Dünyanın En Pis Sokağı - Tarık Buğra Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Dünyanın En Pis Sokağı kimin eseri? Dünyanın En Pis Sokağı kitabının yazarı kimdir? Dünyanın En Pis Sokağı konusu ve anafikri nedir? Dünyanın En Pis Sokağı kitabı ne anlatıyor? Dünyanın En Pis Sokağı kitabının yazarı Tarık Buğra kimdir? İşte Dünyanın En Pis Sokağı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Tarık Buğra

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN:

Sayfa Sayısı: 148

Dünyanın En Pis Sokağı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Kayanın üstündeki çukur, sanki, manmluya destek olsun diye oyulmuştu; böylece mavzeri daha iyi kavrayabiliyordu.

Sağ el kabzada, mengene gibi.

Ama işaret parmağı bütün kasları saran gerilime yabancı, yumuşak, bağımsız, tek başına. Akla aykırı bir rahatlıkla, tetiğin bir santim ötesinde, son saniyeyi bekliyor.

Beden, özellikle de bilek, terleten o gerilimle bir bütün. Sadece işaret parmağı. Evet, ayrı o: Hür ve bağımsız, rahat; tek başına.

Dünyanın En Pis Sokağı Alıntıları - Sözleri

  • Bir şeye yanlış cevap verdin mi, iki şeyi bilmediğin çıkar ortaya.
  • Değişir insan...
  • Ne kadar basitleşir, ne kadar yüzeyde yaşarsa o kadar aldatıcı oluyordu insan.
  • İnsanlar kaderlerini kovalar ve kaderler kesişir
  • Tanımak, sempati ve antipati için yol ayrımı.
  • Ne söylenip duruyorsunuz be! Hanginiz onun kadar kaybettiniz, ha.
  • “Bir gamlı hazânın seherinde / Israra ne hacet gene bülbül / Bil, kalbimizin bahçelerinde / Can verdi senin söylediğin gül.”
  • Şöhret korkunç şeydir, Fazıl.
  • Yılmaz, bir gazete haberinde, binlerce yıl önceden kalma, Sümer tabletlerinden birinde de, "Nesil bozuldu" dendiğini hatırlamıştı; gülümsedi: Nesiller hep değişecek, bir öncekiler de hep, nesil bozuldu diyeceklerdi.
  • Mühürdar yolundan Moda'ya kadar yürüdü. Bir çay bahçesinde, limana ve o enfes kıyıya, Topkapı'ya, Ayasofya'ya, Sultanahmed'e karşı oturdu: Artık o da, bu tabiat incisinde, iki büyük uygarlığa başkentlik eden ve iki büyük uygarlıktan beslenen bu üniversiteler, tiyatrolar, basın kuruluşları şehrinde yaşayacaktı.
  • :"Tanımak,sempati ve antipati için yol ayrımı."
  • "Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada/sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan."
  • Türkü bitmiştir. Şimdi dünyada çıt yoktur.
  • Ama herkes unutmuştur. Beki’ye selam verilmez. Beki ile konuşulmaz. Siliktir. Yok gibidir. Hiç olmamış gibidir Beki.

Dünyanın En Pis Sokağı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Kitabın adı “Dünyanın En Pis Sokağı” olunca istemsizce hayalimde İstanbul’da bir sokak canlandı. Haksız da değilmişim. Yılmaz ve Fazıl’ın farklı zamanlarda İstanbul’a yerleştiği, yeni çevrelerindeki insanların portrelerinin çizildiği bir kurguyla başbaşa kaldım. Yılmaz ve Fazıl iki sıkı dost. Bulundukları coğrafya sebebiyle kan davası mevzularına aşinalar. Hatta Yılmaz bu davanın bir tarafı olarak dünyaya gelmiş. “… oğullarını sanki ya öldürsün ya da öldürülsün diye doğururlar.” Daha doğdukları andan itibaren zıt kutuplarda birbirine kırdırılan hayatlar… Yılmaz bu coğrafyadan sonra hayata dair ümitlerini kaybedip, kaderlerine karşı içki ve kumarı sığınak olarak gören insanların olduğu dünyanın en pis sokağı ile tanışır. Kendisinden önce İstanbul’a yazarlık yapmak için gelen Fazıl’ı ise tanıyamamıştır. Değerlerini kaybetmeyeceğine söz veren arkadaşının bu değerleri çoktan kaybettiğini görür. Oysa onlar, “Değişmenin çirkinliklerinden, çirkinleştirmelerinden birlikte söz ederlerdi.” Yılmaz’ın, dünyanın en pis sokağı dediği yerdeki insanlar çoğunlukla şair ve yazardır. Tarık Buğra’nın kitapta çok başarılı betimlediği bu insanlar ülke ve ülke sorunlarından, halktan bahseder durur. Ancak hepsi laftadır. Para ve şöhret uğruna bu yola ne için çıktıklarını çoktan unutmuşlardır. Daha doğrusu değerleri onlara bu araçlarla unutturulmuştur. Artık onlar politik kişi ve olayların uydusu etrafında dönmekten başka hiçbir şey yapamaz hale gelmişlerdir. Yılmaz ise bir noktadan sonra bu sokağın insanlarına sempati duymaya başlar. Bizi de şu soruyla başbaşa bırakır; dünyanın en pis sokağı diğer pisliklere kıyasla daha temiz kabul edilebilir mi? Tarık Buğra, “intikamımızı almazsan sütümü helal etmem” diyen annelerin tutumuyla, politik unsuların toplumu etkileyebilecek kişileri kendi yörüngelerinde tutmasının aslında ne kadar farksız olduğunu Dünyanın En Pis Sokağı ile özetlemiş. Sizce de çok yerinde bir tespit değil mi? İnsanlığın dramını bu sokaktaki kişiler üzerinden bize göstermiş. Dünyanın en pis sokağının aslında tüm gerçekliklerden kaçan insanların oluşturduğunu farkeden Yılmaz’ı ve değerlerini unuttuğunu geç de olsa farkeden Fazıl’ın bunun altındaki ezilişini unutmayacağım. Okuduğunuz her sayfada hayattan kareleri görebileceğiniz bir kitaptı. Okumanızı öneriyor ve verimli okumalar diliyorum. (Tuğçe)

Kitabın sonunda olaysız dağıldık fakat kaliteli dağıldık. Zihnimizin cepleri epey anlamlı düşüncelerle dolu ayrıldık, çok iyi oldu çok da güzel oldu. (Dilara Kaya)

Kan davalısının üzerine silah doğrultan Ali'lerin, vurulan Sarı Mehmet'lerin, ölmekten  değil öldürmekten kaçan Kancık Aziz'lerin hikayesi... Bir oğlunu toprağa verip, diğerini kan davasına kurban etmeye gönüllü; "oğlumun kanı yerde kalırsa ahirette iki elim yakanda" diye dövünen anaların hikayesi... Birtakım politikacıların ve onların uydusu haline gelmiş birtakım yazarların, çizerlerin, -tıpkı kan davalısını öldürmezse oğluna sütünü helal etmeyen analar gibi- gençleri farklı fikirlerle birbirine kırdırmaya çalışanların hikayesi... Değişimden, değişmenin çirkinleştirme ihtimalinden nasip alanların hikayesi... Zühre'nin, Asorti Beki'nin, Hoca'nın, Allah'a Yan Bakan'ın, Anasınıngözü Kaptan'ın, Fıstıkçı Cevdet'in hikayesi... Koskoca dünyada yalnız kalanların ve tüm olanlara "boşveeeer, biz işimize bakalım" diyenlerin hikayesi... Tarık Buğra'nın diğer eserlerinin yanında gölgede kalmış olsa da, enfes betimlemelerle, akıcı üslubuyla okunmaya değer bir kitap, tavsiyedir. (Fatma Nur)

Dünyanın En Pis Sokağı PDF indirme linki var mı?

Tarık Buğra - Dünyanın En Pis Sokağı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Dünyanın En Pis Sokağı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Tarık Buğra Kimdir?

Süleyman Tarık Buğra (d. 2 Eylül 1918 – ö. 26 Şubat 1994), Türk gazeteci ve roman, hikâye, oyun ve fıkra yazarı.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının tanınmış yazarlarındandır. Çok yönlü bir yazar olan Buğra, özellikle romanlarıyla tanınır. 1991'de devlet sanatçısı unvanı almıştır.

1918'de Akşehir'de doğdu. Babası, Akşehir'de ağır ceza hâkimi olarak görev yapan Erzurumlu Mehmet Nazım Bey, annesi Akşehirli Nazike Hanım idi. Çocukluğunun geçtiği Akşehir'i eserlerinin çoğunda mekân olarak tercih etti.

İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. Ortaokulda Rıfkı Melül Meriç'in öğrenicisi oldu. 1933'te ortaokulu bitirdikten sonra yatılı öğrenci olarak İstanbul Erkek Lisesi'ne devam etti. İstanbul Lisesi’nde Hakkı Süha Gezgin'in, Pertev Naili Boratav'ın öğrencisi oldu. Yazar olmaya onuncu sınıfta karar verdi. Tarık Nazım müstear ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başladı. Okulun yatılı kısmı kapanınca Konya Lisesi'ne geçti ve 1936'da mezun oldu.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde iki yıl okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne geçti. Parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirdi ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrıldı.

1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için on bir sürgün yaşadı. İlk piyeslerini ve ilk romanını askerliği sırasında yazdı. İlk eseri, Akümülatörlü Radyo başlıklı piyesti. Eser, Şehir Tiyatroları tarafından reddedilince, Yalnızlar başlığıyla roman hâline getirdi.

Askerli hizmetini tamamladıktan sonra İstanbul'a döndü ve 1947'de Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan'ın öğrencisi oldu. Bir yandan da Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavinliği görevinde bulundu. 1948'de yazdığı Oğlumuz başlıklı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülüne layık görüldü. Bu ödül ona edebiyat ve basın dünyasının kapılarını araladı. 1949'da ilk kitabı olan ve içinde 13 öykü bulunan Oğlumuz'u yayımladı. Çınaraltı dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç, kendisine dergiye katılmasını, Sanat Hareketleri başlıklı sütunda her hafta bir öykü yazmasını önerdi. Dergiye gönderdiği ilk hikâye, “Havuçlu Pilav Meselesi” başlıklı hikâyesi oldu. Basın dünyasından da iş teklifleri alan yazar, bu teklifler sayesinde basın hayatına atılmak için cesaret buldu ve Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyet tezini vermeden ayrıldı.

1949-1952 arasında Akşehir’de babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey’le birlikte “Nasreddin Hoca” gazetesini çıkardı. 1950'de Jale Baysal ile evlendi, on sekiz yıl sonra boşanma ile sonlanan bu evlilikten 19 Aralık 1951’de kızları Ayşe dünyaya geldi. 1952'de babasını kaybeden Buğra, gazeteyi elden çıkardı ve İstanbul'a döndü. Aynı yıl, ikinci hikâye kitabı “Yarın Diye Bir Şey Yoktur” yayımlandı.

1952-1956 arasında Milliyet, Vatan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazdı. Gazeteciliğinin bu ilk yıllarında Abdi İpekçi, Reşat Ekrem Koçu ve Peyami Safa ile çalışma imkanı bulduğu bilinmektedir.[5] Bu arada üçüncü öykü kitabı İki Uyku Arasında'yı (1954)'te yayımlayan Buğra, 1955'te Siyah Kehribar başlıklı bir roman yazdı. Dönemin faşist İtalya'sında geçen romanın pek çok eleştirmen tarafından hoş görülmedi ve yazar bir bekleme dönemine girerek uzun süre başka roman yazmadı.

Gazeteciliğe 1956-1957 yıllarında Vatan ve Yenigün gazetelerinde yayın müdürü olarak devam etti. 1958'de Milliyet gazetesi spor sayfası sorumluluğu yapan Buğra, aynı yıl Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinde de yazarlık görevini sürdürdü. 1959'da önce Tercüman'ın, ardından Yeni İstanbul'un, ardından da Türkiye Spor isimli günlük spor gazetesinin yayın müdürlüğünü yaptı. 1962 yılında ise Yol adlı haftalık derginin yayın müdürlüğünü yaptı. Bu arada Türk Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Küçük Ağa romanını hazırladı.

Küçük Ağa, 1963 yılında Yeni İstanbul'da tefrika edildi ve 1964'te de kitap olarak yayımlandı. Çok olumlu tepkiler alan roman, Mehmet Kaplan tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edildi ve böylece Buğra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden diploma aldı.[8] Küçük Ağa'nın ardından dördüncü öykü kitabı Hikâyeler'i, Küçük Ağa'nın devamı olan Küçük Ağa Ankara'da ve ardından da Komik-i şehir Naşit'in hayatını anlattığı İbiş'in Rüyası'nı tamamladı. İbiş'in Rüyası, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülüne değer bulundu.

Buğra, 1970-1976 arasında Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve sanat sayfaları düzenleme işini sürdürdü. 1976'da Tercüman'dan emekli oldu ve zamanını bütünüyle edebiyata verdi. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı dönem romanlarını yayımladı. Bu romanlarda Cumnuriyet'in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi. Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul Başkanlığı'nda Edebi Kurul üyeliği yaptı. 8 Eylül 1977'de hikâye yazarı Hatice Bilen ile ikinci evliliğini yaptı.

Yazarın, Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adlarıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları da TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini ise Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı.

Tarık Buğra'nın Sakıp Sabancı'nın hayatını anlattığı Patron başlıklı bir piyesi, Mimar Sinan'ın hayatını anlattığı bir senaryosu ile Mehmed Akif'in hayatını ele alan bir romanı da mevcuttur.

Buğra, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık'la (1985) Millî Kültür Vakfı edebiyat armağanı’nı, “Yağmur Beklerken” romanı ile de 1989 Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı. 1991'de devlet sanatçısı unvanı aldı.

1993'teki ani rahatsızlığının ardından kanser teşhisi konan Buğra, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 26 Şubat 1994'te hayatını kaybetti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

1999-2000 öğrenim döneminde İstanbul'un Pendik ilçesinde açılan bir liseye “Tarık Buğra” adı verilmiş; 2002’de Akşehir merkez Ortaokulu’nun adı "Akşehir Tarık Buğra İlköğretim Okulu" olarak değiştirilmiş ve 2004 yılında Akşehir'e bir Tarık Buğra heykeli dikilmiştir. Ayrıca Ankara’da Millî Kütüphane önünde bir heykeli bulunur.

Tarık Buğra, tarihçi Ayşe Buğra'nın babasıdır. Ayşe Buğra, iş adamı Osman Kavala ile evlidir.

Tarık Buğra Kitapları - Eserleri

  • Osmancık
  • Küçük Ağa
  • Gençliğim Eyvah
  • Yağmur Beklerken
  • İbiş'in Rüyası
  • Firavun İmanı
  • Yalnızlar
  • Dönemeçte
  • Yarın Diye Bir Şey Yoktur
  • Siyah Kehribar
  • Ayakta Durmak İstiyorum
  • Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur
  • Düşman Kazanmak Sanatı
  • Bu Çağın Adı
  • Politika Dışı
  • Dünyanın En Pis Sokağı
  • Yüzlerce Çiçek Birden Açtı
  • Bir Ben Vardır Benden İçeri
  • Akümülatörlü Radyo
  • Zafer Gaye Değildir
  • Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak
  • Gençliğim Eyvah
  • Hikayeler
  • Güneş ve Arslan
  • Patron
  • Siyah Kehribar
  • Sıfırdan Doruğa - Patron
  • Yalnızlar
  • Düşman Kazanmak Sanatı
  • Gagaringrad-Moskova Notları
  • Üç Oyun
  • İki Uyku Arasında
  • Gençlik Türküsü
  • Sıfırdan Doruğa
  • Bu Çağın Adı
  • Küçük Ağa Ankara'da
  • Tarık Buğra ile Söyleşi

Tarık Buğra Alıntıları - Sözleri

  • En önemli gerçek ve yaşayan tek gerçek geçen günlerdir. (Osmancık)
  • "Ortada fikir yok fikir hürriyeti diye tepinenler sürüyle." (Dönemeçte)
  • Saadet kitaplardadır. (Yalnızlar)
  • Meşhur hikâyeci kağıtların üzerinde öyle bir insan yaratmak istiyor ki; bu insan bütün insanlığın küçülüşlerine, iğrençliklerine teselli olsun. (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • "Bu memleket gramer okutmayan mektepler gördü. Bırakın grameri, lûgatten ne haber?" (Düşman Kazanmak Sanatı)
  • "Bir felaketin birdenbire söylenmesi ikinci bir felakettir." (Firavun İmanı)

  • Siyasi kudreti elinde toplayanlar eninde sonunda başkalarının çıkarları ve oyunları için çalışmaya başlıyor, kuklalaşıyorlardı. Ali Yusuf işte bunu tespit etmişti, cümlesini de buldu: Diktatörler kukladır. (Firavun İmanı)
  • Bana kalırsa bütün gerçekler ilgi çekicidir. Tabii öğrenildikleri zaman... (Yüzlerce Çiçek Birden Açtı)
  • İnsan hâin bir mahlûktur kızım. Bunu böylece bilesin. (Siyah Kehribar)
  • Yıllar, saatler, saniyeler değil, biz nereye gidiyoruz? (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • ..."Arapça hakikat'ın yerine Türkçe gerçek'i kullansak ne kaybederiz?" Cevap çok kısa idi: "Hakikat'ı kaybederiz". (Düşman Kazanmak Sanatı)
  • Yatcez bâdem şekerim. (Yağmur Beklerken)
  • Yıllar geçiyordu. Ama aynı yıllar, çeşitli insanlar için çeşitli şekilde geçiyordu. (Firavun İmanı)

  • Bunu herkes bilir. Ve.. herkesin bildiklerini söylemektense dans etmek saha iyi olmaz mı? (Yüzlerce Çiçek Birden Açtı)
  • Ölüme giden yollar ve gidişler hep aynı değildir. Ölümün ötesi herkes için aynı değildir ki. (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • ‘İnsan yaşayışı ancak ve sadece mantıkla, akılla başarıya ulaştırabilir ve mutluluk da başarının dışında düşünülemez.’ (Dönemeçte)
  • Gerçekte o şimdi bütün dünyaya ve hatta kendisine de düşmandı. (Siyah Kehribar)
  • Dünya bütünüyle ve insanla ilişkisi olan her şey ve hem de en güzel, en üstün halleriyle benim için dönüyor, ben olduğum için olmuş bulunuyordu. (Dönemeçte)
  • Bitiremediğim o kadar çok başlangıcım vardı ki... (Akümülatörlü Radyo)
  • Bir kıta keşfedilmiştir ama keşfedilen cennet de olsa insan tek başına olduktan sonra neye yarar? (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)