Dostlukların Son Günü - Selim İleri Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Dostlukların Son Günü kimin eseri? Dostlukların Son Günü kitabının yazarı kimdir? Dostlukların Son Günü konusu ve anafikri nedir? Dostlukların Son Günü kitabı ne anlatıyor? Dostlukların Son Günü PDF indirme linki var mı? Dostlukların Son Günü kitabının yazarı Selim İleri kimdir? İşte Dostlukların Son Günü kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Selim İleri
Yayın Evi: Everest Yayınları
İSBN: 9789752896918
Sayfa Sayısı: 176
Dostlukların Son Günü Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Usta öykücülüğü ile kuşaklar boyu okurların başucundan hiç ayrılmayan Selim İlerinin 1976 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı kazanmış olan Dostlukların Son Günü adlı öykü kitabı tazeliğini hiç yitirmediğini yıllar sonra yeniden belgeliyor.
Selim İleri Dostlukların Son Gününde yalın ve şiirli dili, olayları ve nesneleri en küçük ayrıntılarına kadar saran gözlemleriyle usta bir öykücü olduğunu kanıtlar.
Tahsin Yücel
Dostlukların Son Günü, Türk öykücülüğünün dönemeçlerinden biri...
Dostlukların Son Günü Alıntıları - Sözleri
- - Çocuk gibisin. - Çocuksu kalmaya çalışıyorum... Büyümek istemedim hiç.
- İnsanların dostlukları, arkadaşlıkları bana kuşku verirdi. Böyle böyle kitaplara kapıldım. Yaşadığım her şeyi adeta kitaplarda da bulmaya çalışıyordum.
- Herkes gibi olmak istiyorum. Düşünmeyerek, tasalanmayarak, aldırış etmeyerek, önemsemeyerek.. Gündelik konuşmalarla yetinerek..
- "Kırmalısın, bu yalnızlık çemberini." Hangi yalnızlık çemberi; düpedüz kısırdöngü.
- Bir gençlik, hatta çocukluk coşkusu vardı: öyle sanıyorum ki, rüzgârla gitti o coşku... Sanmıyorum; biliyorum: göz açıp kapayana dek savrukçasına, savrulmuşçasına, rüzgârla gitti.
- Kuyulara ses etmiş gibiyim. Kuyulardan karşılık gelmiyor.
- İnsan yüreğinin çılgınlığına son yok.
- Şimdi gecedir işte. Bütün olanaksızlıklara açıktır. Sinsidir yine de. Pusuda bekler, acımasız bir avcıdır.
- Yalnızlığın alfabesini sökeli yıllar oldu. Bıraktığım sayfadan devam edeceğim.
- Gelincikler; ötede beride, küçük kırmızı şemsiyelerini açmıyorlar artık. Belki hiç açmadılar. Bir yalan kötü bir yalan.
- Dedim ya, doğuşa, dirime düşmandım.
- Ne zaman görüşeceğimizi bilmeden ayrılmak tedirgin ediyor beni.
- Kalbim, gece gündüz umutsuzlukla çarpıyor.
- "Bir dönemdi işte. Herkesin herkese düşman olduğu, bu düşmanlıkta vur patlasın çal oynasın yaşadığı, gününü gün ettiği, korkunç kanlı bir dönemdi."
- Yarını düşünmek istemiyorum.
Dostlukların Son Günü İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Erişmez Nevbahar: “Erişmez Nevbahar” öyküsü Selim İleri’nin “Dostlukların Son Günü” adlı eserinin içinde yer alan on yedi öyküden altıncısıdır. Öykü on sayfadan teşekkül eden bir kısa öyküdür. Durum öyküsü, aynı zamanda da anlatıcının çocukluk yıllarından, yaşadığı bir dönemini anlatması bakımından da anıdır. Öyküde zaman sıçramaları çokça görülür. Anlatıcı, bir şimdiki zamandadır bir de geçmişi, bize şimdiden anılarını anlattığı geçmişte. Şimdide Asım Paşaların köşkü yıkılır. Anlatıcı esere şu cümleyle başlar; “Asım Paşaların köşkü yıkılıyor. Yıllardan sonra; olur şey değil…” Bu cümle ile eser bize genel atmosferini hissettirir. Bu atmosfer; geçmişe özlem içerisindedir. Yıkılan köşkler vardır. Yıkılan bir eski İstanbul vardır. Yalnızca Asım Paşaların köşkü yıkılmaz veya diğer köşkler. Yıkılan adeta eski İstanbul’dur, köklü bir medeniyettir. Bu yönüyle Asım Paşaların köşkü ile eski İstanbul arasında kurulan bir bağlantı vardır ve birbirleriyle özdeştirler. Asım Paşaların köşkü demek tüm o güzelliği, tarihi yapısı, barındırdığı medeniyetle birlikte eski İstanbul demektir. Öyküde bu köşk hakkında verilen ayrıntılar, yapılan başarılı betimlemeler, özlem duyulan eski İstanbul’a göndermelerdir; Büyük de denemezdi o bahçeye. Dağınıklığın zenginleştirdiği bir düzen vardı. "Öbeklerde hercaimenekşeler insan yüzlü, salkım salkım leylâklar, saksılardan sarkan küpeçiçekleri, kendiliğinden bitmiş sanısını uyandıran damgülleri, bahçeyi çeviren pas tutmuş demir parmaklıklara sarılı çarkıfelekler, kadife gibi yumuşak çimeni yarmış maviçamlar iki tane, en güzeli ya da en acısı artık budanmayacak bir çınar gövdesi her yağmurun çürüttüğü. Daha o zamanlardan. Burada ne varsa çürümeye hazırlanıyordu. Boyasız demirler, dokunulduğunda pul pul pas yapışır merdiven tırabzanlarından. Pencere üstlerinin renkli camları çatlaktı; kırmızıdan, yeşilden kırılarak geçen ve döşemeye yansıyan akşam güneşleri; hattâ kimileri buzlu olanıyla değişmişti. Kepenklerin gıcırtısı kestanecinin ta ordan işitilirdi.” Eserin genel olarak atmosferi geçmişe, eski İstanbul’a duyulan bir özlemden doğar. Bu yönüyle hüzünlüdür, duygusaldır; melankoliktir. Anlatıcının üslubuyla öykünün bu melankolik, geçmişe özlemden doğan atmosferi uyum içerisindedir. Anlatıcı eski İstanbul’un bir daha dönmeyeceğini duyumsar ve bunu eserinde bize hissettirir. Böylece üslubun getirdiği ve öyküdeki olayların da beslediği melankolik, umutsuz atmosfer tamamlanır. Öyküde, anlatıcı geçmişini, anılarını anlattığından -di’li (görülen) geçmiş zaman ekinden çokça yararlanılır, bu kip çokça kullanılır; inerdik, tutardı, hissederdim, dökülürdü, denemezdi, vardı, hazırlanıyordu, değişmişti, işitilirdi, gülerdi, bendim, geçerdi, açardı, oynardık… Öyküde belirli, kesin çizgileri olan bir olay örgüsü görülmez ancak anlatıcının yetişkinlik döneminde geçmişine dönük hatırladığı bazı siluetler, birtakım kısa olaylar, hatıralar verilir. Bu hatıralar da anlatıcının tüm yaşadığı olayları değil yalnızca hassasiyetleriyle üzerinde durduğu şeyleri aldığından yaşadıklarının ancak bir kısmıdırlar. Her yazınsal eserde olduğu gibi bu eserde de yazarın bir ideolojisi vardır. Selim İleri, Erişmez Nevbahar öyküsünde daha çok ezilen bir karakter üzerine yoğunlaşır. Bu öyküde ezilen bir besleme, bir kadın vardır. Asım Paşaların köşkünün hizmetçisidir. Böylece “İleri’nin hemen bütün metinlerini saran bu “dışlanmışlık” duygusu, bu öyküde de kendini hissettirir.” Öyküde eyleyenler; anlatıcı (Kemal), Kemal’in annesi Süheyla Hanım, Nezihe Hanımefendi, Asım Paşa ve Hafize’dir. Asım Paşaların köşkü, anlatıcının çocukluk yıllarında annesiyle birlikte gittikleri eski İstanbul manzaralarını aksettiren bir yerdir. Bu köşkte Asım Paşa ve eşi Nezihe Hanımefendi yaşarlar. Bir de hizmetçileri Hafize vardır; “Hafize’nin bin bir inceliğin ortasında cılız vücudu, iş görmekten erkekleşmiş damar damar elleri, kıllanmış bacakları beliriyor, yeniden yeniden (…)” Cılızdır, elleri bulaşık kokar, mor mor damarları vardır; “Mor damarların iriliğini hatırlıyorum, tırnaklarının kirini, parmak aralarına birikmiş yağ ve sabun karışımını, nasır tutmuş avuç içi”,“Kulaklarında en kötüsünden ametistli, ayarı düşük teneke altın küpeler, kulakmemeleri cerahatlenmiş” ve saçları “evdeki hizmetçilerce eğri büğrü kesilmiş, fırça gibi saçları sirkeyle ıslatılmış”tır. Vücudu bu şatafatlı, lüks köşkte iğreti durur. Ki genelde de mutfaktadır. Yalnızca Kemal ve annesi geldiğinde Kemal’le oynaması için mutfaktan ayrılmasına izin verilir. Ancak bu bile eksiktir. Kemal’le oynarlarken arkadan biri şöyle seslenir Kemal’e; “Sokak çocuklarıyla oynama, terbiyen bozulacak.” Hafize, dışlanır. Sokak çocuğu olarak görülür. Köşkte Nezihe Hanımefendi ile Paşa tarafından da onlardan öte kendisiyle oynayan, tek arkadaşı olan Kemal tarafından bile sevilmez. Kemal içinden şöyle der bize; “Sevmezdim Hafize’yi, benim gibi tırnaklarını annesi kesmezdi, kirliydi tırnakları. Şimdi acıyorum, utanıyorum, bir daha göremeyecek olmanın üzüncü yüreğime etkiyor ağırdan. Şimdi yıllar geçti. Şimdi kötücül evler, şimdi kırbaçlanmış beslemeler. Şimdi umutsuz bir yürekle duyumsuyorum.” Hafize köşkteki her eşyaya elini süremez, şu cümlelerden anlaşılıyor ki bu ona yasaklanmış; “Hafize, kristal çiçekliklere, şekerliklere, billûr vitrinlere, Bohemya avizelerine el sürmezdi. Dantelalı giysileriyle birbirlerine selâm veren ya da oturan biblolara da.” Köşke Nezihe Hanımefendi’nin tanışları gelir; bunlar yaşlı kadınlardır. Birbirlerini “sultan, sultan” diye çağıran bu sultanlar ellerini Hafize’ye öptürmekten çekinirler. Onlar da öyküdeki eyleyenler gibi Hafize’yi dışlarlar. Hafize, Kemal’le oyunlarında onunla evcilik oynamak ister; Nezihe Hanımefendi ile Paşa’sını oynamak. Hafize bu oyunda Nezihe Hanımefendi olur; “Nezihe Hanımefendi gibi topuklu ayakkabıları üzerinde salına salına yürürdü. Yanağında tafta ben, tırnaklarının dibini kızıla boyamamış. Çorap çizgileri düzgün”. Hafize, böylece oyunda bile olsa dışlanmışlıktan, ötekileştirilmekten, aşağılanmışlıktan kurtulmak ister. Üst kimlik olarak gördüğü Hanımefendisi gibi olmak, Paşa eşi olmak ister. Çocukların oyunlarının bize söylediği şeyler vardır ve eserde anlatıcı bu oyunu Hafize’nin iç dünyasını, arzu nesnesini, edincini bize gösterebilmek için ustaca kullanmıştır. Hafize için edinç; aşağılıktan kurtulmak, bir üst kimliğe, Hanımefendiliğe yükselebilmektir. Kabul görmek, diğer eyleyenlerle eşit olmaktır. Öyküde iki ana eyleyen vardır; diğerleri yardımcı eyleyenlerdir. İki ana eyleyen anlatıcı (Kemal) ve Nezihe Hanımefendi’nin beslemesi Hafize’dir. Öykü bu iki çocuğun statüleri açısından derin bir zıtlığı içerisinde barındırır. Derin düzeyde anlatıcı bu zıtlığa dikkat çeker. Hafize gece gündüz mutfakta çalışır. Elleri bulaşık kokar. Kemal’in ise annesi hakiki lezar çantasından tülbent çıkarıp sırtına koyar. Bursa ipeklisi mendille burnunu siler. Hafize ise kırbaçlanır; “Sonra sonra Hafize’ye şaklardı kırbaç”. Buradan öyküde çocuğa şiddet unsurlarına yer verildiğini de anlıyoruz. Öyle ki bu şiddet ilerleyen sayfalarda yinelenir... Hafize, Kemal’e eve gidince ne yaptığını sorar. Kemal, evinde kitap okur, derslerine çalışır, babaannesi ona masal okur. Hafize ise mutfağı düşünür. Bu iki eyleyenin çocuk olmaları dışında ortak özellikleri bulunmaz. Diğer tüm özellikleri farklıdır. Anlatıcı bir Şeker Bayramı o gün yaşadıklarını anlatır. Bugünde yaşananlar öykünün özünü, ana izlencesini oluşturur, okurda kalıcı bir etki bırakır. Bugün de yine önceki gelişlerinde olduğu gibi Kemal ve annesi Süheyla Hanım, Asım Paşaların köşküne giderler. Önceki gidişlerinde peynirli poğaça yemişlerdir, bu sefer ise poğaçalar kıymalıdır. Sanki ortada bir suç vardır (ki bu suç az sonra ortaya çıkacaktır). Poğaçaların kıymalı oluşu, Hafize’nin uğradığı haksızlığa bir işarettir. “Nezihe Hanımefendi, “Hafize’yle oynamak ister misin Kemal” demedi. Ama bir ara, “Hafize’yi sormayın” dedi; “yanımıza yeni bir apartman yapıldı ya, Şükrü Paşaların konağı yerine, işte oraya yeni de bir gelin girdi. Damadın odasına Paşa’mın nü koleksiyonundan fotoğrafiler aşırıp at sen, sonra da balkona çık, çırılçıplak soyun. Bir dövdüm, bir dövdüm…” Nezihe Hanımefendi, Hafize’nin yokluğunun nedenini böyle anlatır ancak hakikat bu değildir. Kemal, Paşa’nın kitaplığına gönderilir içeride konuşulan konu onun yaşını aştığı için. Kemal, Nezihe Hanımefendi’nin anlattıklarını duymamış gibi Paşa’ya Hafize’nin nereye gittiğini sorar. Paşa, “Kaçtı (…) nereye gittiğini bilmiyoruz” der. Kemal, Hafize’nin neden kaçtığını sorduğunda ise; “Nezihe’nin elmas yüzüğünü çalmış hınzır kız. Hırsızlık çok ayıp bir şeydir oğlum. Nezihe söyletemedi çaldığını. Karakola gönderdik. Orda da dövmüşler. O karakoldayken biz yüzüğü bulduk. Nezihe meğerse tuvalette unutmuş. Elini yıkarken çıkarır.” der. İşin aslı bu şekildedir. Hafize işlemediği bir suçtan dolayı defalarca dövülmüştür. Besleme, hizmetçi oluşundan ötürü suçlanmış, değersiz görülüp sözüne itibar edilmemiştir. Yalnızca Nezihe Hanımefendi ve Paşa tarafından değil, karakolda da aynı muameleye maruz kalmıştır. Üstüne üstlük de suçsuz olduğu anlaşılmasın diye evden ayrılmasının nedeninin bu olduğu anlatılmaz. Nezihe Hanımefendi tarafından yukarıda belirttiğimiz iftiralar gerekçe gösterilir. Bununla da yetinmezler. Paşa övünerek sözlerine şu cümleleri de ekler; “Annesi geldi. Kızım da kızım diye tutturdu. Böyle karıları susturmasını iyi bilirim ben.” Anlatıcı bu sahneden Paşa’nın dış görünüşündeki yücelik ile sözlerindeki aşağılığı, tezadı şu cümlelerle bize hissettirir; “Kitaplığın en görünür bir yerinde soyluluk madalyaları, lejyondonör nişanları. Kadifeye dizmiş Paşa”. Sonrasında Kemal, Nezihe Hanımefendilerin oturduğu salona geçer. Nezihe Hanımefendi, hala Hafize’yi anlatmaktadır; “Bir bayramlık elbise yaptırmıştım Süheyla’cım, onu da verdim anasına. Onlarda çocuk köpek sürüsü gibi. Birine uyar, giydirirler. Sersem kız, geldiği evin kıymetini bilemedi. Nankördü ne türlü. Yediği önünde, yemediği arkasında. Kendi kızımdan farkı yoktu…” Bu sözleriyle Nezihe Hanımefendi, Hafize’yi suçlamayı sürdürmüştür. Hafize’nin annesine verdiği elbise ile onlara iyilik ettiğini söyler. Ayrıca “onlarda çocuk köpek sürüsü gibi” söylemi de bir dışlama, ötekileştirme, değersizleştirme söylemidir. Nezihe Hanımefendi ve Paşa, Hafize ve ailesini aşağılık görürler. Nezihe Hanımefendi, Hafize’yi evinin kıymetini bilmemekle suçlar ve nankör bulur. Ayrıca “Yediği önünde yemediği arkasında. Kendi kızımdan farkı yoktu” diyerek de misafirlerine olduğundan daha iyi görünmeye, haklı görünmeye çalışır. Sahtedir. Duruşu, sözleri gerçeği yansıtmaz. (İbrahim)
Eser yazara 1976 Sait Faik Hikaye Armağanı kazandırmış. • Eserin iceriğinde 17 hikaye bulunmakta ve her hikayede farklı kahramanlar karşımıza çıkıyor. • Üslup bakımımdan farklı bir özelliğe sahip ve monologlarla bezenmiş kitapta yazar yalın ve şiirsel bir dil kullanmış. (şevki k)
Artık gitmiyorum. Kimselere gitmemeyi öğrendim bir de. "Anlaşamıyorum insanlarla. İtici geliyorum bir süre sonra." Kendi kaba, yozlaşmış ölçüleriyle değerlendiriyorlardı her olguyu. (Şツkran)
Dostlukların Son Günü PDF indirme linki var mı?
Selim İleri - Dostlukların Son Günü kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Dostlukların Son Günü PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Selim İleri Kimdir?
Bilim adamı Profesör Hilmi İleri'nin oğludur. 1968 yılında Atatürk Erkek Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini yarıda bıraktı. 19 yaşında Cumartesi Yalnızlığı isimli ilk öykü kitabı yayınlandı. İlk yazısını 1967 yılında, Yeni Ufuklar dergisinde yayımladı.
1998 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığınca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.
Romanlarında ve öykülerinde bireyin zengin iç dünyasını başarıyla yansıtabilen yazar,ilk eserlerinde bireyler arasındaki iletişimsizlikleri de ön plana çıkarır.
Yıllarca, Cumhuriyet gazetesinin kültür-sanat sayfasında, "Yazı Odası" köşesinde makaleler yazmıştır. Radyo ve televizyonlara bir çok program yapan yazar, 2008'in yarısında başlayan programı "Selim İleri'nin Not Defterinden"i de sunuyor. Her pazar canlı olarak yayımlanan programı, TRT-2 sunuyor. Ayrıca 2008 yılından beri Zaman Gazetesi'nin Cumartesi ekinde İstanbul'la ilgili yazılar kaleme almaktadır.
Eserleri
* Cumartesi Yalnızlığı
* Bir Denizin Eteklerinde
* Pastırma Yazı (kitap)
* Dostlukların Son Günü (1978 Sait Faik Hikaye Ödülü)
* Eski Defterlerde Solmuş Çiçekler...
* Fotoğrafı Sana Gönderiyorum
* Kötülük
Romanları
* İlkgençlik Çağına Öyküler(Derleme)
* Yarın Yapayalnız
* Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak
* Hayal ve Istırap
* Destan Gönüller
* Her Gece Bodrum (1977 TDK Roman Ödülü)
* Ölüm İlişkileri
* Bir Akşam Alacası
* Cehennem Kraliçesi
* Yaşarken ve Ölürken
* Saz Caz Düğün Varyete
* Ölünceye Kadar Seninim
* Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın
* Allahasmarladık Cumhuriyet (Oyun)
* İstanbul Lâle İle Sümbül
* Kafes
* Anılar; Issız ve Yağmurlu
* Daha Dün
* Oburcuğun Edebiyat Kitabı
* Evimizin Tek Istakozu
* Rüyamdaki Sofralar
Selim İleri Kitapları - Eserleri
- Dostlukların Son Günü
- Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak
- Destan Gönüller
- Ölü Bir Kelebek
- Hayal ve Istırap
- Mel'un - Bir Us Yarılması
- Her Gece Bodrum
- İstanbul'un Sandık Odası
- Son Yaz Akşamı
- Kamelyasız Kadınlar
- İstanbul Seni Unutmadım
- Gramofon Hâlâ Çalıyor
- Yıldızlar Altında İstanbul
- İstanbul'un Tramvayları Dan Dan!..
- Annem İçin
- İstanbul - Hatıralar Kolonyası
- Kar Yağıyor Hayatıma
- Daha Dün
- Kafes
- Ölünceye Kadar Seninim
- Bir Denizin Eteklerinde
- Yaşadığım İstanbul
- Hepsi Alev
- Yarın Yapayalnız
- Yağmur Akşamları
- Yaşarken ve Ölürken
- İstanbul - Lale İle Sümbül
- İstanbul Mayısta Bir Akşamdı
- Ayışığı
- Bir Akşam Alacası
- Bu Yalan Tango
- Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver
- İlk Gençlik Çağına Öyküler - Birinci Cilt
- İlk Gençlik Çağına Öyküler - İkinci Cilt
- İstanbul, İlk Romanımda Leylak
- Kapalı İktisat
- Kırık Deniz Kabukları
- Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsan
- Oburcuk Mutfakta
- Peride Celal'e Armağan
- Saz Caz Düğün Varyete
- Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin
- Cehennem Kraliçesi
- Cumartesi Yalnızlığı
- Ölüm İlişkileri
- Pastırma Yazı
- Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu
- Evimizin Tek Istakozu
- Kırık İnceliklerin Şairi Behçet Necatigil
- Eski Defterde Solmuş Çiçekler
- Hüzün Kahvesi
- Fotoğrafı Sana Gönderiyorum
- O Aşk Dinmedi
- Türk Romanından Altın Sayfalar
- Düşünce ve Duyarlık
- İlk Gençlik Çağına Öyküler - Üçüncü Cilt
- Sona Ermek
- Nam-ı Diğer Kaptan - Attila İlhan'ı Dinledim
- Hatırlıyorum
- Yalancı Şafak
- İstanbul Bu Gece Yine Sensiz
- Cahide
- Beklenen Sevgili
- Kumkuma
- Geçmiş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar
- Ay Hala Güzel
- Uzak, Hep Uzak
- Seni Çok Özledim
- Destan Gönüller - Fotoğrafı Sana Gönderiyorum
- Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın
- Bir Gölge Gibi Silineceksin
- Oburcuğun Edebiyat Kitabı
- Rüyamdaki Sofralar
- Anılar; Issız ve Yağmurlu
- Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun
- Kırık Bir Aşk Hikâyesi
- Kötülük
- İstanbul Öyküleri
- Gece Sirenleri
- Perisi Kaçmış Yazılar
- Düşüşten Sonra
Selim İleri Alıntıları - Sözleri
- Çünkü benim hasta, zayıf bir kalbim var, sizin kavi, parlak bir tebessümünüz… Çünkü ben şairim ve siz pürşiir ve hayal, siyah, ilahi gözlere maliksiniz… (İlk Gençlik Çağına Öyküler - Birinci Cilt)
- Hayatımın bir yara olduğunu söyledim mi? Kalp yarası değil. İşleyen, cerahatli bir yara, Hiç kapanmadı. Bu yüzden insanlardan ve aşktan uzak durmaya çalıştım. (Yarın Yapayalnız)
- Trenden indim,yine Yedikule.Saat henüz erken ; değerli dostum Sarkis Açık'la buluşacağım ,Safa Meyhanesi'ne gideceğiz .Şöyle yürümek geçti içimden. (Yıldızlar Altında İstanbul)
- Dünyanın bütün acısını yazdım! saniyordun. Sonra cam kırıkları. Yazdığın her satır cam kirigiydi. hayal kırıklığı, dusbozumu da diyebilirsin. (Fotoğrafı Sana Gönderiyorum)
- - Evliliğe karşı mısın? + Hayır. Birbirini sevmeyen karı kocalara karşıyım, mutsuz çocuklara, sevgisiz evlere karşıyım. (Kırık Bir Aşk Hikâyesi)
- Belki bu yüzden uzun yıllar böyle şifresini çözememiş olduğum kitaplara karşı bir çekingenlik, ürkeklik hissettim. Kitapları özellikle romanları gitgide hayatın ta kendisi gibi görmeye başlayacaktım. (Hatırlıyorum)
- Bu mâzi hastalığı beni mahvetti. (Saz Caz Düğün Varyete)
- Olduğum gibi yaşamalıyım. Bir yaşama acemisi olarak. Ustalıklarda gözüm yok. (Destan Gönüller - Fotoğrafı Sana Gönderiyorum)
- Aynı dili konuşmalarına karşın, çoğu kez, kimse kimsenin dilinden anlamıyordu. (Son Yaz Akşamı)
- İşte o arada 1960 darbesi oldu. Darbe olmadan çok karışık bir durum vardı. Menderes, solcuları Anadolu'nun çeşitli yerlerine sürmeye karar vermişti. Hepimizin isimleri tespit ediliyordu. Birer-ikişer çağrılıp nereye gideceğimiz söyleniyordu. (Nam-ı Diğer Kaptan - Attila İlhan'ı Dinledim)
- Zamanla öğrendim. O kırılıp dökülmelerimiz, bayağılaşmalarımız, hepsi çaresizlikten. (Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin)
- Kalbimdeki şarkı bitti. (Destan Gönüller - Fotoğrafı Sana Gönderiyorum)
- Daima yenilik,daima eylem,daima devinim! (Saz Caz Düğün Varyete)
- Yaşadıklarımızın şiddeti geçince geriye tortu kalır, işe yaramaz sandığımız çökelti. Oysa sebep ve sonuç artık onundur, ondadır. (Yarın Yapayalnız)
- Zamanın yıpratıcılığını silemezsin: Eskimiştir, sarı, pembe, mavimsi krizantemlerin rengi atmıştır. Kirli gibi durur; istediğin kadar yıka!, zamanın kirinden pasından arındıramazsın. (Daha Dün)
- -Evliliğe karşı mısın? +Hayır. Birbirini sevmeyen anne babalara karşıyım. Mutsuz çocuklara, sevgisiz evlere karşıyım. (Kırık Bir Aşk Hikâyesi)
- Yüreğinde bir çılgın yel esiyor. Ama o değil, beklediğin insan şimdi kimbilir nerde, (Eski Defterde Solmuş Çiçekler)
- Öyle, para yok. Biraz bohem, ama gerisinde gençlik heyecanı olan bir yaşama biçimi. Bu sohbetler, konuşmalar arasında ikide bir de şu konu ortaya geliyor: Nazım Hikmet cezaevinde haksız yere yatıyor, onu mutlaka kurtarmak lazım, bu da uluslararası bir hareketle olur... (Nam-ı Diğer Kaptan - Attila İlhan'ı Dinledim)
- Sessizliğinde, kendini teslim edişinde, gözlerinin o kadar saf ve duru bakışında insanı çıldırtan bir acı vardı. (Annem İçin)
- Eski evlerin hayatı insanları tabiattan şimdiki apartmanlar gibi ayırmazdı. Eve bahçeden geçilir, bahçe sulamak için bir kuyudan su çekilir, çiçekler bahçeden evlere girer, lavanta çiçekleri temizliği duyuran kokularını yataklara dökerdi. İnsanlar ne tattıkları zevkleri değiştiren mevsimleri, ne de sevdikleri hayvanları düşünmemezlik edemezlerdi. Evin en rahat köşelerinde kediler horlardı. Abdülhak Şinasi Hisar, Boğazifi Mehtapları, 1942. (Yıldızlar Altında İstanbul)