Din ve Laiklik - Ali Fuad Başgil Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Din ve Laiklik kimin eseri? Din ve Laiklik kitabının yazarı kimdir? Din ve Laiklik konusu ve anafikri nedir? Din ve Laiklik kitabı ne anlatıyor? Din ve Laiklik PDF indirme linki var mı? Din ve Laiklik kitabının yazarı Ali Fuad Başgil kimdir? İşte Din ve Laiklik kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Ali Fuad Başgil
Yayın Evi: Yağmur Yayınları
İSBN: 9757747000
Sayfa Sayısı: 317
Din ve Laiklik Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Din ve Laiklik; alanında yazılan ilk ve en değerli eserdir. Bu eserde; hukuk otoritesi yanında inançlı bir insan olan merhum Ord.Prof.Dr.Ali Fuad BAŞGİL;laiklik hakkındaki düşünce ve görüşlerini, hayatı boyunca elde ettiği deneyimlerinin ışığında, son derece önemli olan önerilerini ve değerlendirmelerini açık olarak ortaya koymaktadır.
“Hayatın bilinmeyenleri önünde ilim daima hayrette kalmıştır ve kalacaktır. İnsan, bilgide ne kadar ilerlerse ilerlesin, bir an sonra ne olacağını görüp, kestiremeyecektir.
İhtiraslarımın esiri ve hayallerimin oyuncağı olmamak için düşünmeliyim ki, dün yoktum, bugün var oldum. Uykudan uyanır gibi uyandım. Büyüdüm. Ağladım, güldüm. Sevdim, sevildim. Okudum, öğrendim…
Hayat denilen bu harika bilinmeyeni, Allah gerçeğini bırakıp da, kör bir tabiat eseri ve cansız, şuursuz maddenin bir devamı görmek, üstünü aşağı ile canlıyı cansızla, kıymeti sıfır ile izaha kalkışmak olmaz mı? Böyle bir izah ise zaruri olarak ilim dışı değil midir?
O halde insan için makul olan, inkar ve temerrüt değil, teslimiyettir. Bu da İslamiyet’in gösterdiği yoldur.”
Din ve Laiklik Alıntıları - Sözleri
- Din ne ilim ve felsefe, ne tarih ve coğrafyadır. Dinde maddenin ve maddeye ircaı kabil fikir ve bilgilerin yeri yoktur. Din insanın bilme ihtiyacını değil inanma ve bir ideale bağlanma ihtiyacını karşılar.
- Din esasında elbette terakkiye mani değildir. Mani olsaydı, sekizinci asırdan on dördüncü asra kadar bütün parlaklığıyla hüküm süren bir İslam ilim ve medeniyeti doğmazdı. Terakkiye mani olan sapıklıktır ve dinin devlet kuvvetleriyle silahlanıp saltanata düşmesidir.
- Bir su değirmeni, bir kağnı arabası... Bunları önceden hesaplayarak, bir plâna göre yapıp meydana getiren bir ustanın varlığına delildir. Bu hakikati görüp dururken, en yüksek zekâ ve en ince bir sanat eseri olan hayat ve kâinatın maddeden istihale edip, kendiliğinden var olduğuna inanmak için, insanın sırf münkirlik inadına kapılmış olması lâzımdır.
- Hiç okumayıp kara cahil kalan insan, mümkündür ki, insaf ede ve hiç olmazsa, bilmediğini bile. Halbuki az okuyup yarı cahil ve sığ bilgin olan, çok kere öyle bir ahmak cahildir ki, bilmediğini de bilmez.
- Ve bir memleket için felâketlerin en büyüğü Allah şuurunu kaybetmektir. Bu şuuru “kaybeden bir millet her nevî idealden de mahrum kalır. İdealden mahrum bir millet ise, hayat yolunda istikametini kaybeder ve nereye gideceğini bilmeyen bir şaşkına döner.”
- İnsan, vicdâniyle başbaşa kalıp düşündüğü zaman, nereden ve niçin geldik, nereye gidiyoruz? sualine cevap aramaktadır.
- Günün makine medeniyeti ve fabrika gürültüsü içinde şaşkına dönen modern insan, bu hakîkatı unutarak, zekâya duygudan daha üstün bir kıymet vermekle; bütün kuvvetini fikrî faaliyetlere yöneltip buna mukâbil, hissî faaliyetlerini ihmal etmekle, hayâtı ve saadeti için, ne büyük bir hatâya düştüğünün farkında değildir. Hayatta muvaffak ve mes’ut olmak için zekânın terbiyesi kadar ve belki daha çok hislerin terbiyesi mühimdir. Bugünün mektep ve maarifinin terbiye sisteminde ahlâk, estetik ve kutsiyyat duygularının inkişâfına lâyık olan ehemmiyetin verilmemesi tâmiri ve telâfisi güç bir hatâdır. Unutulmamalıdır ki, insanın değeri, yüklendiği bilgi hamûlesinden ziyâde, şahsiyet ve seciyesindedir. Şahsiyet ve seciye ise, iyi terbiye görmüş hislerin meyvesidir.
- İnsanın suya ve oksijene olan ihtiyacı gibi Allah’a ihtiyacı vardır.
- Din, insan ihtiraslarını frenleyen en kuvvetli mânevî dizgindir.
- Milyar sene evvelki hilkat bahsinde “kendiliğinden var olma” kanaatini hangi tecrübe ve müşâhededen elde ettiniz? Tecrübe ve müşâhedeler, bilakis, bu kanaatin zıddını ispat eder görünüyor. Zîra hiç bir şey, hiçten çıkıp var olmuyor.
- İstikbalde hayır ile şerrin mücadelesi çok çetin olacağa benziyor.
- Çünkü Müslümanlık din kisvesine bürünmüş insanlıktır.
- Bizde, din bahsinde, münkirlik bir zamandan beri moda oldu.
- Türkiye'de din aleyhinde istenildiği gibi yazılabilir ve din adamlarına istenildiği gibi hakaret edilebilir. Fakat din lehine? Hayır.
Din ve Laiklik İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ali Fuat Başgil kitapta da defalarca Din konusunda uzman bir kimse olmadığını söylemesine rağmen nedense büyük hükümler veren açıklamalarda bulunmuş. Bu açıklamaların başında ise İmamı Azam Ebu Hanife'nin Ana dilde ibadete uygunluğu için vermiş olduğu fetvayı göz ardı edip Arapça üzerinde ısrarcı olmasıdır. Bir yandan Skolastik düşünceyi kötülerken bir yandan da din alimi yetiştirilmesinde felsefe mantık sosyoloji gibi derslerin olmaması gerektiğini savunmakta ilahiyatta ise yetiştirilen kişilerin din işçisi olduğunu söylemektedir. Bir yandan laikliğin siyasi ve dini taassubu önleyecek yegane önlem olduğunu bu yüzden gerekli olduğunu söylerken bir yandan da şeriatı istediğini bize hissettirmektedir. Yine bir yandan Medreselerin kapatılmasının haklılığını söyledikten sonra yerine yenilerinin açılması gerektiğini söylemektedir. (IX.Левенть Этемов)
Ali Fuad Başgil’i genellikle Gençlerle Başbaşa eseriyle tanırız. Ancak Din ve Laiklik eseri de benim gibi cumhuriyet tarihini, ilkelerini tanıma ve bilme noktasında kendini yeterli görmeyen biri için iyi bir kaynak oldu. Bu yüzden incelemede yanlış bilgi verirsem yorumunuzu yazarsanız sevinirim :) Ali Fuad Başgil birinci dünya savaşında savaşmak üzere okulu terk edip savaş bittikten sonra Fransa’da öğrenimini tamamlayan bir adam. Hukuk alanında ihtisas yapmış hem Fransa’da hem Türkiye’de önemli görevlerde bulunmuş. Örneğin Ankara’da Roma Hukuku profesörlüğü yapmış. Bir dönem siyasete atılmış sonraları cumhurbaşkanlığına aday olsa da tepki ve baskılar sonucu geri çekmiş. Yazarımızın yurt dışı tecrübesi olması benzer şekilde laikliğe geçiş yapan ülkelerle ülkemizin geçişini değerlendirme adına çok dikkat çekici. Çünkü kitabın birden fazla yerinde Avrupa ve Türkiye’de dini alanda laikliğin getirisini karşılaştırmış. Kendisi kitabı 1950’lerde yazmış ve kitabın bir yerinde yorum yapmaktan kaçınıp özgür olmamasından yakınması gerçekten üzücü bir durum olarak göze çarpıyor: “Hükümet elinin ve gözünün girdiği mâbedde iman ve akide çürür ve çöker. Sovyet hükümeti, vaktiyle Çar'ın Rütenlere tatbik ettiği bu şeytani tedbiri bugün Rusya'daki Müslüman ve Hıristiyan bütün halka tatbik etmektedir. Bize gelince, son otuz senelik devre içinde, bizde bu mevzuda tutulan yol ve tatbik edilen usul hakkında kanaat beyan edemem. Çünkü bu hususta hür değilim. Okuyucumun beni mazur görmesini ve olup bitenler üzerinde bizzat kendisinin düşünmesini rica ederim” Başlangıçta İslam hukukundan bahsetmiş kitapta yazar. Dinin ne olduğunu anlatmış. İleriki sayfalarda yazacağı eleştirilerden önce islam hukukunda din hürriyetinden bile bahsetmiş. Örnekler vermiş. Kimsenin dinine, yaşamına, ritüellerinin pratiğine karışılmamasından bahsetmiş… Dönemin dine bakışını anlatmış. Dine yöneltilen sorulara kendi cevaplarını vermiş ve birçok yerinde mütevazi tavrını ortaya koymuş ve kendi alanının bu olmadığını söyleyerek yorumlarını yapmış. gonderi/79645145 Kendisinin dini bilgisi bugün din alanında konuşan, yorum yapan birçok çapsız insana göre çok da fazlaydı bence. “Nedendir, bilmeyiz; bu memlekette aydın geçinenlerden bir çoğu kendilerini din mevzuunda katolık misyonerleri kadar mütehassıs sanıyor ve dinden, Müslümanlıktan bahsediyor, birer ihtisas adamı edasiyle konuşuyor ve yazıyorlar. “ 70 sene önce de böyleymiş şimdi de böyle. Değişen hiçbir şey yok. "Aydın" geçinenler dahil olmak üzere halkın çoğunluk kesimi mevzu din olunca cahilliğimizi sergiliyoruz. Daha sonrada laikliği tanımlamaya başlamış, ne münkirliktir laiklik; ne de devlet düşmanlığıdır, demiş. “Lâiklik, diyorum, ne münkirliktir, ne de hususiyle din düşmanlığıdır. Lâiklik din ile devletin birbirinden ayrılması; dinin mâna ve ruh âleminde ve ferdin, hususî hayatı ile ailesi hariminde , devletin de madde ve cisim âleminde ve cemiyetin umumî hayatında hükümran olması demektir. Lâik devlette din vatandaşın ruhunda ve ahlâkıyatında, hususî ve manevî hayatında, devlet ise cisminde ve umumî münasebetlerinde hüküm süreceğine göre; ferdin ruh u ile cismi birbirinden ayrılmış ve iki ayrı kumanda merkezine bağlanmış olacaktır.” Daha sonra da diğer ülkelerin laikliği nasıl uyguladığından bahsetmiş. Diğer devletler din ve devleti ayırmışlar ancak dine ve o dinin pratiklerine müdahale etmemişlerdir demiş. Bir kıyaslamaya gitmiş yani. “Bugün lâik Fransa, İtalya ve Belçika'da Hıristiyan din adamları tarafından idare edilen tam teşkilatlı birçok enstitü ve üniversiteler mevcuttur. Hıristiyanlık bu müesseselerde bütün incelikleri ve ahkâmiyle okutulmakta ve değerli genç din âlimleri yetiştirilmektedir. Bizim bildiğimiz ve az çok neşriyatını takip edebildiğimiz, Fransa, Belçika ve İsviçre gibi memleketlerde her sene dini mevzular etrafındaki kitap, mecmua, gazete neşriyatı hayret edilecek bir yekûn tutmaktadır.” Bir sonraki adım olarak da ülkemizde uygulanan laiklikten bahsetmiş. Kendisi medreselerinin ömrünü tamamladığını düşünüyor. Artık faydalı olamadıkları için kapatılmasının doğru bir karar olduğunu düşünüyor. Fakat bunu söylemekle beraber sitemini de dile getiriyor. Diğer ülkelerde din ve devlet işleri ayrılmasına rağmen bizde devlete bağlı din sistemi getirilmiştir diyor. Devlete bağlı sistemini de şöyle tanımlamış. gonderi/79546450 Devletin dinin işlerine karışmasının laikliğe aykırı olduğunu düşünüyor. Devlet dine, pratiklerine, uygulamalarına, ritüelin diline karışıyorsa orada laiklikten bahsedilemez diyor. gonderi/79488042 Devletin medreseleri kapattıktan sonra yapması gereken halkın ihtiyaçlarını giderecek, sorularına cevap verecek din adamları yetiştirmesiydi diyor. “Bugün dini tâlim, tedris ve neşir hakkının tam ve teminatlı bir himayeden mahrum olduğu memleketler arasında, esef ederim ki, Türkiye'miz de vardır. Bizde dini tahsil veren ve tedrisat yapan müesseseler yani medreseler, 1926'da çıkan "Tevhid-i Tedrisat Kanunu" île kapatıldıktan sonra, bugüne kadar Müslümanlığın yüksek ilmi, kelâmiyat ve bediiyatı okutulmamıştır. Ve bu uzun devre içinde, tabiatiyle, Türkiye'de din âlimi de yetişmemiştir. Kabul edelim ki, eski medreseler modern devrin ihtiyaçlarını karşılayacak bir durumda de-ğildi; fakat bunlar kapatıldıktan sonra, gönül isterdi ki, yeni müesseseler kurulsun ve cemiyetin muhtaç olduğu yüksek din adamları ve âlimleri yetiştirilsin. Bu yapılmadı." Doktor azdır tıp fakültesi kurulur avukat az olur hukuk fakültesi kurulur öğretmen sayısı az olur eğitim fakültesi kurulur peki din adamı azlığı? gonderi/79488661 Devletten dinin ayrıldığı söylenmiş fakat halkın kalbinden de mi söküp atıldı da uzun süreler bu ihtiyaç karşılanmamış. Halkı hurafelerden kurtarmak için hurafelerin yuvası olarak görülen medreseler, tekkeler, zaviyeler kapandıktan bir süre sonra yine gayri meşru olarak din adamları ortaya çıkmayacak mıydı? Bu din adamları yine o medreselerde görev yapan insanlar olmayacak mıydı? Yine miadını doldurmuş kurumun hocaları bu ihtiyacı karşılamayacak mıydı? Nitekim bildiğim kadarıyla öyle de olmuş ki uzun bir dönem baskı altında yine aynı insanlar tarafından dersler verilmeye devam etmiş. Diğer devletlerde dini neşriyat olarak basılan kitap sayısı çok çok fazla. Ancak orada baskı denince kitap basımı anlaşılıyorken bizde fiziki baskılar anlaşılıyor. Halkın manevi ihtiyaçları uzun süre karşılanmamış gibi görünüyor. gonderi/79473134 Başgil’in iddiasına göre cahil reformcuların türemesi de cabası gonderi/79163743 Başgil, dinlerin devlet işlerine dahil olmasının artık mümkün olmadığını söylüyor. Tabi bunu ifade ederken ne kadar özgürdü kendisini ne kadar hür hissediyordu onu bilmiyorum. Kitabın sonunda ise ekler kısmında “Yüksek İslam Enstitüsü’ne ait teşkilat projesi” ve “Diyanet İşleri Teşkilatı Kanun Tasarısı” ismiyle iki kanun teklifiyle kitabını bitirmiş. Sonuç olarak laikliğin doğru ancak ülkemizde uygulanış biçiminin oldukça yanlış olduğunu ifade ediyor. Benim anladığım kadarıyla gerçek laiklik bu değilken gonderi/79486936 Aslında gerçek laiklik buymuş gonderi/79547636 Herkese iyi okumalar. (Serhat Günaydın)
Laik Olmak Ne İdi Pardon!!!: Kitap hala ; gerekli mi gereksiz mi diye tartışagelen laiklikten ve doğurduğu sonuçlardan ve dahası din ile laikliğin tam olarak çatışma alanlarından , nihayetinde de her iki konunun uzlaşı yollarından bahseden alanında ülke sınırları içinde ilk denilebilecek bir kitaptır.. Yurdumuzda kurtuluş mücadelesi sonrasında her alanda yapılan yenilikler kimi zaman halkın yararına gibi masum bir niyetle yapıldı ise de zamanla yüzyıllardır İslam Dinî gibi temeli sağlam bir Dinî yok sayacak uygulamalar yüzünden bu yenilikler faydadan çok zarar getirmiş ve topluma ,onun yaşam biçimine müdahale ederek toplumun içinde kargaşaya neden olmuştur. O dönemin canlı sahitlerinden olan yazarımız yapılan haksızlıkların temelsiz suçlamaların da odağı haline gelmiş biri olarak Dini mukadesatan bihaber çevrelerin laiklik adı altında işledikleri curumleri korkusuzca aktarıyor bizlere... Bu yüzden laiklik konusunda kulaktan dolma her ne varsa silip süpürüyor yerine ilmin ve fenin ışığında meseleye radıkal çözümler sunuyor Ben okudum ve naçizane fikrimi beyan ettim. Okumak isteyenlere tasviye ederim (Çağrı Islam)
Din ve Laiklik PDF indirme linki var mı?
Ali Fuad Başgil - Din ve Laiklik kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Din ve Laiklik PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ali Fuad Başgil Kimdir?
Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, (d. 1899 Çarşamba, Samsun - ö. 17 Nisan 1967 İstanbul), Türk Hukukçu ve siyaset adamı. Babası Halis Şükrü Efendi, annesi Makbule Hanımdır. Dedesi Sölükbaşoğullargilden Hafız İbrahim Efendidir. İlkokulu Çarşamba'da okudu. Lise öğrenimine İstanbul'da başladı ve Paris'te tamamladı. İstanbul'da okurken I. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla beraber eğitimini yarıda kesip 4 yıldan fazla süre Kafkas Cephesinde subay olarak görev yaptı. İstanbul'a döndükten sonra bir müddet ticaret ile uğraşdıktan sonra eğitimini tamamlamak için Paris'e gitti. Paris'te önce Saint-Barbe Lisesi sonra Buffon Lisesinde gitti ve burada lise eğitimini tamamladı. Grenoble Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. Daha sonra Paris Edebiyat Fakültesi felsefe bölümü ile Paris Siyasi İlimler Merkezi'ni de bitirdi. Başgil ayrıca Lahey Devletler Hukuku Akademisi'nin derslerine devam edip, buradan da mezun oldu. Yani 36 yaşında yurda üç fakülte ve bir yüksek okul diplomalı hukukçu olarak döndü. Hatay'ın bağımsızlığa kavuşmasından sonra 1937'de Hatay Cumhuriyeti'nin anayasasını hazırladı.
Türkiye'de İstanbul Üniversitesinde uzun yıllar Teşkilat-ı Esasiye Hukuku (Anayasa) dersleri verdi. 1939 yılında ordinaryüs profesör unvanını aldı. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra Milli Birlik Komitesi tarafından çeşitli üniversitelerden demokrasiye inandıkları için uzaklaştırılan 147'ler listesinde yer aldı. Bir yıl sonra (1961) MBK'nın, 147'lerin tekrar üniversiteye belki dönebileceklerine dair özel kanun çıkarmasına rağmen bunu kabul etmedi ve Adalet Partisi hareketi içerisinde siyasete atıldı.
15 Ekim 1961 seçimlerinde AP listesinden bağımsız Samsun Senatörü seçildi. Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koyması, Em. Org. Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanlığında ısrar eden askeri kesimden gelen yoğun tepkilerle karşılaştı. 24 Ekim 1961 gecesi Fahri Özdilek ve Sıtkı Ulay tarafından götürüldüğü Başbakanlık'a bazı Milli Birlik Komitesi üyesi subaylarınca "hayatınızı garanti edemeyiz" denilerek tehdit edildikten sonra Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildi ve Cumhuriyet Senatosu üyeliğinden de istifa ederek yurt dışına çıktı. [1] Bunu izleyen yıllarda Cenevre Üniversitesi'nde ders verdi, aynı üniversitede Türk Dili ve Türk Tarihi Kürsüleri'ne başkanlık yaptı. Adalet Partisi'nin %52 oy oranıyla tek başına kazandığı 1965 seçimlerinden sonra Türkiye'ye dönen Prof. Ali Fuat Başgil, 17 Nisan 1967 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Karacaahmet Mezarlığı'ndadır...
Ali Fuad Başgil Kitapları - Eserleri
- Gençlerle Başbaşa
- Din ve Laiklik
- Türkçe Meselesi
- 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri
- Hâtıralar
- İlmin Işığında Günün Meseleleri
- Demokrasi Yolunda
- Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları
- Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil'den Mektuplar
- Ali Fuat Başgil'in Hatıraları
- Konferanslar
- Together with young
- 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri
Ali Fuad Başgil Alıntıları - Sözleri
- Şehirlerde olduğu gibi köylerde de fotoğraf çekmek yasaktı. İstanbul ile Ankara arasında fotoğraf makinesi taşımak yasak edilmişti. (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri)
- "Tarih, yalnız dekoru ve aktörleri değişen ebedi bir dramdır!" (Demokrasi Yolunda)
- Varlığımız, alnımızın kristalleşmiş teri ve emeğimizin helal meyvesidir. Helâl kazançlara göz diken komünist ruhlu insanlardan hiç değiliz. Çünkü, hamdolsun, "İnsan için hak ve meşru olan, yalnız emeğinin mahsulüdür diyen bir yüksek dinin mensuplarıyız. (İlmin Işığında Günün Meseleleri)
- Kadınlara hürmet et. Düşün ki kadınlık insanlığın anasıdır. (Gençlerle Başbaşa)
- "Millet hayatında ilerilik, inanç ve idealleri inkar edip madde mabuduna tapmakta değildir; bilakis inanç ve ideal yaratmakta ve bu manevi kuvvetleri korumaktadır." (İlmin Işığında Günün Meseleleri)
- “ Ademoğulları ayni vücudun azalarıdır, çünkü hepsi aynı cevherden yaratılmıştır. Eğer bunlardan biri acı duyarsa bütün diğerleri de bu acıyı duymalıdırlar”. (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri)
- Bir su değirmeni, bir kağnı arabası... Bunları önceden hesaplayarak, bir plâna göre yapıp meydana getiren bir ustanın varlığına delildir. Bu hakikati görüp dururken, en yüksek zekâ ve en ince bir sanat eseri olan hayat ve kâinatın maddeden istihale edip, kendiliğinden var olduğuna inanmak için, insanın sırf münkirlik inadına kapılmış olması lâzımdır. (Din ve Laiklik)
- Biz Türkler hayvani cesaret ve reaksiyon kabiliyetimiz çok yüksek, fakat medeni cesaret ve insani reaksiyonumuz sıfır insanlarız. Ammeye ait bir kötülüğe karşı harekete geçmek ve reaksiyon göstermek medeni cesarettir. İşte bu, bizde olmayan bir meziyettir. Fakat bir milleti millet yapan ve yaşatan da bu meziyettir. (Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları)
- "Vicdan hürriyeti, ferdin dilediği ve beğendiği herhangi bir dinî, felsefî, ahlâkî, iktisadî kanaati taşıması serbestliğidir." (İlmin Işığında Günün Meseleleri)
- İnönü iktidâra gelince, o da Atatürkvâri işler yapmak istedi. Fakat yapılacak işler yapılmıştı. Bir nevî aşağılık duygusuyla, büyük iş başarmak sevdâsına kapılan İnönü dil meselesine sarıldı ve bu meseleyi yeniden ele aldı. Atatürk'ün bu işi başaramamış olduğunu sanarak, atalar mîrası dilimizi harap ve perişan bir hâle koydu. Dilde yok yere ihdas edilen bugünkü anarşi, en az yüz sene sürer, sanırım. Yâni Türk tefekkür hayatı yüz seneden evvel yoluna girmez. İnönü'nün bu tahrip yolundaki maşası maâlesef Hasan Âli Yücel oldu. (Türkçe Meselesi)
- Bilindiği gibi Fransızca; Latince, Grekçe kelimelerle eski Frank kelime elemanlarından mürekkep bir lisandır. Fakat, hiçbir Fransızın, yabancıdır diye, bu kelimeleri atmak ve yerlerine kelime uydurmak, hayalinden bile geçmez. Ya şu muazzam Anglo-Amerikan dünyasına ne dersiniz? İngilizce; bir yarısı Fransız, öbür yarısı Alman kelimelerinden teşekkül etmiştir. Fakat, Anglo-Amerikan milleti içinden hiç kimsenin ve hiçbir zümrenin çıkıp da, bunlar yabancıdır diye Fransız ve Alman kelime elemanlarını dillerinden atmak, aklından geçmiyor. Çünkü, bu milletler, biliyorlar ki, bütün lisanlar, tarihen mürekkep elemanlı olarak teşekkül etmiştir. Ve bugün, İngilizce, Fransızca gibi dünyanın en zengin dilleri, muhtelif elemanlı mürekkep dillerdir. Bize gelince; senelerden beri, ardı arkası gelmeyen diktoriyal idareler, tutturdular: Hayır sen, en az bin senelik bir tarih içinde, aheste beste teşekkül etmiş, her devirde biraz daha teşekkül ederek bugünkü güzelliğini, ahengini ve emsalsiz zevkini bulmuş olan milli dilini bırakacak ve benim beğendiğim dil ile konuşacak ve yazacaksın, dediler. Niçin? Çünkü, senin bin senelik dediğin dil, saltanat devrinin dilidir. Tarihe karışan saltanatla beraber dilinin de tarih olması, Arapça, Farsça kelime elamanlarının geldikleri yerlere gitmesi lâzımdır... Fakat, saltanat, sırf siyasi bir kadrodur, dil ise içtimai ve milli bir müessesedir. Saltanat yıkılır, yerine Cumhuriyet gelir, bununla milli bünye değişmediği gibi, milli dilin de değişmemesi lâzım gelmez mi? Birbirinden ayrı olan bu iki şeyi, hangi mantıkla biribirine bağlıyorsunuz? Netice ne oldu? Evvela, yıkılan dil ile birlikte ilim ve fikir hayatı da yıkıldı. En az yüz seheden önce, bu memlekette ilmin ve ilmi tefekkürün dirilmesine imkân yoktur. Çünkü, ilmin yarısı fikir, yarısı da lisandır. Fransızların dediği gibi, “Mükemmel bir ilim, mükemmel bir lisandır.” Netice, bundan ibaret de değildir: Bugün Türkiye halkı ikiye bölünmüş durumdadır. Bir tarafta milli dilciler, öbür tarafta uydurmacılar. Birbirini anlamayan, hatta biribirine düşman gibi bakan iki zümre. Gençler, Üniversitede hocalarının, hocalar gençlerin, evde ana babaları çocuklarının dilini anlamaz oldular. Bu keşmekeş içinde, bu memlekette ilim adamı yetişmemesine değil, yetişmesine hayret edilir. İlmin ifade vasıtası, lisandır. Türkiye'de, bugün kararını bulmuş bir lisan var mıdır ki, ilim olsun? Ruhun şad olsun Şinasi: “Bed-baht ana derler kim elinde cühelanın, Kahrolmak için kesbi kemal'ü hüner eyler.” (Türkçe Meselesi)
- Gençlik ümit ve arzularıyla, ihtiyarlık hatıralarıyla yaşar. (Hâtıralar)
- Fakat hükümetler politika keşmekeşinden sıyrılıp ihtiyacı karşılayacak tedb ir almakta geç kalmıştır. Bu se bep le mekteplerde, normal mevcudu aşan sınıflarda, hocalar çocuklar ile lâzım geldiği gibi meşgul olamıyor. Bütün bunlara kifayetsiz hoca, kışkırtıcı sinama, uygunsuz neşriyat ve kötü örnek ebeveynlerini de ilâve ediniz.. (Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları)
- Savaş sonrası Avrupa'sının demokratik ülkelerinde her kanun, devlet ve toplum hayatının ihtiyaçlarından doğar, dolayısıyla varlık sebebi de uygulaması da bu ihtiyaçlara bağlı olur. Türkiye'de ise kural bambaşkadır. Genellikle kanunlar Türkiye'de sadece büroları ve kitaplıkları süslemeye yarar. Uygulamaları, sadece iktidarı elinde bulunduran ve keyifleri kriter yerine geçen kimselerin menfaatlerine cevap verip veremediklerine bağlıdır. (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri)
- Türkiye'de din aleyhinde istenildiği gibi yazılabilir ve din adamlarına istenildiği gibi hakaret edilebilir. Fakat din lehine? Hayır. (Din ve Laiklik)
- “Dile kelime sokmak, dilden kelime söküp çıkarmak dilcinin ve dilcilerden mürekkep bir heyetin hatta, daha ileriye gideceğim, bir dil akademisinin işi değildir.” (Türkçe Meselesi)
- .....Halkımız mümkündür ki, günün birinde eskiyi arayacak ve bugün tapındığı demokrasiden yüz çevirip eskiye dönecektir. (İlmin Işığında Günün Meseleleri)
- Milyar sene evvelki hilkat bahsinde “kendiliğinden var olma” kanaatini hangi tecrübe ve müşâhededen elde ettiniz? Tecrübe ve müşâhedeler, bilakis, bu kanaatin zıddını ispat eder görünüyor. Zîra hiç bir şey, hiçten çıkıp var olmuyor. (Din ve Laiklik)
- Biz, türkler böyleyiz: oturur, konuşur, üzülürüz, acı acı çekiştirir, tenkid ederiz… …Sonra da kalkar, dağılır, unuturuz. Şahsımıza dokunan en küçük bir zarara ve kötülüğe tahammül gösteremeyiz. Bir arşın toprak için, hatta beş on kuruş için adam öldürürüz. Fakat ammeye ve camiaya dokunan en büyük bir zarar ve kötülük karşısında hareket ve reaksiyon kabiliyetimiz hemen hemen sıfırdır. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın der, geçeriz. Ben bu ruh halimizi tahlil ediyor ve şu neticeye varıyorum: biz türkler hayvani cesaret ve reaksiyon kabiliyetimiz çok yüksek, fakat medeni cesaret ve insani reaksiyonumuz sıfır insanlarız. Ammeye ait bir kötülüğe karşı harekete geçmek ve reaksiyon göstermek medeni cesarettir. İşte bu, bizde olmayan bir meziyettir. Fakat bir milleti millet yapan ve yaşatan da bu meziyettir. (Yakın Maziden Hatıra Kırıntıları)
- If you are lazy and your laziness don't come from a physical illness but it is like a psychological slackness, indolence, sloth, flightiness and dissoluteness, you can defeat this enemy of your success by your will. (Together with young)