Ekmek Arası - Charles Bukowski Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Ekmek Arası kimin eseri? Ekmek Arası kitabının yazarı kimdir? Ekmek Arası konusu ve anafikri nedir? Ekmek Arası kitabı ne anlatıyor? Ekmek Arası kitabının yazarı Charles Bukowski kimdir? İşte Ekmek Arası kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: Charles Bukowski

Çevirmen: Avi Pardo

Yayın Evi: Metis Yayınları

İSBN: 9789753420723

Sayfa Sayısı: 268

Ekmek Arası Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

'İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.' Charles Bukowski

Bukowski´den ailesine, çoculuğuna, lise yıllarına, vesaire dair 58 epizodluk bir anlatı... Henüz Bukowski okumadıysanız, tarzı için kitabın en başındaki ilk beş epizoda bakabilirsiniz.

 

Ekmek Arası Alıntıları - Sözleri

  • "Kimseyi değiştiremesin hayatta. Ve kimse için de değişmemelisin. Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir..."
  • Peşinde oldukları şey benim s...imde bile değildi.
  • “insanlar adaletsizliği sadece kendi başlarına gelince düşünüyorlar.”
  • “Başkalarını çözmeye çalıştıkça kendimi düğümlemişim, haberim yok.”
  • "Zeki insanlar hep dertlidir. Zekâ iyi bir şey değil beyin sürekli analiz halinde, biri sana bir hareket, yaptığında ne amaçla yaptığını şak diye anlayıp kendine mis gibi dert ediniyorsun, ama aptallara bak dünyadan haberi yok, bu hayat, aptallara güzel zekilere zindan."
  • "Bütün gün yatakta kalmanın nesi hoş?" "Kimseyi görmek zorunda kalmıyorsun."
  • İstedikleri buydu demek: yalanlar. Harikulade yalanlar. Buna ihtiyaçları vardı. İnsanlar ahmaktılar.
  • Hiç şüphesiz yaptığım en doğru şey; Kendini vazgeçilmez sanan insanlardan uzaklaşmam oldu!
  • İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç bir fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.
  • Neden hep kötü ile daha kötü arasındaydı seçimlerimiz?

Ekmek Arası İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Kahramanımız, Henry Chinaski! Ekmek Arası, Charles Bukowski’nin otobiyografik romanı. Okuduğum kadarıyla, Henry, Bukowski’nin babasının ismi. Babasından sayısız dayak yiyen bir çocuğun babasına atabileceği en büyük tokat olmalı bu seçim. China ise çok sevdiği ülke Çin, “ski” soyadından bir parça. Bundan sonraki bilgiler kitabın akıbeti hakkında tat kaçırıcı bilgiler içerebilir! Evet, Henry yalnız bir çocuk. İşsiz bir babası, düşük maaşla çalışan bir annesi var. Yalnızlık, Henry için bir tercih mi, yoksa mağrurluktan mı bu insanlardan kaçışı, bilemiyorum. Yer yer iki ihtimali de hissettim Henry’nin yalnızlığında. “Dostluğun Değeri” üzerine yazılan bir denemeye, karşı deneme olarak, “Dostsuzluğun Değeri” yazan bir hergele. Alkışlanmıyor, D alıyor okulda. Ama olsun, benden sana A Henry, orijinal fikrin ve samimiyetsizliklerin içindeki çirkin samimiyetin için. Babasıyla arası pek iyi sayılmaz Henry’nin. İşsiz olduğu anlaşılmasın diye evden her sabah aynı saatte çıkan, bir tuhaf adam. Öylesine iğreniyor ki babasından, sofrada yemek yerken yaptığı ağız hareketlerine kadar usta bir şekilde tasvir edebiliyor. Şu sözleri yeterli olacaktır bu sevgi dolu ilişkinin betimlenmesine: “Güneşin bile babama ait olduğunu, onun evinin üstüne parladığı için benim güneşe hakkım olmadığını hissediyordum. Güllerinden farksızdım, ona ait olan bir şeydim.” Henry’e dair birkaç “ilk”i paylaşmak istiyorum sizlerle şimdi... Kadınlara düşkünlüğüyle bilinen Bukowski’yi hepimiz tanıyoruz. Bir de kötü çocuk Henry’den söz edelim. Seksin ne olduğunu ilk kez duyduğunda inanamıyor, yetişkinler tüm bunları yaptıkları halde nasıl insan içine çıkabiliyorlar! Annesi ve babasını bu işi yaparken düşünmek midesini bulandırıyor. Ama şey, okuldaki kızlardan biriyle yaptığını düşününce… Tamam, o kadar da korkunç değilmiş. Ve arkadaşının babasının mahzeninden ilk şarabını tattığında, ağzında anlamsız bir tat... Nesini severler bunun bu kadar! Fakat ağız dolusu bir yudum daha alınca... İçinde aniden beliren, akan bir sıcaklık... Arkadaşının annesine küfür ediyor çılgın! Kendisiyle sevişmek istediğine dair bir küfür desem anlaşılması için yeterli olacaktır. Bukowski’nin içkiyle nasıl tanıştığını okumak, büyük bir keyifti benim için. Öykülerindeki o ayyaş hikayelerinin kökenine indiriyor bu roman sizi. Nasıl bir kafayla yazıldığını anlıyorsunuz o içki sohbetlerinin. Lisedeyiz... Güzel kızlar, iyi giyimli oğlanlar var etrafımızda. Henry ise.. Henry işte, biliyorsunuz. Bir tarafta arabalarıyla okula gelen, öğle aralarında kantine dahi tenezzül etmeyen restaurantlarda yemek yiyen çocuklar... Bir tarafta da buruşuk gömlekli, yüzü çıbanlarla kaplı, haftada elli cent harçlığıyla bizimki... Eh, kızlar yüzüne dahi bakmıyorlar haliyle. Etrafındaki bu insanları “şekil değiştirmiş babaları” olarak görüyor. Bir şey var Henry’de, tat almasını engelleyen bir şey... Henry büyüyor... Büyüyor fakat bulunduğu ortamlardan duyduğu tiksinti varlığını koruyor ruhuna yapışıp. Bir yere ait olmak, düzenin bir parçası olmak, her sabah kalkıp aynı işe gitmek Henry için sıkıcı, anlamsız. İntiharı düşünüyor pek çoğumuz gibi. Ama intihar da zahmetli şimdi, beş yıllığına ölemiyor muyuz? Ne demiştik, içki, sigara ve yalnızlık... Sizler de olmasanız ne yapardık! Ucuz bir şarap eşliğinde herkes okumalı bu kitabı. Aslında herkes okumasa da olur. Avm’lerden kafasını çıkartıp biraz kitap okuyan herkes demeliydim, haksızlık ettim. Evet, Henry’nin de dediği gibi: “Sevgi gerekiyordu. Ama insanların kullandıkları ve kullanıldıkları türden bir sevgi değil...” Sevgiler. (Begüm(şimdi düşünmeliyim))

“Hayatta kimseyi değiştiremezsin ve kimse için değişmemelisin. Ne sen başkası için mecburi istikametsin; ne de başkası senin için. Yorma kendini; bırak hayatına eşlik etmek isteyenler seninle gelsin”…gibi pek çok tumturaklı sözüyle tanıdığımız Charles Bukowski’nin otobiyografik romanı “Ekmek Arası”…Babasının ismi olan Henry Chinaski(kendine taktığı soyadı),Hank gibi isimlerle çıkıyor karşımıza.Roman Bukowski’nin çocukluk çağlarından,üniversite yıllarına kadar olan süreci kapsıyor.İşsiz bir baba ile,az kazancı olan bir annenin çocukları.Oldukça sevgisiz bir aile.Hem psikolojik hem fiziksel şiddete maruz kalan bir çocuk Henry…Alabildiğince özgür,kişiler ve olaylara karşı acımasız,umursamaz ve çıbanlarıyla sevilmeyen bir kişilik. Arkadaşlarıyla ilişkilerinde ve olaylara tepki verirken asla bir süzgeci yok Bukowski’nin. Yalnızlığı taaa çocukluk döneminde seçmiş,hatta ilkokul sıralarında.Aslında yalnız iyiydim ben diyor …Sıradışı ve algısı yüksek insanların yalnızlığını yadırgamadım hiç tıpkı Bukowski’de olduğu gibi !!! Onca umursamazlık yeri geliyor tebessüm ettiriyor ama hep içinde bir hüzün hissettiriyor okudukça. Aslında edebi hiç bi özelliği olmayan ama altı çizilesi çok cümlesi olan bu kitabın bunca etki bırakması ilginç geldi.Çünkü okuduğum en özgün ve şahsına münhasır kitap diyebilirim. Sözler cansız değildiler, insanın beyninde mırıldanan şeylerdi sözler. Onları okuyup sihrine varabilirsen acı çekmeden yaşayabiliyordun, başına ne gelirse gelsin ümidini yitirmeden. İnsanlar adaletsizliği sadece kendi başlarına gelince düşünüyorlar. Zeki insanlar hep dertlidir. Zekâ iyi bir şey değil beyin sürekli analiz halinde, biri sana bir hareket, yaptığında ne amaçla yaptığını şak diye anlayıp kendine mis gibi dert ediniyorsun, ama aptallara bak dünyadan haberi yok, bu hayat, aptallara güzel zekilere zindan. Nefret ettiğin insanla iyi geçinme çabasına siz medeniyet diyorsunuz, ben sahtekârlık diyorum. O yüzden anlaşamıyoruz. İstedikleri buydu demek;YALANLAR. Harikulade yalanlar.İnsanlar ahmaktılar. İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu (YNRL)

Bukowski tam benim kalemimsin,: Desem de inanmayın..Neden mi? Gelin anlatayım: Charles Bukowski.. Aykırı olduğunu tahmin ediyordum gördüğüm alıntılardan ama, bu kadarını beklemiyordum. Sert bir dilin var, acımasızca yaşanan gerçekleri gözler önüne seriyorsun. Bu can sıkıyor, çok can sıkıyor hem de. Yapmacık olmadan bam bam bam sıralıyorsun sözlerini. Biraz hakkında araştırma yaptım; bunları gerçekten hissediyor musun, yoksa "-mış" gibi mi yapıyorsun diye. Kötü bir çocukluk geçirmişsin. Baban tarafından çok şiddet görmüşsün ve bunu da kitaplarında işlemişsin zaten. Hakkındaki yazıyı bir sonraki paragrafta yazmak istiyorum. 1.Dünya Savaşı'nın sonlarında askeri hizmet nedeniyle Almanya'ya gelen Polonya asıllı Amerikan bir babanın ve terzilik yapan Alman bir annenin çocuğu Bukowski. Charles Bukowski 1920 yılında Andernach Almanya'da doğmuş. İki yaşındayken Los Angeles'a taşınmışlar. 1929 daki ekonomik kriz sırasında babası işsizmiş ve Bukowski' ye çok şiddet uygulamış. Bu nedenle nefret içinde büyümüş diyebiliriz. Yapıtlarında genelde "Henry Chinaski" ismini kullanırmış ki bu yapıtında da öyle yapmış. Sessiz bir çocukmuş Bukowski, fakat bazen çıldırma noktasına gelip kabadayılıklar yapıyormuş. Hatta bir keresinde ilkokul öğretmenine "sevişelim" dediği bile olmuş. Öyle deniyor daha doğrusu (Bu kitapta geçiyor bu durum). Yazar, "Kirli Gerçekçilik" edebi akımını izlemiş. Akımı tanıtacak olursak: "Kirli Gerçekçilik, yeni nesil Amerikalı yazarların kurgusudur. Terk edilmiş bir koca, bekar bir anne, bir araba hırsızı, bir yankesici, bir uyuşturucu bağımlısı gibi çağdaş hayatın göbeğinde meydana gelenler hakkında önyargısız olarak arada komediye meylederek yazarlar. Ölçülü, ironik, bazen yabani, ısrarla merhametli olan bu hikâyeler anlatıda yeni bir ses oluşturmaktadır." Karakterler ilgi çekmeyen ve sıradan mesleklerde gösterilir ve çoğu kez iç çaresizlik yaratan para ve kaynak eksikliği içindedirler. . . . Ve gelelim Henry'e. Çoğumuzun çocukluğunda yaşadığı acımasız olayları, haksızlıkları yaşamış. Dayak demiş haksızca. Zevk uğruna dövülen arkadaşlarını korka korka izlemiş.. Sinirlendim. Çok sinirlendim. Şuncacık çocukların kan revan içinde kalmasına, sırf daha fazla dayak yememek için susmalarına ve buna rağmen yine de dayak yemelerine. Ve bunları hiç suçları yokken yaşamalarına. "Büyükler ne deseler doğrudur, ne yapsalar haklıdırlar" Bu cümleden nefret ettim. Çocukların dünyasında ne yaşadıklarını bilmeden, yargı dağıtan yetişkinlerden nefret ettim. Kendi çocukluğunda da buna benzer şeyler yaşadığına emin olduğum çok bilmiş yetişkinlerin, buna rağmen bu çocuklara bu haksızlıkları yapmalarından nefret ettim. Çocukların, hayatları boyunca koruyacakları o temel taşlara atılan tekmelerden, ruhlarında bıraktıkları derin izlerden nefret ettim.. (Bukowski beni mahvettin!) Henry her kayış darbesi aldığında benim etinden et koptu gibi. Ağladığında benim yanaklarım ıslandı. O çocuk yüreğindeki acıyı hissettim. Komşu çocukları fakir diye onlarla oynamasına izin vermeyen bir babaya sahip Henry..Sırf çocuklarla futbol oynamasın diye çimleri biçen, bir iki uzun çim bıraktı diye kayışla dövülen Henry.. Kendisini babasının bir evladı olarak değil de bir malı olarak gören Henry.. Şiddet gördükçe şiddete meylenen, sevgi ve şefkat hiç takmamış bir nesil. Böyle çocuklar elbette geleceğin sabıkalı, azılı suçluları olurlar. Hiçbir canlıya zarar vermekten kaçınmayan; sevgiyi, sevmeyi bilmeyen bir çocuk elbette ki kadınlara bir cinsel obje olarak bakar. Çünkü ailede şiddet gören ve edindiği arkadaşlarla da kulaktan dolma bilgiler edinen, doğruyu yanlışı bilmeden hareket eden bir çocuk, insanlarla iletişim kurmayan, annesinden ve babasından nefret eden bir çocuk, genele yayarsak insanlardan nefret eden bir çocuk nasıl doğruyu bulabilir ki? Nasıl topluma yararlı bir birey olabilir? Toplumdan önce kendine nasıl yarar sağlayabilir? Şiddet ve öfke karşısında dimdik durmayı, sevmemeyi, "kötü insan" olmayı, saygı duyulacak şeyler olarak düşünmesi ne derece sağlıklı bir bakış açısı olabilir? Ve bu koşullarda yaşayan bir çocuk elbette hayata atılmak istemez Bir "hiç" olmak ister, anne ve babasının bütün uğraşlarına rağmen. O kadar çok şiddet görür ki bir süre sonra canı acımaz. Daha doğru hissizleşir. Mutlu olmaktan nefret eder, mutlu olmak istemez. Çocuk kalbinde bir çiçek büyütmek yerine sapasağlam bir kaya oluşturur yaşadıkları içinde. Kadınlara değer vermez. İğrenç ithamlarla sıfatlar onları. Sadece cinsel bir objedir onun için. Kafası boş, sadece eğlenme aracı. Düşünmeyen, saçmalayan ve sadece nefes alıp veren bir varlıktır onun için. Sert olmak, kötü olmak.. Bütün hücrelerinde hissetmek istediği budur onun. Çünkü etrafındaki hayata ancak bu şekilde ayak uydurabilir. Ancak bu şekilde insanlardan uzak kalabilir. "Sen ne b.ka yararsın ki zaten!".. Üniversiteye kadar babasından duyduğu cümleler bu ve bunun türevi cümlelerdir. Ve normal olarak, bir savunma mekanizması olarak belki de, hiçbir şey yapmamak için uğraşmaya çalışır. Küçükken yediği her kayışın hesabını sordu belki de içten içten. Kitabın bana faydası oldu diyebilir miyim bilemiyorum. Nefretle büyüyen bir çocuğun, nefret dolu olacağını biliyordum zaten. Aynı şekilde şiddet görerek büyüyen bir çocuğun şiddet yanlısı olacağını da. Onun dışında, bir insanın ruhunun giderek çürümesine şahit oldum. Üslubun sertliği bir yana, kullanılan küfürler bir yana, rahatsız oldum yalan değil. Her kesimin anlatıldığı çeşit çeşit kitaplar vardır. Kimisi zengin tabakanın, kimisi emekçi ve yoksul kesimin, kimisi de böyle hiçliğe sürüklenmiş kesimin anlatıldığı kitaplar. Hiçbir yalan tarafın olmaması, açık açık tüm yaşananların bütün çıplaklığıyla verilmesi mi bu kadar rahatsız etti bilmiyorum. "Bu kadar karamsarlık niye?" diye düşündüm ara ara. Niye bir çıkar yol bulmuyor bu çocuk dedim. Hayatını, babasına inat "adam olmamak" için harcaması haksızlık değil mi? Baba ve anne dışında her şey olan ebeveynlerin, neden dünyaya çocuk getirmek istediklerini düşündüm. Kendisini yetiştirmeyen insanlar nasıl bir çocuk yetiştirebilir ki?.. Bukowski'nin hayatını anlatıyor bu kitap. Çektiği acıları ve yaşadığı kötü günleri, o günlerden öç alırcasına, bir bir anlatıyor. Alkolün esiri olması ve kadınlara yönelik +18 lik düşünceleri beni çok rahatsız etti onu da belirtmek isterim. Kadınları bu kadar cinsel obje olarak görmek sağlıklı bir düşünce yapısı değil bana göre. Yaşadığı hayata bakılırsa çok da anormal olmasa gerek bu durumu. Alkolün pençesinde yaşamaya çalışan bu yazarı tanımak isterseniz, okuyun derim kitabı. Şayet benim sinirlerimi bozmaktan öteye geçemedi bu acımasızlık.. Sevgiyle kalın.. (Yazgı Yurdaarmağan)

Kitabın Yazarı Charles Bukowski Kimdir?

Charles Bukowski (16 Ağustos 1920 - 9 Mart 1994), asıl adı Heinrich Karl Bukowski olan Amerikalı yazar ve şair. Yapıtlarında bazen Henry Chinaski ismini de kullanmıştır. Hayatının çoğunu ABD'nin Los Angeles şehrinde geçirmiştir.

Eserlerinde genellikle toplum dışı insanlar ile depresyonu konu alması ve alkolizme yatkın bir hayat tarzını anlatmasıyla ünlüdür. Bunun nedeni olarak kendisinin bu hayatı yaşaması gösterilebilir. Bukowski'nin yazılarında kendi hayatını yazıp yazmadığı tartışma konusu olmuştur; hayranlarının bir kısmı bunları kurguladığını, çoğunluğu ise yaşamadan bu tip kurguları yapmasının mümkün olmayacağını ve o karakterde bir insanın bu hayatı sürmesinin zaten doğal olduğu görüşünü savunmaktadır.

I. Dünya Savaşı'nın sonlarında Almanya'ya askeri hizmet nedeniyle gelen Polonya asıllı Amerikan bir babanın ve terzilikle uğraşan Alman bir annenin çocuğu olan Charles Bukowski 1920 yılında Andernach, Almanya'da doğdu. 2 yaşındayken Los Angeles'ataşındılar. 1929 Krizi sırasında Bukowski'nin babası genelde işsizdi ve Bukowski'ye şiddet uygulardı. Genelde sessiz bir çocuk olan ve bu özelliğiyle dikkat çeken Bukowski, bazen çıldırış noktasına geliyor kendinden hiç beklenmedik kabadayılıklar yapıyordu. İlkokul yıllarından itibaren korkusuz olan Bukowski, kendi yazdığı bir eserinde ilkokul öğretmenine "sevişelim" dediğini söylemektedir. Bukowski, Los Angeles Lisesi'nden mezun olduktan sonra sanat, gazetecilik ve edebiyat dersleri aldığı Los Angeles Şehir Üniversitesi'nde 1 yıl okudu.

Yazmaya başladığı günden itibaren yazılarını yayımlanması için dergilere gönderen Bukowski'nin yazıları hep geri gönderilmiştir.

Ancak 24 yaşındayken "Aftermath of a Lenghty Rejection Slip" isimli kısa öyküsü yayımlandı. İki yıl sonra bir başka kısa öyküsü olan "20 Tanks From Kasseldown" isimli eseri yayımlandı. Bukowski yayıncılık yöntemlerinden hayal kırıklığına uğradı ve neredeyse 10 yıllığına yazmayı bıraktı. Hayatının bu bölümünü ABD'yi gezerek, çeşitli işlerde genellikle kısa vadeli çalışarak ve ucuz pansiyonlarda konaklayarak geçirdi. Hayatının diğer bölümlerinde olduğundan daha yoğun bir tempo ile açlık ile boğuşan ve kadınlarla zaman geçiren Bukowski daha sonra bu yıllarını Factotum isimli kitabında da anlatmıştır. Bu dönemdeki işlerinin kısa vadeli olmasının nedeni de düzen tanımaz kişiliği ve alkol bağımlılığıydı. Bukowski babasına olan nefretini onun aksine bir hayat yaşayarak göstermiş ve bir yazısında da bu yüzden bir hiç olmayı seçtiğini söylemiştir. O babasının aksine olduğu gibi görünen ve bir şey olmamayı hedefleyen birisi olarak kazandığı paraya önem vermiyor ve barlarda günü birlik bir hayat sürüyordu. Zengin Amerikalı kadınlarla ilişkiye girdiği dönemlerde onlara kaba dahi davransa etkiliyor onların evlerinde yaşamaya başlıyor ama bir türlü o hayata adapte olamayarak eski hayatına geri dönüyordu ki 1969'da da bunu, aç kalmayı seçtiğini söyleyerek ispat etmiş oluyor adeta. Ayrıca ömrünün çoğu denilebilecek kısmını da hipodromlarda geçirmiş ve bundan yazılarında sık sık söz etmiştir. 1950'lerin başında Bukowski, iki yıldan az bir süre ABD Posta İdaresi'nde posta kuryesi olarak çalıştı. 1955'te ölümün ucundan döndüğü alkol komasından dolayı hastaneye kaldırıldı. Taburcu olduktan sonra bir daktilo satın aldı ve şiir yazmaya başladı.1957'de Barbara Fry ile evlendi fakat 1959'da boşandılar. Bukowski, şiir yazmaya ve içki içmeye devam etti ve sonra Los Angeles'taki postaneye geri döndü. 1965'te hiç evlenmediği Francis Smith'ten bir kızı oldu. 1969'da Black Sparrow Yayınevi'nden ömür boyu 100 dolar maaş teklifini alınca postaneden ayrıldı. Bir mektubunda şöyle bir açıklaması vardı "İki seçenekten birini seçmek zorundaydım: Posta ofisinde kalıp delirmek ya da yazmaya oynayıp açlıktan ölmek. Ben aç kalmayı seçtim." Posta ofisini bırakalı bir ay olmadan Postane ismindeki ilk romanını bitirdi. 1976'da Bukowski, Linda King ile tanıştı. İki yıl sonra birlikte Los Angeles'ta bir liman şehri olan San Pedro'ya taşındılar. Bukowski ve Beighle 1985'te evlendiler.

Bukowski, Pulp romanını henüz bitirdikten sonra 9 Mart 1994'te 73 yaşındayken omurilikten yayılan lösemi sebebiyle San Pedro, Kaliforniya'da öldü.

Bu tip bir hayat yaşadığı için birçok kez tutuklanmış, dayak yemiş olan Bukowski hayatı, özgün dili ve tarzı ile Amerikan edebiyatına damgasını vurmuş, Türkiye'de ise ilk kez Sokak dergisi'nde çıkan öyküleri ile tanınmıştır.

Charles Bukowski Kitapları - Eserleri

  • Postane
  • Pulp
  • Factotum
  • Kahramanın Yokluğu
  • Ekmek Arası
  • Kadınlar

  • Ölüler Böyle Sever
  • Suda Yan Ateşte Boğul
  • Hollywood
  • Pis Moruk İtiraf Ediyor
  • Kasabanın En Güzel Kızı
  • Sıcak Su Müziği
  • En Kısa Andır Mucize

  • Pis Moruğun Notları 2
  • Pis Moruğun Notları
  • Sıradan Delilik Öyküleri
  • Kaptan Yemeğe Çıktı ve Tayfalar Gemiyi Ele Geçirdi
  • Pansiyon Manzumeleri
  • Bütün Atlar Kaybetmeye Koşar
  • Bana Aşkını Getir

  • Güneş, İşte Burdayım
  • Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan?
  • Günler Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali
  • Kimse Bilmez Ne Çektiğimi
  • Büyük Zen Düğünü
  • En İyi Adamlar Yalnızken Güçlüdür
  • Kaybedenin Önde Gideni

  • Shakespeare Bunu Asla Yapmazdı
  • Güneşe Uzan
  • Kediler
  • Sarhoş Çal Piyanoyu Vurmalı Çalgı Gibi Parmaklar Biraz Kanamaya Başlayana Dek
  • Çanlar Kimse İçin Çalmıyor
  • Gilles Deleuze ve Amerikan Edebiyatı
  • Kapalı Bir Kapıdır Cehennem

  • Gülün Gölgesinde
  • İlham Perisine Oynamak
  • Gece Çılgın Ayak Sesleriyle Yırtıldı
  • Kendimizde Açtığımız Yaralar
  • Aşk
  • Ben Makul Bir Adamım
  • Alaycı Kuş Bana Şans Dile

  • Canlılar ve Ölüler İçin Fırtına
  • Tükenmiş Hissediyorum Kendimi
  • Bring Me Your Love
  • There's No Business
  • New Poems Book 1
  • New Poems Book 2
  • The Continual Condition

  • New Poems Book 3
  • New Poems Book 4
  • Cehenneme Giden Yol
  • The Pleasures of the Damned: Poems, 1951-1993
  • Cehennemden Bir Köpektir Aşk
  • Aforizmlər
  • kadınlar

Charles Bukowski Alıntıları - Sözleri

  • bir sonraki şişeden başka hiçbir şeyin önemi yoktu (Cehenneme Giden Yol)
  • Haftada 64 saat çalışıp karşılığında 35 dolar alıyordu dangalak ve mutluydu (Kasabanın En Güzel Kızı)
  • Bir şeyler biliyormuş gibi görünüyordum, ama yalandı, sahteydim ve insanın birden sahte olduğunu hissetmesinden daha kötü hiçbir şey yoktur dünyada. (İlham Perisine Oynamak)
  • Gurur yeni biçimler yaratıp kazananlara aitti sadece… (Pis Moruk İtiraf Ediyor)
  • “Şu haline bak. Bitkiden farkın yok.” (Ölüler Böyle Sever)
  • Deleuze göre felsefe,kavram icat etmenin,bicimlendirmenin ve üretmenin sanatıdır.Eger felsefe kavramları icat ediliyorsa, o zaman düşünceyi kışkırtmak için icat ediliyor olmaları gerekmektedir. (Gilles Deleuze ve Amerikan Edebiyatı)

  • Ölüm değil sorun, gelmesini beklemek. (Gece Çılgın Ayak Sesleriyle Yırtıldı)
  • ''Sen paranoyak mısın?'' diye soruyor. ''Elbette, aklı başında herkes kadar.'' (Kasabanın En Güzel Kızı)
  • çok fazla kadın düzmelisin güzel kadınlar ve birkaç düzgün şiir yazmalısın. yaş ve/veya yeni çıkan yetenekler meselesini kafana takma. daha çok bira iç daha çok ve daha çok ve haftada en az bir kez hipodroma git ve mümkünse kazan zordur kazanmayı öğrenmek -her denyo iyi bir kaybeden olabilir. ve Brhams'ını be Bach'ını ve biranı. unutma fazla egzersiz yapma öğleye kadar uyu. kredi kartlarından uzak dur, hiçbir şeyi zamanında ödeme. ve bu dünyada 50 dolardan fazla edcek bir fahişe olmadığını unutma sevme yeteneğin varsa önce kendini sev, fakat hiçbir zaman tam bir yenilgi olasılığını göz ardı etme, yenilginin nedeni sana yanlış ya doğru gelse de- ölümün tadına erken bakmak kötü bir şey olmayabilir. kilisilerden ve barlardan ve müzelerden uzak dur, ve örümcek gibi sabırlı ol- zaman herkesin çarmıhıdır, artı sürgün hezimet ihanet bütün o cürüf. biradan şaşma bira kesintisiz kan demektir. kesintisiz bir sevgili. büyükbir daktilo al, ve pencerinin önünde ayak sesleri ileri geri giderken örsele lanet şeyi, tuşlara ser vur ağır siklet bir dövüş olsun boğa güreşinde boğanın ilk saldırışı gibi ve müthiş dövüşmüş o eski köpekleri hatırla: Hemingway, Celine, Dostoyesvski, Hamsun. onları da senin yaptığın gibi küçük odalarda delirmediklerini sanıyorsan yanılıyorsun kadınsız yemeksiz umutsuz o zaman hazır değilsin demektir. daha çok bira iç. zaman var yoksa bile. (Cehennemden Bir Köpektir Aşk)
  • Sevmeyi falan değil, yalnızlığı öğren. Çünkü zor zamanlarda, en çok ona ihtiyacın olacak.. (Ölüler Böyle Sever)
  • Bizler ölmekte olan kuşlarız Bizler batmakta olan gemileriz - Ayaklarımızın altında yer sarsılmakta ve bizler kollarımızı, bacaklarımızı dışarı doğru atıyoruz aynen çıyanın ölüm öpücüğünde olduğu gibi: ama sonra sırtımızda nazikle dişlerinin sesini duyuyoruz zehrimizi "politika" diye adlandırıyorlar. (Günler Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali)
  • Çok tuhaf insanlar vardı pansiyonda. Bir şey söylemeleri gerektiğinde asla konuşmazlardı. (Kahramanın Yokluğu)
  • " Sokaktaki adamın ayağında sağlam bir çift kundura olsun, karnı tok olsun. " (Kasabanın En Güzel Kızı)

  • “Topluma uyum sağlayamadım nedense. İnsanlardan hoşlanmıyorum.” (Sıcak Su Müziği)
  • *** ...saat dörde kadar her şey yolunda giderdi... (Canlılar ve Ölüler İçin Fırtına)
  • İstedikleri buydu demek: yalanlar. Harikulade yalanlar. Buna ihtiyaçları vardı. İnsanlar ahmaktılar. (Ekmek Arası)
  • her şeyden vazgeçebilmelisin, fırlatıp alabilmelisin, her şeyi. (Gülün Gölgesinde)
  • Bir son istiyor musunuz? Siz yazın. (Pis Moruk İtiraf Ediyor)
  • Zihnimizin durumu ülkemizin durumudur. (Kaybedenin Önde Gideni)
  • *** bu bir ara. fırsat varken tadını çıkarın. (Canlılar ve Ölüler İçin Fırtına)