Deyimler ve Öyküleri 3 - Selim Gündüzalp Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Deyimler ve Öyküleri 3 kimin eseri? Deyimler ve Öyküleri 3 kitabının yazarı kimdir? Deyimler ve Öyküleri 3 konusu ve anafikri nedir? Deyimler ve Öyküleri 3 kitabı ne anlatıyor? Deyimler ve Öyküleri 3 PDF indirme linki var mı? Deyimler ve Öyküleri 3 kitabının yazarı Selim Gündüzalp kimdir? İşte Deyimler ve Öyküleri 3 kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Selim Gündüzalp
Yayın Evi: Zafer Yayınları
İSBN: 9799756836810
Sayfa Sayısı: 140
Deyimler ve Öyküleri 3 Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Orta yaşlı bir bey, için berbere gitmiş. Berberin koltuğuna oturur oturmaz sormuş:
"Usta söyle bakalım, saçımıza düşen aklar çok mudur, az mıdır?" Berber, umursamaz bir tavırla cevap vermiş:
"Eh işte beyim, şöyle böyle ağarmış amma pek fazla sayılmaz."
Bu cevap beyin merakını daha da arttırmış:
"Yahu, benim yaşım daha kırk bile değil. Ağarmışsa, üç beş tel anca ağarmıştır diye düşünüyordum. Sen ise, şöyle böyle ağarmış dedin. Hele iyice bir bak," demiş.
Berber, yine aynı umursamaz tavırla:
"Yahu beyim, bırazdan saçını traş edeceğim. O zaman önüne dökülür, sen de ak mı kara mı, görür anlarsın" demiş.
Deyimler ve Öyküleri 3 Alıntıları - Sözleri
- "Paşa olamazsın demedim,adam olamazsın dedim."
- Aslan payı VAKTİYLE ORMANIN BİRİNDE, hayvanlar iş bölü- mü yapmışlar. Bundan sonra bir ekip ava gidecek, bir ekip de kralları olan aslanın hizmetine bakacakmış. Bir gün avcılar büyücek bir ceylanı avlayıp getirmişler. Kral aslanın huzurunda, kaplan, kurt, tilki, çakal cümle et yiyici, halka olup ceylanı da, ortaya uzatmış lar. Aslan kurda: "Şu mübareği aramızda bir taksim et bakalım" de- miş, Kurt gayet adilane bir şekilde şu parça senin, bu parça benim .. diye bölüştürmeye başladığında ise, bu iş kralın hiç hoşuna gitmemiş. Gitmediği gibi bir pençe savurup kurdu yere uzatmış . Sonra da tilkiye dönerek gürlemiş: "Sen taksim et bakalım kurnaz tilki!" Tilki, bir ceylana bir de kurda baktıktan sonra taksimata başlamış: "Şu mübareğin ön bacakları, efendimiz hazretlerinin sabah kahvaltısıdır. Arka bacakları ise akşam yemeğidir. Yüreği, ciğeri, böbrekleri ise öğle vakti atıştır mak üzere yine efendi hazretlerinindir. Geriye kalan iş kembeydi, bağırsaktı , kelleydi, paçaydı her ne varsa, onları da biz kullar, aramızda bölüşürüz oldu bitti" demiş . Bu taksimat kral aslanın pek hoşuna gitmiş. Tilkiye dönüp, "Söyle bakalım, bu adil taksimatı kimden öğ rendin?" diye sormuş . Tilkicik, bıyıklarını burarak kurda bakmış ve: "Şu yerde uzanmış yatan, kurt babadan öğendim efendi hazretleri" demiş . ••• Bu deyim, "ortaklaşa yapılan bir işin neticesinde en büyük payı ya da faydayı, ortakların en büyüğü , en kuvvetlisi veya en kıdemlisinin alması" gibi durumlarda kullanılır. 27 Atma Recep din kardeşiyiz SMANlı DEVLETİ'NİN, hudutları içinde onlarca devleti barındırdığı devirlerde, elbette asayişi sağ lamak her zaman her yerde pek mümkün olmuyordu. Zaman zaman, ayaklanmalar çıktığı gibi, otoritenin uzaklığından istifade eden eşkiyalar, sık sık dağlara Çı kıp kendi halklarını soyup soğana çevirmenin yollarını arıyorlardı. İşte Arnavut Recep adındaki bir eşkıya başı da, böyle biriydi ve çetesiyle birlikte dağa çıkmış, halka zulmederdi. İşi iyice azıttıklarının haberi hükümet merkezine ulaştığında peşlerine bir birlik gönderilmiş ve Recep ile arkadaşları saklandıkları yerde kıstırılmıştı. Recep, bir kurtuluş, bir hal çaresi kalmadığını anlayınca askerlere doğru bağırmaya başlamış: "Etmeyin more, hep din kardeşiyiz, Atmayın, teslim oluyoruz!" Teslim olan Recep ve çetesi yakalanıp, bu seferlik az bir cezaya mahkum edilmiş, Sonraları Recep, bu olayı kahve köşelerinde anlatırken: "More, vallahi gebertecektim zaptiyelari. Çoluku- muz çocukumuz var diye ağladilar da acidım" diye palavra atarmış, Bir gün dinleyenlerden, işin aslını bilen biri, "Atma Recep" demiş, "biz de din kardaşıyız," ••• Bu deyim, "kuru sıkı palavra atanları, ikaz etmek için" kullanılır. 28 Ben senin cemaziyel evvel' ini bilirim SKİDEN RESMI dairelerde ve şer'iye mahkemele- rinde şimdiki gibi bir dosyalama ve kayıt sistemi yoktu. Her ayın evrak ı bir torbaya konur, bu torbaların üzerine, ait oldukları ayların isimleri kırmızı mürekkeple yazılır ve duvardaki çivilere sırasıyla asılırdl. Sene sonunda on iki tane oldu mu, evrak mahzenine kaldırılırdl. işte böyle bir evvel zaman resmi dairesinde, katiplerden birisi, eski yıllara ait torbalardan bir kaç tane alarak evine götürmüş ve kendisine don fanila falan yaptırmış. Ancak, torbaların üzerindeki kırmızı yazılar, yıka- makla çıkacak cinsten değilmiş . Bir gün hamama giden katip, orada tesadüfen daire arkadaşlarından birisi ile karşılaşmış. Soyunma odasında elbiselerini çıkarırken arkadaşı, bizim katibin iç donunun tam arkasına gelen yerde, kırmızı mürekkeple yazılı "Cemaziyel evvel" yazısını görünce işi anlamış fakat çaktırmamış. Aradan yıllar geçmiş, bu katip yükselmiş müdür olmuş ve eski kalem arkadaşlarına biraz tepeden bakmaya başlamış. Hamamda rastladığı arkadaşı da onun yanında çalışıyormuş. Bir gün aralarında bir tartışma çıkmış ve haksız yere arkadaşının gururuyla oynamış . Artık sabrı kalmayan arkadaşı: "Haydi canım sen de, kime caka satıyorsun? Ben senin cemaziyel evvel'ini bilirim ... !" demiş . ••• Bu deyim, "sonradan zengin olan ya da hikayede olduğu gibi, önemli bir makama gelen birisi hakkında, 'Ben onun eski halini de bilirim'" manasında kullanılır. 30 Buyrun cenaze namazına SULTAN IV. MURAD, kendi devrinde İstanbul'da içki ve tütünü zinhar yasak etmiş. Kahvehaneleri yaktırmış, ısrar edip emrine karşı direnenleri şiddetle cezalandırmış. Dört bir yana hafıyeler zaptiyeler saldırmış bütün bunlar yetmezmiş gibi bizzat kendisi de sık sık, tebdil-i kıyafet edip halkın arasında dolaşırmış. Ancak içki ve tütün müptelasının gözünü korkutmak için, ne ferman, ne ip, ne kazık, ne zaptiye, ne de sultanın kendisi yeterli olmamış. Çeşitli semtlerde tütün içilen gizli yerler türediği haberi bizzat sultanın kulağına kadar gelmiş. Bunlardan biri de, Üsküdar'daki meşhur miskinler tekkesi civarında, birinin içinden diğerine geçilen bir evmiş. Evin yola bakan kısmı, meşru olan bildiğimiz kahvehane suretinde imiş. Amma içinden açılan bir başka kapı ile, tütünhaneye geçilirmiş . Sultan Murad, tebdil-i kıyafet ederek derviş kılığına girmiş ve sözü edilen mekana gitmiş. Kahveci Sultan'ı tanıyamadığı için buyur etmiş. "Baba erenler ne içersin?" "Kahve." "Başka, tütün filan canın çeker mi?" "Yok." Bu cevap üzerine kahveciyi bir telaş almış. Öyle ya, tütün içmeyen adamın burada işi ne. Ortalıkta padişahın tebdil-i kıyafet dolaştığı haberleri gezinirken, bu tedbirsizlik de olacak iş midir. r koşu, kahveyi hazır edip, derviş in yanına çöreklenmiş . "Baba erenler ismi haliniz?" "Murad." Kahveciyi bir ter basmış. "Sultan'ı da var mıdır?" "Var elbet." Kahvecide bet beniz atmış, eli ayağı titreyerek "öyleyse buyrun cenaze namazına" deyip oracığa yığılmış . Sultan Murad, onun bu haline pek gülmüş ve "bu seferlik af olasın" diyerek. oradan ayrılmış . ••• Bu deyim, "yanlış bir iş yapanın, hatasının kötü sonu rına zı olduğunu " anlatmak için kullanılır. 34 Dalga geçmek KARADENİz İLLERİNDEN BİRİNDE, zengin bir tüc- car iflas eder. Varını yoğunu kaybettiğinden, canı na kıymağa karar verir. Sahildeki yüksek kayalardan birine çıkar. Sahile çarpan dalgaları saymaya başlar. Niyeti, dalgalar yüz olunca kendini denize atmaktır. Kendisini izleyen candan bir dostu ise, onu dikkatle kollamaktadır. Adamın saydığını duyup, amacını anlayan dostu, tam ..... doksan sekiz, doksan dokuz ... " derken, adamın kolundan yapışır ve: "Olmadı dostum, Dalga geçti yeniden say, " der. ••• Bu deyim, "alayetmek için, birisiyle şakacıktan eğ lenmek" mamısında kullanılır. 44 Dereyi görmeden paçalan Sıvama SERAP NEDİR BİLMEYEN bir delikanlı, kervana katılmış. Sıcak mı sıcak Konya Ovası'nda giderlerken, çöldeki gibi serap görünmeye başlamış. Delikanlı , ırmaklar, göller, ağaçlar görür olmuş. Oğlancık, bu gördüklerini sahici sanarak, suda ıslanmasın diye paçalarını sıvamaya başlamış . Onu gören ihtiyardan biri: "Oğlum, o gördükleri n seraptır, insanı böyle aldatır. Dereye varmadan, paçaları sıvama demiş." ••• Bu deyim, "Acele etme, hele bir bekle. İş tam olarak ortaya çıksın, ondan sonra harekete geç" manasında kullanılır. 48 Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu ESKİDEN avcıların toplanıp sohbet ettikleri bir mecliste her biri, güya başından geçmiş gibi bir sürü hayall av hikayeleri anlatırmış. İçlerinde en yaşlıları olan cızade Sayyad Bey hiç lMa karışmaz, anlatılanları, sessizce dinIermiş . Onun bu sessiz hali, günIerden bir gün ötekilerin dikkatini çekmiş. "Yahu üstad," demişler. "Bunca yıllık av hayatın var. Senin başından hiç bir olay geçmedi mi? Sen de bir hatıra anlat ki, dinleyelim. Hep bizler konuşuyoruz .. " şeklinde, ısrar etmişler. Avcızade Sayyad Bey, şöyle bir içini çekmiş: "Ahhh ... " demiş . "Ne olur beni konuşturmayın . O hazin hatıramın, yürek sızlatan acısını bana hatırlatıp derdimi tazelemeyin." Diğer avcılar kulak kesilmişler. Büyük bir merak ve heyecana kapılmışlar. Demek ki ortada çok acıklı bir av hikayesinin hatırası var demişler. Bu sefer ısrarlarını daha da artırarak kıdemli avcıya yüklenmişler. Beriki yutkunmuş, kendine şöyle bir çeki düzen verip, söze başlamış : "Efendim, avcılığa henüz başladığım gençlik yılla- rımdaydı. Bir gün, tüfeğimi ve köpeğimi aldım, tek başıma Sapanca Gölü'nün kenarında av ararken, gökte bir tuma gördüm. Şunu zararsız yerinden, ayağından vurayım dedim, Fakat ben tetiği çektikten sonra, zavallı hayvan, gagasıyla ayağını kaşımaya yeltenmez mi? İşte o anda, olan oldu. Saçmalardan birisi, hayvanın sol gözünden girip, sağ gözünden çıkmasın mı? Kırk elli metre kadar ötemizde, bir yere düştü . Köpeğim aldı getirdi. Hayvancağızın her tarafı sağlarndI. Yalnız gözlerinden kan akıyordu. Ben büyük bir pişmanlık ve şaş kınlık içinde, donup kalmıştım . Hayvancağız çırpınıyor, ben de içim sızlayarak düşünüyordum. İşte asıl hadise o zaman oldu. Gökten beş altı tane tuma, üstümüzde dönerek uçtular. ötüşe ötüşe ve hışımla aşağı doğru inip, kör turnanın yanına kondular. Ben büsbütün şaşırıp kalakalmıştım. Kendi dilleriyle ötüşüp anlaşarak, kör turnayı aralarına aldı lar ve şimşek gibi havalandılar. Onların bu bağlılık ve sadakatine aşağıdan hayretler içinde baka kalmıştım. İşte dostlarım, o günden sonradır ki, turnalar katar halinde uçmaya başladılar ve aralarına aldıkları kör turnayı, ses vermek suretiyle uçuş istikametine yönelttiler. Bu haber, dünyadaki bütün turnalar arasında yayıldı. Daima toplu ve katar halinde uçmalarına ilk defa ben sebebiyet verdim ... " diye, palavrasını bitirince, dinleyip gülüşen avcılardan birisi: "Ehhh!.. Üstad, durdun durdun, amma, Turnayı gözünden vurdun, pes doğrusu" demiş . ••• Bu deyim, "uzun süre sabırla bekledikten sonra, muradına en iyisinden ulaşanlar" için kullanılır. 50 Kör kadı ESKİ MAHKEMELERDEN BİRİNDE , Kadı Efendi'nin birisi davacının getirdiği şahitleri beğenmemiş. "Bunlar yalancı şahitlik yapıyorlar. Git, doğru dürüst adamlardan şahit bul getir," demiş . Davacı gitmiş, iki şahit daha bulmuş getirmiş. İçeri giren birinci şahit, gözlerinden biri kör olan kadıya yüksek sesle selam ve rmiş : "Selamünaleyküm kör kadı. " Kadı , fena halde kızmış , davacıya dönmüş : "Be birader, sana doğru sözlü bir şahit getir dedim ama böyle dümdüz me şe odunu gibisini ısmarlamadım" demiş, ••• Bu deyim, "Her söylediğin doğru olsun ama her doğru , her yerde söylenmez," düsturundan habersiz olanları tarif için söylenir. 84 O kadar incelme kırılırsın BUGDAY UNUNUN İŞİ çıKMış. Arpa unu na demiş ki, "Benim işim çıktı. Sen yerime biraz bakıver. " Arpa unu, "Olur başüstüne, ekmek hamuruna gire- yim mi?" diye sormuş. "Peki" demiş buğday unu, "ekmek olabilirsin. " "Ya çörek hamuruna gireyim mi? " diye sormuş arpa unu . "Olur olur, onu da yapabilirsin kıyısından " diye cevap vermiş, buğday unu. "Peki, baklava da olayım mı?" diye tekrar sormuş arpa unu, Buğday unu demiş ki: "O kadar incelme dostum, kırılırsın," ••• Bu deyim, "kabiliyetlerinin üstünde işler yapmak adına, şekilden şekile girenler" için kullanılır. Deyim ayrıca , "Bu kadar ince işlere karışma" manasında da kullanılır. 96 Yorgan gitti, kavga bitti BİR KIŞ GECESi Nasreddin Hoca merhum, henüz yatağına yatmıştı. Bu sırada, evinin önündeki sokakta bir kavga işitti. Pencereden başını çıkardı, kavgacılara seslendi ve yatıştırmak istedi amma, kendisini dinleyen olmadı. Kavga da gittikçe şiddetleniyordu . Hava soğuk olduğundan, hoca yeni yaptırdığı atlas yorganı sırtına bürünüp aşağıya indi. Kavga eden külhanilerin arasına girip ayırayım derken, hocanın yorganını alıp kaçtılar. Tuzağa düştüğünü anlayan merhum, titreyerek yukarı çıktı. Karısı Hacer Hatun telaşla sordu: "Hayır ola Hoca Efendi, ne kavgasıymış o? Sen gittin, sesleri kesildi." "Sorma hatun" der Hoca; "Yorgan gitti, kavga bitti." ••• Bu deyim, "Ortada paylaşamadığımız bir şey kalmadı" manasında kullanılır. 127 Alnı açık olmak ESKİ DEViRLERDE suç işleyenlerin, cezalarına göre alınlarına kızgın demirle damga vurulurmuş . Şimdiki gibi 'Adli siciller', 'Ceraim defterleri' ve 'Nüfus kayıtları' olmadığından, herhangi bir kimsenin ne mal olduğu, alnının lekeli veya lekesizliğinde bir bakışta anlaşılırmış . Alnında sabit bir damga olan insanlar bunu sakla- mak için, külahını ya da takkesini alnına kadar kapatarak gizlermiş. Bazen de yere bakıyormuş gibi yaparak, yüzünü ve dolayısıyla alnını aşağı eğermiş. Hayatı temiz geçmiş olanlar, "Benim alnım açık" diye iftihar edermiş. 133
- VAKTİYLE ORMANIN BİRİNDE, hayvanlar iş bölü- mü yapmışlar. Bundan sonra bir ekip ava gidecek, bir ekip de kralları olan aslanın hizmetine bakacakmış. Bir gün avcılar büyücek bir ceylanı avlayıp getirmişler. Kral aslanın huzurunda, kaplan, kurt, tilki, çakal cümle et yiyici, halka olup ceylanı da, ortaya uzatmış lar. Aslan kurda: "Şu mübareği aramızda bir taksim et bakalım" de- miş, Kurt gayet adilane bir şekilde şu parça senin, bu parça benim .. diye bölüştürmeye başladığında ise, bu iş kralın hiç hoşuna gitmemiş. Gitmediği gibi bir pençe savurup kurdu yere uzatmış . Sonra da tilkiye dönerek gürlemiş: "Sen taksim et bakalım kurnaz tilki!" Tilki, bir ceylana bir de kurda baktıktan sonra taksimata başlamış: "Şu mübareğin ön bacakları, efendimiz hazretlerinin sabah kahvaltısıdır. Arka bacakları ise akşam yemeğidir. Yüreği, ciğeri, böbrekleri ise öğle vakti atıştır mak üzere yine efendi hazretlerinindir. Geriye kalan iş kembeydi, bağırsaktı , kelleydi, paçaydı her ne varsa, onları da biz kullar, aramızda bölüşürüz oldu bitti" demiş . Bu taksimat kral aslanın pek hoşuna gitmiş. Tilkiye dönüp, "Söyle bakalım, bu adil taksimatı kimden öğ rendin?" diye sormuş . Tilkicik, bıyıklarını burarak kurda bakmış ve: "Şu yerde uzanmış yatan, kurt babadan öğendim efendi hazretleri" demiş . ••• Bu deyim, "ortaklaşa yapılan bir işin neticesinde en büyük payı ya da faydayı, ortakların en büyüğü , en kuvvetlisi veya en kıdemlisinin alması" gibi durumlarda kullanılır.
- OSMANlı DEVLETİ'NİN, hudutları içinde onlarca devleti barındırdığı devirlerde, elbette asayişi sağ lamak her zaman her yerde pek mümkün olmuyordu. Zaman zaman, ayaklanmalar çıktığı gibi, otoritenin uzaklığından istifade eden eşkiyalar, sık sık dağlara Çı kıp kendi halklarını soyup soğana çevirmenin yollarını arıyorlardı. İşte Arnavut Recep adındaki bir eşkıya başı da, böyle biriydi ve çetesiyle birlikte dağa çıkmış, halka zulmederdi. İşi iyice azıttıklarının haberi hükümet merkezine ulaştığında peşlerine bir birlik gönderilmiş ve Recep ile arkadaşları saklandıkları yerde kıstırılmıştı. Recep, bir kurtuluş, bir hal çaresi kalmadığını anlayınca askerlere doğru bağırmaya başlamış: "Etmeyin more, hep din kardeşiyiz, Atmayın, teslim oluyoruz!" Teslim olan Recep ve çetesi yakalanıp, bu seferlik az bir cezaya mahkum edilmiş, Sonraları Recep, bu olayı kahve köşelerinde anlatırken: "More, vallahi gebertecektim zaptiyelari. Çoluku- muz çocukumuz var diye ağladilar da acidım" diye palavra atarmış, Bir gün dinleyenlerden, işin aslını bilen biri, "Atma Recep" demiş, "biz de din kardaşıyız," ••• Bu deyim, "kuru sıkı palavra atanları, ikaz etmek için" kullanılır.
- ESKİDEN RESMI dairelerde ve şer'iye mahkemele- rinde şimdiki gibi bir dosyalama ve kayıt sistemi yoktu. Her ayın evrak ı bir torbaya konur, bu torbaların üzerine, ait oldukları ayların isimleri kırmızı mürekkeple yazılır ve duvardaki çivilere sırasıyla asılırdl. Sene sonunda on iki tane oldu mu, evrak mahzenine kaldırılırdl. işte böyle bir evvel zaman resmi dairesinde, katiplerden birisi, eski yıllara ait torbalardan bir kaç tane alarak evine götürmüş ve kendisine don fanila falan yaptırmış. Ancak, torbaların üzerindeki kırmızı yazılar, yıka- makla çıkacak cinsten değilmiş . Bir gün hamama giden katip, orada tesadüfen daire arkadaşlarından birisi ile karşılaşmış. Soyunma odasında elbiselerini çıkarırken arkadaşı, bizim katibin iç donunun tam arkasına gelen yerde, kırmızı mürekkeple yazılı "Cemaziyel evvel" yazısını görünce işi anlamış fakat çaktırmamış. Aradan yıllar geçmiş, bu katip yükselmiş müdür olmuş ve eski kalem arkadaşlarına biraz tepeden bakmaya başlamış. Hamamda rastladığı arkadaşı da onun yanında çalışıyormuş. Bir gün aralarında bir tartışma çıkmış ve haksız yere arkadaşının gururuyla oynamış . Artık sabrı kalmayan arkadaşı: "Haydi canım sen de, kime caka satıyorsun? Ben senin cemaziyel evvel'ini bilirim ... !" demiş . ••• Bu deyim, "sonradan zengin olan ya da hikayede olduğu gibi, önemli bir makama gelen birisi hakkında, 'Ben onun eski halini de bilirim'" manasında kullanılır.
- SULTAN IV. MURAD, kendi devrinde İstanbul'da içki ve tütünü zinhar yasak etmiş. Kahvehaneleri yaktırmış, ısrar edip emrine karşı direnenleri şiddetle cezalandırmış. Dört bir yana hafıyeler zaptiyeler saldırmış bütün bunlar yetmezmiş gibi bizzat kendisi de sık sık, tebdil-i kıyafet edip halkın arasında dolaşırmış. Ancak içki ve tütün müptelasının gözünü korkutmak için, ne ferman, ne ip, ne kazık, ne zaptiye, ne de sultanın kendisi yeterli olmamış. Çeşitli semtlerde tütün içilen gizli yerler türediği haberi bizzat sultanın kulağına kadar gelmiş. Bunlardan biri de, Üsküdar'daki meşhur miskinler tekkesi civarında, birinin içinden diğerine geçilen bir evmiş. Evin yola bakan kısmı, meşru olan bildiğimiz kahvehane suretinde imiş. Amma içinden açılan bir başka kapı ile, tütünhaneye geçilirmiş . Sultan Murad, tebdil-i kıyafet ederek derviş kılığına girmiş ve sözü edilen mekana gitmiş. Kahveci Sultan'ı tanıyamadığı için buyur etmiş. "Baba erenler ne içersin?" "Kahve." "Başka, tütün filan canın çeker mi?" "Yok." Bu cevap üzerine kahveciyi bir telaş almış. Öyle ya, tütün içmeyen adamın burada işi ne. Ortalıkta padişahın tebdil-i kıyafet dolaştığı haberleri gezinirken, bu tedbirsizlik de olacak iş midir. r koşu, kahveyi hazır edip, derviş in yanına çöreklenmiş . "Baba erenler ismi haliniz?" "Murad." Kahveciyi bir ter basmış. "Sultan'ı da var mıdır?" "Var elbet." Kahvecide bet beniz atmış, eli ayağı titreyerek "öyleyse buyrun cenaze namazına" deyip oracığa yığılmış . Sultan Murad, onun bu haline pek gülmüş ve "bu seferlik af olasın" diyerek. oradan ayrılmış . ••• Bu deyim, "yanlış bir iş yapanın, hatasının kötü sonu rına zı olduğunu " anlatmak için kullanılır.
- KARADENİz İLLERİNDEN BİRİNDE, zengin bir tüc- car iflas eder. Varını yoğunu kaybettiğinden, canı na kıymağa karar verir. Sahildeki yüksek kayalardan birine çıkar. Sahile çarpan dalgaları saymaya başlar. Niyeti, dalgalar yüz olunca kendini denize atmaktır. Kendisini izleyen candan bir dostu ise, onu dikkatle kollamaktadır. Adamın saydığını duyup, amacını anlayan dostu, tam ..... doksan sekiz, doksan dokuz ... " derken, adamın kolundan yapışır ve: "Olmadı dostum, Dalga geçti yeniden say, " der. ••• Bu deyim, "alayetmek için, birisiyle şakacıktan eğ lenmek" mamısında kullanılır.
- SERAP NEDİR BİLMEYEN bir delikanlı, kervana katılmış. Sıcak mı sıcak Konya Ovası'nda giderlerken, çöldeki gibi serap görünmeye başlamış. Delikanlı , ırmaklar, göller, ağaçlar görür olmuş. Oğlancık, bu gördüklerini sahici sanarak, suda ıslanmasın diye paçalarını sıvamaya başlamış . Onu gören ihtiyardan biri: "Oğlum, o gördükleri n seraptır, insanı böyle aldatır. Dereye varmadan, paçaları sıvama demiş." ••• Bu deyim, "Acele etme, hele bir bekle. İş tam olarak ortaya çıksın, ondan sonra harekete geç" manasında kullanılır.
- ESKİDEN avcıların toplanıp sohbet ettikleri bir mecliste her biri, güya başından geçmiş gibi bir sürü hayall av hikayeleri anlatırmış. İçlerinde en yaşlıları olan cızade Sayyad Bey hiç lMa karışmaz, anlatılanları, sessizce dinIermiş . Onun bu sessiz hali, günIerden bir gün ötekilerin dikkatini çekmiş. "Yahu üstad," demişler. "Bunca yıllık av hayatın var. Senin başından hiç bir olay geçmedi mi? Sen de bir hatıra anlat ki, dinleyelim. Hep bizler konuşuyoruz .. " şeklinde, ısrar etmişler. Avcızade Sayyad Bey, şöyle bir içini çekmiş: "Ahhh ... " demiş . "Ne olur beni konuşturmayın . O hazin hatıramın, yürek sızlatan acısını bana hatırlatıp derdimi tazelemeyin." Diğer avcılar kulak kesilmişler. Büyük bir merak ve heyecana kapılmışlar. Demek ki ortada çok acıklı bir av hikayesinin hatırası var demişler. Bu sefer ısrarlarını daha da artırarak kıdemli avcıya yüklenmişler. Beriki yutkunmuş, kendine şöyle bir çeki düzen verip, söze başlamış : "Efendim, avcılığa henüz başladığım gençlik yılla- rımdaydı. Bir gün, tüfeğimi ve köpeğimi aldım, tek başıma Sapanca Gölü'nün kenarında av ararken, gökte bir tuma gördüm. Şunu zararsız yerinden, ayağından vurayım dedim, Fakat ben tetiği çektikten sonra, zavallı hayvan, gagasıyla ayağını kaşımaya yeltenmez mi? İşte o anda, olan oldu. Saçmalardan birisi, hayvanın sol gözünden girip, sağ gözünden çıkmasın mı? Kırk elli metre kadar ötemizde, bir yere düştü . Köpeğim aldı getirdi. Hayvancağızın her tarafı sağlarndI. Yalnız gözlerinden kan akıyordu. Ben büyük bir pişmanlık ve şaş kınlık içinde, donup kalmıştım . Hayvancağız çırpınıyor, ben de içim sızlayarak düşünüyordum. İşte asıl hadise o zaman oldu. Gökten beş altı tane tuma, üstümüzde dönerek uçtular. ötüşe ötüşe ve hışımla aşağı doğru inip, kör turnanın yanına kondular. Ben büsbütün şaşırıp kalakalmıştım. Kendi dilleriyle ötüşüp anlaşarak, kör turnayı aralarına aldı lar ve şimşek gibi havalandılar. Onların bu bağlılık ve sadakatine aşağıdan hayretler içinde baka kalmıştım. İşte dostlarım, o günden sonradır ki, turnalar katar halinde uçmaya başladılar ve aralarına aldıkları kör turnayı, ses vermek suretiyle uçuş istikametine yönelttiler. Bu haber, dünyadaki bütün turnalar arasında yayıldı. Daima toplu ve katar halinde uçmalarına ilk defa ben sebebiyet verdim ... " diye, palavrasını bitirince, dinleyip gülüşen avcılardan birisi: "Ehhh!.. Üstad, durdun durdun, amma, Turnayı gözünden vurdun, pes doğrusu" demiş . ••• Bu deyim, "uzun süre sabırla bekledikten sonra, muradına en iyisinden ulaşanlar" için kullanılır.
- ESKİ MAHKEMELERDEN BİRİNDE , Kadı Efendi'nin birisi davacının getirdiği şahitleri beğenmemiş. "Bunlar yalancı şahitlik yapıyorlar. Git, doğru dürüst adamlardan şahit bul getir," demiş . Davacı gitmiş, iki şahit daha bulmuş getirmiş. İçeri giren birinci şahit, gözlerinden biri kör olan kadıya yüksek sesle selam ve rmiş : "Selamünaleyküm kör kadı. " Kadı , fena halde kızmış , davacıya dönmüş : "Be birader, sana doğru sözlü bir şahit getir dedim ama böyle dümdüz me şe odunu gibisini ısmarlamadım" demiş, ••• Bu deyim, "Her söylediğin doğru olsun ama her doğru , her yerde söylenmez," düsturundan habersiz olanları tarif için söylenir.
- BUGDAY UNUNUN İŞİ çıKMış. Arpa unu na demiş ki, "Benim işim çıktı. Sen yerime biraz bakıver. " Arpa unu, "Olur başüstüne, ekmek hamuruna gire- yim mi?" diye sormuş. "Peki" demiş buğday unu, "ekmek olabilirsin. " "Ya çörek hamuruna gireyim mi? " diye sormuş arpa unu . "Olur olur, onu da yapabilirsin kıyısından " diye cevap vermiş, buğday unu. "Peki, baklava da olayım mı?" diye tekrar sormuş arpa unu, Buğday unu demiş ki: "O kadar incelme dostum, kırılırsın," ••• Bu deyim, "kabiliyetlerinin üstünde işler yapmak adına, şekilden şekile girenler" için kullanılır. Deyim ayrıca , "Bu kadar ince işlere karışma" manasında da kullanılır.
- BİR KIŞ GECESi Nasreddin Hoca merhum, henüz yatağına yatmıştı. Bu sırada, evinin önündeki sokakta bir kavga işitti. Pencereden başını çıkardı, kavgacılara seslendi ve yatıştırmak istedi amma, kendisini dinleyen olmadı. Kavga da gittikçe şiddetleniyordu . Hava soğuk olduğundan, hoca yeni yaptırdığı atlas yorganı sırtına bürünüp aşağıya indi. Kavga eden külhanilerin arasına girip ayırayım derken, hocanın yorganını alıp kaçtılar. Tuzağa düştüğünü anlayan merhum, titreyerek yukarı çıktı. Karısı Hacer Hatun telaşla sordu: "Hayır ola Hoca Efendi, ne kavgasıymış o? Sen gittin, sesleri kesildi." "Sorma hatun" der Hoca; "Yorgan gitti, kavga bitti." ••• Bu deyim, "Ortada paylaşamadığımız bir şey kalmadı" manasında kullanılır.
- ESKİ DEViRLERDE suç işleyenlerin, cezalarına göre alınlarına kızgın demirle damga vurulurmuş . Şimdiki gibi 'Adli siciller', 'Ceraim defterleri' ve 'Nüfus kayıtları' olmadığından, herhangi bir kimsenin ne mal olduğu, alnının lekeli veya lekesizliğinde bir bakışta anlaşılırmış . Alnında sabit bir damga olan insanlar bunu sakla- mak için, külahını ya da takkesini alnına kadar kapatarak gizlermiş. Bazen de yere bakıyormuş gibi yaparak, yüzünü ve dolayısıyla alnını aşağı eğermiş. Hayatı temiz geçmiş olanlar, "Benim alnım açık" diye iftihar edermiş.
Deyimler ve Öyküleri 3 İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Seriye devam edeceğim okudukça keyif aldığım, güldüğüm, eğlendiğim keşke daha küçükken okusaydım dediğim bir kitap serisi hedefim 7 kitabı da okumak... (Melâl)
Deyimler ve atasözlerinin ortaya cıkış hikayelerini anlatan bir kitabı uzun zamandır okumak istiyordum. Denk gelince hiç kaçırmadım bir çırpıda okudum. Eser 7 ciltten olusuyor. Kitabı cok sevdim, dili akıcı, konuyu kısa ve öz cümlelerle anlatıyor. (red john)
Deyimler ve Öyküleri 3 PDF indirme linki var mı?
Selim Gündüzalp - Deyimler ve Öyküleri 3 kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Deyimler ve Öyküleri 3 PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Selim Gündüzalp Kimdir?
1951 yılında Adapazarı’nda dünyaya geldi. Sırasıyla Adapazarı Kurtuluş İlkokulu’nu, Adapazarı Merkez Ortaokulu’nu ve Adapazarı Lisesi’ni okudu. 1979 yılında, Marmara Üniversitesi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nden mezun oldu. 1968 yılında, ortaokul öğrencisiyken, günlük bir gazetenin tertip ettiği, bir şiir yarışmasıyla yazı hayatına başladı. Bir müddet basketbol ile ilgilendi. Zafer Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı. 1977 yılının ilk aylarında ilk sayısı çıkan Zafer Dergisi’nde çalıştı.
“Ölüm ve Ötesi” adlı ilk kitabı 1985’de Cihan Yayınları’nda neşroldu. 1986’da Zafer Yayınları’nda, aile serisinde “Ölüm Son Değildir” adlı kitabı çıktı. 1991 yılında “Ölüm Son Değildir” adlı kitabı, küçük cep kitabı olarak basıldı. Ölüm Son Değildir 1, 2 ve 3 adlı kitapları, sırasıyla 1999, 2001 ve 2002 yıllarında basıldı. 1991 yılında Zafer Yayınları’nın da kurucusu olan Selim Gündüzalp, 2002’den itibaren toplamı 15 adet olan öykü dizisi kitaplarını çıkarmaya başladı.
2003 yılında “Deyimler ve Öyküleri” dizisini oluşturmaya başladı. 2003 yılında Zafer Yayınları’nın bir alt kuruluşu olan Uğurböceği Yayınları’nın kuruculuğunda da bulundu. Uğurböceği Yayınları’nda birçok kitabın yayına hazırlanmasında katkıda bulunmuştur. Ayrıca bu yayınevinde başka bir müstear isimle, çocuklara yönelik çalışmalar da yapmıştır. “Allah ve Dua”, “Allah ve Ümit” ve “Allah ve Aşk” isimli tefekkür kitaplarının, “Serap” isimli bir romanın da yazarıdır. Ayrıca “Asr-ı Saadetten Öyküler” adıyla bilinen bir diğer öykü dizisine ve daha birçok telif ve derleme kitaba da imza atmıştır.
Selim Gündüzalp Kitapları - Eserleri
- Başarı Öyküleri
- Sevgi Öyküleri 1
- Her Gün Özetidir Ömrün
- Deyimler ve Öyküleri 1
- Akıl Öyküleri
- Neşeli Öyküler 1
- Deyimler ve Öyküleri 2
- Düşündüren Öyküler
- Ümit Öyküleri
- Aile Öyküleri
- Sevgi Öyküleri 2
- Serap
- Deyimler ve Öyküleri 3
- Deyimler ve Öyküleri 4
- Neşeli Öyküler 2
- Dostluk Öyküleri
- Deyimler ve Öyküleri 5
- Yaşanmış Öyküler
- Tarih Öyküleri
- Peygamberimizin Hayatından Seçilmiş Öyküler
- Okul Öyküleri
- Deyimler ve Öyküleri 6
- Ölüm Son Değildir 1
- Allah ve Aşk
- Deyimler ve Öyküleri 7
- Adalet Öyküleri
- Kur'an Ayetlerinden Vahiy Öyküleri 1
- Sultan Fatih
- Şifa Öyküleri
- Sahabelerin Hayatlarından Hidayet Öyküleri -1
- Allah ve Ümit
- Ölüm Son Değildir 2
- Allah ve Sen
- Mehmet Akif Ersoy
- Allah ve Dua
- Peygamberimizin Hayatından Seçilmiş Öyküler 3
- Sahabelerin Hayatlarından Hidayet Öyküleri -2
- Peygamberimizin Hayatından Seçilmiş Öyküler 2
- Ölüm Son Değildir 3
- Allah ve Hayat
- Kur'an Ayetlerinden Vahiy Öyküleri - 3
- Muzlu Çikolata ve Kargalar
- Bir Gül Demeti
- Seni Seviyorum Anne
- Kur'an Ayetlerinden Vahiy Öyküleri - 2
- Kudsi Hadisler
- Peygamberimizin Hayatından Seçilmiş Öyküler 4
- Sahabelerin Hayatlarından Hidayet Öyküleri -3
- Sahabelerin Hayatlarından Hidayet Öyküleri 4
- Sahabelerin Hayatlarından Hidayet Öyküleri-5
- Kur'an Ayetlerinden Vahiy Öyküleri - 5
- Kur'an Ayetlerinden Vahiy Öyküleri - 4
- Çağları Aşan Sözler
- Allah'a Dair Sözler
- Fıkralı Atasözleri
- Her Güne Bir Öykü
Selim Gündüzalp Alıntıları - Sözleri
- Bu dalgalar, bizi bir ummana ulaştırır. Biz gibi bir damlayı, yok eder, varlık denizine taşır. Aşkın gücü de burada. Bir günde bitiyorsa sevgiler, olmaz olsun. Hesaba, kitaba, yarın kaygısına dayanan tüccar kalplerle işimiz yok. Böylesi sevgiler, asla yer etmesin, girmesin hiç dünyamıza. Kalplerimiz, kapalı dursun onlara karşı. Ucuz sevgilerin peşinden koşanlar, kendilerine âşıktırlar aslında (Allah ve Aşk)
- “Azrail Azrail Azrail, Sen âdilsin cellât değil.” Sefâ Kaplan (Ölüm Son Değildir 3)
- İman varsa, her şey var. (Allah ve Sen)
- ''Çoğu insan, kör bir hiddet yüzünden, yanından kolayca geçebileceği engellere çarpıp kalıyor.'' (Ümit Öyküleri)
- "En cüz'i hadisat dahi vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hadisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir." (Ölüm Son Değildir 1)
- Belki de seni bugünlere getiren, geç kaldığına yandığın o günlerindir. (Serap)
- İnsan misafirdir, her yerde misafirdir. Evinde de, dünyada da, hayatta da... (Her Gün Özetidir Ömrün)
- ARAPÇA'DA ekmeğin adı, 'nan'dır. Osmanlıca'da "nan-ı aziz" diye geçer. Üç beş medrese talebesi, Ramazan'da köylere teravih kıldırmaya gidiyorlarmış. Köyün birinde muhtardan nan-ı aziz istemişler. Muhtar: "O dediğiniz naneden bizim köyde bulunmaz" demiş . Kamımız aç. bize nan gerek" diyen talebelere; "Açsanız ekmek getireyim, biz öyle nan e yemeyiz" deyince, mollalar gülüşmüşler ve nan ın anlamını açık lamışlar . ••• Bu deyim, hiç olmadık yerde yanlış bir söz söylemek ya da yanlış bir iş yapmak manasında kullanılır. (Deyimler ve Öyküleri 1)
- ''Genç kalmanın,mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın üç sırrı vardır.Her gün gülmek,yaşama katacak mizah bulmak ve bir de rüyalarınız.İnsanın bir rüyası muhakkak olmalı.Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.'' (Başarı Öyküleri)
- Anladım ki; insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor görünse de, hakikatte onları yaşatan tek şey sevgidir. Kim severse, Allah'a yaklaşır, Allah da ona yaklaşır. Çünkü O, sevgiyi yaratandır! — Tolstoy (Ölüm Son Değildir 2)
- "O, ismi kitaplarda yazılı olan peygamberdir!" (Sahabelerin Hayatlarından Hidayet Öyküleri 4)
- Ya bu deveyi gütmeli Ya bu diyardan gitmeli (Deyimler ve Öyküleri 1)
- Hayat nasıl bir şey ki, çekirdekte yok ama ondan çıkan ağaçta var; yumurtada yok ama ondan çıkan civcivde var; bedenimizin inşasında kullanılan yapıtaşlarında eseri yok; ama biz canlıyız!.. (Allah ve Hayat)
- İnsan kalbi kadar çabuk değişen ne var ki. (Ölüm Son Değildir 2)
- "Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta." (Serap)
- Kişi eşyasını taşıyabiliyorsa, kendi taşımalıdır. (Bir Gül Demeti)
- “Kalbi imanla dolu olduğu halde inkara zorlananlar müstesna, kim iman ettiksen sonra tekrar kafir olur ve gönül rızasıyla küfrü kabul ederse, öylelerinin üzerine Allah’tan bir gazap vardır. Onların hakkı pek büyük bir azaptır.” ( Nahl Suresi 106. Ayet ) (Kur'an Ayetlerinden Vahiy Öyküleri 1)
- İşte dünyanın vaziyeti, programı böyledir: "Giden gelmez, gelen gider." (Ölüm Son Değildir 1)
- Çünkü asıl zehir sizin kafalarınızın içindeydi.. (Sevgi Öyküleri 1)
- SERAP NEDİR BİLMEYEN bir delikanlı, kervana katılmış. Sıcak mı sıcak Konya Ovası'nda giderlerken, çöldeki gibi serap görünmeye başlamış. Delikanlı , ırmaklar, göller, ağaçlar görür olmuş. Oğlancık, bu gördüklerini sahici sanarak, suda ıslanmasın diye paçalarını sıvamaya başlamış . Onu gören ihtiyardan biri: "Oğlum, o gördükleri n seraptır, insanı böyle aldatır. Dereye varmadan, paçaları sıvama demiş." ••• Bu deyim, "Acele etme, hele bir bekle. İş tam olarak ortaya çıksın, ondan sonra harekete geç" manasında kullanılır. (Deyimler ve Öyküleri 3)