Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu - İbn Rüşd Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap

Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu kimin eseri? Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu kitabının yazarı kimdir? Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu konusu ve anafikri nedir? Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu kitabı ne anlatıyor? Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu PDF indirme linki var mı? Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu kitabının yazarı İbn Rüşd kimdir? İşte Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi

Yazar: İbn Rüşd

Çevirmen: Mevlüt Uyanık

Çevirmen: Aygün Akyol

Yayın Evi: Elis Yayınları

İSBN: 9786059513180

Sayfa Sayısı: 92

Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İslam felsefe geleneğinin kurucu akımı olan Meşşâî öğretinin zirvesini gösteren fikirlere sahip filozof, hâkim ve hekim İbn Rüşd -Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî- [ö. 595/1198] temel dinî ilimlerin yanı sıra astronomi, fizik, mantık, matematik, politika, psikoloji, tabiat ilimleri, tıp, zooloji, edebiyat, felsefe gibi ilimler de tahsil etmiştir. Aristoteles’in eserlerini şerh etmesi sebebiyle İslam âleminde Şarih, Latin dünyasında Commentator ve Averroes diye bilinir. Bilhassa Aristoteles’in eserlerine yazmış olduğu Küçük, Orta ve Büyük Şerhlerle haklı olarak Orta Çağ’ın en büyük yorumcusu unvanını kazanmıştır. Aristoteles’i yenileyen ve felsefi Helenizm’in saf ışıklarıyla Avrupa’yı aydınlatan ilk ve tek Müslüman filozof olarak tasvir edilen İbn Rüşd’ün Faslu’l-Makâl adlı eseri düşünce tarihinde felsefe-din, akıl-vahiy arasındaki ilişki ve uzlaşım/ittisal hakkındaki nihai sözleri içerecek nitelikte bir klasik haline gelmiştir.

Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu Alıntıları - Sözleri

  • Şeriat ile hikmet, akıl ile akide arasında bir çelişki söz konusu değildir.
  • Doğru tevil bir emanettir ki , bütün varlıklar onu taşımaktan korkup çekinmiş, onu insan kabullenip yüklenmiştir. Bununla şu ayete...
  • İnsanlarla, onların anladıkları şekilde konuşun!
  • öğretim kavram oluşturma (tasavvur) ve doğrulama (tasdik) şeklinde iki gruba ayrılırken, insanlar için üç tür doğrulama yöntemi vardır: (a) kanita dayalı, [b] diyalektiğe dayalı, (c) retoriğe dayalı
  • Hak, hakka zıt olmaz!
  • İbn Rüşd: " Bu dini karıştıran yanlış görüşler ve tahrif edilmiş inançlardan, özellikle de kendilerini felsefeyle ilişkilendiren kimseler sebebiyle dinin başına gelenlerden dolayı ruh[umuz] fevkalâde üzüntü ve acı duymaktadır. Şu bir gerçek ki, dostun verdiği zarar düşmanınkinden daha ağırdır. Demek istiyorum ki, felsefe dinin dostu ve süt kardeşidir, dolayısıyla kendisini felsefeyle ilişkilendiren kimsenin verdiği zarar daha ağırdır. Aralarında meydana gelen düşmanlık, nefret ve münakaşaya rağmen o ikisi tabiatları itibariyle iki dost, cevher ve özleri itibariyle iki sevgilidir. Kendisini [dinle] ilişkilendiren nice cahil dost, yani dindeki fırkalar da ona çok zarar vermiştir. Allah hepsinin durumunu düzeltsin, kendi sevgisine [ulaşmada] herkesi başarılı kılsın ve kalplerini kendisine yönelik takvâda birleştirsin, lütfuyla ve rahmetiyle aralarındaki kin ve düşmanlığı kaldırsın. "
  • Dindeki Doğrulama Yöntemi Esasen Retoriktir [49] Konumuzun dışına çıktık; (asıl) meseleye dönüp deriz ki, dinin amacı gerçek bilgiyi ve gerçek ameli öğretmek olduğuna göre, sözün (kelâm) (yani mantığın) bilgisine sahip olanların açıkladığı üzere öğretim kavram oluşturma (tasavvur) ve doğrulama (tasdik) şeklinde iki gruba ayrılırken, insanlar için üç tür doğrulama yöntemi vardır: (a) kanita dayalı, [b] diyalektiğe dayalı, (c) retoriğe dayalı Kavram oluşturmanın ise iki yöntemi vardır: (al bir şeyin bizatihi kendisine (dair kavram oluşturma) veya [b] onun temsiline (misal (dair kavram oluşturma]. İnsanların hepsi tabiatları itibariyle kanıtlamaları kabul edebilecek yapıda değildir ve bırakın kanıtlamaya dayalı görüşleri, diyalektiğe dayalı olanları bile anlayabilecek özellik (insanların çoğunda) yoktur. Zira kanıtlamaya dayalı görüşleri öğrenmek zor bir iştir ve bunları öğrenebilecek kimselerin uzun zamana ihtiyacı vardır. Hâlbuki dinin amacı, gerçeği] herkese öğretmektir. O halde dinin doğrulama ve kavram oluşturma yöntemlerinin tümünü kapsaması gerekmektedir. [50] Doğrulama yöntemlerinden bir kısmı insanların çoğu için geçerlidir; yani kendileriyle doğrulamanın gerçekleştiği retorik ve diyalektiğe dayalı yöntemleri kastediyorum ki, bunlardan retorik yöntemler diyalektiğe dayalı olanlardan daha kapsayıcıdır. Bir kısmı ise kanıtlamaya dayalı yöntemler olup daha az sayıda insana özgüdür. Dinin de öncelikli hedefi, seçkinlerin dikkatini çekmeyi göz ardı etmeden çoğunluğu oluşturan kitleyle ilgilenmek olduğu için dinde açıklama için kullanılan yöntemlerin çoğu, kavram oluşturma ve doğrulamanın gerçekleşmesi açısından çoğunluk için geçerli olan ortak yöntemlerdir.
  • [53] Bazen dinſî nasları) araştıranların (nuzzar) karşısına, doğrulamada [kullanılan) ortak yöntemlerin birbirlerine üstünlüğü noktasında (bazı] te'viller çıkabilir. Yani te'vile ilişkin delilin, zâhirſî ifadeye dair) delilden daha ikna edici olabildiği durumu kastediyorum. Bu tür te'viller halka yöneliktir ve bu ſtür te'villerle ilgilenmek), teorik güçleri diyalektik (yapma] gücüne ulaşmış kimselerin görevi sayılabilir. Eş'arî ve Mu'tezile mezheplerinin bazı te' villeri bu kapsama girmektedir. Ne var ki, Mu'tezile, [Eşarî mezhebine göre) çoğu durumda daha güvenilir görüşlere sahiptir. Retorik ifadelerin ötesin [i anlamayal gücü yetmeyen halka gelince, onların görevi bu tür ifadeleri zâhirſî anlamlarına) hamletmektir ve onlara bu te'vilin öğretilmesi asla câiz değildir.
  • ...Hatta peygamberlere ve Allah'ın veli kullarına sağlıklı ve uyanık oldukları halde meleklerin özlerini taklit eden suretler belirebilmekte ve bu yolla vahiy ve ilham gelmekte... gazali
  • Nitekim Buhari'nin Ali b. Ebi Talib'den naklettiğine göre o "İnsanlara bilebileceklerini söyleyiniz; yoksa siz Allah ve Rasul'ünün inkar edilmesini mi istiyorsunuz?!" demiştir.
  • ilk bakıştaki zannıma göre -gerçek bilgi ise Allah'ın nezdindedir- Hz. Peygamber'in (a.s.) "Benim ümmetim yetmiş küsur firkaya ayrılacaktır, bunların hepsi cennettedir, ancak zındıklar hariç, o ayrı bir fırkadır”17 hadisi ile kastedilenler bunlardır. Hadisin bazı rivayetlerdeki lafzı bu şekildedir. Hadisin zâhiri, Hz. Peygamber'in bununla, ümmetinden olan zındıkları kastettiğini göstermektedir, çünkü “Ümmetim ayrılacaktır” demiştir. Onun peygamberliğini kabul etmeyen onun ümmetinden olamaz. Ahireti ve yaratıcıyı tümüyle inkâr edenler zaten onun peygamberliğini kabul etmiş değillerdir, çünkü onlar ölümün mutlak yokluk olduğunu, âlemin ezelden beri bir yaratıcı olmadan kendiliğinden var olduğunu iddia etmekte, Allah'a ve âhiret gününe inanmamakta, peygamberlere aldatma özelliği nispet etmektedirler. Bu yüzden onları ümmetten saymak imkânsızdır. O halde bu ümmetin zındıklarının, bizim anlattığımızdan başka anlamı yoktur. gazali
  • Nitekim Hz. Peygamber, kardeşinin ishal olduğunu söyleyen kimseye bal şerbeti içirmesini tavsiye etmiş, bu yüzden ishal artıp da o şahıs Hz. Peygamber'e şikayette bulununca Hz. Peygamber, "Allah doğru, fakat kardeşinin karnı yalan söylüyor" buyurmuştur.*3 3 Buhari.* Peygamber burada "...balda insanlar için şifa vardır... " ayetine telmihte bulunmaktadır.
  • Vazifesinin sadece hizmet etmek ve çocuk büyütmek olduğu olgusu aşılanmış, yeteneklerinin ve melekelerinin farkındalığından uzak bırakılmış kadınların çoğalmasının,ataerkil ve toplumsal baskının modernleşme korkusu dişlileri arasında ezdiği ve bu sebeple kadının prototip bir olguya dönüşmesini sağlamıştır.Muhafazakar toplumda kadın çok maharetli ve zeki erkekleri doğuran vasıfsız bir nesne gibi lanse edilir.
  • Felsefeyi/burhan kitaplarını yasaklamak, dinin davet ettiğini yasaklamak anlamına gelir. Çünkü bunu yapmak, insanların en erdemli sınıfına ve var olanların en üstün sınıfına zulmetmektir.
  • Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) buyurmuştur ki, “Allah'ın ilk yarattığı akıldır Ona demiştir ki, ben senin vasıtanla vereceğim ve senin vasıtanla engelleyeceğim." Bununla kastedilenin, kelâmcıların inandığı gibi, araz olarak akıl olması mümkün değildir. Zira arazın ilk yaratılan olması müm- kün değildir. İlk yaratılan, varlıkları, herhangi bir öğrenime ihtiyaç duy- maksızın kendi cevheri ve özüyle aklettiği için “akıl” olarak isimlendirilen meleklerden birinin özünden ibaret olmalıdır. Bazen ona, peygamberlerin, Allah'ın velî kullarının ve diğer meleklerin kalp levhalarına vahiy ve ilham olarak bilgilerin gerçekliklerinin kendisi sayesinde kaydolması sebebiyle “kalem" de denmektedir. Zaten başka bir hadiste de “Allah'ın ilk yarattığı şey kalemdir”10 buyrulmuştur. Eğer buradaki kalem akla indirgenmezse iki hadis birbiriyle çelişecektir. Şu da var ki, bir şeyin farklı açılardan birçok ismi olabilir. Mesela o, özü itibariyle “akıl”, yüce Allah'la ilişkisi ve O'nunla yaratıklar arasında vasıta olması bakımından “melek”, ilham ve vahiy yoluy- la bilgilerin kaydedilmesinin kendisinden kaynaklanması sebebiyle “kalem" olarak isimlendirilir. Nitekim Cebrail de özü itibariyle rûh (eş-Şu'arâ 26/193), kendisine emanet edilen sırlar dolayısıyla emîn (et-Tekvîr 81/21), gücü sebebiyle zû mirra (en-Necm 53/6), gücünün mükemmelliği sebebiyle şedîdü'l-kuvâ (en-Necm 53/5), konumunun (Allah'al yakınlığından ötürü mekin inde zi'l-arş (et-Tekvir 81/20) ve bazı meleklerin kendisine tâbi olmaları itibariyle de mutâ (et-Tekvîr 81/21) adları verilmiştir. İşte bunu söyleyen de duyusal ve hayali değil, akli kalem ve eli olumlamış olmaktadır. Elin, kelâmcıların hakkında ihtilafa düştükleri üzere, Allah'ın kudreti veya bunun dışında bir [başka] sıfatından ibaret olduğunu ileri süren kimsenin durumu da buna benze- mektedir. [15] Benzer varlığın örneği, yüce Allah hakkında (rivayetlerde) geçen öfke, şevk, sevinç, sabır ve benzeri (niteliklerdir]. Sözgelimi öfkenin mahiyeti. intikam alma iradesiyle kalp[teki kanın) kaynamasından, yani kalp atışının hızlanmasından) ibarettir. Bu ise bir eksiklik ve acıdan ayrı düşünülemez. Bizatihi öfkenin özde, duyusal, hayalî ve aklî olarak Allah hakkında olumlan- masının imkânsızlığı konusunda kanıta sahip olan kimse, böyle bir ifadeyi başka bir sıfata indirger. Bu durumda o sıfattan, cezalandırma iradesi gibi, öfkeden kaynaklanan şey çıkar. Irade, özü bakımından öfkeyle değil, fakat kendisine yakın herhangi bir nitelikle ve kendisinden çıkan bir etkiyle -ki bu da acı vermektir- uyum içindedir. Işte te'vilin dereceleri bunlardır. Gazali

Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu İncelemesi - Şahsi Yorumlar

ibn rüşd bu eserinde varlıklar üzerine tefekkür etmenin ve bu tefekkürden de sonuçlar çıkarmanın, allah tarafından insanlara farz kılındığını iddia ediyor ve bu iddiasını da haşr, 59/2; a’râf, 7/176. âyetleriyle delillendiriyor. haşr, 59/2’de geçen “fea'tebiru/itibar” kelimesine “kıyas ve istidlal” anlamı yükleyerek bu sonuca ulaşmıştır. gerçekten de âyetin son cümlesinde allah, basiret sahiplerine seslenmiştir. basiret ise olayları akla uygun bir şekilde değerlendirip bu değerlendirmeye göre hareket edebilme yeteneğidir. bu sebeple “fea’tebiru” kelimesini gelenek hâline getirilmiş şekliyle “ibret alın” şeklinde değil, “aklınızı kullanıp da düşünün” biçiminde anlamak daha doğru diye düşünüyorum ve ibn rüşd’ün söz konusu âyeti harika bir şekilde tefsir ettiğine inanıyorum. kaldı ki a’râf, 7/176 âyeti de bu tefsiri destekler niteliktedir. zirâ allah, ilgili âyette doğrudan “yetefekkurune” diye seslenmiştir ki bu da düpedüz “düşünün, aklınızı kullanın” anlamlarına gelmektedir. ibn rüşd’ün düşünmekle, akıl kullanmakla ilgili bir yığın âyeti örnek göstermesi boşuna değil. islâm’ın ilk dönemlerinden son dönemlerine kadar katıksız bir cehaletin tüm zihinlerde hegemonya kurma tehlikesi sürekli var olmuş, hattâ uzunca bir dönem bu, tehlikeden de öte bir hâl almıştır. mesela aklı sonuna kadar dışlamayı kendisine misyon edinmiş birçok ekol, düşünce islâm coğrafyasını güdümüne almıştır. örneğin hadisçilerden bir grup akla o kadar düşmanlık beslemiştir ki âyetlerin ve hadislerin sadece zahirî/görünen anlamlarına bakmak gerektiğini, bu âyetlerin ve hadislerin ne demek istediğini anlamaya çalışmamak gerektiğini iddia etmişler ve böylece allah’ın gerçekten elinin, baldırının, yüzünün olduğu sonucuna vararak apaçık bir şekilde allah’ı cisimleştirmişlerdir. hâlbuki âyetlerde ifade olunan “el, yüz, baldır” gibi kelimelerin düpedüz mecaz olduğu şüphe götürmeyecek kadar kesin ve nettir. işte ibn rüşd’ün önüne geçmeye çalıştığı katıksız cehaletin nereye varabileceğini varın siz düşünün. ibn rüşd, felsefeye karşı beslenilen düşmanlığı da katıksız bir cehalet olarak görür. çünkü allah tüm insanlara akıl vermiş, islâm’dan önceki insanların zeki ve hikmete düşkün olanlarının da allah’ın verdiği aklı kullanarak varlık üzerinde düşündüklerini ve bunlardan sonuç çıkarmaya çalıştıklarını söylemiştir. hâl böyle iken, allah’ın varlıklar üzerine düşünmeyi farz kıldığı müslümanların, kendilerinden evvel düşünmüş insanlardan yararlanmamaları büyük bir saçmalık olur. çünkü bir insan bir ilme tek başına tamamıyla vâkıf olamayacağı gibi felsefeye de tek başına tamamıyla vâkıf olamaz. bu yüzdendir ki, allah’ın kendisine farz kıldığı felsefe ilminde ilerlemeye çalışan bir kimse, kendisinden önce söz söylemiş insanlardan yararlanmak zorundadır. bunu yaparken de o kişinin dinine bakması son derece saçmadır. tam da burada ibn rüşd muazzam bir örnek verir. der ki, “ben gidip kurban kesmek için müslüman olmayan birisinin yaptığı bıçağı kullansam ve kurban ibadetinin usûlüne harfiyen riayet etsem, sırf müslüman olmayan birisinin yaptığı bıçağı kullandım diye ibadetim kabul olmayacak mı?” kurban ibadeti açısından bıçağı yapan kişinin müslüman olup olmadığının hiçbir önemi olmadığı gibi, marifetullahta/allah’ı bilme işinde de bir araç olan felsefeyi yapan kişinin de müslüman olup olmadığının hiçbir önemi yoktur. bu sebepledir ki islâm öncesinde yaşamış âlimlerin eserlerine bakmak ne bid’attir ne de küfürdür. kişi yalnızca o âlimlerin de yanılabileceğini bilmeli, bu sebeple de onların fikirlerini iyice tartmalı, yanlışı ayıklayıp doğruyu kabul etmelidir. hattâ ibn rüşd bu konuyu daha da ileri götürerek zeki ve efdal/fazilet sahibi olan bir kişinin (ki bunlar felsefe yapmak için gerekli olan niteliklerdir) islâm öncesi âlimlerin eserlerine ulaşmasını engellemenin günâh olduğunu da ekler. (umut kalkan)

Akıl idrak etmek için var!: İlk olarak belirtmem gerekir ki kitabın ana metnine bakıp kısa zamanda okuyup biterebileceğim bir eser diyerek kitaba başlamadım, sizde başlamayın. İbn Rüşd Orta Çağ Felsefesi'nde çok önemli bir filozof olarak karşımıza çıkıyor. Özelde ise İslam Felsefesi seyrine farklı bir yön kattığı da göz önünde bulundurulmalı. Faslü'l Makal isimli bu eserde Felsefe ve Din uzlaşması adı altında incelemelerde bulunuyor. Haşr Süresindeki "Ey derin kavrayış sahipleri, düşünün." ayeti ile aklı ve şer'i delilleri bir araya getirmenin imkanını ortaya koyarak söze başlıyor. İnsan şer'i delilleri aklederek idrak eder. Akli yaşantısı hakkında da şer'i delillerden kaynak elde eder. Bu noktada da Ibn Rüşd bu ilişkiyi ayrıntıları ile müzakere eder. Öncelikle şeriat içindeki farklı tasavvurlarin gerekçelerini açıklar. Çünkü tarih benden ibaret değil. Benden önce de bir yaşam vardı. Ve onların da düşüncelerini öğrenmem zorunludur anlayışını benimser. Kelam ve Tefsir alanına dair de bu bağlamda açıklamalarda bulunur. Bugün genel olarak düşünme problemi yaşayan bir toplum olarak ve felsefeyi boş bir disiplin hatta dinin karşısında olan bir paradigma olarak görenlerin de delillerini boşa çıkarıyor. Akıl ve din bağımsız değildir. Akıl dinden bağımsız olsa ve düşünce dinin karşısında yer alsa ne insan idrak edebilir, ne emirleri yerine getirebilir ne de inancını içselleştirebilirdi. Felsefe ile ilgisi olan arkadaşlar için güzel bir klasik diye düşünüyorum. (Ömer Kara)

Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu PDF indirme linki var mı?

İbn Rüşd - Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı İbn Rüşd Kimdir?

İbn-i Rüşd ( Arapça: ابن رشد; Künyesi Ebū 'l-Velīd Muḥammed ibn Aḥmed ibn Muḥammed ibn Rüşd ابوالوليد محمد بن احمد بن محمد بن رشد; Latince: Averroes, d. 14 Nisan 1126 - ö. 10 Aralık 1198), Endülüslü-Arap felsefeci, hekim, fıkıhcı, matematikçi ve tıpçı. Kurtuba'da doğdu ve Marakeş, Fas'ta öldü. İbn-i Rüşd'e göre biricik filozof Aristo'ydu. İbn-i Rüşd en çok Aristo'nun eserlerinden yaptığı, bugün Batı'da pek çoğu unutulmuş, tercüme ve şerhleriyle ünlüdür. 1150'den önce Avrupa'da Aristo'nun eserlerinin birkaç tercümesinden başkası yoktu ve bunlar da din adamlarınca rağbet görüp, incelenmiyorlardı. Batı'da Aristo'nun mirasının yeniden keşfedilmesi, İbn-i Rüşd'ün eserlerinin 12. yüzyıl başlarında Latince'ye tercümesiyle başlamıştır. İbn Rüşd'ün Aristo üzerine çalışmaları otuz yıllık bir dönemi kapsar ve bu dönem içinde, erişemediği "Politika" dışında bütün eserlerine şerhler yazmıştır. Eserlerinin İbranice tercümeleri de, İbrani Felsefesi üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. İbn Rüşd'ün düşünceleri, Hıristiyan skolastik gelenekten, Aristo'nun mantık çalışmalarına değer veren [Brabant'lı Siger], Thomas Aquinas ve bilhassa Paris Üniversitesi'ndeki diğerleri tarafından özümsenmiştir. Thomas Aquinas gibi meşhur skolastik filozoflar, ona ismi yerine "Şârih" (Yorumcu) ve Aristo'ya da "Filozof" diyerek yüksek derecede önem veriyorlardı. İslam dünyasında bir okul bırakmamış ve ölümü Endülüs'teki serbest düşünce hayatının sonunu işaret etmiştir. Orta Çağ'ın Avrupalı skolastiklerinin kendisine gösterdikleri saygıdan ötürü, Dante İbn Rüşd'ü İlahi Komedya'da diğer büyük pagan filozoflarla beraber, "iltifatın üne borçlu olunduğu" Limbo'da öne sürmüştür.

İbn Rüşd Kitapları - Eserleri

  • Felsefe - Din İlişkileri
  • Din - Felsefe Tartışması
  • Tutarsızlığın Tutarsızlığı
  • Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu
  • Siyasete Dair Temel Bilgiler
  • Psikoloji Şerhi
  • Din-Felsefe Tartışması
  • Aristoteles Metafizik Büyük Şerhi 1
  • Telhisu Kitabi'l-Makulat
  • Aristoteles Metafizik Büyük Şerhi 2
  • Bidayetü'l Müctehid ve Nihayetü'l Muktesid
  • İlim Üzerine
  • Poetika (Şiir) Orta Şerhi
  • Metafizik Şerhi
  • Hayat Üzerine
  • Aristoteles Metafizik Büyük Şerhi 3
  • Akıl Üzerine
  • İkinci Analitiklerin Orta Şerhi

İbn Rüşd Alıntıları - Sözleri

  • Küçük bir inanç çatışmasında sünni inanca bağlı ulema ağır basar. Çünkü ulema için yalnız inanç vardır, insan, bu dünya ve düşünce yoktur. Kendisi gibi inanmayanlara karşı düşmanlık oklarının fırlatılması vardır. (Din - Felsefe Tartışması)
  • Demek istiyorum ki: Hikmet dinin arkadaşı ve süt kardeşidir. Ona mensup olanlardan gelen eziyyet ise eziyyetlerrin en şiddetlisidir (Felsefe - Din İlişkileri)
  • Eğer ruh, bedenle birlikte varsa ve bedenle birlikte ölecekse, o zaman ölüm sonrası bir yeniden dirilmeye, ikinci bir -sonsuz- yaşama inanmanın ne anlamı kalır? Ya da evrenin bir başlangıcı varsa, bir sonu da olabilir gibi bir tartışma da, dinsel inançların önemini ortadan kaldırabilir. Oysa tüm sultanların kendi toplumları üzerindeki egemenlikleri, Tanri'nin insanlar üzerindeki egemenliği ile özdeşleştirilmiştir. Birinden kopma, diğerinin de sonunu getirebilir. Bu açıdan dinin ideolojik önemi büyüktür. (Din-Felsefe Tartışması)
  • Aristoteles dedi ki; bu tartışmanın yeri burası olmadığına göre, (nefsin hareketli ve hareketsiz olup olmadığını tartışıyorlar) bunu bırakıp asıl konumuza dönelim. Bu sözün ve nefs hakkında yapılan diğer pek çok tartışmaların birtakım çirkin ve kabul edilmesi zor sonuçları bulunmaktadır. Onların hepsi nefsin bedenle birlikte olduğunu ve beden de bulunduğunu söylemesine rağmen hiç birisi niçin nefsin bedenle birlikte ve bağlantılı olduğunu açıklayamamaktadır. Yine hiç kimse bu cismin hangi cisim olduğunu da açıklamamaktadır. Halbuki nefs hakkındaki bir araştırmada bu soruların cevaplanması zorunludur. Görünen odur ki nefs ve beden, kendilerini nispet edilen fiiller hususunda ortaktırlar. Yine açıktır ki fiillerini tek bir fiil kılacak bir ilişki bulunmadıkça, iki ortaktan tek bir fiil oluşmaz. Mesela, birisinin fail diğerinin münfail (edilgin), birinin hareket ettiren (muharrik), diğerinin hareket eden (müteharrik) olması gibi. Bu durumlarda onlardan tek bir hareket çıkmaktadır ve bu da nefs ve bedenle beraber gerçekleşen ortak bir harekettir. Bunun nedeni şudur; rastgele herhangi bir şey rastgele herhangi bir şeyde fiilini icra etmektedir. Yine rastgele herhangi bir şey yine rastgele herhangi bir şeyden etkilenmemektedir. Ve rastgele herhangi bir şey rastgele herhangi bir şeyle birlikte bulunmamaktadır. Özetle, nefs hakkında bütün söylenenler, nefs ile ilgili meseleler ve nefsin ne olduğu konusundadır. Kimse nefsi kabul eden cismin tabiatından ve o cismin hangi cisim olduğundan bahsetmemektedir. Sanki rastgele bir cismin yine rastgele bir nefsi kabul etmesi mümkünmüş ve de bu şekilde nefs bir bedenden çıkıp diğerine girebilirmiş gibi. Pythagoras’ın bir hikayede, mitolojide siyaset gereği söylediği mecazi bir söz, diğer bir grup tarafından gerçek anlam olarak kabul edilmektedir. Böylelikle onlar tenasüh olarak bilinen, nefslerin bir bedenden (cisim) diğerine geçmesi görüşünü kabul ettiler. Aristotales dediki: bu yanlış bir görüştür. Zira biz her nefsin kendisini özgü bir bedene sahip olduğunu görüyoruz nefsin bedenle olan ilişkisi sanatın aletlerle olan ilişkisi gibidir. İnsan nefsinin eşek bedenine hulul edebileceğini söyleyen kimse marangozluk mesleğini flüte hulul (yer etmek)edebileceğini söyleyen kimse gibidir. (Psikoloji Şerhi)
  • Aristoteles dedi ki; İnsan elementlerde varolan gaye ve yetkinlik (kemal) gibi şeyler hakkında şüpheye düşebilir. Zira elementler heyula konumundadır ve onlarda varolan şeyde surettir. Elementlerin kabul ettiği bu şeyin suretin durumundan anlaşıldığına göre, bu suretle kendisini kabul eden elementlerden daha değerli ve derece bakımından da daha üstündür. Durum bu şekilde olunca ve eğer nefs bu elementlerden oluşmuş ise, yukarıda açıklanan bu parçanın nefesten daha değerli, daha üstün ve yönetmeye daha layık olması gerekir.. Fakat şurası da bilinmektedir ki, nefsten ve özellikle de akıldan daha değerli ve yönetmeye ondan daha layık bir şey yoktur. Üstelik elimizde nefsin önüne geçirebileceğimiz başka bir şey değil bulunmamaktadır. Bu durumda nefsin tabiat itibari ile kendisinden dolayı varolan şeylerden yani elementlerden daha önce bulunması zorunlu olmaktadır. Özetle elementlerin zaman itibari ile daha önce olması fakat elementlerde suret makamında bulunan şeyin tabiat itibarıyla varoluşta daha önce olması gerekmektedir. (Psikoloji Şerhi)
  • şairler büyük yalancılardır.. (Aristoteles Metafizik Büyük Şerhi 2)
  • Başlangıca ve sona sahip sınırlı bir bütün olmakla nitelendirilen her şey, ya nefsin dışında, hem başlangıcı hem de sonu bulunduğundan, ya da nefsin dışında olmayıp, nefsde bu durumda bulunduğundan, bu biçimde nitelenmiştir. (Tutarsızlığın Tutarsızlığı)
  • Sendedir husumet, hasım da sensin hakem de (Poetika (Şiir) Orta Şerhi)
  • İnsan doğal varlıklardan biri olduğuna göre, onun, zorunlu olarak, uğruna yaratılmış olduğu bir amacının bulunması gerekir. Çünkü, doğa biliminden açıkça anlaşılmaktadır ki, her doğal varlığın bir yaratılış amacı bulunduğu gibi, yaratılanların en üstünü olan insanın bir yaratılış amacının bulunması haydi haydi zorunlu olmalıdır. (Siyasete Dair Temel Bilgiler)
  • Zira çizgiyi tasavvurumuz ancak onu sonlu kabul etmemizle mümkündür ve ondan sonluyu tasavvurumuzu sonsuz kere tekrarımız sonsuz olanın tasavvur edilmesini gerektirmez. Bu nedenle sonsuz bir çizgiyi vehmeden onu asla tasavvur edemez. İşte bu duruma; "Bu nedenle kim vehminde sonsuz bir çizgi kurarsa bölümlerini kuşatamaz" sözüyle işaret etmiştir. Yani onu tasavvur etmesi mümkün değildir. (Aristoteles Metafizik Büyük Şerhi 2)
  • Doğu insanı inançlıdır, kalbe ve kalbin mahsulü olan her şeye bayılır, bütünü ile kendini verir, varlığını teslim eder. Gönül deyince, kendinden geçer. (Felsefe - Din İlişkileri)
  • İnsanın teşbihten doğal olarak mutlu olması ve sevinç duymasının delili duyumsamaktan haz almadığımız şeylerin taklidinden mutlu olup haz almamızdır. (Poetika (Şiir) Orta Şerhi)
  • İnsanlarla, onların anladıkları şekilde konuşun! (Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu)
  • Hangi dinde olursa olsun, görünmez dünya inancı, görünür dünyadan kaçışın, görünür dünyaya bir seçenek sunmanın sonucudur. Tipik bir yanılsamadır bu. (Din - Felsefe Tartışması)
  • Gerçeklik gerçekliğin tersini söylemez (...) (Din - Felsefe Tartışması)
  • Herhangi bir sanat eserine bakan kimse, bu eserin ya­pılmasındaki hikmeti ve amacı açıkça anlamıyorsa, onun hikmetini açıkça kavrayamaz. (Tutarsızlığın Tutarsızlığı)
  • Nefste meydana gelen hareket aklın idrakini rahatsız etmekte ve karıştırmaktadır.Bundan dolayı çocukların ve şehvetlerine düşkün insanların akılları zayıftır. (Psikoloji Şerhi)
  • Dindeki Doğrulama Yöntemi Esasen Retoriktir [49] Konumuzun dışına çıktık; (asıl) meseleye dönüp deriz ki, dinin amacı gerçek bilgiyi ve gerçek ameli öğretmek olduğuna göre, sözün (kelâm) (yani mantığın) bilgisine sahip olanların açıkladığı üzere öğretim kavram oluşturma (tasavvur) ve doğrulama (tasdik) şeklinde iki gruba ayrılırken, insanlar için üç tür doğrulama yöntemi vardır: (a) kanita dayalı, [b] diyalektiğe dayalı, (c) retoriğe dayalı Kavram oluşturmanın ise iki yöntemi vardır: (al bir şeyin bizatihi kendisine (dair kavram oluşturma) veya [b] onun temsiline (misal (dair kavram oluşturma]. İnsanların hepsi tabiatları itibariyle kanıtlamaları kabul edebilecek yapıda değildir ve bırakın kanıtlamaya dayalı görüşleri, diyalektiğe dayalı olanları bile anlayabilecek özellik (insanların çoğunda) yoktur. Zira kanıtlamaya dayalı görüşleri öğrenmek zor bir iştir ve bunları öğrenebilecek kimselerin uzun zamana ihtiyacı vardır. Hâlbuki dinin amacı, gerçeği] herkese öğretmektir. O halde dinin doğrulama ve kavram oluşturma yöntemlerinin tümünü kapsaması gerekmektedir. [50] Doğrulama yöntemlerinden bir kısmı insanların çoğu için geçerlidir; yani kendileriyle doğrulamanın gerçekleştiği retorik ve diyalektiğe dayalı yöntemleri kastediyorum ki, bunlardan retorik yöntemler diyalektiğe dayalı olanlardan daha kapsayıcıdır. Bir kısmı ise kanıtlamaya dayalı yöntemler olup daha az sayıda insana özgüdür. Dinin de öncelikli hedefi, seçkinlerin dikkatini çekmeyi göz ardı etmeden çoğunluğu oluşturan kitleyle ilgilenmek olduğu için dinde açıklama için kullanılan yöntemlerin çoğu, kavram oluşturma ve doğrulamanın gerçekleşmesi açısından çoğunluk için geçerli olan ortak yöntemlerdir. (Faslu’l-Makal Felsefe ve Din Uyumu)
  • Dosttan gelen eza, düşmandan gelen eza ve cefadan daha acıdır. (Felsefe - Din İlişkileri)
  • İki sonsuzdan birinin diğerinden daha sonsuz olması olanaksızdır. Bu söylediklerimiz iki tane sonsuzun gerçekten var olması halinde geçerlidir. Eğer iki sonsuz potansiyel olarak varsa o zaman bir orandan söz edilemez. (Tutarsızlığın Tutarsızlığı)