar arasına karışan bazı Halk Partililer soluklan kesilinceye dek bağırarak bu kanun tatbikatının memlekette, hatta Abdülhamit devrinde bile, misli görülmemiş bir “istibdat”a yol açacağınınsöylüyorlar ve artık ne söz, ne fikir hürriyetine, ne de yaşama emniyetine yer bırakmayacağı iddiasında bulunuyorlardı. Nitekim bir gün, Kazım Karabekir Paşa meclis kürsüsüne çıkıp ikide bir gözlerini cumhurbaşkanlığı locasında oturan Mustafa Kemal Paşaya çevirerek aşağı yukarı şöyle demişti: “Memlekette kimseye sesini çıkarmak imkâmnı bırakmadımz. Söz hürriyeti bir şu kürsüye inhisar etmiş bulunuyordu; yarın buradan konuşmak hakkından da mahrum olacağız”. Bu meyanda, Terakkiperver Fırkanın genç ve ateşli sözcüsü Feridun Fikri’nin sesi de halâ kulaklarımdadır. Ona göre “Takrir-i Sükün” kanununun Fransız İhtilâli’nde yüzlerce, binlerce masum ve mazlum kişinin canına kıyan “Şüpheliler Kanunu”ndan hiç farkı yoktu. Yarın biz de müdafaa hakkından mahıum birtakım suçsuz günahsız vatandaşlar, bir şüphe ya da bir iftira üzerine Fransa’da olduğu gibi, yığın yığın, yük arabalarına bindirilerek darağaçlarına götürülecekti.” (Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, 5. 82).
  • "Efendiler! Devletin adını taktınız , işleri de düzeltecek misiniz?
  • İstiklal mahkemesinde sonuçlar çok çabuk belli oluyordu. Çünkü “bu mahkemelerde avukat bulundurulması, hatta şahit dinlenilmesi gibi usüllerle vakit kaybedilmiyordu.
  • “Ben Cumhuriyeti tesis ettim. Fakat bugün [1930’lar kastediliyor] idare şekli Cumhuriyet midir, diktatörlük müdür, şahsi hükümet midir, belli değil.” M.Kamal
  • Türkiye'de bir çok muhalif hareketin başına geldiği gibi, İkinci Grup da "irtica" damgası vurularak kolay yoldan mahkum edilmiştir.

Cumhuriyetin Tarihi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Celaleddin Vatandaş'ın okuduğum ilk kitabı. Cumhuriyetin tarihine eleştirel bakan ideal kitaplardan biri. Akıcı bir dile sahip olduğu için sıkmadan okutuyor kendini. İlk meclisten başlayıp da 2000li yıllara kadar getiriyor kitabı yazar. Ama Atatürk dönemi diğer dönemlere nazaran çok daha uzun ele alınmış. Kitabın kaynakları noktasında diğer kitaplardan çok farkı olduğu pek söylenemez sanırım. Sık sık meclis kayıtlarına yer verilmiş. Atatürk'ün Nutuk'u dışında Falih Rıfkı Atay, Şevket Süreyya Aydemir gibi yazarlardan yararlanılmış. İnönü, Karabekir, Cebesoy gibi dönemin etkin isimlerinin hatıralarından alıntılar çokça yapılmış. Yine zaman zaman Bernard Lewis'ten, Lord Kinross'tan, Feroz Ahmad'dan yapılan alıntıları da görüyoruz. Bunlarla birlikte dönemin gazetelerinden de birçok alıntı yapılmış. Örneğin Cumhuriyet Gazetesinin de önemli bir yer bulduğunu görüyoruz kitapta. Yani alternatif bir tarih yazımına gerek yok dönemin eleştirisini yapabilmek için...Peki bu kitapta Cumhuriyetin Tarihi olarak neler var? Bazı yazarlara göre Abdulhamid devrini bile aratacak kadar ortadan kaldırılan fikir ve basın özgürlüğü, muhalif siyasilerin demokrasi arayışları, Türkiye'ye özgü dünyada olmayan bir laiklik biçimi, insan hakları arayışları, halk için halka rağmencilerin baskı rejimi, halkın halk partisinden kurtulayım da karşıda hangi parti olursa olsun seçimlerde ona vereyim diyeceği kadar bıkması, Arapça fatiha okumayı bile gericilik sanan ilericiler, İslami değerlere önem veren bir siyasetçinin karşısında içki içmeyi laiklik sanan komutanlar, darbe ile demokrasi getirenler, şaibeli seçimler, halk fakirlikten kırılırken milletvekilleri ve ağaların zenginliği, bankalar ve fabrikaların yönetiminde etkin rol alan milletvekilleri, muhalif düşüncenin vatan haini görülmesi, yazı yazdığı için gazetesi kapatılıp İstiklal mahkemelerinde yargılanan suçsuz bulununca bile yazı yazmasına izin verilmeyen gazeteciler, insanların kıyafetlerine dini görüşlerine göre değerlendirilmesi, alan hakkında herhangi bir yetkinliği olmamasına rağmen üst kademelerde görev yapan siyasetçiler, Türk tarih tezi gibi önemli çalışmalarda tarih bilginleri yerine etkin rol alan ve bilim adamlarını eleştirip dışlayan milletvekilleri, dil ve din devriminde söz hakkı bulunup da konu hakkında en fazla ortalama denecek seviyede bilgisi olan iktidara yakın alkışçı yazarlar, mahkemelerde yaşanan hukuksuzluklar, Chp rozeti takılınca birçok kapının açıldığı yerler vs... Bugün neyi eleştiriyorlarsa var bile denilebilir belki... Kitabın seyri içinde 2000lere gelene kadar aklımda kalan içerik böyle. Burada bazı başlıklar evrensel bakışı gerektiriyor. Birileri zenginleşirken halk fakirleşiyor ise eleştirel bakmak gerekiyor. Bakanlık yapan adam entelektüel anlamda koltuğa oturacak kadar yetkin değil ise ona da eleştiri getirmek lazım. Halk açlıktan kırılırken milletvekilleri ülkedeki fabrikaların hemen hepsinde kendilerine önemli yerler buluyorsa bir sorun var demektir.Yine seçimlere şaibe karıştırılmışsa, silah zoruyla insanların seçim özgürlüğü elinden alınıyorsa bir şeyler söylemek lazım. Mesela basın özgürlüğü savunucusuysanız o zamanı da bu yönden eksik görmeniz gerekiyor. Abdulhamid dönemi, ittihad terakki dönemi, Menderes dönemi bu konuda eleştirilirken Atatürk ve İnönü döneminde sanki farklı düşünceye tahammül varmış gibi bir hava oluşturuluyor. O zaman öyle gerekiyordu bu gibi durumlarda bence kaçış açıklamasıdır. Basın ve fikir özgürlüğü konusunda Abdulhamid dönemi de aynı şekilde savunuluyor ama hala sertçe eleştiriliyor. Biri savunulup öteki es geçiliyorsa objektiflik olmaz. Sahibini hatırlamıyorum ama doğru bulduğum bir söz vardı:" Eğer bir şey sen yaparken yanlışsa, ben yaparken de yanlıştır, sen yaparken doğruysa ben yaparken de doğrudur." Ama böyle olmuyor işte. Sen yaparken fikir özgürlüğü ben yaparken gericilik. Gericilik ve fikir özgürlüğü demişken gonderi/83333798 Burada bazı maddeleri sanırım Fikret Başkaya'nın Paradigmanın İflası kitabından da okumuş olabilirim. Bu kitabı okuyup da bazılarını göremeyenler o kitabı da okuyabilir. Ülkenin fikir özgürlüğünden bahsetmiştik aklıma geldi:Mustafa İslamoğlu 1996 senesinde Siyaset Meydanı programına katılmıştı ve o gün henüz hapisten çıkmıştı. Neden mi içerdeydi? Bir yazısında "Sistemi kuranlar sistemi kurdukları yıllarda dikta ile idare ettiler" cümlesini kurduğu için. Cümlesindeki "dikta" sözcüğü için 1.5 yıl hapis yattı adam. Sonra bu tespit kabul görmeye başlayınca "Dahi Diktatör" yazıldı işte. Özetle çok partili sisteme kadar olan dönem özel olarak basın özgürlüğü, demokrasi, laiklik gibi kavramlar açısından değerlendirilirse görülecek şey evrim mekanizmasında ara form canlılarının geçişini andıran bir ara form süreci gibi olduğudur. Laiklik dünyada uygulandığı şekliyle yok da laikliğe geçiş. Demokrasi değil de demokrasiye geçiş. Hatta cumhuriyet olup olmadığını bile tartışan yazarlar var kitapta. Bu bakımdan İnönü için de "son Osmanlı padişahı İsmet İnönü" diye nitelemelerde bulunan insanları görmek hayli ilginç. Atatürk ve İnönü'yü kastedip padişahların kulluğundan şeflerin kulluğuna geçtik diyen insanlar dahi var. Bu arada sadece Türkiye'de değil tabi diğer devletlerde de aynı zamanda tek adam rejimlerinden başka bir şey yok. Bu yüzden değerlendirmeler buna göre olmalı bence. 2020'den bakınca ilginç gelir ama muhalefetin olmamasını ülkenin ilerleyişinde devletin gücüne güç kattığı bu yüzden en doğru yönetiliş biçiminin tek sesli olması gerektiğini savunan gazetecilere şaşırmamak gerek bu yüzden. Bir de yaşasaydı muhtemelen Ahaber yazarı olurdu diyeceğiniz bolca adam mevcut ve gerçekten sinirlendirici bir durum. Yine Osmanlı'nın son dönemlerine bakılmadan cumhuriyetin Batı'ya yönelmesi hakkında yapılacak her eleştiri eksik olacaktır. Yapılmış hemen her yeniliğin Osmanlı aydınları tarafından da tartışıldığı görüyoruz diğer okumalarımızda. Harf devrimini şapkadan çıkarmadı Atatürk. Abdulhamid döneminde de gündeme gelmişti. Medreselerin yetersizliği de ilk defa cumhuriyet ile ortaya atılmamış. Çoğunlukla din ilimlerine yönelip pozitif ilimlere gereken değeri vermeyen hoca kadrosu ve yetersiz bir medrese sistemi çağdaş dünyada kendine yeterli yer bulamaz. Medreselerin şaşalı dönemlerini geride bıraktığı kabul edilmelidir, ha eğer kapatılması yine eleştirilecekse ilk eleştiri oku Müslümanlara yönelmelidir bence. Ali Fuad Başgil de bu gerilik yüzünden kapatılmasını doğru bulur mesela. Ali Ulvi Kurucu da bunun suçunu iktidarda değil Müslümanlarda görür. Yine Laiklik de Osmanlı son dönemlerde aynı şekilde tartışılıyor idi. Eğer uygulamalar eleştirilecekse tarihi süreç gözden geçirilmeli. Celaleddin Vatandaş da sanırım kitabın birkaç yerinde bunu vurguluyordu ve eleştirilerini Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren yapıyordu. Bakış bence de bu olmalıdır. Yine kitaba ve onun gösterdiği hakikatlerle günümüze döneceksek denilebilir ki Chp artık özeleştiri yapmalıdır. Şikayet ettiği şeyleri kendileri yapmamış gibi insanları kandırmayı bıraksınlar. Gücü eline alınca diğer yönetimlerden farkının kalmadığını görmek için iktidar yıllarına eleştirel bakan kitaplardan faydalanılabilir. İhsan Fazlıoğlu'nun güzel bir lafı var gonderi/54564466 Çapraz okumalar yaptıkça bunlara neden oy verilmediğini daha iyi anlıyor insan. İyi okumalar. (Serhat Günaydın)

Yalan Yazan Tarih Utansın: Hiçbir ülkenin, hiçbir döneminin tarihi, kendi halkından gizlenerek, inkâr edilerek ve daha da önemlisi halkı dışlayarak yazılmaz ve yazılmamıştır. Böyle bir tarih anlayışı sadece bize mahsustur. 》Kitap, bugün yaşamakta olduklarımızı doğru çözümleyebilmek ve yaşayacaklarımız için isabetli bir öngörüde bulunabilmek için, yaklaşık yüz yıldır yaşadıklarımızı ortaya koyma çabasının bir ürünü olmuştur. Bu çalışma herhangi bir şekilde övgü veya sövgü yapmamıştır. (Ömer Faruk)

Kitap, Türkiye'nin tarihini 1920'den başlatıyor ve 28 Şubat darbesine kadar getiriyor. Hadiselerin büyük bir kısmını Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve biraz da Adnan Menderes'in dönemi kapsıyor. Bu kısımları okurken bol bol vesika, zabıt, hatırat ve gazete ile karşılaşıyoruz. Cumhuriyet rejimine nasıl geçildi, mecliste neler oldu, siyasi kararlar nasıl alındı, Terakkiperver Fırka ile Serbest Fırka nasıl kuruldu, nasıl bitti, isyanlar nasıl oldu, nasıl sonuçlandı, kimler nasıl yargılandı, paşalar, gazeteciler, siyasetçiler hatıratlarında birbirleri hakkında neler yazdı bunları görüyoruz. Cumhuriyet Tarihi üzerine kitap yazmış birçok tarihçinin/araştırmacının eserlerinden istifade edilmiş. Göze en çok Lord Kinross, Şevket Süreyya, Erik Jan Zürcher, Feroz Ahmad ve Falih Rıfkı Atay ile Metin Toker gibi mühim isimler çarpıyor. Müellif, siyasilerin politikalarını tetkik ederken farklı görüşten birçok tarihçinin -tetkik ettiği hususta- ne gibi bir neticeye vardıklarını da kitaba eklemiş ve yeri geldiğinde onları da "resmi söylem" mefhumundan yola çıkarak tekzip etmiş. O dönemin toplumu nasıldı, maddi ve manevi ahvalini anlayabilmemiz için bazı edebiyat kitaplarından bile iktibas yapılmış. Esasen emsalsiz bir eser diyemem, zira dipnotlarda gördüğümüz kitaplardan anlaşıldığı üzere birçok akademik kitapta, bu kitaptaki gibi sonuçlara varılmış. Cumhuriyetin Tarihi kitabını güzel yapan en iyi şey süslü süslemeli yorumlara girilmeden, ciddi bir realite ile yazılmış ve elimizin altında her daim kullanabileceğimiz zengin bir kaynak hâline gelmiş olmasıdır. (Fırat)

Cumhuriyetin Tarihi PDF indirme linki var mı?

Celaleddin Vatandaş - Cumhuriyetin Tarihi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Cumhuriyetin Tarihi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Celaleddin Vatandaş Kimdir?

Celalettin Vatandaş (d 1962, Kırşehir) Sosyolog İlk ve orta öğrenimini Kırşehirde tamamladı 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü kazandı 1985 yılında Milli Eğitim bünyesinde Felsefe Grubu dersleri öğretmeni olarak çalışmaya başladı Bir süre Besni, Adıyaman ve Bozkır, Konyada öğretmenlik yaptı Öğretmenliği sırasında sosyoloji alanında yüksek lisans ve doktora programlarını tamamladı Yüksek Lisans ve Doktora tezlerini Türk Modernleşmesi üzerine yaptı Yüksek Lisans tezinde Türk Modernleşmesinin Osmanlı dönemini, Doktora tezinde Türk Modernleşmesinin Cumhuriyet dönemini araştırdı Bir süre Kanadada bir toplumsal uyum politakası olarak çokkültürlülük üzerine araştırmalar yaptı Doç Dr Celalettin Vatandaşın yayınlanmış çok sayıda makalesinin yanısıra Aile ve Şiddet (Türkiyede eşler arası şiddet), Çokkültürlülük ve Ulusal Kimlik (Türk Ulusçuluğunun Doğuşu) isimli kitapları bulunmaktadır

Celaleddin Vatandaş Kitapları - Eserleri

  • Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 1
  • Vahiyden Kültüre
  • Modern Çöküş
  • Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 2
  • Tevhid ve Değişim
  • Cumhuriyetin Tarihi
  • Kur'an ve Hayat
  • Yol Ayrımı
  • Tevhid ve Toplum
  • Esenlik Yurdunun Çağrısı
  • Hz. Muhammed (s)'in Hayatı
  • Hz. Muhammedin Hayatı ve İslam Daveti
  • Hz. Muhammed'in Hayatı
  • Bilim ve Ahlak
  • Ulusal Kimlik
  • Aile ve Şiddet: Türkiye'de Eşler Arası Şiddet
  • Çok Kültürlülük
  • Hz. Muhammed (s)'in Hayatı

Celaleddin Vatandaş Alıntıları - Sözleri

  • Gazali'ye göre hakka kısmen yakın olanları bulunsa bile filozoflara "Küfür ve ilhad damgasını vurmak gerekir." Bu özellikle Farabi ve İbni Sina için gereklidir. (Vahiyden Kültüre)
  • 'Rabb'in için sabret' (Hz. Muhammed (s)'in Hayatı)
  • Hz. Ali şöyle der: "Dünya arkasını dönmüş gidiyor. Ahiret yüzünü dönmüş geliyor. Her bireyin kendine has çocukları var. Siz ahiret çocuklarından olun, dünya çocuklarından olmayın! Bugün çalışma günüdür, hesap günü degil. Yarın hesap günüdür, çalışma günü değil." (Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 1)
  • Peygamber elbette ki bir insandır; ama herhangi bir insan değil, seçilmiş bir insandır. İnsanların arasından Allah tarafından seçilip, insanların ebedî modeli kılınmıştır. Ancak O’nun seçilmişliği ve seçkinliği, O’nun İlâhî irade ile özel bir irtibatının bulunması, O’nun hiçbir zaman sıkıntıya, zorluğa, acıya, üzüntüye uğramayacağı anlamına gelmez. O, istemediği, hoşlanmadığı, beğenmediği şeyleri yok edecek bunların yerine istediği güzel, iyi, kolay, şeyleri koyacak iradeye sahip değildir. Çünkü o bir kuldur. Elçi olmasının, Allah tarafından beğenilip getirdiği farklılıklar olabilir ve olması da beklenir; ancak onlar O istediği için değil Allah istediği için gerçekleşir. O zor durumda kalınca durumunu kolaylığa dönüştüremez; O çaresiz kalınca durumunu esenliğe ulaştıramaz; O bir el hareketiyle bir sözle kendisine yönelenleri defedemez, düşmanları yok edemez, uçamaz veya ateşte yürüyemez, gayb alemine hükmedemez. Bu nedenle bir şey yemezse acıkır ve açlıktan zayıf düşer; düştüğü zaman yaralanır, taş çarpınca yüzü parçalanır, dişi kırılır; çok hareket edip çabalayınca gücü kaybolur yere yığılıp kahr ve ancak bir başkalarının yardımıyla doğrulabilir. O hâlde Müslümanlar bilmelidirler kî Muhammed’in Allah’ın elçisi olması O’nu insan üstü bir varlık kılmamaktadır. O elçidir ama insan olan bir elçidir. O’na ve O’nun şahsında Müslümanlar verilen nimetler, başarılar, yardımlar, O istediği ve irade ettiği için değil, Allah istediği ve irade ettiği için gerçekleşir; bunların ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini de sadece ve sadece Allah bilir. (Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 2)
  • ..diğer ilahlara kulluk etmek âsiliktir ama kişinin kendisini ilah mevkiîne koyarak başkasını kendisine kulluk ettirmesi isyanın ta kendisidir. (Tevhid ve Değişim)
  • Gerçekten peygamberlerin kıssalarında akıl sahipleri için büyük bir ibret vardır. (Tevhid ve Toplum)
  • Kur'an, herhangi bir kitap gibi değildir. O'nda herhangi bir konu, herhangi bir kitapta olduğu gibi, ana başlıklar halinde, ana başlıklar da alt başlıklara bölünerek ele alınmış değildir. Kitaplarda bulunan bildik yazım usülleri Kur'an'da bulunmaz. Konuların önce genel hatlarıyla ele alınıp, sonra ayrıntılarına inerek açıklanması ve daha sonra da bir sonuca bağlanma süreci Kur'an'da söz konusu değildir. Bütün kitaplar, ilk sayfalarından son sayfalarına kadar bir konu dahilinde bütünlüğe sahiptirler. Bunun için de o kitaplar ortasından okunmaya başlanırsa ilk bölümler de anlatılanlar, yarısına kadar okunursa sonucu anlaşılmaz. Böylelikle de okunan kısmın çok fazla bir anlamı olmaz. Fakat Kur'an böyle değildir. Kur'an'la ilk defa muhatap olup, O'nu okumaya başlayan kişi önce çok şaşırır. O zamana kadar hiç görmediği bir sistem ve hiç duymadığı bir üslup karşısında şaşkın ve hayran bir şekilde kala kalır. Çünkü O'nun sistematiği, kitaplarla ilgili olarak alışılmışın dışında ve oldukça farklı, fakat bir o kadar etkili ve önemlidir. Zira o 'dosdoğru' bir hayatın kendisi, 'dosdoğru' bir hayatın yegane rehberidir. Onu okuyan ilahi iradenin sesini duyar, gerçek ilmin ışığını fark eder 'dosdoğru' hayat yolunun siluetini fark eder. Ondaki ilahi ses, kalbi ve kafayı en ücra köşelerine kadar etki altına alır. Üstelik onu baştan sona okumak veya belirli bir kısmını okumak da zorunlu değildir. Okumaya nereden başlanırsa başlansın, ilahi iradenin insana yönelik hitabı, insanı 'dosdoğru' bir inanç ve hayata sevk eden gücü bütün yüceliğiyle açığa çıkar. Hatta bir veya birkaç ayeti dahi okumak, ilahi sesi duymak ve 'dosdoğru' olanlarla 'doğru görünme gayretinde olanlar' arasındaki farkı anlamak için büyük oranda yetip artacaktır bile. (Kur'an ve Hayat)
  • ... Elbiseni temiz tut. (74:4) 'Elbiseyi temiz tutmak' , Araplar arasında kullanılan ... bir deyimdi. Araplar, yalan söyleyen veya sözünde durmayan kimse için ''elbisesini kirletti 'derlerdi. Yine aynı şekilde olmak üzere, iffetli kimseler için de 'eteği/elbisesi temiz' derlerdi. Bu ayetle, Rasûlullah (s)'e, her türlü ahlâksızlıktan, ... yüz kızartıcı davranışlardan uzak durulması emredildi. (Hz. Muhammed (s)'in Hayatı)
  • Doğal olmayan, başka bir değişle kimyasal yapıları bozulmuş transgenik ürünlerin insan metabolizmasında nelere yol açabi­leceğini kestirmek şimdilik pek mümkün değildir. Bu kuşku bütün dünya tarafından paylaşılmaktadır. Ağır bir açlığın pen­çesinde kıvranan Zimbabwe'de hükümetin ABD'nin transgene­tik tohumla üretilmiş tahıl yardımı önerisini kesin bir dille red­detmesi ve İngiltere Gıda Standartları Temsilciliği tarafından yapılan bir seri araştırmada, GDO'lu ürünleri tüketen kişilerin çoğunda gut hastalığının belirtilerine rastlanması ve Japonya'da genetik değişimli bir bakteriye bağlı olarak meydana gelen bir sendromun, 37 kişinin ölümüne neden olması GDO'lar konu­sunda birçok ülkede büyük kuşkulara yol açmış ve tepkilere neden olmuştur. (Modern Çöküş)
  • "Fakat her şeye rağmen dönemin bütün tasavvufi düşüncesini bir kalıp içerisinde düşünemiyoruz..." (Vahiyden Kültüre)
  • Vallahi ağlamakla hüznümün azalacağını bilseydim ağlardım. (Hz. Muhammed'in Hayatı)
  • Hatice, ilk zamanlar hiç aklında olmadığı halde, zaman geçtikçe yakından tanıdığı ve ahlakına hayran kaldığı Muhammed'in aradığı hayat arkadaşı olabileceğini düşünmeye başladı. Onun bu düşüncesi kavminin kendisi için bir sıfat olarak kullandığı 'Tahire' isminin gereğine uygundu. Tahire'ye uygun olan ancak bir 'tahir'di ve' tahir' de Muhammed'den başkası değildi. (Hz. Muhammed (s)'in Hayatı)
  • Bağlarına sığınmış iki yabancıyı uzaktan seyreden bahçe sahipleri, kim olduklarını bilmedikleri bu kişilere köleleri ile yemeleri için bir miktar üzüm gönderdiler. Köle kanlar içerisindeki iki yabancıya çekinerek yaklaşıp üzümü ikram etti. Resulullah, kanlı elini üzüme uzatırken 'Bismillah dedi. Köle şaşırdı; şaşkın bir halde bakakaldı. Köleye dönen Resulullah sordu: 'Nerelisin?" Hala şaşkınlıgını üzerinden atamamış köle, 'Ninova'dan' dedi. Resulullah sakinliğini hiç kaybetme den, sanki biraz önce taşlanmış, hâlâ vücudundan kanlar akan kişi kendisi değil miş gibi, aynı sakinlikle; 'Ninova mı? Salih insan Yunus b. Metta'nın şehrinden öyle mi?' dedi. Köle daha da şaşırdı: 'Sen Yunus b. Metta'yı nereden biliyorsun?' diye sordu. Resulallah; 'O benim kardeşimdir. O bir peygamberdi, ben de peygamberim' dedi. (Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 1)
  • "Vallahi, eğer Allah hidayet etmeseydi biz doğru yolu bulamazdık." (Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 2)
  • Eşcinsel sapması 1960'lardan sonra politik ve yasal desteklerle kendisini meşrulaştırma sürecine girerken ilginç bir şey yaşanmaya başlamıştır. Eşcinsel zihniyet, eşcinsel olmayan insanları cinsel hayatları nedeniyle suçlayamamış, ama kendisini normal eksine oturtarak diğerlerini sapkın olarak nitelemeyi başarmıştır. Bu yapılırken de psikolojinin bazı bulguları ve kavramları çok ustalıkla kullanılmıştır. Artık eşcinsel olmayan ve eşcinselliği olumlu değerlendirmeyenler hastadır, sapkındır. Eşcinsel olmayanları sapkın ve hasta gösterme çabalarının temel kavramı fobidir. Eşcinselliğe ve eşcinsellere yönelik olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olanlar fobik olmakla itham edilmişlerdir. Bu bağlamda homoerotikfobi (1967), antihomoseksüellik (1976), heteroseksizm (1978), homonegativizm (1980) gibi çeşitli kavramlaştırmalara gidilmiştir. Ancak yaygın şekilde tercih edilen kavram homofobi olmuştur. Bu da ilginç bir kavramlaştırmadır; çünkü insandan korkmak anlamına gelmektedir ve böylelikle vurucu etkisi hayli artırılmıştır. (Modern Çöküş)
  • Günümüz dünyası ; modern zamanlar cehaletin zirveye ulaştığı, cahileyenin belkide tüm insanlık tarihi boyunca hiç olmadığı kadar sistemlestiği ve güç kazandığı bir dönem olarak anlam kazanmaktadir. (Yol Ayrımı)
  • Bireylerin sekülerleşmemesi, dinin bireylerin üst kimliğini oluşturmaya ve hayatlarında etkin olmaya devam etmesi, Baü’daki anlam ve biçimiyle laikleşmenin oluşmasına engel teşkil etmiştir. Çünkü, İslam, Hıristiyanlıkla kıyaslanamayacak kadar bireysel ve toplumsal hayatın içerisine köklerini salmış durumdadır. “Halka rağmen”ci programlar kadar, “İslam’a rağmen”ci programların da sorun oluşturucu olduğu görülmüştür. (Cumhuriyetin Tarihi)
  • "İdrakimi gideren, benden aşağısını bana güldüren bir şeyi içmem...." (Kur'an ve Hayat)
  • Fâtıma ile Ali’nin ilk çocukları doğduğunda, yiğit bir savaşçı olan Ali, bu özelliğinin etkisiyle oğluna ‘Harb’ ismini vermek istedi. Resulüllah isimler konusunda hassastı. Kan, kin, şiddet, kötülük, felaket çağrıştıran isimlerden hoşlanmazdı. Bu nedenle Ali’nin seçtiği ismi beğenmedi. Anne ve babanın iznini alarak doğumuna çok sevindiği torununa kendisi isim verdi. Ünce torununun kulağına ezan okudu ve o güne kadar Araplar arasında hiç rastlanmayan bir ismi torunu için seçti. Torunu için seçtiği isim Hasan idi. Anlamı güzellik demekti. (Hz. Muhammed'in Hayatı ve İslam Daveti 2)
  • "Ancak bugün gelinen aşamada, Kur'an'ı anlamamak esas aldı." (Yol Ayrımı)