Dün Korkusu - Nihat Genç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Dün Korkusu kimin eseri? Dün Korkusu kitabının yazarı kimdir? Dün Korkusu konusu ve anafikri nedir? Dün Korkusu kitabı ne anlatıyor? Dün Korkusu PDF indirme linki var mı? Dün Korkusu kitabının yazarı Nihat Genç kimdir? İşte Dün Korkusu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
Kitap Künyesi
Yazar: Nihat Genç
Yayın Evi: Cadde Yayınları
İSBN: 9789757991205
Sayfa Sayısı: 222
Dün Korkusu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Annem gelip beni yuvadan aldığında, benim Tanrılarım, krallarım, akreplerim vardı. Annemin sakallı misafirleri, "Afiyet Olsun" şekerleri. Bir de, püsküllerin kanepelerden duvarlara kadar yayıldığı, meleklerin yuva yaptığı bir oda. Bu odaya hiç sokmadı beni. Ben de ona "akreplerimi" hiç anlatmadım. Çalıştığı gazinolarda adına "dağlar kızı Reyhan!" derlermiş. Önceleri çok şeyi gizli tutmaya çalıştı. Sonra utanmamayı öğrendik. O kadar çok şey öğrendim ki, artık bir şey öğrenmek istemedim. Sustum sonuna kadar. Susmalarım bir yerlere sığmadı, mızraklı bir şeyler olup peşime düştüler."
Dün Korkusu Alıntıları - Sözleri
- ''Bugün ben bir kızı öptüm,Ramazan'ın ilk günü.Koynuma pastel boyalar topladım.Bir kızın kulağının altına,bir kırmızı,bir turuncu,bir mor çizik attım.''
- Öyle sevdan olmalı ki, silahla konuşanları ebediyyen utandırmalısın, herkes sevdanın masumluğundan utanmalı.
- Elli yaşımda bile altımı ıslatıp bütün çocukluğumu koklayacağım... :D
- Avucunun içinde ruhunu emen, ya da söyleten, Tanrılar'a muhtaç eden, hayat kaynağını kirleten bir yaratığın çığlıklarını buluyor, onları çözemeden, çözülüyorsun. Ya gizleyeceksin bütün reflekslerini, ya da yalan söyleyeceksin. Sonsuzluğun günahına yapışmış, yani insan olacaksın!
- Kanımdan bir fare atlıyor görüyor musun cici günlüğüm, yakala ve tarif et bana! Sen ne güzel şeysin, senin adını koyamıyorum, sen ne güzel şeysin. Bugün yanaklarına uzandım, görmedin, şöylesine bir şeyler anlatıyordun, dönüyordun, ellerin dönüyordu başının üstünde, bir şeyler yaratıyordun, farkında değildin gözlerinin, bin yıldan bu yana bir kez kapandı sanki dudakların, bir daha bin yıl nasıl beklenir? Sen görmedin, baktım, ağladım, ne olursun aniden başını çevirme, beni lastik çocuklarla didişirken gorürsün, sakın ha utandırma beni, tapınırken görülmek utandırır yanaklarımı, utanıyorum sana uzanan gözlerimden, nasıl söyleyebilirim, bu bir sonsuzluk düşüdür, senin adını koyamam korkarım Sokrat benim adıma yeminini bozacak, korkarım o tepedeki Manastır'da peşine düştüğüm kız benim için kafasını duvarlara vuracak, korkarım bütün tılsımım bozulacak ve beni buraya getiren sırları öğrenecek, korkarım senin adın var ve ben beceremiyorum. Bu kadarını verdi Tanrı, fazlasını söyleye... Şemsettinli mısralar bulup dizlerime kapanmalıyım, ben mi eteklerine sarılmalıyım, ben mi pembeye uzanan boşluksuz bir uçurumun kenarına sığınır gibi girmeliyim yanaklarına. Çin resimlerinde gezinen hafif, okşayan, okşanan tüyleri olan o yerlere, sürünmek yasa mı, yasak mı, dokunmasam, dokunmanın adı olmasa olur mu, böyle gizli gizli seyretmek yetecek mi, böyle uzaktan uzağa, ne ayıp şeymiş senin şeylerin, senin şeylerin beynimde gezinirse ayıp olur mu düşlerime, yanlışlıkla, yanlış anlama, mantıksal bir yanlış anlamayla mağlup olursam diyorum, matematik geldi ve sen yok oldun, uyumun, ahengin, armoninin bütün kuşlarını icad ettiler ve sen yok oldun, bizim yok olmamız, bu uyumun, işte şu aristokratik filozofların beğenisi olmasın, yeniden bir şekil olsun, yani şekilsiz, yani sen ne afrodit ol, ne leyla, ne de bin yıldan beri terkedilmiş bir antik kent ol, ne de bu gece gömleğini çıkarsın deniz, düğmelerini çözüver, ben görmesem de bu sahil senin koynun biliyorum, kaburgalarına gireyim, dokunamam, ayıptır söyleyemem, geceleri alıp götürürler lastik çocuklar döver beni, ne çirkin düşler yaratılmıştır dinleme hiçbirini, çirkinim, bu yüzden mi her şeye muktedir tanrılar beni bu hale koydu oysa biraz da yanlışları olmalı, birazcık da çirkin olmalı, biraz serseri olsak ne çıkar neden güzel şeylerin tümünü Tanrılara veriyorsun, her şey neden onun, bana hiç yok mu, ben senin mi, tanrılarının mı, yanaklarının mı peşinden koşacağım. Şu tepeden Boztepe'den bakıyorum, kaburgalarımdan bir taş daha söküyorum, minik kayanın üstünden fırlatıyorum mavinin boşluğuna, uçsuz bucaksız bir sessizlik, yani ıslığı ıssızlığın, düşüyor taş ve hafiften birkaç daire geliyor gibi oluyor, işte hep böyle oluyor, ama olmuyor, kaç kez ölçtük, sanki bir bok varmış gibi boyunu posunu bu koca atlasın, dik açılarını topladık olmadı, buharlı gemiler yaptık olmadı, hiçbiri yanaklarına kadar uzanamadı, hatırlıyorum, bunda binbeşyüz yıl evvel bir Ceneviz gemisi gelmişti sahile, belki de zenci bir kölesi vardı, güverteden, şimdi olduğum şu tepeye bakınıyordu, bir imkânsız iklimden kapkara düşler getirmişti saçlarına, yanaklarına uzanacak, uzandığı karlar kurtulacak, sarıldığı kadar yaşayacak bir kız vardı, olmadı, bir taş attı martıların peşine, belki de o köle benim, devam ediyoruz, inadım var kopmayacağız, bu bir sonsuzluk bekleyişi, bakalım ne çıkacak değil, çıksa da çıkmasa da bekleyeceğiz, hep birlikte nöbetini tutacağız yanaklarının, bir kez kokladım ya seni geçtiğin odadan, bir kez gördüm ya gözlerini, bir kez süründün ya farkında olmadan, biliyorum artık yerini, hiçbir zaman olmasam da, hiç, hiç olsa da, hiç, bir kez gök düştü ya gözlerine, bir kez pencereden giden bulutlara baktık ya birlikte, artık ne Tanrısı canım, güldürme insanı, şurada bir çakıl taşı gibi bin yıl daha bekleriz, aralansın pembe çizgiler, bakın diyeceğim o zaman, şurada kollarımı açıyorum, bütün eksenlerimi tarihime çeviriyorum, kucaklıyorum benimle mimar olmuş, kedi olmuş, ney olmuş, akrep olmuş, bilmem nerde sellere karışıp bilmem nerden sökülmüş bir kütük olmuş ve bir dalgayı taşımış yanaklarına, şeymiş, neymiş, nedir senin adın, ne güzel şeysin sen, bu kadar büyütme canım, uçsuz bucaksız Tanrılar bizi böylesine çaresiz yonttu, şu Aristo canım, öylesine büyük, ulaşılmaz bir tapınak kurdu ki, kiliselerim, gemilerim peşine düşüyor, yine de bulamıyoruz onu, bu kadar değil canım, bir şey varsa o şey senin yanaklarında, bak güzel şey, şimdi ben varım bu hikâyenin içinde, düşün sen de varsın bu masalın sıcak sobası yanan kır evinde, öyleyse okşanır cinsten olmalı, arada bir kavga da olmalı ve bazan bir hışımla bana, “Hey çocuk! ayakkabılarını bağla! Ve yürü der, şöyle yüksek tepelere çık da gel, bak der, bugün fenasın, birkaç ağaca sırtını daya da gel!” Hayır öyle değil, yanlış anlıyorsun, sevmek sevilmek işi değil, söyleyemiyorum, sadece yazıyorum, ben başka bir şey bilmiyorum, yazdıklarımı bir şişeye koyup atmak zorundayım mavilere, kimbilir, deme, kimbilir diye gelmedik mi buralara, boşuna deme boşuna mı üşüştü bütün bu rüzgârlar yanaklarına, bak senin pembelerin var, pembelerden yukarlarda da var 14. asırda da varmış, şimdi gelirsen yanıma bizde de olur, hep oluruz, bu vahşet diyeceksin, bizim olsun, biz de olalım bu hikâyenin bir yerlerinde boş ver vahşet olalım, utandırma beni, lilim geliyor aklıma, barbarım diyorum, keçiyim diyorum, tüylerimi yoluyorsun, elinde örüyorsun, bak kazak oluyorum, bak boynundan geçiyorum, biraz yavaş at o ilmikleri, gözümü çıkartacak o şişler, öylesine aniden çekme yün ipliği, boynumu kopartacaksın, boş ver dinleme beni! Bir kartonu keser gibi kesiver şimdi oracıkta oturduğun sediri, beni yanaklarına götüren sapık düşleri tanıma, nereye gider bu çocuğun bakışları deme, gidiyoruz işte, bu yumağın falını açıyorum, kadife bir coğrafya görüyorum orada, sahillerimiz, beyaz saç diplerinden aşağılara doğru inen yollar orada ve biz hep gidiyoruz, bizi kimse bilmeyecek, biz orada olacağız, sedirin altına kaçtı yumak, çekiver, çekiver başka şeyler okuyorum çizgilerden, dokunacağız diyor bu pembe yumak! Sahi dokunacağız, çıldıracağım dokunmaktan. Bırak artık örgüyü, burda bitsin her şey, yani yanakların diyorum, ilkokul bahçem, binlerce çocuk cıvıl cıvıl koşuyor orada, yani yanakların istemediğim otlar da büyüyor orada, onlar ikimizin toprağı, pembe bir vatan yatıyor orada, gülucüklerle ele geçecek, bütün imparatorların yüzüne tükürecek, şu camı da kapatalım, ışık kırılmasın eteklerinde, topuklarına kadar gelmesin biraz evvel selvilerde oynaşan şu rüzgâr, öklit olmasaydı da olurdu yanakların, sahiden öpülsün ne olur, orada beni durultacak şeyler var yani yanakların diyorum, başka şey bilmiyorum...
- Yalan söylemeden büyümeyi başarabilecek miyim? İnsanlar çoğaldıkça, kalabalıklar, kitaplar, düşünceler, olaylar karmaşıklaşınca ne yapacağım? Şeytan tenine dokunuyor. Sapık diyecekler, kızgın demirlere oturtacaklar, pişman ol, tövbe et diyecekler, yeryüzünün en iğrenç pazarlığına alet edecekler beni. Hayır. Ben, yalan söylemeden büyüyeceğim...
- "Elli yaşımda bile altımı ıslatıp bütün çocukluğumu koklayacağım."
- elli yaşımda bile altımı ıslatıp bütün çocukluğumu koklayacağım...
- Yazma bunları, yoksulluğun ve yorgunluğundan bir kulübe yap kendine, çay ve sigara iç ömür boyu ortada...
Dün Korkusu İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Annem gelip beni yuvadan aldığında, benim Tanrılarım, krallarım, akreplerim vardı. Annemin sakallı misafirleri, "Afiyet Olsun" şekerleri. Bir de, püsküllerin kanepelerden duvarlara kadar yayıldığı, meleklerin yuva yaptığı bir oda. Bu odaya hiç sokmadı beni. Ben de ona "akreplerimi" hiç anlatmadım. Çalıştığı gazinolarda adına "dağlar kızı Reyhan!" derlermiş. Önceleri çok şeyi gizli tutmaya çalıştı. Sonra utanmamayı öğrendik. O kadar çok şey öğrendim ki, artık bir şey öğrenmek istemedim. Sustum sonuna kadar. Susmalarım bir yerlere sığmadı, mızraklı bir şeyler olup peşime düştüler." (Hakan Arıkan)
Üslubu güzel, akıcı, sürükleyici ve farklı. Farklı açıdan bakmak, beklenmedik durumlarla karşılaşmak biraz şok etkisi yapmıştı üzerimde. Özellikle "ü" asonansıyla geçen sayfalar beni çok şaşırtmıştı. (Gizem Altay)
Dün Korkusu PDF indirme linki var mı?
Nihat Genç - Dün Korkusu kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Dün Korkusu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Nihat Genç Kimdir?
Nihat Genç, (d. 1956, Trabzon) Türk gazeteci, yazar.
Yaşamı
İlkokulu Meryem Mehmet Kayhan İlkokulu’nda, ortaokul ve liseyi de Trabzon Ticaret Lisesi'nde okuyarak 1974 yılında mezun oldu. İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisi ile Ankara Bankacılık Okulu'na kayıt yaptırdı ancak siyasi olaylar nedeniyle bu okullardan ayrıldı. Ardından Sağlık İdaresi Yüksek Okulu'ndan 1983 yılında mezun oldu. Okul bitimi Sağlık Bakanlığı/Ankara Rehabilitasyon Merkezi'nde, ardından ise Kültür Bakanlığı’nda toplam dokuz yıl memuriyet yaptı.
Gençlik yıllarında gazete ve dergilerde teknik eleman olarak çalıştı. 12 Eylül öncesinde, ülkücü hareketin genç entelektüellerinin en önemli isimleri arasındaydı ve çeşitli ülkücü dergilerde yazmıştı. O yıllardan bugüne, Bağımsız ve Kırmızı-Beyaz gibi ulusalcı siyasî dergiler ile Leman dergisinde yazıları yayımlandı. Kısa bir süre Akşam gazetesinde köşe yazıları yazdı ve bu gazeteden yine aynı gazetenin yazarı Engin Ardıç'ın Genç'in eskiden çalıştığı Leman dergisini Saddamcılık ve Apoculuk ile suçlaması sonucunda ayrıldı. 2008 Eylülü'nde Leman'a geri döndü. [1] Yazar 2008 yılının Aralık ayında Aydınlık dergisinde makaleler yazmaya başladı. Bir Soru - Bir Cevap adlı köşesinde Genç, güncel meseleleri ulusalcı bir bakış açısıyla değerlendiriyor.
Sky Türk adlı televizyon kanalında Serdar Akinan ile 2008 Eylülüne kadar "Nihat Genç ile Ne Var Ne Yok" adında bir program yaptı.[2] Kanal Akşam gazetesi ile kardeş kuruluş olduğundan, Genç, programına da son verdi. Bu progamın ardından ise 18 Ekim 2008 tarihinde Avrasya TV'de Lale Şıvgın ile ,"Nihat Genç ile Veryansın" programı yaptı.Son olarak günün siyasi olaylarını değerlendirdiği www.odatv.com adresinde yazıları yayınlanmaktadır.
Öykülerinde insancılık arayışı egemendir, insan hikâyeleri ile birlikte yaşanılan zamanların sorunlarını ve toplumsal değişimi gayet ince çizgilerle betimler ve kahramanlarını her zaman ezilen kesimden insanlar içinden seçer. Siyasi ya da siyasi olmayan fikir makalelerinde ise çok daha sert çizgilere sahip, kızgın ve hatta saldırgan bir tarza sahip olduğu görülür. Gizli ama derin bir yalnızlık duygusu, öykülerinde de fikir yazılarında da alt metni oluşturan güçlü öğelerden biridir.
2005 yılında Bilgi, Sabancı Üniversitesi ve Boğaziçi üniversiteleri tarafından düzenlenen İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri başlıklı konferansı eleştiren bir yazı[3] yazması üzerine uzun süredir tüm kitaplarını yayınlamış İletişim Yayınları, Nihat Genç ile ilişkilerini kesme ve kitaplarını yayınlamama kararı almış[4], bunun üzerine yazar kitaplarını diğer yayınevlerinden çıkarmaya başlamıştır.
Kitapları
Dün Korkusu (1989)
Bu Çağın Soylusu (1991)
Ofli Hoca / Şeriatta Ayıp Yoktur
Kompile Hikayeler
Dar Alanda Tufan 1993
Üfürükten Üniversite Bilimi (1993)
Soğuk Sabun (1994)
Köpekleşmenin Tarihi (1998)
Modern Çağın Canileri (2000)
Memleket Hikayeleri
Arkası Karanlık Ağaçlar (2001)
İhtiyar Kemancı (2002)
Amerikan Köpekleri (2004)
Edebiyat Dersleri (2004)
Nöbetçi Yazılar (2004)
Hattı Müdaafa (2005)
Karanlığa Okunan Ezanlar (2006)
Aşk Coğrafyasında Konuşmalar (2007)
Kavga Günleri (2007)
Veryansın (2008)
Bir Millet Uyanıyor 17: "Kavga Günleri" (2009)
Sordum Kara Çiçeğe (2009)
Yurttaşların Cinlerle Bitmeyen Savaşı (2011)
İşgal Günleri (2011)
Öykülerinden örnekler
Narlıbahçe Sokağı (Modern Çağın Canileri)
Şeriatta Ayıp Yoktur (Ofli Hoca)
Bu İşin Tövbesi Var midur? (Ofli Hoca)
İhtişam ve Sefalet (Köpekleşmenin Tarihi)
Türkan (Arkası Karanlık Ağaçlar)
Hero Marka Mızıka (Kompile Hikayeler)
İhtiyar Kemancı (İhtiyar Kemancı)
Televizyon programları
Nihat Genç ile Ne Var Ne Yok? (Sky Türk, 2003-2008)
Nihat Genç ile Veryansın (Avrasya TV, 2008-2011)
Nihat Genç Ko-nu-şu-yor! (Halk TV, 2012-...)
Nihat Genç İle Ver-yansın (Ulusal Kanal, 2013-...)
Nihat Genç Kitapları - Eserleri
- Karanlığa Okunan Ezanlar
- Köpekleşmenin Tarihi
- Veryansın
- Amerikan Köpekleri
- Memleket Hikayeleri
- İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?
- Arkası Karanlık Ağaçlar
- Aşk Coğrafyasında Konuşmalar
- Hattı Müdafaa
- İhtiyar Kemancı
- Soğuk Sabun
- Bu Çağın Soylusu
- Tek Tabanca
- Bizim De Günümüz Gelecek
- Modern Çağın Canileri
- Edebiyat Dersleri
- Kompile Hikayeler
- Dün Korkusu
- Aslanlı Yol'a Doğru
- Ofli Hoca
- Yurduma Alçakları Uğratma!
- Anadolu Yazarını Dinliyor
- Nöbetçi Yazılar
- Direniş Günleri
- İşgal Günleri
- Bir Millet Uyanıyor! 17
- Sordum Kara Çiçeğe
- Yurttaşların Cinlerle Bitmeyen Savaşı
- Opus 61
- Nihat Genç’le Veryansın
- One Man Show
- Saraya Kılınan Namazlar
- Bizi Kandırası Umman Bulunmaz
- İhtiyar Kemancı
- Dar Alanda Tufan
- Anadolu Yazarını Dinliyor
- Edebiyat Derslerine Giriş
Nihat Genç Alıntıları - Sözleri
- İnsanlar düzgün konuşuyor ölçülü konuşuyor diye uygarlık olmuyor insanlar istediği gibi rahat uluorta konuşunca uygarlık oluşuyor. (Nöbetçi Yazılar)
- Kelimelerin sonsuz gücü vardır. (Bizi Kandırası Umman Bulunmaz)
- Yaşadığım her gün ne kadar yoğun işim olursa olsun mutlaka elime bir kitap alır hiç değilse birkaç sayfasını okumaya karıştırmaya çalışırım, sebebi, Osmanlı ordularıyla topyekün yenildi mağlup oldu yüz yıl oldu içimizde acısı ağıtı yarası dinmedi ve bir şeyler yapalım, daha zinde daha akıllı olalım, cumhuriyet mağlup olmasın, diye... (Bizi Kandırası Umman Bulunmaz)
- “Hayattan memnun Amerikan işgalinden rahatsız değil, IMF canınızı sıkmıyorsa artık “mizahla” işiniz yok demektir. Mizahın, mutlu, bahtiyar, bana dokunmasınlar,keyifli, şeker bu tatlı yaşamın arasında yeri yoktur. Gayesiz,meselesiz insanlara mizahın söyleyebileceği bir şey yoktur.” (Hattı Müdafaa)
- Sebatkâr, sanatlı ve çok derin bir heyecanınız varsa ; dünyanın hiçbir hayal kırıklığı ve umutsuzluğu ve kilisesi ve ideolojisi ve patronu sizi yenemez. (Tek Tabanca)
- “Aydınlarımız iki yüzyıldır,şahlanmayı,ayağa kalkmayı öğretiyor ve her nesil kollarını, ayaklarını kırıyor.Bakın hâlâ İstanbul’un fethini öğretiyorlar. Bu nesle birileri ‘düşmeyi’ öğretsin. Bir tarafımızı kırmadan “düşebilmek...” (İhtiyar Kemancı)
- Batıya, malımızı verdik, madenimizi verdik batıya köle olduk, şebek olduk, köpek olduk, en onursuz ittifaklara girdik, batının ve diplomasinin kuklası olduk, komşularımıza bu yüzden kalleş olduk. ihanet içinde olduk, OrtaDoğu'yu topa tutan İncirlik'i peşkeş çekip batının işbirlikçisi olduk. Ama batı durmadı, hala bir şeyler istiyor, onurumuzu almakla yetinmedi, şerefimizi almakla yetinmedi, dinimizi topyekun kazımakla yetinmedi ve şimdi topraklarımızı komşularımızı ve tüm kutsallarımızı topyekün bizden almak istiyor. (Hattı Müdafaa)
- Yalan söylemeden büyümeyi başarabilecek miyim? İnsanlar çoğaldıkça, kalabalıklar, kitaplar, düşünceler, olaylar karmaşıklaşınca ne yapacağım? Şeytan tenine dokunuyor. Sapık diyecekler, kızgın demirlere oturtacaklar, pişman ol, tövbe et diyecekler, yeryüzünün en iğrenç pazarlığına alet edecekler beni. Hayır. Ben, yalan söylemeden büyüyeceğim... (Dün Korkusu)
- "Düşüncesi olmayan insanların, ellerinde yalnız, babadan, deden kalma gelenekler, kılıçlar, silahlar vardır." (Köpekleşmenin Tarihi)
- Millet fincana bakıp dünyalar ötesini görüyor, biz bir adım ötemizi göremiyoruz, gel de kendini yeme. (Hattı Müdafaa)
- "Çukur gözleri, artık bir onur adası olmuş kalbinden başka yerde rahat etmiyor gibi..." (İhtiyar Kemancı)
- "... O kadar insan suçlu hissediyor kendini. Artık topluma güvenmiyor. Medyaya güvenmiyor. Annesine güvenmiyor. Artık bilgiye güvenmiyor. Artık habere güvenmiyor, konuşulanlara güvenmiyor ve toplumdan kuşku duyuyor. Eğer çağımız bir depresyon çağıysa, bu sahte bilgi, sahte haber, yalan, uydurma, suçlama, söylenti, dedikodu, iftira ve yakıştırmaların; bu depresyon çağının büyümesinde katkısı yüzde yetmiş. Hepimizde her gün; biri bize iftira atacak, bizi yanlış anlayacak, yanlış şeyler söyleyecek, falan falan şeyler yapacak ve insanlar benim hakkımda kötü düşünecek duygusu. Bu duyguyu oluşturuyorlar." (Anadolu Yazarını Dinliyor)
- "... Batı’da ve Doğu’da, ‘Allah’la kul arasında bir aracı kurum’ tartışması gelmiş geçmiş tarihlerin en kanlı ve en hararetli tartışmasıdır." (Saraya Kılınan Namazlar)
- Oturup ürün, oturup tarla, bağ, oturup kültür üretmeye ve bağımsızlığın artık silahla ve marşla ve yaygarayla değil, bunlarla olabileceğini bilmiyorlar mı? Biliyorlar! Ama o zaman yüz yıllık iktidarları sarsılıp yok olacak korkusu taşıyorlar! Onlara ürün toplamak, kitap yazmak, gün boyu çalışmak çok kadınsı geliyor olmalı. Onlar lak lak dükkânları gibi, ağır makamların sert erkekleri... (İhtiyar Kemancı)
- Bir köy imamı kadar zekası olan insanlar 1400 yıllık İslam düşüncesini yeniden yazıp , moda oldular." (Edebiyat Dersleri)
- "Senin gözlerin kadar güzel bir ülkem olmadı." (Bu Çağın Soylusu)
- "Benim de bir zamanlar 'ne derler' dinim vardı. Bırakın bu ne derler dinini, ne derlerden arının çok hafifleyeceksiniz, hadi hoşçakalın." (Bu Çağın Soylusu)
- Bir kiraz ağacının altına on dakika uzansalar bütün panik bitecek biliyorum. (İhtiyar Kemancı)
- Şimdi sokaklarımızda gezinen halk, o fütursuz, lafını Karagöz gibi esirgemeyen halk değil.Şimdi sokaklarımızdaki bu halk, Hacıvatların yetiştirdiği halk... (Nöbetçi Yazılar)
- Hangi Müslümanlık, hangi ülkenin hangi mezhebin Müslümanlığı, hangi çağın Müslümanlığı? Anne babalarımızla yaşayan Müslümanlık mı, bugünlerde icat olunan ideolojik İslamcılık mı? (İslamcı Erol Nasıl Çıldırdı?)